Bir hafta içinde Elvan, evin etrafını tanımaya başladı. Küçük bir kafe arayışına Derya destek oldu. Tanıdıklarından birine ait bir kafede işe girdi. Sabahları erken kalkıyor, elleri kahve kokuyor, akşamları eve yorgun ama huzurlu dönüyordu.
Derya ona “metro nasıl kullanılır”ı, “İstanbulkart nedir”i, hatta “bir yabancı sana fazla soru sorarsa nasıl geçiştirirsin”i öğretti. Günler, Elvan için artık korkuyla değil, merakla başlıyordu
İstanbul’un sesi bile farklı geliyordu ona. İlk geldiğinde ürktüğü korna sesleri, şimdi şehrin nabzı gibiydi. Rutinleri oluşmaya başlamıştı. Sabahları evden çıkarken üstüne attığı ince hırka, metroya binerken açtığı müzik listesi, ve tabii Derya’nın her sabah söylediği aynı cümle:
— “Bugün kendine bir adım daha ver, olur mu?”
Elvan önce küçük adımlar attı. Yakındaki halk eğitim merkezine kayıt oldu.Açıköğretimden okulunu bitirecekti.Ortaokulu zorla bitirmişti.Liseye göndermemişlerdi.Şimdi içinde ukte kalan ne varsa hepsini yapacaktı. Önce açık öğretim lisesi için danışmanlık aldı. Haftada iki gün, destek merkezinde eğitim görecekti. Geri kalan günlerde Derya’yla birlikte ders çalışacaktı. İlk gün derse girdiğinde, sınıfta farklı yaşlardan pek çok kadın vardı. Onların da gözlerinde aynı çekingen umut parlıyordu. Kimi ev kadınıydı, kimi gençliğinde eğitimden koparılmış, şimdi kaldığı yerden başlamak isteyen bir anne… Kimi başını eğmiş, elindeki defteri sıkıca tutuyordu; kimi bakışlarını pencereye kilitlemişti. O sınıf, hayalleri ertelenmiş ama asla unutulmamış kadınlarla doluydu.Elvan’da onlardan biriydi.Elvan’ın günleri bu şekilde geçip giderken aklında sürekli kız kardeşi Zelal ve annesi Ayşe vardı.Geldiğinden beridir onlarla konuşmamıştı.Çok özlemişti ama aramaya cesareti yoktu.Acaba babası onlara kötü davranmış mıydı?Kendisi yüzünden onların üzülmesini istemezdi.Onun için bu dünyada bir annesi bir de kız kardeşi vardı.Şimdi Derya da eklenmişti.Elvan düşüncelerinden sınıf kapısının sesiyle sıyrıldı. Ayak sesleri ağır ağır içeri süzüldü. İçeri adım atan öğretmeni görünce nefesi durdu.Bu geçen günkü çarpıştığı adamdı.Baran. Elinde bir kitap, boynunda tanıdık bir atkı… Gözlüğünü takmıştı bu kez. Ceketinin cebine kalem sıkıştırılmıştı, yüzünde alışık olduğu o hafif ve dikkatli ifade .Elvan şok olmuştu görünce.Yani Baran öğretmen miydi.O kadar yerin içinden Elvan’ın geldiği açıköğretimde mi çalışıyordu.Bu koca İstanbul ne kadar küçük diye geçirdi içinden. Elvanın kalbi bir anlığına yerinden fırlayacak gibi oldu.Baran’ın sesiyle kendine geldi.
— “Merhaba arkadaşlar. Ben Baran Demir. Bu dönem Türkçe ve edebiyat derslerinde birlikte olacağız. Hepiniz hoş geldiniz.”
Elvan, duyduğu sesin tanıdıklığıyla ürperdi. O ses, bir taksi yolculuğunda duvarlarını aralamış, sonra kaybolmuştu. Şimdi karşısında, bambaşka bir rolde duruyordu.
Baran’ın gözleri kısa süreliğine sınıfı taradıktan sonra Elvan’a takıldı. O da Elvan’ı görür görmez tanıdı ama tepkisi sakin ve profesyoneldi. Hafifçe başını eğdi,gülümsedi sonra tahtaya yöneldi.
-Bugün Türkçe dersinde metin çözümleme yapacağız.”
Elvan o an içinden geçen fırtınayı dışarı belli etmemeye çalıştı. Kafasında tek bir cümle yankılanıyordu:
“İstanbul’un kalabalığında bir kez rastladım sandığım adam, şimdi karşımda öğretmenim olarak duruyor…”