-Hakkını Helal Et-

2664 Words
Yanından ayrılıp hızlı adımlarla yürümeye başladım. Arkamdan seslense de umrumda değildi. Sinirlendiğim zamanlarda gözyaşlarımı tutamama gibi bir problemim vardı. Ve şuanda da bu problemden muzdariptim. Süzülen birkaç damlayı da inatla elimin tersiyle silip yürümeye devam ettim. Aklıma üşüşen düşünceler daha fazla sinirlenmemi sağlıyordu. Yolun sonunda sakinleşeceğim yere gelmiştim. Camiye... Bahçede uçuşan kuşlar, onlarla oynamaya çalışan çocuklar sebepsizce bana huzur veriyordu. İlk önce abdestimi tazeleyip sonra namaz kılmak için içeriye girdim. Burası bana öyle iyi geliyordu ki içimde tarif edemediğim bir duygu peyda oluyordu. Sebebi neydi bilmiyorum. Annem ve babamla geldiğimize dair anılar mı yoksa ortamdaki manevi havanın güzelliği miydi? Poşete koyduğum ayakkabımı elimde sallayarak sakin bir köşe bulup oturdum. Oldukça büyük bir cami olduğu içerisi kalabalıktı ve bu beni çok mutlu ediyordu. Günümüzde müslüman olup da namaz kılmayan kardeşlerimizi gördüğümde çok üzülüyordum. Çantamı ve ayakkabımı duvar ile kendi arama koyup namaza başladım. Uzunca bir süre namaz kıldıktan sonra Yasin alıp okudum. Başımı etrafta gezdirdiğimde uzun zaman geçmiş olmalı ki insanlar azalmıştı. Eşyalarımı toplayıp çıkışa yöneldim. Çocuklar ortalıkta geziniyor, oyun oynuyordu. Elimi çantama atıp içinden şeker çıkardım. Çantamın büyük çoğunluğunu abur cuburla doldururdum hep. Koşuşan çocuklara verip camiden çıktım. Onları camiye alıştırmamız sevdirmemiz gerekiyordu. Kızıp azarlamamız değil. Camiden çıkıp eve geçtim. Günün geriye kalan zamanlarında pek birşey yapmamıştım. Yemekten sonra odama geçip üzerimi değiştirdim. Yatağa girdiğim anda telefonumun bildirim sesi doldurdu kulağımı. Kilidi açmadan üstten baktığımda Toprak'ın mesaj attığını gördüm. " Eylül." yazmıştı sadece. Mesajı açmadan güç düğmesine basıp kapattım. Şuan gerçekten onunla konuşmak istemiyordum. Yarın görüşürdük zaten. . . . . . . . . Otobüsün düğmesine basıp zor da olsa arka kapıya doğru ilerledim. Durduğunda ön kapı açıldı ama arka kapıyı açmamıştı şoför. O sırada kurtarıcımın sesi duyuldu. " Gaptan arka gapıyı açıver." Arka kapı açıldığında kendimi dışarı atıp derin bir soluk verdim. İş çıkış saati olduğu için çok daha kalabalıktı. Bugün Toprak okula gelmemişti. O olmayınca Muhsin dedemin yanına da uğramamıştım. Çok yorgundum zaten. Gidip kendimi yatağıma atmak istiyordum. Zili çalıp bıkkınca beklemeye başladım. Yengem kahkaha atarak kapıya geliyordu. Lütfen düşündüğüm şey olmasın diye geçirdim içimden. Lakin olmuştu bile. " Gel Eylül bak kimler var." diyerek geriye doğru çekildi yengem. " Kimler var?" dedim tereddütle suratına bakarken. " Fatma teyzenler geldi. Seda ve Merve de var." dedi heyecanla. Tabi kankası gelmiş mutlu olmaz mı? Ayakkabımı çıkartıp içeriye geçtim. Göremesem de salona doğru bir bakış atıp üzerimdekileri çıkartıp vestiyere astım. Ellerimi yıkayarak salona geçtim. " Hoşgeldiniz." dedim yüzüme yorgun bir gülümseme yerleştirip. " Hoşbulduk şekerim." diyerek ayağa kalktı Seda. Şekerim mi ? Ciddi misin? İlk önce Fatma teyzeye sarılıp Seda' ya geçtim. Ondan sonra Merve'ye de sarılıp yerime oturdum. Dedikoduya ne zaman başlayacaklarını düşünürken Fatma teyze girdi lafa. " Eylül kız nişanlanmışsın hiç duymadık." dedi heyecanla. " Öyle oldu." dedim gülümseme ile. " Biraz hızlı oldu süreç." diye ekledim. " Hayırlı olsun." dedi Merve saçlarını savururken. " Amin çok sağol." Fatma teyze ve Seda dedikodu ile uyanıp uyansalar da Merve daha sakin bir kızdı. O yüzden onunla daha iyi anlaşırdım. Ama çok da yakın sayılmazdık. " Kız." diye lafa girdi Seda. Gözlerini kısıp sorgu için hazırlandı. " Nişanlın da çok yakışıklıymış öyle dedi Nagihan. Valla o da olmasa bilmeyeceğiz hiçbir şeyi." ' Sanane benim nişanlımdan. Sanane yakışıklıysa.' demek istedim o an. Ama hepsini yutmak zorunda kaldım. Gülümsemekle yetindim sadece. Yengemle Fatma teyze heyecanla benim çeyizlerime bakmak için gittiğinde biz de kızlarla balkona çıktık. Elimdeki çayımı yudumlarken Seda'nın sesini duydum. " Değil mi Eylül?" diyerek kolumu deşme girişiminde bulundu. Bakışlarımı gösterdiği yere döndürdüğümde " Taş mübarek. Meteor meteor." diye ekledi. " Yakışıklı adammış." dedi Merve de. " Kız bu binaya geliyor bu. Eylül valla buraya girdi." diyerek heyecanla bana döndü Seda. Toprak koyu bir kot pantolon üzerine siyah bir kazak giymişti. Üzerinde siyah deri ceketi ile itiraf ediyorum yakışıklı görünüyordu. Tamam biraz fazla yakışıklı. " Kızlar hani benim yakışıklı! nişanlım vardı ya? O işte." diyerek kapıya doğru ilerledim. Onlar arkamdan şaşkınlık nidaları atarken ben ilk önce binanın kapısını açıp apartman kapısını da açarak beklemeye başladım. Binada ayak sesleri yankılanırken bir süre sonra bedeni göründü. Bir elini cebine atarak kapıdan uzattığım kafama bir bakış attı. " Eylül." dediğinde gıcıklık olsun diye "Toprak." diyerek cevap verdim. Eliyle saçını dağıtıp " Aradım açmadın." dedi bu kez. Elimi bir saniye diyerek uzatıp kapıyı aralık bırakarak arkamı döndüm. Üzerimde siyah uzun bir tunik ve siyah bir pantolon vardı. Feracemi giyip kapıyı tekrar açtım. " Gel." diyerek içeriye davet ettim. Üzerime bir bakış atarak tereddütle içeriye girdi. Vestiyere bıraktığım çantamdan telefonumu çıkartıp baktım. " Çantamdaydı duymamışım." Kafasını sallamakla yetindi. Elimle salonu gösterdiğimde birlikte salona doğru ilerledik. Yengem ve Fatma teyze salondaydı. Biz salona girdiğimizde kızlar balkondan salona geçti. Solanda ona tüm merakıyla bakan kadınları görünce önce bir duraksadı sonra bakışları bana döndü. Kısa bir an bakıp ne yapacağını bilmeyerek yanımda dikilmeye devam etti. Bu haline acıyıp " Fatma teyze, kızları Seda ve Merve." diyerek onları tanıttım. Ardından Toprak'ı gösterip. " Nişanlım Toprak." diye mırıldandım. " Memnun oldum efendim." dedi başını hafif eğip Fatma teyzeye bakarak. " Biz de memnun olduk oğlum." dedi Fatma teyze memnun olduğunu pek bir belli eden sesiyle. Ben gidip ikili koltuğa oturduğumda Toprak koltuklara göz gezdirdi. Merve ve Seda'nın yanı boştu. Ben de ikili koltukta tek başıma oturuyordum. Gelip arada boşluk bırakmaya çalışarak yanıma oturdu. Şuan Seda' nın gözlerini oymak istiyordum. Bu yaptığı gerçekten terbiyesizlikti. Adamı nişanlım olarak tanıtıp yanıma oturtmuştum. Bu bakışların amacı neydi şimdi? " Askermişsin oğlum zor oluyordur." diye lafa girdi Fatma teyze. " Öyleyim efendim. Ama zor olmuyor benim için." " Ne de sakinsin askerlerin pek şanslı." dediğinde yengemle bir kahkaha attılar. Komik miydi? Hem bunun neresi sakin. O sakinse dünkü asker neden korkudan altına yaptı? " Nasıl tanıştınız?" sorusu Seda' dan geldi. Yüzünde gezinen merakla benden değil Toprak'tan bir cevap bekliyordu. Toprak derin bir soluk alıp bakışlarını bana çevirdi. " Aslında çocukluktan tanışıyoruz. Sonraları pek bir araya gelmemiştik. Ailelerimiz anlaşacağımızı düşünerek bir görüşme yapmamızı istedi. Ondan önce tesadüfen karşılaşmıştık zaten. Kader işte." diyerek uzun bir açıklama yaptı. Bu ona göre oldukça uzun bir konuşmaydı. Genel olarak çok konuştuğunu görmüyordum. Birileriyle sohbet ederken bile genel olarak karşıdaki kişiyi dinler kısa cevaplar verirdi. "Ha aşk, sevgi yok yani?" diye sordu bu kez Seda. Toprak en baştan beri saygısını ve soğukluğunu sürdürse de Seda'nın sorularına sinirlendiğini anlıyordum. Sert bakışlarını önce Seda'ya çevirip sonra bana döndü. " Hayır." diyerek birkaç saniye durdu. " Aşk da var sevgi de. Evleneceğim kadını seviyorum tabi ki de. Onunla bir ömür geçireceğim." Güzel espiri. Oldukça inandırıcıydı Toprak. Ortamda uzun bir süre sessizlik süregelirken yengemle Fatma teyze aralarında birşeyler konuşmaya başladılar. Seda'nın sormak istediği daha birçok soru olduğuna emindim. Hatta Toprak'ın sert bakışlarından korkmasa onu sorguya bile çekebilirdi. 'Sor Seda' diye geçirdim içimden.' Sor sen de rahatla ben de rahatlayayım' Eminim şuan Toprak'ın kardeşi yada arkadaşı olup olmadığını düşünüyordu. Yıllardır tanıdığım bu kız beni hiç şaşırtmıyordu. İçimdeki duyguyu anlıyordum. Yetişkin aklı başında bir kızdım. Kararlarımı verebilecek, duygularımı anlayacak yaştaydım. İstemeden de olsa sahiplenme duygusunu duyumsuyordum. Fatma teyze çok geçmeden ayaklandığında vedalaşıp uğurlamıştık. Gitmeden Seda'nın kulağına Toprak'ın kardeşinin olmadığını fısıldamıştım. Fazla merakta koymak olmazdı değil mi canım? Kapıyı kapatıp salona geçtiğimde boşalan koltuklardan birine yayıldım tekrar. Yengem kaş göz yaparak mutfağa geçip yemek yapmamı söylüyordu. Bir insan bunu nasıl gözleriyle anlatırdı bilmiyorum ama yengemin böyle üstün yetenekleri vardı. İç çeker gibi bir soluk alıp verdim. Ayaklanıp mutfağa geçtim. Hazırlıklara başladığımda aklıma gelenle telefonumu çıkartıp mesaj ekranını açtım ve Toprak'ın ismine tıkladım. " Sevmediğin bir yemek var mı?" yazıp yolladım. Çok geçmeden telefonumdan bildirim sesi yükseldi. " Neden mesajlaşıyoruz?" yazmıştı. Sebebini bilmiyordum. Utanıyordum. Bizimkilerin yanında Toprak' la konuşurken utanıyordum. Bu saçmaydı ama öyleydi işte. " Sen boşver de söyle." Yazıp yolladım bu sefer. Telefonu masanın üzerine bırakıp salata malzemelerini çıkardım. Toprak'tan cevap gelene kadar onu yapacaktım. Mutfağın kapısı açıldığında irkilerek arkamı döndüm. Toprak önce başını uzatıp sonra yavaş adımlarla içeriye girdi. Kalçasını masaya yaslayıp iki elini de masaya koydu. "Niye geldin?" dedim elimdeki bıçağı sallarken. "Hadi git içeri ayıp olur." Omuz silkip iki adımda yanıma yaklaştığında geri doğru çekilmeye başladım. Arkamda tezgah olduğunu unutmuştum. Gidecek yerim olmadığını fark ettiğimde Ankara'lı damarım kabarırken "Lan!" diye mırıldandım. Ne yaparsam yapayım ani tepkilerime engel olamıyordum. Hayır neydi bu hareketler. Böyle dibime girip beni etkileyeceğini mi düşünüyordu? Güler gibi bir ses çıkardı. Bir şey söylemeden tezgaha uzanıp henüz doğradığım salatalığın bir dilimini alıp ağzına attı. "Domates çorbasını sevmem." dedi geri yerine geçerken. "Tamam." dedim aceleyle ellerimi savuştururken. "Tamam hadi git içeri." Onu kışkışlayıp salona yolladığımda işime kaldığım yerden devam ettim. Yengem ve Toprak hâlâ salonda sohbet ediyorlardı. Bir asker ve bir ev hanımının sohbet konusunu çok merak ediyordum doğrusu. Zil sesini duyduğumda diğerleri açar diye bekleyip işime devam ettim. Ama zil tekrar çaldığında kapıyı açmak için mutfaktan çıktım. Benimle aynı anda yengem salondan Ali de odasından çıkmıştı. Yengem bize ters bir bakış atıp tekrar salona girdi. Ali ile birbirimize bir bakış atıp kapıya doğru koşmaya başladık. O halıya takılıp düştüğünde ben de ona takılıp yeri boylamıştım bile. " Ulan bücür." diye mırıldandım. Ondan önce kalkıp kapıyı açtığımda amcam ters bir bakış atıp "Kızım nereden geliyorsun Allah aşkına." diye söylenerek salona girdi. Toprak'la selamlaştıklarını duydum. Sofrayı kurmak için mutfağa geçtiğimde telefonumu tekrar çıkardım cebimden. Toprak'ın ismine tıkladım. " Hangi zehri seversin?" yazıp attım. Bu adamla uğraşmak hoşuma gidiyordu. Ekranı kapatmadan mesaj geldi. " Ne ?" "Yemeğine eklemek için sevdiğin bir zehir var mı diye soruyorum?" diye yazdım bu sefer. Telefonu feracemin cebine bırakıp tabakları alarak salona geçtim. Tabakları masaya dizerken Toprak'ın bana baktığını fark ettim. Elindeki telefonu kapatıp dizinin üzerine bıraktı. Telefonumdan bildirim sesi yükseldiğinde göz kırpıp bakmam için başıyla işaret etti. Bakışlarımı kaçırıp gördüler mi diye gözümü bizimkilerin üzerinde gezdirirken yengemin gülerek ağzını kapattığını gördüm. Bu kadın niye sürekli bizi izliyordu? Hızla mutfağa geçip mesajını açtım. " Fare zehri tercihimdir." Yazmıştı. Cevap vermeden o görmese de gözlerimi devirip işime geri döndüm. O sırada minik Ali ve yengem de yardıma gelmiş hızlıca masayı hazırlamıştık. İlk önce amcamın çorbasını verdim. Ardından Toprak'ın tabağını uzattım. Diğerleri tabaklarını aldığında çaktırmadan telefonu çıkartıp "Afiyet olsun Toprakcığım." yazdım. O da benim gibi telefona masanın altından bakıp bir saniye bana bakış attı. " Teşekkürler müstakbel karıcığım. Zevklerimi önemsemen ne kadar güzel." yazmıştı. İlk cümlesi ile içimi tuhaf bir his kaplarken bunu umursamayıp sinsice gülümsedim. Tabi ki de domates çorbası yapmıştım. Afiyet olsundu. " Afiyet bal şeker, bol bol kas olsun." yazıp yolladım. Telefonu cebime koyup yemeğime odaklandım. Çorbayı sevmiyorum diyen adam iki tabak içmişti. Yemeğin ardından çayımızı da içtik Toprak bizimkilerle vedalaşıp ayaklandığında "Biraz konuşalım. Söyleyeceklerim var." diye fısıldadı kulağıma. Bakışlarım yengemi bulduğunda başını sallayarak dışarıyı gösterdi. Omuzlarım kabullenişle çöktüğünde önünden geçerek hırkamı üzerime aldım ve terliğimi giyip merdivenlere yöneldim. O da tam peşimden geliyordu. Daha fazla dayanamayıp arkamı döndüğümde tam arkamdan gelen bedenine çarpmaktan son anda kurtulmuştum. İkimiz de şaşkınlıkla geriye doğru gittik. " N..ne konuşacaksın benimle?" diye sordum telaşımı belli etmemeye çalışarak. Bir iki merdiven daha inip bana doğru döndü. Bu sefer ben daha yukarıda olduğum için boylarımız yakındı. " Ben." diyerek duraksadı. Gözleri birkaç saniye etrafta gezindikten sonra tekrar bana döndü. " Ben özür dilerim Eylül. Dün seni çok kırdım." Alaylı bir gülümseme yerleştirdim suratıma. " Ne için özür. Bağırdığın için mi? Benden utanıp bir köşeye sürüklediğin için mi?" Kaşlarını çattı bu kez. Yüzü sinirle kasıldı. Gerçekten korkunç görünüyordu. " Ne saçmalıyorsun Eylül!" diyerek bana doğru bir adım daha yaklaştı. "Ben neden senden utanayım Allah aşkına?" Bağırmıyordu bu kez. Beni kırdığının farkında olarak sesini daha sakin tutuyordu. " Salak mıyım ben?" dedim aynı sinirle. " Yanımda bile yürümüyorsun. Her konuştuğumuzda ya tersliyorsun ya cevap vermiyorsun. Beni her gördüğünde baştan aşağı süzdüğünün farkında değil miyim?" diye tısladım. Sinirli bir soluk verdi. " Kızım nereden biliyorsun utandığım için baktığımı? Nereden biliyorsun senden bunun için uzak durduğumu." Kaşlarımı çatarak ona anlamaz bakışlar attım. Yüzünden ne söylemek istediğini anlamaya çalışıyordum. Öyle bir adamdı ki ya konuşmuyor yada konuştuğu anlaşılmıyordu. " Bak tamam gördüğüm diğer kapalılardan farklı giyiniyorsun. Farklı davranıyorsun ama ben bunu düşünecek bir insan değilim. İnsanların giyindiklerini yada düşüncelerini eleştirecek biri değilim. İnan bana uzak durmamın sebebi bu değil." " Bak... Rabbim kadınlar için de erkekler için de tesettür sınırlarını belirlemiş. Kadınları bir hazine olarak görüp onların sakınmasını emretmiş. Ben de tesettürlüyüm ve kimin beni ne kadar görebileceğine ben karar veriyorum. Senin çevrendeki kapalılar beni ilgilendirmez. Tesettürün sınırları net olarak çizilmiştir zaten. Bize onlar için dua edip, doğru tesettürü anlatmak düşer." diyerek kısa bir es verip devam ettim. " Benden uzak durmanın sebebi de artık umrumda değil." diyerek yanından geçip merdivenleri inmeye başladım. Derin bir nefes alıp arkamdan geldiğini fark etmiştim. Feraceme takılıp düşme tehlikesi geçirmeseydim çok daha iyi olacaktı. Binanın önüne çıktığımızda elleri cebinde karşıma dikildi tekrar. Biraz ileride bulunan arabanın birine eliyle beklemelerini işaret ederek bana döndü. " Ben göreve gidiyorum." dedi derin bir nefes alıp. "Nikâhı gelince hallederiz. Hakkını helal et." dediğinde bakışlarımı yerden kaldırdım. " Niye zor bir görev mi ki?" diye sordum telaşla. Onun için endişelenmiştim. " Değil. Ne olur ne olmaz. Özür dilerim tekrar." dedi bu sefer sesi sıkıntılı çıkmıştı. Nedense söylediğine inanmamıştım. Kesin zordu bu görev. Yoksa neden böyle bir şey söylesindi ki. O an içime büyük bir korku yerleşti. Göğsümün üzerinde anlamlandıramadığım bir korku peyda oldu. Bu korku dolu ifademin gözlerimden okunduğuna emindim. " Helal olsun hakkım varsa. " dedim başımı tekrar önüme eğip. " Şu bakışı sil yüzünden." dediğinde bakışları yüzümü taradı. " Ne bakışı?" " Kırgın bakıyorsun. Sil şu bakışı suratından." " Yoo öyle bakmıyorum." diyerek silik bir şekilde gülümsedim. "Neyse ben gideyim artık." Tereddütle elimin birini sallayıp arkamı döndüm. Ardından sanki bir şey söylemeyi unutmuş gibi arkamı döndüm. Hâlâ elleri cebinde benim gitmemi bekliyordu. Tekrar yaklaştığımı gördüğünde merakla kaşlarını çattı. Tekrar önünde durduğumda ellerime eziyet edercesine oynamaya başladım. "Şey dikkat et kendine. Çabuk gel tamam mı? Muhsin dede çok merak eder şimdi." diyerek başımı kaldırdım. Bana doğru bir adım attı. Güldüğünü gördüm. Bana ilk defa gülmüştü. Sert bakışları yumuşamış inci gibi dişlerini göstererek gülmüştü. Normalde niye gülmüyordu ki çok yakışmıştı gülmek. Bir elini bana doğru kalırdı. Ardından vaz geçmiş gibi elini kendi saçına attı. "Dikkat ederim. Çabuk da gelirim. Dedem merak etmesin şimdi." dedi gülümsemesini silmeden. " Hı hı." dediğimde hâlâ karşı karşıya dikilmeye devam ediyorduk. İkimiz de gitmek için tek bir hamle yapmıyorduk. 'Hı hı' ne demek Allah aşkına. Saçmalama ve terk et burayı diyen iç sesimi dinledim. " Görüşürüz o zaman." diyerek hızla arkamı dönüp koşarak binaya girdim. Toprak Hızlı adımlarla binaya doğru ilerlerken aniden arkasını dönüp bana doğru geldi. Birkaç adım önümde durduğunda bir şey söyleyecek de söyleyemiyormuş gibi elleriyle oynuyordu. " Şey dikkat et kendine. Çabuk gel tamam mı? Muhsin dede çok merak eder şimdi." İşte o an kendimi çok farklı hissettim. Ona sıkı sıkı sarılma isteği ile dolup taştım. Utandığında kızaran yanaklarından haberi var mıydı acaba? Yada pembeleşen dudaklarından. Kızdığında çatılan kaşlarıyla aslında ne kadar tatlı göründüğünden haberdar mıydı? Gün geçtikçe kafayı yiyecek raddeye geliyordum. Kokusunu merak ediyordum mesela. Aniden aklıma geliyordu. Saçlarını da çok merak ediyordum. Bana bir kez olsun gerçekten gülsün istiyordum. Bunlar sadece erkeksi bir meraktan mıydı bilmiyordum. Ama kendime ne kadar engel olmaya çalışırsam çalışayım o kadar çok geliyordu aklıma. Daha bugün bir çocukla koşarken düştüğünü görmüştüm. Nasıl oluyor da bu hali bana tatlı geliyordu bilmiyorum. Yada benimle tartışırken neden bana güzel geliyordu? Dayanamayarak ona doğru adımladım. Söyledikleri yüzümde tarifsiz bir gülümseme oluşturmuştu. Elim ona doğru uzandığında kendime hakim olup elimi geri çektim. " Dikkat ederim. Çabuk da gelirim. Dedem merak etmesin şimdi." dedim elimi saçıma atarak. Gitmek için bir hamle yapmadı. Benim canıma minnetti. O bana bakmasa da, aklıma geldiğinde hatırlamakta zorlandığım yüzünü inceleyebilirdim. Ona içimdeki şu şeyi belli etmesem de kendi içimde yaşayabilirdim. " Hı hı." dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Her seferinde bana çemkiren kız, utandığında çok daha güzel oluyormuş bunu şimdi daha iyi anlamıştım. " Görüşürüz o zaman." diyerek hızla arkasını döndü ve koşarak binaya girdi. O gözden kaybolduğunda hâlâ aynı yerde bekliyordum. Göreve gideceğimi söylediğimdeki yüz ifadesi geldi aklıma. Korkusu, endişesi yüzüne yansımıştı. Onun benim gibi bir adama değil, her akşam elinde çiçeklerle evine gelecek bir adama ihtiyacı vardı. Belki yüzünden gülümseme düşmeyen bir adam vardı hayalinde. Benim gibi asık suratlı, elleri silah tutmaktan nasırlaşmış bir adam değil. Acı bir gülümseme yer edindi suratımda. Bundan sonra ne yapacaktım bilmiyordum ama ilk defa kendimi bu kadar çaresiz hissediyordum. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD