2.Kaderinden Kaçmaya Çalışanlar

1937 Words
Yazarın Anlatımıyla... Gün ağarmaya başlamışken, Esmer odasından çıktı. Bütün gece uyumamış, sabaha kadar gözyaşı dökmüştü. Ama kimin umurundaydı? Çay suyunu koyduktan sonra ahırın yolunu tuttu. Karanlık ahırın kenarındaki ışığın düğmesini indirip sarı ampülün yanmasını sağladı. Elindeki teneke kovayı koyunlardan birinin altına koyup üstüne beyaz tülbenti geçirdi. Sütü sağmaya başladığında bile içindeki sıkıntı geçmek bilmiyordu. Ne yapmalıydı? Kaçarsa ailesinin yüzünü yere eğdirmiş olacaktı. Kalırsa da o evlilikle ölmeden mezara girmekle aynı şeyi yaşamış olacaktı. Bir çıkar yol düşünürken, birden içi rahatladı. "Doğru ya benekli! Ecevit Beyim karısıyla çocuğunun acısından kimseyi istemez yaa! Elbet beni de istemez! Anası ne derse desin, beş senedir kimseyi almamış adam; beni mi alacak!" Dertleştiği koyunun sütünü sağmayı bitirdiğinde, içine oturan öküz de kalkmıştı çok şükür. Derin bir ohhh dediğinde içindeki sıkıntı kuş oldu uçtu sanki. Ailesinin demesiyle hemen olacak işti sanki! Diğer koyunları da sağarken, annesinin bağırışını duydu. "Kız Esmeeeerrr! Allah seni bildiği gibi yapsın. Yakmışsın bu çayın altını, çay da demlenmemiş. Bu yaşına geldin evde kaldın, daha ev kadınlığı yapamıyorsun ki evlendireyim! Hey Allah'ım sen bana sabır ver!" Esmer nefesini tutmuş annesinin sinir seramonisini başlatışını dinlemişti. Bu replikler en az beş kere daha tekrar edecek, Güler Hanım ancak o zaman sakinleşecekti. Esmer diğer koyunları da sağmayı bitirdiğinde iki teneke süt ağzına kadar dolmuştu. Teneke kovalarla birlikte mutfağa girdiğinde annesinin hala söylendiğini fark etti. Yine de umursamadı. Çünkü mutluydu. Bu iş olmayacaktı. "Özür dilerim ana! Söz! Bir dahaki sefere altını kısar öyle giderim ahıra! Sen de sinirlenme daha fazla. Bak tansiyonun çıkıyor sonra..." Güler Hanım kızının dün geceki üzüntüsünün yerine şimdi mutlu olduğunu fark etti. Kızı kahvaltılıkları siniye yerleştirirken, dikkatle inceledi onu. Başını sallarken aklından geçen düşüncelerini onaylamıştı işte. 'Sen de sonunda doğru olanı gördün değil mi Esmer. Anan biliyor da işte, dinlemiyorsunuz ki be kızım! Fakir fukaranın yanında nefesin kokacağına, ağa konağında tereyağ kokmak yeğdir yavrum!' Kızından bir haber olan Güler Hanım, eşini ve oğlunu uyandırmaya gitti. Erkekler kahvaltısını yaparken, Esmer de mutfakta sütleri tencerelere boşaltmakla meşguldü. Güler Hanım eşine yaklaştı. "Ben birazdan gider konuşurum Elmas Hanımla bey. Dün gece konuştuğumuz gibi derim kabul ediyoruz diye. Sen de Yakup'un babasına uğra kahveye. Bilsinler ki bu iş bozuldu!" Cemil Bey ağzı doluyken başını salladı. "Söyle ellerini çabuk tutsunlar. Yakup çıkıp gelmeden bu işi halledek. Gelip durgun suyu bulandırmasın şimdi." Mehmet hevesle atıldı. "Aynı anda edek düğünü baba! Fazla masraf da olmamış olur hem." Tek derdi bir an önce Narin'e kavuşmaktı ama, Güler Hanım oğlunun masrafları dert edindiğini zannetti. Gözünün bebeği biricik oğlu öyle de düşünüyordu ailesini işte... "Sen hiç tasalanma oğlum! Kolumdaki bilezikler ne güne duruyor? Sana anlı şanlı düğün kurarım köy meydanına!" dese de, Mehmet başını iki yana sallarken kaşlarını da çatmayı ihmal etmemişti. Yakup gelmeden bu iş bir an önce olsun bitsin diye Esmer hemen evlenecekti; ama kendi bekleyecekti öyle mi? "Olmaz öyle ana! Hem ben Esmer'den büyüğüm. Hem Ecevit ağabey Narin'imden büyüktür. Aynı anda olması usulen de uygun değil midir baba?" Cemil Bey oğlunun sözlerini onayladı. "Oğlan doğru der hanım! Kadın aklınla bir şey bilirmişsin gibi düştün gene ortaya! İyi ki iki bileziğin var kolunda! Hemen bozdurmanın peşindesin. Onlarla inek alacam demedim mi ben sana?" Güler Hanım bozulsa da, sesini çıkarmaya cüret edemedi. Cemil Bey konuşmasına devam etti. "Sen lafımı ikiletme. Söyle o kadına. De ki; Kızımız sözlüdür. Eğer hemen düğün kurulacaksa, kuralım köy meydanına. Siz verin kızı, biz verelim kızı. Hayırlı iş bekletmeye gelmez. Sen konuş gel, ben öyle giderim kahveye. Önce işi sağlama alalım hele sözü bozmak kolay iş!" Mehmet ve Cemil Bey sofradan kalktığında, Esmer de işlerini anca bitirebilmişti. Ellerini yıkayıp geldiğinde hemen çöktü sininin başına. Annesine ve kendine çay dökerken az önce konuşulanlardan habersiz hala huzurluydu. Güler Hanım sessizlik içinde kahvaltısını yapıp kalktı. Dünkü süslenişinin aksine, bugün gündelik kıyafetleriyle gitmekten çekinmemişti. Neticede artık dünür olacaklardı. Yeleğinin önünü üst üste getirip kollarını göğsünde bağlayarak ayağındaki terlikle geçti sokakları. Sonunda Yılmazlar'ın konağına gelebilmişti. Kapıyı vurup açılmasını beklerken etrafa bakınıyordu. İsmail Bey kapıyı açtığında Güler Hanıma baktı. Sözleri değil belki ama, bakışları; 'Ne işi var bu kadının sabah sabah?' diyordu. "Elmas Hanımla konuşacaktım ben. Müsaade var mıdır?" Bakışlarını yere dikmiş, geçmek için kapının açılmasını bekliyordu. Kız isteme mevzusunu bilen kahya, Güler Hanımı bahçedeki sedir köşesine aldı. Güler Hanım beklerken bahçeyi izledi. Nasıl da bakımlı ve düzenliydi. Ağa konağı böyleydi işte... Kızı onun sayesinde rahat ederdi... Elmas Hanım bahçeye girdiğinde, Güler Hanım hemen ayağa kalkıp kadının elini öptü. "Otur kızım otur. Eee, konuştun mu kocanla? Ne dedi kabul ediyor mu? Verecek mi Esmer'i?" Güler Hanım kendini biraz naza çekti. Sonuçta kız evi, naz eviydi. "Vallaha hanımım ben dün gece eve gidince söylediklerinizi dedim. Ama bizim bey dedi ki; bizim kız sözlü, onların da oğlan evlenmeye tövbeli. Nasıl olacak bu evlilik, olmaz dedi. Ben bu sabah yeniden açtım konuyu. Ecevit'i anası ikna edecekmiş, biz de sözü bozarız diye ısrar edince; o zaman düğün hemen kurulsun, Yakup ilçeden dönmeden bu iş hallolsun dedi. Hem hayırlı iş bekletmeye gelmez, hem kızı veririz hem de gelinimizi alırız dedi." Elmas Hanım Güler Hanımı dinlerken, kulaklarında düğün davulları çalmaya başlamıştı bile. "Bugün çarşamba. Haftaya Cuma günü düğünü kuracağız Güler. Hazırlığını yap. Kınadan sonra ben gelinimi alırım. Ecevit düğünü kabul etmez. Nikahlarını da eve girdiklerinde kıydırırız. Sen de ertesi gün kurarsın düğününü. Alır götürürsün gelinini. Siz akşam gelin isteyin Narin'i." Güler Hanım düğün tarihini almanın heyecanıyla düştü yola. Gelirken yavaş attığı adımlarını, giderken hızlandırmıştı. Eve girdiğinde hemen terliklerini fırlatır gibi çıkarıp girdi içeri. Esmer babasının kahvesini verip geri çekilirken, annesinin ani girişiyle korktu. "Oldu oldu bey! Kalk git o adama söyle söz möz yok! Haftaya Cuma günü kuruyoruz düğünü köy meydanına!" Esmer'in elindeki tepsi yere düşerken, Mehmet de açık kapıdan sözleri duyunca, paldır küldür içeri daldı. "Yemin et! Ana vallaha de! Alıyor muyum ben şimdi Narin'imi!?" Esmer'in içinde kopan kıyametten habersiz ev ahalisi şimdiden düğün havasına girmişti bile. Cemil Bey kahvesini keyifle içip evden çıkarken gittiği yön kahveydi. Yakup'un babası her gün erkenden gelir, kahve kapanana kadar da gitmezdi. Karısı ölmüştü yıllar önce. Oğlu da ilçeye gidince boş eve gitmek hiç içinden gelmiyordu. Güler Hanım hemen telefonun üzerindeki danteli kaldırıp kenara bıraktı. Fihristten kızlarının evinin numarasını çevirdi önce. Beş kızına da aynı müjdeli haberi verdi. "Ağa kızını gelin aldık, Esmer'i de ağaya gelin verdik! Haftaya düğünümüz var. Hazırlığınızı yapın!" Esmer'in dünyası başına yıkılmış, kimin umurumda? Şok etkisi hala geçmemiş, salonda keyiften göbek atmaya başlamış abisini, boş gözlerle izliyordu. Dönen başı değildi de sanki dünyasıydı. Daha 18'inde çiçeği burnunda, hayatının baharındaki Esmer, yavaşça odasına girdi. Bakışları kapanan kapıya döndü. Kapının ardındakiler sahiden onun ailesi miydi? Nasış birden bu kadar yabancılaşabilmişlerdi? Neden onun hayatı hakkında kararlar alınırken bir kez bile sormuyorlardı? Aile birlikte karar alıp, herkesin iyiliğini düşünmez miydi? Esmer'in ailesi onu düşünmemişti. Aklına gelenle yüreği sıkışmayı bıraktı. Usulca salladığı başıyla içinden geçen düşüncesini onayladı. Onlar Esmer'i düşünmüyorsa, Esmer de onları düşünmeyecekti. Kaçacaktı bu gece. Artık bu işin dönüşü yoktu. Kararını verince hemen koynundaki mektubu çıkardı. Zarfın üzerinde adres yazılıydı. Elbet bir şekilde bulurdu Yakup'u. Gitmeye karar verince rahatlamıştı ama... İnsan evinden kaçar mıydı? Onu kendi evine sığdırmayanların yerine de Esmer utandı. Ev bayram havasında olduğu için, kimse Esmer'in ne halde olduğunu fark etmedi. Saatler akşama vurduğunda usulen de olsa isteme merasimi için yeniden hazırlandılar. Çiçek ve çikolata eşliğinde bir kez daha konağın kapısını çaldılar. Esmer ailesi gidince hemen bir bohça hazırladı kendine. Bir iki üst baş aldı yanına. Bir de utana sıkıla lazım diye babasının cebinden aldığı bir milyon lira ile hazırdı. Eşarbını çenesinin altından üstün körü bağlayıp titreyen elleriyle kapıyı açtı. Önünde bilinmez bir yol vardı. Kalbi gümbür gümbür atarken, ayakları yere çivilenmiş gibi adımını atamadı. Bahçeye baktığında yolun sonunda Yakup ile mutluluğunu hayal etti. Bakışları evin içine dönünce; sürekli itilip kakıldığı, dövüldüğü anıları gözünde canlandı. Tüm bunların gerisinde de çatık kaşları ve tüm heybetiyle Ecevit ona elini uzatıyordu. Başını iki yana sallarken gözlerinden süzülen yaşları çenesinden akıyordu. Kararından vazgeçmemek için hızla eski kara lastik ayakkabılarını giyip bohçasının düğümü sıkıp koşmaya başladı. Öyle heyecanlı ve korkuyordu ki ne kimin gördüğüne bakıyordu, ne de nereye gittiğine. Bir kaç dakika sonra aklı başına geldi. Aşağıdaki yola çıkarsa, uzun yol otobüslerinden birine denk gelebilir, ilçeye gidebilirdi. Yolunu değiştirip doğru yöne giderken bu kez kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Hızlı adımlarla köyün çıkışına gelmişti. Az, çok az kalmıştı işte yola. Bitiyordu çilesi. Tanımadığı sevmediği bir adamla evlenmektense sevdiğine kaçıyordu işte... Mezarlığın yanından geçerken dua etmeyi es geçmedi. Fatiha suresinin sonuna doğru arkasına dönüp baktı; bir gören yada peşinden gelen biri var mı diye. Önüne döndüğünde beyaz gömleğiyle mezarlıktan çıkan Ecevit'i gördü. Kör karanlıkta heybetli vücudu ve beyaz rengi mezarlıkla bağdaştırınca, ağız dolusu bir çığlık atıp korkudan bayıldı. Ecevit kızı görmesiyle bağırıp bayılmasına şaşırdı. Yere düşmeden önce neyse ki onu yakalayabilmeyi başardı. Kuş kadar hafif kızın üst bedenini kavramış, bir dizini yere koyarak kızın yanağını tokatlıyordu. "Aç gözünü. Heyy... Hasta mıdır nedir?" Böyle olmayacaktı. Kızı kucağına alıp az önce çıktığı mezarlığa girdi yeniden. Hayratın yanına gelip kızı yere yatırdı. Ellerini ıslatıp kızın yüzünü ıslattı. Hala bir tepki yoktu. Zaten eşarbı kaymış, koyu kahverengi saçları meydana çıkmıştı. Boğazındaki düğümü de açıp saçlarını kenara çekti. Ellerini yeniden ıslatırken bu kez avucuna su doldurdu. Dökmeden getirebildiği kadarını kızın yüzüne ve boynuna döktü. Bir iki tokat darbesi ve kollarından silkelenmesiyle, Esmer kendine gelmeye başladı. Ecevit geri çekilirken, Esmer de gözlerini açıp ne olduğunu anlamaya çalıştı. Ecevit'i fark ettiği an yeniden bağıracaktı ki, Ecevit ondan önce davranıp ağzını kapattı. "Bana bak bağırıp durma ha bire! Hasta mısın nesin? Böyle sürekli bayılıyor musun sen?" Esmer ağlamaya başlamış, ağzını kapatan adamdan korkmuştu. Ecevit onu tanımasa da, o ağa oğlunu tanıyordu elbet. "Bak elimi çekeceğim ama bağırma! Millet de bir şey var sanacak. Yanlış anlaşılır kızım gece gece! Hem senin ne işin var bu saatte buralarda? Bizim köyün kızı değil misin yoksa sen?" Ecevit elini çekmeyi unutunca, Esmer eliyle elini tutup indirdi. Yattığı yerden doğrulup oturduğu yerden ağlamasıyla tek kelime bile edemeyişi, Ecevit'in canını sıktı. "Ağlama hadi bak. Gel seni evine götüreyim istersen. Hee. Kalk hadi." Tıpkı bir çocuk gibi kandırıp ikna etmeye çalışsa da nafileydi. Esmer kaçtığı eve nasıl geri dönecekti ki? Üstelik karşısındaki adam evleneceği kişiydi... "Bir şey de söylemiyorsun ki! Derdini söylemeyen derman bulamazmış derler bak!" Esmer üzüntüsünü yaşarken Ecevit'in ettiği sözler, dalga geçiyormuş gibi geldi ona. Daha önce hiç cesaret edemediği bir şey yaptı ve elini kaldırdı. Güçsüz elleri yumruk olmuş, Ecevit'in göğsüne fersizce inerken, Ecevit duyduğu kelimeler yüzünden tepki bile veremedi. "Derdim sensin be adam! Senin yüzünden kaçıyorum ben evimden! Durdun durdun da beni mi buldun şimdi!" Ecevit Esmer'in bileklerinden tutup vurmasını engelledi. Elleri göğsüne yaslı olduğu için biraz fazla yakın duruyorlardı ama, ikisinin de bu yakınlıktan etkilenecek hali yoktu. Üstelik Ecevit sinirlenmiş, burnundan soluyordu. "Ne diyorsun kızım sen? Tanımam etmem ben seni? Ben ne yaptım ki sana kaçıyorsun evinden?" Esmer itiraz edip yalan söyleme diyecekti ki; onun halinden ve bakışlarından bu işi bilmediğini anladı. Alt dudağı titrerken ağlıyordu ama Esmer kendini gülmeye zorladı. " Tanımayıp etmediğin bu kızla haftaya Cuma düğünün var Ecevit ağam." Ecevit aldığı cevapla kızın ellerini iter gibi bırakıp geri çekildi. Karısının ve ölü doğmuş oğlunun mezarının yanında bu kız nasıl böyle konuşurdu? "Saçma sapan konuşma kadın! Hastasın belli ki. Bekle sen burada. Ben bir iki kadın çağırır seninle ilgilenmelerini sağlarım şimdi." Esmer'i orada bırakıp ayağa kalktı. Yürürken kendi kendine söylenmeye başladı. "Köyün delisi de beni bulur zaten!" Esmer ayağa kalkıp Ecevit'in arkasından baktı. " Anamgil kız kardeşin Narin'i, abime istedi. Baban bir milyar başlık parası istedi." Ecevit yürümeyi kestiğinde, bakışları tam karşısında yolun ortasında duran bohçaya takıldı. Yavaşça arkasını döndü ve Esmer'e baktı. Ne anlatıyordu bu kız? Narin'i ve onu tanıdığına göre; bu köyde yaşıyor olmalıydı. Peki ya bu bohça? Dedikleri doğru muydu yani? Bu kız evden mi kaçıyordu? O düşüncelere dalmışken, Esmer yarım kalan sözlerini de söylemeye devam etti. "Annen de başlık parasını veremiyorsanız, onun yerine Esmer'i Ecevit'e berdel verin demiş. Haberin yok muydu ağam?" . . . . Devam edecek.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD