EN BÜYÜK ARZUN NEDİR?
İçime işleyen en büyük karanlık, insanların gözlerinin içerisinde gördüğüm en büyük korku ve feryat... Bazen kenarda oturduğum sürece onların dertlerinden muzdarip olduğumu düşünür dururdum. Oysaki ben kenarda onları izlediğim her an, gördüğüm herkesin derdinden bir parça alıyormuşum meğersem...
Saçım başım darmadağınık, elbisem düzensiz, mini bir hâlde bacaklarımda kısalıyor. Aklımın almadığı her düşünce içerisinde yüzüyorum ve kafamın tek çalıştığı nokta az önce gördüklerim...
Aldatılmanın verdiği acıyla adımlıyorum düz mermerin üzerinde. İnsanlar, çevremde benim çektiğim acıdan bihaber hâlde dolanıyor ve kendilerince eğleniyor... Anlamıyorum. Her şey normal ilerlerken bunlar nasıl başıma gelebiliyor, nerede hata yapıyordum bir türlü anlamıyorum...
Her şey 3 yıl önce, onu otobüs durağında görmemle başlamıştı. Yine annem ve babam kavga etmiş, bense onların kavgalarından bıkmış bir hâlde bekliyordum otobüs durağında. Elimde ise çantama koymaya bile yeltenmediğim ve fen dersi olmamasına rağmen aldığım kimya kitabım duruyordu. Hoş, o zamanlar kimyadan nefret eder bir de üzerine kitabını o güne kadar okula dahi götürmeyecek kadar sorumsuz davranırdım ama o gün götüreceğim tutmuştu bir şekilde. Aklım anne ve babamda kalmıştı ya, elime gelen ilk kitapları alıp çıkmak kolayıma gelmişti ne de olsa...
O gün, otobüs durağında beklerken görmüştüm onu. Otobüsüm gelmek bilmiyordu, belki de kaçırmıştım haberim yoktu çünkü telefonumu yanıma almamıştım. Lüks bir araba durmuştu önümde. Üzeri açık bir BMW. Duran kişiye istemsiz dikkatli bakmıştım çünkü üzerinde bizim okulun okul forması yer alıyordu ama daha öncesinde hiç denk gelmediğim bir yüzdü. Sarı saçları vardı kıvır kıvır. Alnına düşmüş, dağınık ve serseri havası katarcasına tatlı bir tipti. Okul formasının düğmeleri sonuna kadar kapalı değil, iki düğmesi açıktaydı. Beyaz teni, tatilden yeni gelmişçesine bronzlaşmıştı. Çantası hemen yanındaki koltukta yer alıyordu.
Ben onu bu şekilde incelerken bana dönüp hayatımda gördüğüm en güzel gülümseme ile bakmıştı. İşte o an âşık olmuştum. O an, dünya benim için dönmeyi bırakıp onun etrafında dönmeye başlamıştı sanki. Dünlerim onun için aydınlanıyor, gecelerim ise onunla konuşabilmek için kararıyor gibiydi. O gün, arabasıyla beni okula götürmek için davet etmesiyle başlamıştı her şey. Ben ona tutulmuştum, o da benim ona tutulmamı büyük bir zevkle izlemişti. Zira bunların hepsinin bir plan üzerine kurulduğunu daha o zamanlar bilmiyordum.
Beni evden okula bırakma serüveni her gün geçerken aslında onun bir hafta öncesinden okula geldiğini öğrenmiştim. Sonra bana çıkma teklifi etmiş ama ederken de aslında o otobüs durağındaki beklediğim günün bir plan olduğunu anlatarak benimle bir ilişki içerisinde olmak istediğini belirtmişti. Bense gencim. Ergenliğimin en baba dönemleri... Okulun yeni popüler çocuğu benim için o kadar uğraşmış. Aşkıma aşk katıyorum âdeta. 9. sınıfım ben. Ne anlarım bir erkeğin aşk anlayışından?
Artık günlerim Kerem için geçiyor, onunla birlikte uyanıyordum. En yakın arkadaşım olan Ayla ise bunların hepsine şahit olarak benimle birlikte ilerliyor ilişkinin içerisinde. Ben ve Kerem okulun gözde çifti, Ayla ise yanımızda, iki tarafın da en samimi olduğu o en iyi arkadaş... Ta ki, ben bunu daha bugüne kadar böyle sanıyordum.
Tanımadığım bir numaradan gelen mesajla gitmiştim Ayla'nın evine paldır küldür. Yarım saat sonrasında Kerem'le tanışma yıl dönümümüzü kutlayacaktık ve ben tam hazır olmasam da ilk defa onunla birlikte olmak ve kendimi ona tamamen adamak için özene bözene hazırlanmıştım. Yine de en yakın arkadaşımın başına bir şey geldiği düşüncesi ile ilk atladığım taksiyle evine gelmek ve kapısını paldır küldür çalmak benim için uzun bir zaman dilimi gibi gelmişti. Beklentim belliydi. Barizdi bir kere. Mutlu, 18 yaşına yeni girmiş bir kızın aklına gelebilecek en masum bir şekilde âşık olduğum adama kendimi adamak için hazır olduğumu düşünerek başlamıştım ben bugüne. Ama Ayla'nın kapısını çalarkenki telaşım, kapının açılıp üzerinde benim aldığım gömleğin düğmeleri açılmış, saçı başı darmadağınık ve boynunda ruj izleri olan sevgilim ve arkasında sutyeninin üzerine zar zor tişört geçirerek kapıya koşturarak gelen Ayla...
Gördüğüm manzara tam olarak buyken yapabileceğim tek şey arkamı dönüp gitmek olmuştu. Tek kelime dahi edemeden. Tek bir söz dahi söylemeye yeltenmeden arkamı dönmüş ve oradan ayrılmak adına giydiğim topukluların üzerinde ayaklarımı burkmayı göze alarak koşmuştum. Oysaki evin önünde duran beyaz BMW daha eve girmeden önce her şeyin kanıtını sunarcasına parıl parıl parlıyordu.
İşte bu yüzden darmadağınıktım. Özene bözene daha iki saat öncesinde yapmaya başladığım saçlarım kabarmış, bir kavgadan çıkmışçasına kötü duruyordu. Göz makyajım akmıştı ve cadılar bayramından fırlamış insanlara benziyordum. Elbisem ise düzensiz bir şekilde üzerimde dönmüş, neredeyse kıçımı gösterecek kadar kısalmıştı. Dar, beyaz bir elbiseydi giydiğim şey. Onun için bir aylık harçlığıma kıyarak almıştım. Mağazanın önünden geçtiğimizde söylemişti "Neden böyle güzel elbiseler giymiyorsun?" diye. O gün bu elbiseyi almak aklımın ucundan bile geçmezken bugün onu mutlu etmek için elimden geleni yapmaya hazırdım. 3. senemize girecektik. Artık bazı şeyler yerine oturmuştu ve onunla mutlu olduğuma inandığım için bakireliğimi vermeye hazırdım. Ama bu kadardı işte. Her yaptığım plan bir şekilde yok olup gidebiliyordu.
Harap olmuş bir şekilde sokağın ortasında ilerlerken adamların bana karşı seslenmesiyle kendime gelebilmiştim. Etrafımı kolaçan ettiğimde ıssız bir sokağa girdiğimi bile yeni fark etmiş, peşime takılmış 3 adam ise korkmam için yetmişti. Önüme dönüp gidebileceğim bir yer aradığımda ise ileride, yüksek katlı binanın altındaki neon ışıklarla bezenmiş küçük çaplı bir bar dikkatimi çekmişti. İçeriden gelen müzik sesini duyabiliyordum. Kapısında bekleyen ve sigara içip muhabbet eden üç adam vardı.
Can havliyle oraya doğru koştururken bir yandan da arkamdaki adamların hızlanmasından dolayı korkuyla nefes alıp veriyor, daha fazla efor sarf ediyordum. Ama neyse ki ulaştığım bardan içeri adım attığım anda hissettiğim güven duygusu yetmişti.
İki yanımda da boş olan ikişer masa vardı. Neon ışıkların altında, neon kül tablası ve saksılar duruyordu masaların üzerinde. Duvarlar ise ahşaptan yapılmış gibi dizayn edilmiş, üzerine grafiti çizimleri yerleştirilmişti. Hiçbirisinin ne olduğunu inceleyemeyecek kadar korkmuş ve tedirgindim. Asıl kapıdan içeri girdiğimde beni karşılayan çalışanlar ve kasadaki görevli bir nebze de olsa daha iyi hissetmeme yetmişti. Onlarla konuşmak ve bana taksi çağırmalarını rica etmek istiyordum ama kulağıma ilişen güzel ses ile dikkatim dağılmış, ileride oturan sürüsüyle insanın bir arada olmasının üzerine oraya yönelmişti ayaklarım benden habersiz.
Ahşap üzerinde ilerleyip birkaç basamak indiğimde sol tarafta kalan sahneyi görebilmiştim. Kıvırcık saçlı, uzunca bir adam, tabureye oturmuş, mikrofonu tutarak şarkıyı söylüyordu. Daha önce duymadığım bir şarkıydı ona emindim. Çünkü duysaydım bu kadar hayran kalacağım bir şarkıyı es geçmezdim.
Merakla adamın karşısındaki boş koltuklardan birisine yerleştiğimde garson anında önüme bir menü bırakmıştı bile. Üzerimde kuruş para yoktu ama sanal karttan ödeyebileceğimi düşünüp itiraz dahi etmemiştim. Adamın büyük bir tutkuyla şarkıyı söylemesine odaklanmıştım kendi hâlimce. Saçlarını ensesinde toplamıştı. Siyah tişörtünün yakaları yırtılmış gibi duruyordu. Siyah, soluk kot pantolonu ise ışığın altında bariz bir şekilde belli oluyordu ama adam sanki inadına bu şekilde belli olsun diye giyinmiş gibiydi.
Böyle lüks bir semtte bu şekilde canlı müzik yapıldığını ilk defa görüyordum. Üstelik daha öncesinde bunun gibi ilginç bir mekânla da karşı karşıya geldiğimi dahi hatırlamıyordum.
Müziğe kendimi kaptırmış, söyleyen adamı boş gözlerle incelerken fark etmiştim ki o da bana bakıyordu. İlk başta kaşları çatılmıştı. Benim ona gerçekten baktığımı fark edince de şaşkınlığıma gülümsemiş ve bu sefer şarkısına bana bakarak devam etmişti. Söylediği dil hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ama o kadar güzel ve kulağa hitap eden bir hâli vardı ki istemsiz hayran hayran dinlemeden edemiyordum.
Başımda dikilen garsonla dikkatim dağılırken adamla kilitlenmiş bakışlarımız sonunda son bulmuştu.
"Siparişiniz?" diye sorması üzerine ilk başta anlayamamıştım. Önüme bıraktığı hâlâ kapalı olan menüyü görünce ise mahcup ve utanmış bir şekilde yüzüne bakmakla yetindim. Ama yüzüm ne hâldeyse kız bana tuhaf tuhaf bakmaya devam ediyordu.
"En iyi içecek neyse ondan getirir misin?" diye sorduğumda başını onaylar anlamda sallayıp bir kelime dahi etmeden menüyü alarak gitmişti. Ben de tam da o sırada müziğin bittiğini ve arkada sadece klasik bir fon müziğinin çaldığını işitebilmiştim.
Merakla sahneye dönüp baktığımda kıvırcık saçlı adamın orada olmadığını, uzun taburenin boş olduğunu görmüştüm. Bu, beni anlam veremediğim bir şekilde hayal kırıklığına uğratmıştı. O güzel sesten biraz daha canlı müzik dinlemek istiyordum.
Yine aklıma gelen Kerem gerçeği ile yüzleşirken alt dudağımı ısırdım ve insanların içerisinde ağlamamak için derin bir nefes aldım. Tam da o sırada masama bırakılan büyük bardaktaki yeşil renkli içecek ile karşı karşıya kalmıştım. Üzerinde köpükler ve şekerleme gibi duran renkli taşlar vardı. Bir sarmaşık, yılan gibi bütün ağız kısmını sarmalamıştı ve yeşil sıvının içerisinde fosforlu ışık gibi parıldayan küçük küçük simler yer alıyordu. İçilip içilmeyeceğinden bile şüpheli olduğum içeceğe şaşkın şaşkın bakarken garsona dönmüş merakla bakmıştım.
"Bu ne?"
"Mağazamızın özel spesiyali..."
Şaşırmıştım. Daha önce içtiğim hiçbir şeye benzememesine rağmen içerisindeki o fosforlu şeyler gözlerimi almaya yetmişti.
Başımı onaylar anlamda sallayıp garson kızın gitmesine izin verdim. Ceviz renginden çok daha koyu olan masamın üzerindeki sanki eski alfabelerden esinlenilmiş gibi çizilmiş daire şeklinde bir dizi vardı. Parmaklarımı üzerlerinde dolandırırken Kerem ve Ayla gerçeğini sindirmeye çalışıyordum. Tam da o sırada masama yeni bir gölge düşmüştü. Başımı kaldırıp daha içkime bile dokunmadığımı açıklamak isterken gördüğüm kişinin kıvırcık saçlı solist olması ile şaşırmadan edemedim. Merakla gözlerimi aralayabildiğim kadar aralamış, şaşkınlıktan gıkımı bile çıkarmadan öylece yüzüne bakmıştım.
"Merhaba. Oturabilir miyim?" diye sorduğunda tek kelime dahi edemeden başımı sallamış ve karşıma oturmasını beklemiştim. Masmavi gözlerinin ışıldaması beni hayrete uğratmıştı çünkü daha öncesinde bu kadar güzel parıldayan bir göze sahip insan hiç gördüğümü hatırlamıyordum bile. Gülümsemesi güzel ve sakinleştiriciydi. Belki de az önce söylediği şarkı yüzünden ona bu şekilde bakıyor olabilirdim ama karşımdaki sandalyeye oturduğunda bile benden uzun durduğu gerçeği ile yüzleşmem uzun sürmedi.
Soran bakışlarla onun yüzüne baktığımdaysa bana doğru eğilmiş ve beni utandıran o sözleri dile getirmişti.
"Kahrolan kadın makyajı yapmış olsan dahi, gözlerin genç bir kız olduğunu ele veriyor." dedi bana gülümsemeye devam ederek. İlk önce söylediklerini anlamamıştım çünkü o kadar yakışıklıydı ki tek kelime dahi edemiyordum. Yüz orantısının düzgünlüğü, dudaklarının yeterince dolgun olması, burnunun pürüzsüz bir şekilde bir heykel tıraşın elinden çıkmışçasına düzgün duruşu... Adamı âdeta bir Yunan Tanrısını aratmazcasına özene bözene yaratılmış afetleri andırıyordu.
"Onun gibi bir amacım yoktu. Çok mu kötü gözüküyorum?" diye ben de kendimden şaşılacak bir şekilde samimi bir hâlde sorduğumda yine kocaman gülümsemiş ve bana doğru eğilerek dikkatle yüzüme bakmıştı.
"Bir öcüden farksızsın." dedi âdeta gizli bir sırrı paylaşıyormuşçasına sessizce konuşarak. Onun bu hâline istemsiz gülümsedim ve ellerime baktım.
"Hiç içmemişsin?" diye sorduğunda masanın üzerinde hâlâ ışıldamaya devam eden içeceğe baktım. Onun orada olduğunu bile unutmuştum.
Uzandım ve içeceği ellerimin arasına alıp bir yudum aldım. Rengi ne kadar tuhaf ve garip gelse de tadı şaşırtıcı bir şekilde güzeldi. Tatlı ve ekşi karışımı olan sıvı boğazımdan aşağıya inerken rahatsız etmeyen bir sıcaklık bırakıyordu.
"Acaba midemde de hâlâ bu şekilde parıldamaya devam edecek mi?" diye sorduğumda âdeta kendi kendime konuşuyormuş gibiydim.
"Hiç bu şekilde düşünmemiştim." dedi ve yine içimi ısıtacak kadar güzel gülümseyerek. Ona istemsiz hayran hayran bakarken buldum kendimi. Elimdeki bardağı yavaşça masanın üzerine bırakırken yanaklarımın kızardığını fark etmem üzerine derin bir nefes aldım ve içten içe kendimi ikaz ettim.
"Güzel şarkı söylüyorsun."
"Beğenmene sevindim. Genelde..." dedi ve arkasına yaslanıp bir kolunu sandalyesinin arkasına yerleştirdi. Etrafına şöyle bir baktığında ben de onu hareketlerini tekrar edip etrafıma bakındım. İnsanlar kendi aralarında sohbet ediyor, bazıları ise sanki derin bir duyguya dalmış gibi öylece masanın üzerine bakıyordu. Etrafımdaki insanların nasıl olduğunu geldiğimde kontrol etmemenin getirdiği gerginlikle derin bir nefes aldım. Garip tiplerdi çünkü. Masalarının üzerinde tıpkı benim bardağım gibi ışıldayan bardaklar yer alıyordu. Ama bazı adamlar o kadar düzgün ve bakımlı duruyordu ki birazdan kalkıp burayı bir iş yerine çevirmeleri muhtemel gibi geliyordu.
"Gördüğün gibi... Söylediğim hiçbir şeyi dinlemez, kendi hallerine bakarlar." dediğinde hayretle ona döndüm.
"Gerçekten çok güzel söylüyorsun. Onların kulaklarında bir sorun olmalı." dediğimde iki kaşını da kaldırdı ve yüzüme şaşırmış gibi baktı. Bense utanarak yanaklarımı silmeye çalıştım ama bu muhtemelen akan makyajımı daha da yüzüme yaymaktan başka işe yaramamıştı.
"Tanrım! Berbat hâldesin. Gerçek hayatta da böyle korkunç mu dolanırsın?" dediğinde derin bir nefes aldım ve omuzlarım çökmüş bir hâlde ona kirpiklerimin arasından baktım.
"En yakın arkadaşım ve sevgilimi birlikte yakaladım. Klişe ama insan görünce pek fazla dış görünüşüne dikkat edemiyor maalesef." dediğimde şaşırmış gibi yüzüme baktı.
"Sevgilin mi? Sen kaç yaşındasın ki?" diye sorduğunda histerik bir şekilde güldüm ve "18." dedim. Buna şaşırmış gibi yüzüme baktı. Ardından etrafına bakındı ve garsonlardan birisini görmesi ile eliyle onları yanımıza çağırdı. Merakla ne yapacağını izlerken kızın kulağına bir şey söyledi ve onu yolladı. Merak etmiştim ama bunu dile getiremeyecek kadar bitik olduğum için öylece önümdeki içecekten bir yudum almakla yetindim.
O ise oturduğu yerde bir an dikkatle beni inceledi. Sanki 18 yaşında olmam normal değilmiş gibi yüzüme bakıyordu.
"Makyajın o kadar akmış ki seni en aşağı 20 yaşlarında diyebilirdim. Ah! Güzelim, seni bu şekilde üzmelerine izin vermeyecek kadar gençsin." dediğinde gözlerimi devirdim ve masada ona doğru eğilip gözlerinin içerisine baktım. Loş ışıkta parıldayan o gözler benim gözlerime kilitlenmişken bir an ne söyleyeceğimi unuttum ve öylece kaldım. O ise benim bu aptalca hareketime gülümseyip beni taklit edercesine masada bana doğru eğildi.
"Ben izin vermiyorum ki onlar üzmek için bir bahane buluyorlar."
"Demek seni sevgilinden başkası da üzdü?" diye sorması üzerine masaya eğilmekten yorulup geriye yaslandım ve bacak bacak üzerine atıp biraz daha oturduğum yere yayıldım. Burada uyuyabilirdim. Kahretsin! Karşımda belki hayatımda gördüğüm en yakışıklı adam varken beni aldatan sevgilimden bahsedecek kadar nasıl düşmüştüm bilmiyorum. Yine de, güzel sohbet ediyordu işte. Belki de birazdan beni bardan çıkaracaktı. Ne yazık, oysaki parıldayan içecekleri sevmiştim...
"Üzmez olur mu..." diye kendi kendimle dalga geçercesine güldüğümde masamızın yanına gelen garson kız elinde küçük bir ıslak mendil kutusu ile yanımıza geldi. Merakla neden onu getirdiğini soracaktım ki solist bana kutuyu uzattı.
"Hem yüzünü sil, hem de bana seni kimin üzdüğünü anlat." dedi emir kipiyle ama dudaklarının arasından çıkan yumuşak ses tıpkı bir şarkı gibiydi. Dediğini yapmak için ne kadar üşeniyor olsam da uzandım ve kutuyu alıp içerisinden bir ıslak mendil aldım. Yüzüme rastgele sürüp beyaz mendildeki lekeye baktığımda yüzümü buruşturmadan edemedim.
"Gerçekten de çok berbat görünüyorum değil mi?" diye sorduğumda güldü ve uzanıp kutudan bir mendil çıkardı. Öyle güzel hareket ediyordu ki her hareketindeki zariflik beni utandırıyor, karşısına bu şekilde çıktığım için geriyordu. Bir erkeğin daha öncesinde hiç bu kadar kibar olduğunu düşünmeyi bırak, görmemiştim bile. Güzel, kemikli parmakları bana doğru yol aldığında hareket dahi edemeden onun hareketlerini izledim.
Islak mendili aldı ve yanağıma oldukça yumuşak bir şekilde sürdü. Hafif nemli olan küçük bez, onun dokunuşuyla irkilmeme neden olmuştu.
Yüzümü kendi elleri ile temizledikten sonra geriye çekildi ve bana baktı.
"Şimdi daha iyi duruyorsun." dediğinde utanarak gülümsedim ve bir şey yapmak adına etrafıma bakındım. İçeceğimi gördüğüm anda can simidi gibi ona sarılıp büyük bir yudum aldığımda ağzımda havai fişek gibi patlayan küçük hava baloncuklarını hissedebiliyordum. Tekrardan ona döndüğümde ise yine beni büyük bir ilgiyle izlediğini fark ettim. Sanki yüzümün her ayrıntısını incelemeye çalışan bir ressam gibiydi.
"Sevgilinden ayrıldığın için mi buraya geldin?" dediğinde histerik bir şekilde yine güldüm.
"Hayır. Aslında beni takip eden birkaç adam yüzünden buraya girdim. Sonra, atmosferi hoşuma gitti derken senin sesini duydum ve oturup dinlemek istedim." dediğimde verdiğim cevabı beğenmiş gibi kocaman gülümsedi ve gözlerini benden ayırmadan dik dik bakmaya devam etti.
"Hangi dilde söylüyordun?" dedim merakla ben de onun gözlerinin içerisine bakarak. Daha önce hiç bu şekilde gözlerimin içerisine uzun süre bakan bir insanla karşılaşmamanın getirdiği merak ve utanç vardı üzerimde.
"Çok eski bir dil. Aşina olduğunu sanmıyorum." dediğinde daha da meraklanmıştım.
"En azından adını biliyorumdur." diye direttiğimde hafif kaşlarını çatsa da gözlerimin içerisine bir süre bakıp düşündü. Söylemek ve söylememek arasında çelişkide gibiydi.
"Hiyeroglif..." dedi ve bir an algılayamadım. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırıp birkaç saniye yüzüne baktıktan sonra gülüp geriye yaslandım.
"Dünya'nın en eski dilinden bahsediyorsun değil mi?"
"Yani, pek öyle denilemez ama çok eski olduğu bir gerçek." dediğinde şaşkınlıkla ilk önce kavrayamadım.
"Sen şimdi eski dili mi biliyorsun?" dediğimde tereddütle başını onaylar anlamda salladı. Bense hayranlıkla ona bakmadan edemedim. Daha önce birçok dil bilen insanla karşılaşmıştım ama çok eski bir dili bilen insan ise ilk defa görüyordum.
"Soru sırası bende..." dedi ve yine bana doğru eğilip kollarını masaya yasladı. Onun bu hamlesine karşılık bir an soracağı soruya karşı heyecanlandım ama hâlâ karşımdaki adamın ne kadar zeki olabileceği gerçeği ile yüzleşiyordum.
"En büyük arzun nedir?" diye sordu yine gözlerimin içerisine bakarak. Onun merakı, yüzüne yayılmış en güzel mimik gibi gelmişti gözlerime. Ne diyeceğimi şaşırmış, birisinin ilk defa bunu sorması üzerine bir an duraksamıştım. Önümdeki içeceğe baktım gözlerinden gözlerimi çekerek. Savunmasız bir yanımın bu gece üzerime çökmesinin getirdiği durgunluğu yaşıyordum. Ona söylemeye çekiniyor olsam da bir daha onu görmeyeceğimin getirdiği bir cesaret vardı dilimin ucunda.
"Annemin geri dönmesi..." dedim yeniden onun yüzüne bakarak.
Cevabım onu şaşırtmış olmalı ki bir an duraksadı ve başını hafif yana yatırdı.
"Annen seni terk mi etti?" dediğinde dudaklarının arasından kolayca çıkan sözlere karşın boğazıma dizilen yumru yüzünden derin bir nefes alıp verdim. Ne diyecektim ki? Yalan mıydı? İnsanlar söylerken her şey normal ve olası geliyordu ama ben hâlâ bu gerçeği kabullenememiştim.
Başımı aşağı yukarı sallayıp onaylamakla yetindim. Ağzımı açsam yine ağlamaktan korkuyordum çünkü. O da bunu anlamış gibi bir süre sustu ve kendime gelmeme müsaade etti.
"Peki ya sevgilin? O konu hakkında ne yapmayı düşünüyorsun?" diyerek konuyu değiştirmesi üzerine minnet dolu bir şekilde ona baktım. Kerem konusu bile annemin gitmesi konusundan daha iyi geliyordu bana. Ne garip... Oysaki daha bir saat öncesinde kahrımdan öleceğim sanıyordum.
"Ne yapabilirim ki? Bitti."
"İstersen senin için onu dövebilirim." dediğinde gülmeden edemedim.
"Keşke bunu yapabilsen."
"Profesyonel dövüşçü olduğumdan bahsetmiş miydim?"
"Ne yazık ki o da profesyonel boksör." diye dile getirdiğimde arkasına çok rahat bir şekilde yaslandı ve gözlerimin içerisine dik dik baktı.
"Beni fazla küçümsüyorsun." dedi. Yalan yok. Kalıplı ve Kerem'den çok daha uzundu. Ama Kerem'in birkaç maçına gittiğimde gördüklerim benim için yeterli bir neden oluyordu.
"Neyse ki kimin yeneceğini öğrenemeyecek kadar uzağız." dediğimde kaşlarını bir an olsa da çattı. Küçük bir andı. O kadar küçüktü ki hayal gördüğümü bile düşünmüştüm.
"Sen kaç yaşındasın?" diye ona sorduğumda duraksadı ve yine diğer sorularımda da olduğu gibi cevap vermeye çekindiği hâl gibi bekledi.
"Bugün senin için 18 olabilirim." dedi beni geçiştirerek. İlk defa böyle bir cevap aldığım için şaşırarak yüzüne baktım. Verdiği cevabın çekilebileceği çok yan varken arka taraftan seslenen baterist adama dönmesi ile bütün dikkatim dağıldı. Arkadaşları yine onu sahneye çağırıyordu.
Bana dönüp mahcup bir şekilde gülümsedikten sonra yerinden kalktı ve iki parmağını alnına koyup bana kısa bir an selam verdi. Arkasını dönüp gitmesini hayal kırıklığıyla izlerken bir an durup onun kaç yaşında olduğunu düşündüm. Bir insan neden kaç yaşında olduğunu söylemeye çekinirdi ki?
Sahneye çıkıp yine o uzun tabureye oturduğunda bana baktı ve göz kırpıp arkadaşının başlaması için ses vermesini bekledi. Sonrasında ise o güzel ses yine barda yankılandı. Hayranlıkla, yine ilk geldiğim andaki gibi onu incelemeden edemedim. Çok güzel söylüyordu. Tanrı'nın özene bözene yarattığı bir varlık olabilirdi.
Daha önce hiç gözleri bu şekilde ışıldayan ve güzel gülümseyen yakışıklı bir adamla karşılaşmamıştım. Sesi ise cabasıydı. Bir an, o şarkıyı söylerken bütün dertlerimden kurtulmuş gibi hissettim. Saat kaç olana kadar bekledim bilmiyorum. İçeceğimden iki tane daha masaya geldikten sonrasında kendimi koltuğa yapışmış gibi hissediyordum. İnsanlar hâlâ oturmaya devam ediyordu ama saat kim bilir gecenin kaçı olmuştu...
Telefonumu en son, koştururken Kerem beni arıyor diye rastgele bir yere fırlatmıştım ve şimdi beni alması için bir taksi dahi çağıramıyordum. Ben de oturmuş içeceğimin son yudumunu içiyordum ki başımda yine birisinin dikilmesi üzerine dikkatim dağılmıştı.
Başımı kaldırıp kimin geldiğine baktığımda solistin ayakta bana baktığını fark ettim. Hızlıca ona kocaman gülümserken mırıldanırcasına konuştum.
"Bitirdiğini bile fark etmemişim. Bunların içerisinde alkol mü var?" diye sorduğumda hâlime gülmüş ve yüzüme doğru eğilmişti. O an, üzerine çökmüş olan güzel koku burnuma ilişmiş ve bir an derin nefes alıp son demlerine kadar hissetmek için çabalamıştım. O ise benim yaptığım şeyin nedeninden habersiz bir şekilde yüzüme bakarken konuşmuştu.
"Galiba senin için gece bitti." dediğinde derin bir nefes daha aldım ve sönmüş bir balon gibi koltuğa yığıldım.
"Galiba evet. Bana taksi çağırabilir misin? Telefonumu kaybettim de." diye kibar bir şekilde konuşmaya çalıştığımda becerememiş olmalıyım ki bana güldü ve uzanıp kolumdan tutarak beni dikleştirdi.
"Bu saatte buralarda taksi bulamazsın. Evinin yerini hatırlıyor musun?" dediğinde ben daha ne olduğunu anlayamadan iri kolları beni sarmalayıp havaya kaldırdı. Sarsak adımlarla nereye adım attığımı bilmeksizin ilerlerken yeniden konuştum.
"Bu içtiğim şeyin içinde alkol vardı değil mi?" diye tekrar ettim. O ise bana cevap vermeden geldiğim yolun aksine barın arkasına doğru ilerleyerek beni bir yere götürmeye başladı. Anlamadım. Bir şey söylemek istiyordum ama dudaklarım sanki aralanmayacak gibiydi.
Arka tarafta bir koridora girdikten sonra renkli, neon ışıkların sarmaladığı kapılardan geçtik ve en sonundaki kapıyı açıp bir anda dışarı çıktık. Soğuk havanın tenime ulaşmasının hemen ardından şaşkınlıkla etrafıma bakındım. Ara sokakta, içerideki gibi neon ışıklarının olmadığı bir yerdi burası.
"Nereye gidiyoruz?" dediğimde gözümü alan sokak lambasına karşı elimi kaldırıp ışığın gözüme gelmesini engellemeye çalıştım.
"Seni evine bırakacağım. Evinin yolunu biliyor musun?" diye tekrardan sorduğunda tek kelime etmeden beni götürdüğü arabaya baktım.
"Bu araba senin mi?" diye istemsiz merakla sormam üzerine kapısını açtı ve ben daha yeni soru soramadan beni eski, deri koltuğun üzerine oturttu. İçeride, az önce barda bana eğildiğinde burnuma gelen koku hâkimdi. Güzeldi. Hem, doya doya çekebileceğim bir ortamdaydım ve bu beni daha da rahatlattı.
Olduğum yerde biraz yayılıp yan taraftaki şoför koltuğuna baktığımda çevik bir şekilde alçak arabasına yerleşti ve bana döndü.
"Araban çok güzelmiş. Hep böyle bir arabam olsun istemişimdir." dediğimde dudakları yine tatlı bir kıvrımla yukarı kıvrıldı. İçimde coşan heyecan duygusu ile kıkırdarken uzanıp yanağındaki kıvrıma parmağımı değdirdim. Benim bu hareketimi beklemiyor olmalı ki bir an elini kaldırdı ve bileğimi tuttu. Sonrasında benim kafamın bir milyon olduğunu fark edip bileğimi sımsıkı tutmayı kesti ve bana tuhaf tuhaf baktı. Umursamadım bile.
"Çok güzel gülümsüyorsun. Kerem de böyle gülümserdi." dediğimde gözlerini devirdi ve elimi bırakıp arabayı çalıştırdı. Oflayarak önüme döndüm ve derin bir nefes aldım. "Neden en yakın arkadaşım da ben değil ki? Üstelik bugün onunla olmak için o kadar hazırlanmıştım." dediğimde döndü ve bana baktı. Önemsemedim. Elbisemin oturduğumda kısalmış eteğini çelimsiz ellerimle uzatmaya çalışarak çekiştirdim ve başaramayınca ofladım.
"Şu hâlime bak. Onca hazırlık boşuna gitti." dediğimde arabayı hareket ettirmişti.
"Ne için hazırlanmıştın?"
"Ne için olacak? Bugün 3. yıl dönümümüzdü. Artık onunla daha fazla şey paylaşmak istiyordum." dediğimde şaşkınla bana döndü.
"Ne yani, 3 yıldır birliktesiniz ve bir kere bile sana dokunmadı mı?" diye sordu.
Histerik bir şekilde güldüm. Dudaklarım gerginleştikçe sanki üzerinde kalan içki kalıntıları dudaklarımı çatlatıyordu.
"Elbette dokunmadı. Ben biraz geri kafalıyımdır. Yani... En azından..." diye durakladığımda merakla sordu. "En azından ne?"
"En azından özel olmasını istedim. Kahretsin! Siz erkekler için ilkler önemli olmayabilir ama benim için çok önemli tamam mı?" diye bas bas bağırmaya başlamamla bana hayretle dönüp baktı. Bense bir anda fevrileşen hâlimi unutup geri yaslandım ve dolan gözlerimle yola baktım.
"Ayla'nın evine gitmemi, başına bir şey geldiğini söyleyen bir mesaj aldım. Çok telaşlanmıştım. Hazırlanmayı yarıda bırakıp gittiğimde benim ona aldığım gömlekle en yakın arkadaşımla sevişirken gördüm." dedim ve yanağımdan akan yaşı elimin tersi ile sildim. Tıkanan burnumu çekmek için bir hamle yaptığımda ona dönüp en acınası hâlimle konuştum.
"Senin en büyük arzun nedir?" diye sordum merakla ona bakarak. Bir anda konuyu değiştirip bana barda sorduğu soruyu ona ilettiğimde güldü ve ciddi miyim diye bana baktı.
"Evinin yerini bana söylemen."
Gözlerimi devirdim ve adresi söyledim.
"Ama bu sayılmaz."
"Ben seninkinin sayılmadığını söyledim mi?" diye direttiğinde oflayarak yerimde tepindim ve rahat bir pozisyon bulduğumda ona dönerek koltukta yatar pozisyona geldim. Yan profili şimdi daha güzel ve göz alıcı duruyordu.
"Ama ben büyük bir arzuyu dile getirdim."
"Arzunun büyüğü küçüğü yoktur." dedi bu sefer bana farklı bir cevap vererek. Kafam, onun söylediklerine basmayacak kadar bulanıktı ve zaten söylediklerinin de yarısını anlamıyor, öylece kafama göre takılıyordum.
"O zaman ikinci arzu diye bir şey var mı?"
"Sen bana seninkini söyle ben de benimkini..." demesi ile tısladım ve derin bir nefes alıp arabanın tavanına baktım. Temiz ve hiçbir pürüz gözükmüyordu.
"Aslında... Aklıma gelmiyor."
"Muhakkak aklına gelen bir şey vardır." dedi direterek.
Durdum ve düşünmeye başladım.
"Ama bu biraz tuhaf olabilir. Tanrım! Alkolün verdiği cesaret yüzünden yarın muhtemelen utanacağım." dedim ve yerimde doğrulup ona baktım. Gece vakti olduğu için arabayı lambalara takılmadan hızlı sürebiliyordu.
"Ne olduğunu söyle." dedi. Güldüm. Başımı onaylamaz anlamda salladım ve yola baktım. Evime yaklaşmıştık.
"Söylemem. İlk önce sen söyle." dediğimde dönüp sanki bundan hoşlanmamış gibi bana döndü.
"Ben bütün arzularımı gerçekleştirdim." dediğinde gözlerimi devirdim ve itiraz ederek konuştum.
"Öncelikle, her an, insanlar yeni şeyler arzu edebilirler. Mesela ben şu an sana istediğim birçok şey söyleyebilirim ama inat olsun diye ilk önce senin söylemeni istiyorum."
"Yerine doğru oturman mesela?" dediğinde ofladım ve arkama yaslanıp bir çocuk gibi göğsümde kollarımı düğümledim. Tek kelime etmeden yolun geçmesini beklerken evime giden sokağa girdi ve yavaşladı.
"Tamam. Aklıma bir şey geldi." dedi ve arabayı yavaşça işaret ettiğim evin önüne geçti. Duran arabanın ışığı boş ve ıssız sokağı aydınlatırken babamın ışığının yanıp yanmadığına baktım. Evde, hiçbir ışık yanıyor gibi durmuyordu. Bu, rahatlamama neden oldu.
Merakla dönüp ona baktığımda mavi gözlerinin ışıldadığını görebiliyordum. Vücudunu hafif bana çevirmiş, iri bedeni ile âdeta bir heykel gibi duruyordu.
"Ne geldi? Hadi söyle." dediğimde benim merakıma karşılık gülümsedi ve uzanıp önüme düşen saç tutamını tenime değen parmak uçları ile yavaşça arkaya doğru itekledi. Onun bu hamlesi nefesimi tutmama neden olurken kulağımın arkasına sıkıştırdığı saç inadına yine önüme doğru düştü ve ikimizin de gülmesine neden oldu.
"Bir öpücük." dedi.
İlk önce kavrayamadım. Anlamayan bir şekilde ona baktığımda tek kaşını kaldırmış, parıldayan gözleri ile bana bakarken göz kıvrımlarının üzerinde barınan anlam ile şaşkınlıkla bakakaldım.
"Öpücük mü?"
"Evet. Her an yeni bir arzu olabileceğini söyleyen sendin." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım ve istemsiz konuştum.
"Eminim birçok kadın öpmüşsündür. Her an bunu arzu edebilecek ne yaşadın merak ediyorum." dediğimde hayatımda gördüğüm en güzel manzarayı bana sundu ve âdeta bir melek gibi kahkaha attı.
Gülümsediğinde gözlerinin kenarında oluşan kırışıklar, dudaklarının kenarındaki o her kıvrımın anlam barındırdığı dalgalar, dudaklarının gerilip bembeyaz inci gibi dişlerini ortaya sermesi ve kıvırcık saçlarının birkaç tutamının alnına düşmesi ile ona hayranlıkla bakmamak mümkün değildi.
"Hayır. Bahsettiğim, seni öpmekti." dedi gülümsemesini silmeden bana bakarak.
Anlamadım. Gözlerim ona dikilmiş, şaşkınlıkla bakarken bir an duraksayıp dediğinin bulanmış beynime yüklenmesini bekledim. Anladığım an ise gözlerim ve dudaklarım kocaman açılmış, hayretle ona bakıyordum.
"Beni mi? İyi de neden?" dedim saçma sapan bir soru yönelterek. O ise hiç gocunmadan rahat bir şekilde cevap verdi.
"Çünkü seni öpmenin ne demek olduğunu merak ediyorum."
Nefesim kesilmişti. Bir an ona öylece bakıp olduğum yerde şaşkınlıkla kalakalmıştım. O ise ben daha durumu bile kavrayamazken uzandı ve enseme büyük elini yerleştirdi. Bedenimdeki gücün bir anda ona geçtiğini hissedercesine ne yapacağını bilemez bir hâlde öylece kalmıştım. O ise bana doğru hayatımda gördüğüm en yavaş çekimle yakınlaşmıştı. Bilmiyorum. Belki de alkol aklımı başımdan almıştı. Ama onun gözleri gözlerimdeyken normal düşünüp normal bir cevap verebilmek imkânsız gibi geliyordu.
Eğildi. Artık kendimdeki bütün ümidi kesmişken uzandı ve ben daha ne olduğunu dahi anlayamadan yanağıma yumuşak, hayatımda aldığım en tatlı öpücüğü kondurdu. İçim kıpır kıpır etmiş, sanki yanaktan değil de dudaktan öpülmüş gibi ürpermiştim. Utanç, gerginlik ile harmanlanıp gözlerimi ondan kaçırırken geri çekilip ellerimle oynamaya başlamıştım.
Boğazıma dizilmiş yumruları yutkunarak yok etmeye çalışırken o geri çekildiği hâlde bana bakmaya devam ediyordu. Kahretsin, gözlerinin üzerimde gezindiğini bir şekilde anlayabiliyordum.
"Sıra sende." dedi ve bir anda konuyu değiştirip istikameti bana doğrulttu. O an, sanki bir suyun içerisine atılmış ve sırılsıklam kalmış kedi gibi hissediyordum.
"Ben... Aslında senden... Sadece bir ses kaydı isteyecektim." dedim istemsiz arzumu dile getirerek. Ama hâlâ üzerime binmiş ağrı beni germeye devam ediyordu.
"Ne ses kaydı?" dedi anlamayarak. Başımı kaldırıp nihayet yüzüne bakabildiğimde kaşlarını çatmış bana baktığını fark ettim. Garipti. Bir an hayran olunacak kadar güzel gülümserken diğer yandan hızlıca ciddi bir tona girebiliyordu.
"Şarkı söylerken... Aptalca bir istek bil..." dememe kalmadan sözümü kesti.
"Tamam... Olmuş bil." dedi ve beni şaşkına uğrattı.
"Cidden mi? İstemezsen atmayabilirsin..."
"Bir önemi yok. Şimdi gitsen iyi olacak. Evinin ışığı yandı." demesi ile dönüp eve baktım ve gerçekten de babamın odasının ışığını gördüm.
Telaşla ona döndüğümde ayrılacak olmanın hüznü ile yüzleşmem uzun sürmedi. Bir an duraksadım ve ne diyeceğimi şaşırdım. O ise benim hâlimi anlarmış gibi yine sıcak bir şekilde gülümsedi ve "Eve girene kadar bekleyeceğim." dedi.
Başımı onaylar anlamda salladım ve kapıyı açtım. Dışarı biraz da olsa yerine gelmiş aklımla çıktığımda topuklularıma lanet etmeden edemedim çünkü ayaklarım şişmişti.
Soğuk hava bedenimi sarmalarken eğilip arabanın içerisinden ona baktım.
"Her şey için teşekkür ederim." dedim en içten gülümsememi göndererek. Onun kadar güzel olmadığını biliyordum ama yine de en azından bunu yapmam gerekiyordu.
"Bir önemi yok. Hadi, baban anlamadan eve geri dön." dedi ve son kez gülümsedi.
Dediğini yaptım ve ona son kez bakıp arabanın kapısını kapattım. İçim kıpır kıpırdı. Belki kusabilirdim de. Bugün olanlara aklım ermese de onunla geçirdiğim şu son 10 dakika sanki bütün kötülükleri silip götürmüş gibiydi. Kapının önüne geldiğimde döndüm ve ona baktım. Dediği gibi gerçekten de orada bekliyordu. Bir aptal gibi el salladım ve saksının altındaki anahtarı alıp kilidi açtım. İçeri girdiğimde kapının kenarındaki buz camdan dışarıya bakmaya yeltendim ama tek görebildiğim bir arabanın hızlıca evin önünden geçmesinden başka bir şey değildi.
Odama, sarsak adımlarla çıkarken hâlâ aklımda o ve beni öptüğü masum an vardı. Daha önce hiç böyle bir şeyle karşı karşıya kalmamıştım çünkü Kerem ve biz... Bizdik işte. Klasik bir sevgili... Kimse gelip de en büyük arzusunun beni öpmek olduğunu söyleyip öpmeye yeltenmemişti.
Odama girip ışığı açtığımda gözümü alan parıltılar yüzünden bir küfür savurdum ve yatağımın üzerine oturdum. Boy aynam ise karşımda bana el sallıyordu ve gördüğüm manzara kesinlikle cinnet geçirmem için yeterli bir görüntüydü.
Makyajımı tahmin ettiğim gibi tamamen temizleyememiş, hâlâ akmış ve hortlak gibi gözüken bir hâlde duruyordum. Saçlarım darmadağınık, âdeta bir fahişe izlenimi veriyordu. Elbisem ise bu görünüşe destek veren en büyük etkendi.
Beni bu şekilde görüp yine öpmek istediğine bir anlam yükleyemezken o an kafama dank etti.
Bir daha onu göremeyecektim. Adını dahi bilmiyordum ve kahretsin ki telefon numaralarımızı da almamıştık. Ses kaydını atacağını söylemişti ama atmayacağını kendisi ayık olduğu için biliyordu.
Ah! Beni başından savmıştı...
-*-
Sabahında, sanki dünyam, baş ağrımın üzerine kurulmuş gibiydi. Delicesine çalınan bir kapı zili, bir gürültü kopmasına neden olan insan sesleri ve benim hiçbir şeyi kaldıramayan kafam...
Yataktan zorla da olsa kalkıp sesin kaynağını görmek için yüzümü bile yıkmadan aşağıya inmeye yeltendiğimde üniformalı adamları görmem bir olmuştu. İri yarı adamlar ve iki kadın evimize bir baskın yaparcasına hızlı girmiş bir de üzerine babamın tek kelime dahi etmesine müsaade etmeden arka bahçemize doğru ilerliyorlardı.
Anlamamıştım. Korkum gırtlağıma kadar dayanmışken babamın yanına gidip ne olduğunu sormak istedim ama kadın olan polis beni gördüğünde anında bana doğru gelmeye başlamıştı.
"Adınız nedir?" dedi bana kendi evimde. Bense üstüm başım darmadağınık, ters türs giydiğim pijamalarımla şoka girmiş kadına bakarken tek kelime dahi edemiyordum. Babamsa kadının bana direten gözlerle bakmasına karşılık benim yerime konuşmuştu.
"O benim kızım... Neden buradasınız? Evime bu şekilde giremezsiniz." dediğinde kadın sanki bu konuşmalardan sıkılmış gibi cebinden bir kâğıt çıkardı ve babama gösterdi.
"Arama emrimiz var. Şimdi izin verirseniz bahçenizi kontrol etmem gerek." dedi ve birden bahçeye doğru ilerledi. Polisler çimlerin üzerine basıp bahçemizde volta atarken çardağın başında durdular ve içeri beraberinde giren işçi adamlara çardağı gösterdiler.
"Çardağı yıkın." dedi.