8.Bölüm

1976 Words
Keyifli okumalar... Bir insanın bedeni değil, ruhu esir olurmuş. Ruhun esir olduktan sonra, bedenen özgürlükte olsan ne fayda? İşte onun bana yaptığı şey tam olarak da buydu. O, benim ruhumu kendine esir almış geri vermiyordu. Ne sıcak, ne soğuk olan, arafta bırakan o acımasız bakışları gözlerimi buldu ve başını omzunun üzerine yatırarak dilini gerçek bir manyak gibi ince, pembe dudağının üzerinde gezdirdi. Başımı sürekli iki yana sallıyor, ondan merhamet değil de bana inanmasını bekliyordum. Bakışları bir kez daha benden şikayetlenen Mihri'ye kaydı ve tekrar bana bakıp harekete geçti. Yeri titreten ağır adımlarıyla bana yaklaşırken, Suzan'a yaptırdığını bu sefer bana yaptıracağı düşüncesi, korkudan zafiyet geçiriyormuş gibi titrememe neden oluyordu. Adımları önümde son bulduğunda parmaklarını bileğime doladı. Daha önce sıktığı için moraran bileğim daha çok acırken, gözlerimi kapatıp acıyla inledim. Bileğimi anında bıraktığında gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve kıstığı gözlerine baktım. Aniden eğilip beni omzuna aldığında neye uğradığımı şaşırıp büyük bir çığlık attım. Bacaklarıma sardığı tek koluyla beni bir bez bebek gibi taşıyarak odadan çıkıp kapıyı kapattı. "Ben kötü bir şey yapmadım!" Ah, bu kelimeleri bu gün ikinci insandan duyuyordu ve inanmaması normaldi. "Kızın aklı yerinde değil, ona mı inanacaksın, bana mı Allah aşkına?" diye bağırırken, sanki beni duymuyormuş gibi rahat tavırlarla merdivenlere yöneldi. "Manyak herif! Psikopat! Canavar!" Diye çığlık atarak sırtına yumruklar atarken, gayet rahat tavırlarla merdivenleri iniyordu. "Teveccühünüz doktor hanım, öyleyimdir."dedi, boğuk bir sesle. Sert bir soluk verip susma kararı aldım. Belli ki, çok kazık yemişti ve artık insanlara güvenmeyi bırakmıştı. Bu bana birini hatırlattı, dur bakayım... Galiba beni. Beni bir torba taşıyormuş gibi omzundan aşağıya rahatça sallandırırken, eksi birinci kata indiğini fark ettiğimde gözlerimi belertip çırpınmaya devam ettim. "Hayır! Lütfen hayır! Bir suçum yok diyorum, beni tekrar o odaya atarsan bu kadar sakin kalmam. İlk fırsatta buradan kaçarım duydun mu beni?" Diye bağırdım. Karanlık odanın önünden geçtiğimizde başımı yukarıya kaldırıp şaşkın bakışlarımla etrafa baktım. Beni oraya kapatmayacak mıydı? "Hayvanlarla aran nasıl Arven?"diye sordu siyah kapının yanındaki odanın önünde durduğunda. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açarken, duyduğum kelimeler tüm vücudumu bir kez daha ürpertti. Bu sefer nasıl bir işkence yapacağını bilmiyordum ancak, içimden bir ses diğerinin bu seferkinin yanında masum kalacağını söylüyordu. " Dizini bacaklarımın arasından yatağa koyup üzerime geldiğinde, geriye doğru sürünerek yatak başına yaklaştım. Ayak bileğimden kavrayıp beni altına çektiğinde küçük bir çığlık savurup, üzerimi kaplayan gölgesine baktım. Kendimi ne kadar serin kanlı tutmaya çalışsamda, onun yanında korkmamak imkânsızdı. Sağ elimi kavrayıp yukarıya kaldırdığında ne yapmaya çalıştığını anlamak için, başımı kaldırıp yukarıya baktım. Göremesem de bileğime taktığı kelepçenin sesini duyup korkuyla çırpınmaya başladım. Karnımın üzerinde ağırlığını vermeden oturup yüzündeki maskeyi çıkardığında, sertçe yutkunup onun karanlık yüzünü izledim. Çok merak ediyordum ve o beni merakta bırakarak işkence yapıp, bundan büyük bir zevk alıyordu. Psikolojik sorunu da buydu, o, acımasızdı. O acı vermekten zevk alıyordu. "Kolumu aç, lütfen..." Diyerek başımı iki yana salladım. Ben onu göremiyordum ama onun beni gördüğüne emindim. Ben karanlıktan kaçarken, o karanlıkta yaşamaya alışmıştı. Belki de beni hapsettiği kendi karanlığıydı. Yüzünden çıkardığı maskeyi yatağın yan tarafına attıktan sonra, ellerini yatağa sabitleyerek üzerime uzandı. Yüzlerimiz arasında bir elin parmakları kadar mesafe bıraktığında, soluklarım yavaşladı. Sert solukları yüzümde cehennem ateşi estirirken, göremediğim o acımasız gözleri yüzümü delip geçiyordu. Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdığında, yüzümü yana çevirip dudaklarımı bir çizgi hâline getirdim. Gözlerimi sıkıca kapatırken, lütuf gibi serbest bıraktığı elimi omzuna koyup onu kendimden itmeye çalıştım. Sert sakalları yanağıma yavaşça sürtündüğünde dudaklarımdan firar eden hıçkırığa engel olamadım. Delirtmek ister gibi yanağıma sürttüğü yanağını yavaşça boynuma indirdiğinde, gözlerimden süzülen damlalar yatakla buluştu. "Lütfen," diye titrek bir sesle konuştuğumda, beni duymuyormuş gibi sakallarını boynumun en alt kısmına kadar sürterek indi. "Alparslan!" Diye çığlık attığımda sakalları boynumdan ayrıldı. Yüzlerimizi eşitlediğinde sesimin titrememesi için alt dudağımı ısırıp bir süre sustum. "Bedene sahip olmak kolay," diye fısıldadım. İşaret parmağını şakağımın üzerine koyup elmacık kemiğim boyunca süzdü. "Biliyorum. Sen aşk nedir, bir kadına nasıl yaklaşılır bilmiyorsun." Deyip güçlükle yutkundum. "Bırak sana öğreteyim, böyle yaparsan ben kendimi senden önce kaybederim..."diye fısıldadım. İki parmağını çenemin altına koyup, çenemi yukarıya doğru ittiğinde korkuyla küçük bir inleme savurdum. Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdığında bu sefer kaçacak bir yer bırakmadı. "Öldürmediğime, bu kadarıyla kurtulacağına dua et..." dedi, boğuk bir sesle. Duyduğum kelimeler nefesimi keserken, bir kaç saniye içinde gözlerime bağladığı bez korkumu katbekat arttırdı. Nefesi boynuma dökülürken, "Bir elin açık, ama gözünü açarsan, o elini da bağlarım ve sana hayatın boyunca unutamayacağın kadar kötü şeyler yaparım!" Diye ürkütücü bir sesle fısıldadı. Gözlerimi sıkıca birbirine bastırıp başımı onaylar anlamda sallarken, vücudumda titremeyen tek bir noktam bile yoktu. "Sana bana itaat etmeyi öğreteceğim!" Dediğinde, göğsümde acı bir sızı baş gösterdi. Ne demekti bu? "Ben...sana itaat etmem."dedim titrek bir sesle. Hâlbuki şu an bile ona itaat ederek gözlerimi açmıyordum. Korktuğum şey bu delileri iyileştireyim derken delirmekti ve şu an tam da böyle olacak gibi görünüyordu. Nefesi boynuma indiğinde alıp verdiği hırıltılı nefesler, tamamen sessiz olan odanın içinde net şekilde duyuluyordu. Burnunu boynuma sürttüğünde serbest kalan elimi kavradı ve başımın üzerinden yatağa sabitlediğinde, tekrar kulağıma doğru yükselerek boğuk sesiyle konuştu. "O el inerse, ne olacağını biliyorsun..." Başımı onaylar anlamda salladığımda ona resmen itaat ettiğime dair işareti vermiştim. Bana zıt olan şeyleri, kendi kurallarını zorla da olsa zihnime kazımaya, benliğime zarar vermeye çalışıyordu. Ya karşı koymazsam? Ya ona itaat edersem? Eğer düşündüğüm gibi sadist biriyse ona karşılık vermemden hoşlanmaz ve bana dokunma isteği de olmaz. Dudakları kulağımın üzerinde dolanırken, diliyle kulak mememi kavrayıp emerek bıraktı. Yüzümü iğrenir gibi buruşturup ellerimi yumruk yapsam da, dokunmak için doğru zamanı bekledim. Dudakları kulağımdan boynuma doğru indiğinde dizlerimin iç tarafı titredi. Kaskatı kesilen vücudumu kıpırdatmak istediğimde ağırlığını üzerime vererek, nefes bile alacak mesafe bırakmadı. "Lütfen," diye adeta inlediğimde, hoşuna gitmiş gibi boğazdan hırıltılı bir ses çıkardı. Dudakları boynumda dolanmaya başladığında, serbest kalan elimi saçlarının arasına geçirerek yavaşça okşadım. Önce dudaklarının hareketi kesildi, daha sonra sert soluğu boynuma yayıldı. Geri çekilip dudaklarını tekrar kulağıma bastırıp, "Canın oyun oynamak çekiyorsa, seninle çok güzel oynarım. Olan aklını da yitirirsin!"diye tısladı. Parmaklarımı saçlarının arasından ayırmadan beklerken, bileğimi kavrayıp sertçe yatağa sabitledi. Dudakları çeneme sürtünerek boynumun yan tarafına doğru kaydığında, titreyerek olası çığlıklarını boğmak adına dudaklarımı birbirine bastırdım. Aniden dişlerini boynumun yan tarafına geçirip, koparmak ister gibi sıktığında avazım çıktığı kadar çığlık atarak çırpınmaya başladım. Kelepçeli olan elimi bileğimi koparma pahasına çekiştirirken, diğer bileğim onun esaretindeydi. Hâlâ boynuma saplanmış hâlde beklettiği dişlerini geri çektiğinde, bıraktığı yerdeki acıyla hıçkırarak ağlamaya başladım. Alnını alnıma yaslayıp nefesini yüzüme döktüğünde, hıçkırıklarımı boğmak için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Acı iyidir Arven, acı güçlendirir."diye fısıldadığında, zor zabtetmeye çalıştığım hıçkırıklarımı serbest bıraktım. "Manyak,"diye mırıldandım hıçkırıklarımın arasından. "Senden nefret ediyorum. İlk fırsatta bu cehhenemden beter evinden de, senden de kurtulacağım..." diye konuştum titreyen sesimle. "Sen öyle san..."deyip üzerimden kalktığında, başımı geriye yatırarak yüksek sesle ağlamaya başladım. "Benim evime hele ki, aklıma girmiş biri, ben istediğim müddetçe çıkamaz!"diye konuştu, tüm acımasızlığıyla. Gözlerime bağladığı bezi aşağıya doğru ürkekçe çekip, kirpiklerimi kırpıştırarak ileri baktım. İlerleyip kapıdan çıktı ve kapıyı kapatıp kilitleyerek beni burada yapayalnız bıraktı. Belki de hayatımda gördüğüm en zâlim, en acımasız adamdı. Duyguları elbette vardı ancak onları kullanmasını bilmiyordu. Ben o yeniden doğsun diye uğraş verirken, o, ben biteyim diye uğraşıyordu. Ve ben onunla geçirdiğim her dakika biraz daha bitiyordum. Onu çözmeme izin vermezken, onu iyileştirmemi istiyordu. Birisi ona bunun imkânsız olduğunu söylemeliydi, çünkü ben söyleyince dinlemiyordu. Beni ne hâle getirmişti ki, bu odanın diğer oda gibi tamamen karanlık olmamasına ve hayvanların olmayışına seviniyordum. Dakikalar sonra hıçkırıklarımı susturmayı nihayet başarıp, yatakta doğrularak oturur pozisyona geldim. Kelepçe olan elim havada asılı kalırken, diğer elimin tersiyle yanaklarımı silip birkaç kez burnumu çektim. Bakışlarımı yukarıdaki küçük pencereye çevirdiğimde artık ışıklar azalıyordu. Hava kararıyordu ve bu bana tamamen karanlıkta kalacak olduğumu hatırlatıyordu. Bakışlarımı kapıya çevirip ıslak kirpiklerimi kırpıştırarak, öylece bakıp gelmesini bekledim. Dakikalar saatlere karışıyor, gözlerim beni buraya esir eden adamın yolunu gözlüyordu. Ondan merhamet dilenmek aptallıktı ancak bana ondan başka kimse de yardım edemezdi. Biliyorum ki, o, buna asla izin vermeyecek. Bu yüzden yalvarmam, merhamet dilenmek gereken tek kişi sadece oydu. Başımı yatak başlığına yaslayıp derin bir nefes alarak göz kapaklarımı indirdim. Bana zaman kavramını unutturmuştu, artık saymıyor ya da sayamıyordum. Kaç saat geçtiğini bilmiyordum ama gözlerimi araladığımda oda tamamen karanlıktı. Onun sorduğu soruyu kendime sordum, şu an hangisinden daha çok korkuyorum? Ondan mı, yoksa karanlıktan mı? Sanırım ondan. Elimi boynumun ısırdığı bölgesine götürüp dokunduğumda, küçük bir inleme savurarak elimi hemen geri çektim. Boynum yanıyor ve elime değen katı sıvıdan anladığım kadarıyla kanıyordu. Ona canavar dedim ve o, ona taktığım lakabın hakkını kendi usulleri ile verdi. Karanlığa daha fazla bakamayacağımı anlayıp gözlerimi kapatarak aşağıya doğru kaydım. Sağ elim yukarıda kalsa da, uyumaya ve bu olanları birkaç saatliğine de olsa unutmaya ihtiyacım vardı. Karanlığın içinden fırlayan karabasan üzerime çöküp, boynuma sarılarak beni nefessiz bırakıyordu. Uyuyamıyordum. Gözlerimi tekrar araladığımda sanki göremediğim varlıklar etrafımı sarmış, beni izliyorlar gibi hissediyordum. Işık olduğu müddetçe tüm cesaretimle dik başlı davranan ben, karanlık çöktüğünde beş yaşındaki küçük Arven'e dönüyordum. "Arven..." "Arven güzelim, korkma..." "Ben buradayım..." Yine onun sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Doğrulup sırtımı yatak başlığına yaslayarak ileriye baktım. Yatağın ayak ucunda durmuş karanlıkta parlayan bedeni ve bembeyaz elbisesiyle bana bakıyor, gülümsüyordu. Sol gözümden acı bir damla firar ettiğinde, dudaklarım derin bir acıyla kıvrıldı. Ona doğru gitmek istediğimde bana engel olan kelepçe hıçkırıklarıma boğulmamı sağladı. Bileğimi koparmak umrumda bile değildi, ona ulaşmak, sarılmak istiyordum. Kendi etrafında bir tur dönerken, beyaz elbisesinin eteklerini tutarak neşeyle savurdu. Kahverengi, uzun, dalgalı saçları ahenkle dans ederken, göz yaşlarım sustu ve arkama yaslanıp onu seyrederek gülümsedim. Yatağın etrafında bir o yana, bir bu yana koşarak o güzel kahkahasını atıyordu. Kapının yanında durdu ve o büyük, kahve rengi gözleriyle bana baktı. Hareleri titrediğinde buna inat gülümsedi ve kendi ekseninde bir kez daha döndü. "Korkma," dedi, bana gülümseyerek. "Işıklı günler için karanlığa, güneşli günler görmek için bulutlara katlanmak gerekir..." Gülerek odanın diğer tarafına koştuğunda, büyülenmiş gibi o güzel kadını izliyordum. Bana mı öyle geliyordu, yoksa o gerçekten de dünyanın en güzel gülen kadını mıydı? "Ben karanlıktan değil, ondan korkuyorum." diye fısıldadığımda, duraksayıp gülümseyerek gözlerime baktı. "O bir canavar ve ben onu iyileştireyim derken yem olmaktan korkuyorum..." Dedim, üzgün bir ses tonuyla. Yanağının içini kemirerek düşünceli şekilde etrafa baktı ve mırıltı gibi bir ses çıkardı. Tekrar gözlerime baktığında içten şekilde gülümseyerek, "Bunu sadece sen başarabilirsin Arven," dedi. "Çivi çiviyi söker. Bir deliyi anlamak için delirmek gerekir..." "Madem geldin, gelmişken şu elimi de açsana..." Deyip gülümseyerek bileğimi kıpırdattığımda, kelepçenin sesi odada yankılandı. "O açacak, ben açamam." Deyip kahkaha attığında, omuzlarımı silkip onun elbisesini neşeyle savuruşunu izledim. Aniden kapı açıldığında yüzüm düşerken, oda tamamen sessizliğe büründü. Tam bu anda yükselen şimşek sesleri tesadüften fazlasıydı. Karanlık gölgesi kapıda bir anlığına göründükten hemen sonra kapıyı kapattı ve karanlıkta hareket ederek yatağa yaklaştı. Şimdi onu hiçbir şekilde göremiyor, sadece ayak seslerini duyabiliyordum. Kalp atışlarım hız kazanırken, yatağın kenarının çökmesiyle beraber yatak başlığına doğru sığındım. Dizlerimi kendime çekip serbest olan kolumla dizlerimi sararak, yatağın çökmüş olan sol tarafına doğru baktım. Az sonra kibrit sesi odada yankılandı ve kibritin aleviyle aydınlanan büyük elini izledim. Komodinin üzerine bıraktığı mumu yakıp , kibrit çöpünü iki yana sertçe sallayarak söndürdü ve çöpü komodinin üzerine bıraktı. Mum yavaş yavaş odayı az da olsa aydınlatmaya başladığında, ürkek bakışlarımı artık benim için fazlasıyla korkunç olan yüzüne çevirdim. "Neden ışığı değil de, mumu yakıyorsun?" Dedim titrek bir sesle. Sırtı bana dönük şekilde oturmuş, bakışlarını ileri dikmişti. Bakışlarım mumun aydınlattığı sırtında dolanırken, gördüğüm kesikler ve yanık izleri kaşlarımı çatmama neden oldu. "Burada ışık yok." Dediğinde bakışlarımı sırtından ayırıp ensesine baktım. Boynu ve omuzları o kadar genişti ki, sanki geriye bakmak istese boynu dönmeyecek gibime geliyordu. Ama iri cüssesine nazaran çevik oluşu, onu yıkılmaz bir adam hâline getiriyordu. "Neden yok? Beni neden bağladın? Neden bu odaya getirdin?"diyerek kelepçeyi kıpırdatıp isyan ettim. Sözlerim ne kadar isyankâr olsa da, sesimde zerre cesaret yoktu. "Bu sabah bir anlaşma yaptık." dedi. Hatırladığımda zaten peşimi bırakmayan korku iliklerime kadar indi ve tüm vücudum ürperdi. "Bu gece benimle olduktan sonra, artık seve seve itaat edeceksin..." Dehşet içinde başımı iki yana hızla salladım. "Ben istemiyorum, yapamam..." Diye titrek sesimle konuşurken, ondan mümkün mertebe uzaklaşmaya çalıştım. Burnundan sert bir soluk verdikten sonra sol elini kaldırdı ve muma doğru uzandı. Baş ve işaret parmağıyla mumu söndürdüğünde, oda tekrar karanlığa gömüldü... ?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD