Tanıtım
Parmaklarımı parmaklıkların etrafına dolayıp, kapıyı yerinden sökmek istercesine dışarıya doğru iterken, aynı anda bıkkın ve bir o kadar da hırslı soluklar vererek bağırmaya devam ettim.
"Hey! Orada kimse var mı?"
Elbette vardı ama işime gelecek birini göremiyordum. Az sonra büyük bir gürültü duyup, kapıdan uzaklaşarak geriledim. Soluklarım kalp atışlarımla yaptığı anlaşmaya uyarak hızlandı ama hemen sonrasında duyduğum sesle birlikte rahatlatarak gözlerimi kapattım ve tekrar kapıya yaklaşarak, hücrenin penceresinden koridora baktım.
"Yeter!" diye bağırdı diğer hücreye kapatılan bir adam. "Sus! Sus artık! Kafamı şişirdin, bir susmadın gitti!" diye sitem etmeye devam etti.
Elimde değildi ki, beni anlamıyorlardı. Kalbim sıkışıyordu, göğsüme iğneler batıyordu bu küçücük odada. Benimle aynı kaderi paylaşan binlerce insan vardı ama ben hastalığımdan dolayı zor durumda kalıyordum.
Bir süre sessizce bekledikten sonra korkarak da olsa koridora bakıp, karşı hücrede kalan kişiye seslendim.
"Emre..."
Ses gelmedi.
"Emre, bir baksana bana..."
Beş buçuk dakika geçmesine rağmen, Emre'den bir ses gelmemişti. O, bu tımarhaneye kapatıldığımdan beri tek arkadaşım olmuştu. O da olmasa kafayı yerdim. Gerçi deliydi ama iyi kalpliydi, diğerleri gibi bana zarar vermeye çalışmıyordu.
Sanki aklı başında olanlardan çok hayır görmüşüm gibi. Her neyse.
Nihayet koridorda adım seslerini duyduğumda, kapıdaki küçük pencereden tekrar dışarıya bakmaya başladım; o küçük, fare kapanı kadar pencerenin izin verdiği kadarıyla.
Az sonra hasta bakıcı kapıya yaklaştığında, pis bakışlarını yüzümde gezdirip, bıyıklarını burarak hırıltılı bir gülücük attı.
Pislik.
"Sıkıldın mı güzelim?" Diyerek kapıyı açtığında geriye doğru adımladım.
Demir kapıyı açıp içeriye girdiğinde, elindeki beyaz gömleği görüp başımı iki yana salladım.
"Hayır! Uslu duracağım, onu giymek istemiyorum!" Diye isyan ettim. Bana doğru gelmeye devam edip elindeki gömleği çırparak açtı.
"Giymen gerek, doktor bey seni bekliyor..." diyerek gömleği açık şekilde tutup giymemi bekledi. Bıkkın bir soluk verip kollarımı gömleğin kollarına geçirdiğimde, kollarımı çapraz şekilde birleştirip, gömleğin kol uçlarındaki beyaz ipleri belimde bağlayarak çifte düğüm attı.
Vücudumu bilerek sarstığı aşikârdı. Ama sesimi çıkarmamayı tercih edip, sadece bıkkın bir soluk vermekle yetindim.
Kolumu kavrayıp çekiştirerek odadan çıkarttığında, Emre'nin odasının kapısına baktım. Daha seslenmeye mecâl bulamadan çekiştirilerek oradan uzaklaştırıldım.
Kasvetli ve karanlık koridorda iri cüsseli bakıcı tarafından sürüklenirken, ara sıra ona bakıp dil çıkarıyordum. Sanırım bu hastalık bulaşıcıydı.
Yine de buradan kurtulmak, deli olmadığıma onları inandırmak adına, gözleri üzerimdeyken uslu durmaya gayret gösteriyordum.
Dar koridorun sonuna ulaştığımızda hasta bakıcım kapıyı açıp, beni içeriye ittikten hemen sonra kapıyı tekrar kapattı.
Bakışlarım kahve rengi masasının yanını terk eden doktoruma takıldığında, yutkunup bir adım geriledim. Yine mi şok? Bunlar beni akıllıyken deli ettiler!
Ağır adımları yanımda bittiğinde, saçlarımdan bir tutam alıp işaret parmağına doladı. Geri çekilmek istediğimde koluma dolanan parmakları bunun imkânsız olduğunu vurguladı.
"Ah, Arven..." Diye iç geçirdiğinde, yüzümü iğrenir gibi buruşturdum. "Çok güzel ve gençsin, harcanıyorsun buralarda..." Dediğinde, kaşlarımı kaldırıp dudaklarımı araladım.
"Kardeşim! Bıraksana o zaman gideyim, ne diye tutuyorsunuz burada? Daha kaç kez söylemem gerek, bir yanlışlık olmuştur. Ben deli falan değilim!" Diye kükrediğimde, dudaklarını alay eder gibi büzdü.
Yüzüme biraz daha yaklaşıp diğer elini kalçama attığında, korkuyla çırpınmaya başladım.
"Ne yapıyorsun be?! Pis sapık, bırak beni!" Diye bağırarak çırpınmaya devam etmem, kollarım bağlı olduğu için hiçbir işe yaramıyordu.
Aniden beni çekiştirerek yüz üstü masaya yatırdığında, avazım çıktığı kadar çığlığı bastım. Ama burası tımarhaneydi. Burada çığlıklar doğal karşılanırdı...