Saraylı...

1080 Words
Bir kardeşim yoktu. Annemin beni doğururken geçirdiği bir rahatsızlık, tekrar çocuk sahibi olmasını imkansız kılmıştı. Ama kardeşlik duygusunu da bu üç kardeşle tatmış, ömürlük eksiğimi bir şekilde giderebilmiştim. Haliyle onlara gelen zarar benim de canımı yakabiliyordu. Geçmiş zamanda kaldığını düşündüğüm bu hissin tazeliğini koruyor olduğunu görmek de oldukça değerliydi. Toprak köy yolunu dakikalar içinde alıp ilçe girişine varmıştık. Aracın mobil ekranına bir arama düşünce ben de bütün dikkatimi gerçekleşecek konuşmaya verdim. Arayan Yiğit'ten başkası değildi. Halide'nin kaza yaptığı yere daha yakın olduğu için bizden önce gelmiş ve durumu anlamaya çalışmıştı. Yalçın telefonu açtığında Yiğit derin bir nefes aldı ve söylemekten memnun olmadığı her halinden belli olan şeyi bir çırpıda söyledi. "Abi hastaneden çıktık, karakoldayız. Bu deli tutturdu o adamı döveceğim diye. Serum ayağıyla vurdu adamın kafasına. Adam da şikayetçi oldu haliyle. Gel de kurtar beni şundan. Cengiz amirin odasındayız." "Dur aslanım, gelip bir derdini anlayalım şu saçaklının, sonra aramıza alır bir güzel pataklarız. Ulan burnunu bir türlü boktan çıkarmıyor bu kız, kafayı yiyeceğim." Duyduklarımla yüzüm nasıl bir hal aldıysa, Yalçın takılmadan edemedi. "Ben 20 gün sonra gidiyorum. Yiğit de Urla'da zaten. Bu deli ile uğraşmak senin başına kalacak aslanım. Hazır mısın?" demişti. Ne kadar kötü olabilir ki onunla uğraşmak? diye düşünürken, kalbime yapacağı kötülükten elbette haberim yoktu. Karakol binasının önüne geldiğimizde Yalçın, "içeri gelmek zorunda değilsin." demişti ama buraya kadar gelmişken, olayın iç yüzünü birinci ağızdan dinleme fırsatını kaçırmayı düşünmüyordum. Buraya gelişimden henüz haberdar olan Yiğit ile de şartlar dahilinde sıcak bir selamlaşma yaşamıştık. Hasret gidermeyi, Halide mevzusunu hallettikten sonraya bırakmıştık. Ufak karakol binasından içeri girip, bir kat yukarı çıktıktan sonra Asayiş Şube yazan ortalama büyüklükteki bir odaya girdik. Odanın içinde camekanla kapatılmış ufak bir bölme daha vardı. İki adam otururken, kafasında bandaj olan kız ise ayakta, burnundan solur bir şekilde dolaşıyordu. Elbette adamdaki hasar daha büyüktü. Bir ara Halide'ye bakarken gözlerinden geçen korkuya dahi şahit olmuştum. Kendi çevremde hiç böyle cevval bir genç kadın yoktu. Hepsi, tırnağı kırılınca ağlayan ve ayakkabılarını giymek dışında eğilmeyen çıt kırıldım zengin çocuklarıydı. Diğerleri de zenginlerin hayatlarını yaşama hayaliyle olmadık hatalar yapan özenti tiplerdi. Şimdi şimdi öylelerinden aslında ne kadar da sıkıldığımı anlıyordum. Üç adam aynı anda ufak odaya girdiğimizde Halide'nin sert bakışları direk beni bulmuştu. "Senin ne işin var burada?" diye sorduğu çatılmış yüzündeki her çizgiden belliydi. Bana karşı mesafeli oluşunun başka bir sebebi var mıydı bilmiyorum ama sanırım; şu an ailesinden başka kimseyle durumu paylaşmak taraftarı değildi. Onun bu sessiz ikazına uyup dışarı çıkacağım sırada Yalçın beni durdurmuş ve odada kalmamı istemişti. Bu Halide'ye "ondan saklayacak bir şey yok." demenin bir başka şekliydi. Bakışmalar yerini, esas meselenin konuşulmasına bıraktığında ise haklı olan tarafın Halide olduğunu anlamamız uzun sürmedi. Meğer o karaktersiz herif, trafikte önce onu sıkıştırmış sonra da hatalı dönüş yaparak motorunun yoldan çıkmasına sebep olmuştu. Macera arayan serseriden başkası değildi. Fakat Halide'nin ona hastanede saldırıp yaralaması hiç de iyi olmamıştı. Halide ondan şikayetini çekmedikçe kendisi de bu durumu kullanyor ve onun hakkındaki şikayetinde ısrar ediyordu. Yalçın ve Yiğit bir süre sakinliklerini korumaya çalışmış ancak zaman geçtikçe o herifin pişkinliği karşısında birer barut fıçısına dönmüşlerdi. Olaylar daha da içinden çıkılmaz hale gelmeden müdahale etmem gerektiğini düşünüp, komiserden biraz konuşmak için dışarı gelmesini istedim ve kullanmaktan gurur duyduğum soy adımın caydırıcılığı ile söze başladım. Niyetim elbette adalete engel olmak değildi. Ancak Halide'nin ailemizin bir ferdi olduğunu ve bu tür bir muameleyi kabul etmeyeceğimizi, gerekirse mahkemeye gidip ailemizin adına, çalışanına ve malına zarar verdiği için bütün imkanlarımı kullanıp adalet karşısında hesap vermesini sağlayacağımı söylemiştim. Böyle tipler, gücün karşısında bütün erdemli davranışlardan vaz geçerdi. Bu genel geçerliğe olan inancım, elbette bu gün de beni yanıltmayacaktı. Yanıltmadı da. Ailemizin ismini duyan adam bütün şikayetinden vazgeçmiş ve trafikte kural ihlali yaptığı için adına açılacak kamu davasına razı olmuştu. Yiğit ve Yalçın bu işin bu kadar kısa sürede çözülmesinden memnunken, Halide adeta burnundan soluyordu. Elbet bana bir şekilde had bildireceğini tahmin etmiştim. Biraz da aramızda geçebilecek her hangi bir konuşmanın varacağı noktayı merak ediyordum. Bana olan tavırlarının bir sebebi olmalıydı. Bunu anlamanın en iyi yolu belki de onun damarına basmaktı. Dönüş yolu Yalçın'ın nutuklarıyla geçti. Yiğit arabasıyla barına döndüğü için, yollarımız karakol bahçesinde ayrılmış, ve mutlaka yanına uğramam konusunda ısrar etmişti. Giderken Halide'ye özlem dolu sarılışını, başındaki yaradan şefkatle öpüşünü görmüş ve bu kardeşleri ayıran meseleyi daha da merak etmiştim. Yalçın'ın olanca söylenmesine karşı ağzını bıçak açmayan kız, çiftliğe varıp arabadan inince abisine döndü ve; "Abi sen eve geç, Liz merak etmiştir. Ben şu beyzadeye bir teşekkür edip geleceğim." demişti. Yalçın, onun bu tavrına temkinli yaklaşsa da dediğini yaptı ve evin yolunu tuttu. Abisi gözden kaybolana kadar ardından bakan kız, bana döndüğünde kararan bakışları gerçekten de seyredilesiydi. O bir kaç kez sinirli derin soluklar aldı, kafasında söyleyeceklerini tartarken çetin bir savaşa girdi, ben de onun yüzünün aldığı her şekli dikkatlice inceledim. Nihayet konuşmaya karar vermiş olacak ki, son derin nefesini alıp, sözlerine başladı. "Bana bak! Seni abimler kadar tanımam etmem. Çocukluğumdan hayal metal hatırladığım, şimdi ise tamamen yabancı olduğum birisin. Ama sakın bir daha soy adının forsunu kullanıp da benim işlerime burnunu sokma. Bak bir kez daha söylüyorum; ben bu çiftlikte doğdum ve burada büyüdüm. Ama ailenin bana bir seçenek olarak sunduğu, paha biçilebilen her şeyi reddettim. Şimdi sen bu geceki davranışınla benim bir kadın olarak erkekler karşısında mücadele edebileceğime olan inancıma gölge düşürdün. Zengin bir adamın imkanları ile adaleti elde eden biri olarak tanındım sayende. Bak bu benim ilk karakola düşüşüm değil. Bir şekilde yine sıyrılırdım ama en azından kendi çabamla yapmış olurdum. Şimdi buraya ne için geldiysen o işin başına dön ve başkalarının iç meselelerine karışma" "Söz hakkım var mı?" "Yok desem susacak, beni rahat bırakacak mısın?" "Haklısın susmayacağım." "Nedense bundan emindim." "O zaman konuşma sırası şimdi bende." "Benim yaptığım sadece elimde imkan varken kullanmaktı. Yakın çevremden bu imkanları esirgeyecek değilim. Bunu bu kadar büyütüp mesele yapacak ne var anlamış değilim. Eminim sen de başı sıkışmış birisi için elinden geleni yapmakta geri durmazsın. Bunu da öyle gibi düşün. Ama benim asıl merak ettiğim konu; bana olan bu düşmanlığının sebebi ne? Sana bilmeden bir şey mi yaptım?" "Bana ne yapabilirsin ki? (Öncesinde bir şey yaptığımı düşünmüyorum. ama sonrasında neler yapabileceğimi ise bilemezsin.) Elbette bunu dışımdan söylememiştim ama onunla göz göze gelmek içimde farklı kıpırtılara sebep oluyordu. Bu merak, bu açlık başıma oldukça büyük işler açacağa benzese de ben, sonunda her ne olacaksa körü körüne razıydım. "Haklısın, bir şey yapmış olamam. Neyse fazla uzatma da yatıp dinlen. Sana iyi geceler." Ona cevap hakkı tanımadan arkamı döndüm ve eve doğru yürümeye başladım. Ama arkamdan sarf ettiği cümle adımlarımın çakılmasına sebep oldu. "Bana şimdiden iyi gelmiyorsun Saraylı. İleride olabileceklerden korkuyorum."...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD