2.BÖLÜM (O)

1552 Words
 Uçaktan iner inmez bavulumu çeke çeke havalimanının park yerine gelip arabama bindim. Bu hafta sekizinci yurt dışı uçuşumdu. Yorulmuş ve bir aylık tatili hak etmiştim. Şimdi eve gidip bir güzel uyku çekebilirdim. Yarın da ver elini Güney Amerika. Yolcu olarak bu kez. Eve geldiğimde önce bavulumu boşalttım alışkanlıkla. Ortada ne bıraktıysam yerine yerleştirdim. Kirlilerimi otellerde yıkamayı ve yıkatmayı sevmediğim için evde kendim makineye attım hepsini. İş üniformamı da çıkarıp kenara bir köşeye bıraktım kuru temizlemeye gitmesi için. Ben tatile çıkınca ev işleri için gelecek olan Elif abla alır verirdi nasılsa. Kokpitte yediğim yemek sonrası karnım aç değildi. Her seferinde bıktım aynı şeyi yapmaktan. Önce işlerimi halledip çamaşır atıp sonra da uykumu kaçırıyordum. Ne vardı sanki bodoslama yatağa atıversem kendimi? Saat daha sabahın üçüydü. Ne bok yemeye uykudan sonraya bırakmıyordum ki? Salona gidip bir film açtım. Sanatsal fimleri hiç mi hiç sevmediğim halde bir iki tane sırf kendimi tanıdığımdan uykumu getirsin diye gördüğümde alıp evde bulunduruyordum. Açtım elime ilk geleni. Daha elimdeyken esnedim. Güzel. Sinevizyonu çalıştırınca son işlem de tamamdı. Dönsün kaçan uykum. Daha aslan kükrerken gözlerim ağır ağır kapandı. Sonra da birden açıldı. Birisi elini zilde unutmuştu ve ben o eli şimdi onu orada unutanın ağzına sokacaktım. "Patlama geldim." Kapıyı açar açmaz üstüme saldırdı birisi. Bir kadın. Yüzü gözü çamur muydu? Bana mı öyle geldi uykulu gözlerle? Ben daha ne olduğunu bile anlamadan dış kapıyı da kapattı bir güzel. Benim evimin kapısını. Davet ettim davete ihtiyacı olmadan evime dalan dilenci kılıklı kadını. Sesi kısıktı. Birinin duymasından korkar gibi bir hali vardı. Çok perişandı be. Üstü başı kirli, pasaklı, Amerika'da evsiz diye tabir edilen kişilerden halliceydi işte. Tüm gece sokakta elli kişinin tecavüzüne falan uğramış gibiydi Allah muhafaza. Anlattı bir şeyler. Biri onu arıyordu. Kapıya gelip onu soracaktı. Geceden beri ormanda koşuyordu; yine de çok uzaklaşamamıştı. Gelirse eğer burada olduğunu söylememeliydim. Saat kaçtı Allah aşkına? Bu da yeni dolandırıcılık yöntemiydi sanırım. Bir genç, masum görünümlü kadını evin içine sok, sonra diğeri gelsin kapıyı da açmışken ev sahibini kolayca etkisiz hale getirip, iz bırakmadan soyup bir şey olmamış gibi ön kapıdan çıksın gitsinler. Yok ya. Ne ala memleket. Ama bu kadının iz bırakmamaktan anladığı yoktu. Yaralıydı. Üstündeki kıyafetten belli olmayan yaradan çok kan geliyordu. Beyaz halı en büyük şahidiydi. Yanına gidip ne olduğuna bakacakken itiraz etti. Kapının çalınıp onu arayan birinin geleceğinden çok emindi. Elime kan bulaşmasına karşı çıktı. O anda da kapı çaldı. Az önce adının Defne olduğunu söyleyen kadın yere daha da yapıştı. Kapının arkasında sanki görünmez olmak istiyordu. Açma, çalıp çalıp gider belki. Niye açmamayım? Bir de adamın derdini dinleyelim değil mi; ama? Kapıyı açar açmaz kaliteli kıyafetler içinde bana bakan çok da boş biri olmadığına kanaat getirdiğim kişi karşımdaydı. Kendini tanıttı ve kadınla olan ilişkisini bana anlatmaya başladı. Karısı için olan endişesi samimi gibiydi. Çoklu kişilik bozukluğu demek ki. Yazık valla kıza ve zavallı adama. Evet kadın yaralıydı ve hastanede profesyonel yardıma ihtiyacı vardı kesinlikle. Bacağından sızan kan ile çok dayanamayacağını anladım ve uzatmamaya karar verdim. "Evet, geldi. Size yardımcı olmak isterim." "Çok teşekkür ederim. Burada mı?" "Hayır değil. Ben yurt dışından gece döndüm. Hemen uyumuşum. Kapı zili biri tarafından deli gibi çalınınca ben de uyandım. Üst katta yatak odamdan gelene kadar ses kesildi zaten. Yine de bakmak için kapıyı açtım. Seke seke giden bir kadın vardı. Daha on dakika anca olmuştur. Üstünde de kırmızı bir pantolon vardı, kanlıydı sanırım, bir şeyle sarmıştı. Dediğiniz gibi perişan haldeydi. Bir an önce bulup yardım etseniz iyi olur. İleriki sokaktan sola dönerken görebildim kapıyı sonunda açtığımda." "Çok teşekkür ederim. Hemen gidip bakayım, daha da uzaklaşıp kendine zarar vermeden." "Eser bey." "Efendim." "Bulamazsanız eğer, tekrar gelme ihtimaline karşı telefon numarası bırakmak ister misiniz? Ben evde olmasam bile eşim denk gelir belki. İçeri alıp oyalar ve sizi ararız. Çok üzüldüm halinize. Karınıza çok aşık görünüyorsunuz. Yardımcı olmak isteriz." "Çok iyi düşündünüz. Kartımı alın lütfen. Cep numaram yazılı. Hemen gideyim. Teşekkürler." Bir süre daha baktım arkasından. Dediğim sokağa doğru döndüğünü görünce kapıyı kapattım. Kapattığım gibi de Defne'nin yanına çöktüm. Buz gibiydi. Halı kan içindeydi. Kendince yaptığı tampon gevşemişti. Kendinden geçmiş bayılmış olmalıydı. Hemen telefonu elime aldım. "Oya, hemen bana gelmen lazım. Ne kadar ilk yardım malzemen varsa kap gel. Dikiş de atılacak. Acil, koş." "..." Hay çenene Oya. "Kızım, uzatma koş diyorum işte. Kan kaybından ölecek şimdi Defne. Neresini anlamadın?" Telefonu kapatıp az önce yattığım üçlü kanepeye fırlattım. Defne'yi de kucağıma alıp aynı yere yatırdım. Gevşeyen tamponu sıkınca kan daha yavaş akmaya başladı. İnliyordu kız. Çoklu kişilik bozukluğu demek. Nasıl bir durum ki, böyle kendini kesecek kadar? Niye vermedim peki kocasına? Kocası olduğuna inanmadım ki. Bir kere ikisinde de yüzük yoktu. Bende de yoktu. Çünkü ben de evli değildim. Yüzük takmıyor da olabilirlerdi; ama bir şey vardı. Tanımlayamadığım bir şey. Adamın anlattıkları bir yere kadar mantıklı olabilirdi. Ben onun yüzünü görene kadar. İlk andan itibaren de dediklerine inanmadım. Eli yüzü düzgündü, yakışıklı saygın biri gibi görünüyordu. Ama gözlerindeki bir şey aksini bağırıyordu. Bu kadındı bence doğruyu söyleyen. Umarım da yanılmam. Öyle değilse vay halime. Benim de ona zarar vereceğime bir saniye inansa kendi bacağına hiç acımadan bunları yapan bana neler yapmazdı? Kapı açıldı gürültüyle. Her ortama aksiyon yaparak girmeyi adet haline getirmiş manyak kız kardeşim hemen teşrif ettiler. "Sen manyak mısın? Bir kadını ne şekilde uykudan uyandıracağını hiç öğrenemeyeceksin, değil mi?" "Kes tatavayı, gel bak şuna." "Oha. Bu ne? Ne geçmiş üzerinden? Çekil şöyle. Çok kirli. Eyvah ateşi de çıkmış. Enfeksiyon kapmış bu kadın. Hemen duşa sokup temizleyelim." Teşhis süreci bittiğine göre konuşma sırası bana geldi galiba. "Emin misin? Kan akıyor hala. Önce diksen olmaz mı?" "Olmaz Oğuz. Mikrop kana karışmış büyük ihtimalle. En azından dış deri temiz olsun ben dikerken. Sonrası antibiyotik." "Birileri zarar vermiş bence. Kanıt olacak bir şey olabilir üstünde belki, tecavüze uğradıysa." "En azından yara ve çevresini temiz tutalım, cinsel bölgesine dokunmadan." Dikkatlice kucakladım yine. Çok hafifti. Boyu kısa değildi; ama zayıf olduğu bir gerçekti. Banyoya gelince Oya kıyafetlerini kesti hemen. Kan o kadar yoğundu ki bedeninin alt kısmı yapıştırıcı sürülmüş gibiydi. Çok zor çıktı pantolon. Defne'nin bedeni biz soydukça, çıplak kaldıkça, gözlerimiz ile gördüklerimiz bizi şoka uğrattı. Oya ile birbirimize bakıp yutkunduk. "Polise haber vermeliyiz. İşkence bu." dedi Oya. Aklımda kocası olduğunu söyleyen adamın bu kadın için çoklu kişilik bozukluğu var dediği cümle dönüp duruyordu. Eğer doğruysa kadını bir yere kapatmaları gerekirdi. Uyanana kadar beklemeye ve önce onunla konuşmaya karar verdim. Oya işinde iyi bir hemşireydi. Pratik hareketlerle zaten baygın olan, canı acısa da hissedemeyecek kadar belki de acıdan uyuşan kadının bacağını ve biraz da yüzünü nazik hareketlerle temizledi. Hemen kurulayıp alkol döktüğü derin yarayı dikmeyi başladı. Ben de ayağından zorla çıkardığımız yoğun kandan daha da kırmızılaşan pantolonu elime aldım. Arka cebinde bir kimlik vardı. Defne Cevher. Adı doğruydu. Kimlikteki yüzüne baktım. Ne kadar da güzeldi. Çıkık elmacık kemikleri gülünce kıpkırmızı olmuş, ışıl ışıl gözlerinin içi gülen sıcacık bakan kahverengi gözleri, dalgalı kahverengi saçları, etine dolgun pembe rujlu dudakları vardı. Aynı anda da banyoda duşun zemininde yatan kadına baktım. Aynı kişi olduğunu söylemek çok zordu. Fotoğraftaki kadın doğum tarihi kısmında yazdığı gibi yirmi dört yaşındaydı. Yerde baygın yatan kirden lekeden görünmeyen bu kişiyle aynı kadın olması mümkün değildi. Döndürüp arkasına da baktım. Evli değildi. Bingo. Adam yalan söylemişti işte. Ya da kimlik henüz değişmemişti. Umarım bir an önce uyanırsın Defne Cevher. Ormanda koştum demişti. Kesindi bilgi. Doğruydu. Her yerinden çıkan yapraklar, kıymıklar, botlarındaki kurumuş toprak kadar doğruydu. Kaç kere düşüp kalkmıştı, acaba adamdan kaçarken? Oya dikiş atarken bütün bedenine yayılmış morluklara tek tek dokunmaya başladım. Çok fazlaydı. "On bir dikiş attım. İz kalacak." "Emin ol umrunda olacağı bir iz değil. Onun izleri daha derin." "Ne olmuş bu kadına? Sen nereden buldun? Başın belada değil, değil mi?" "Kendisi geldi. İçimden geçti eve girebilmek için. Çok korkmuştu." "Bir şey anlattı mı?" "Beni ona verme ölürüm, dedi. Vermedim." "Ne demek vermedim, almaya mı geldiler?" "Kocası olduğunu söyleyen birisi geldi. İnanmadım." "Salaksın sen. İnanma tabii. Neden inanacaksın ki, başını belaya sokmak varken?" "Taşıyalım içeri Oya. Üşüyecek böyle çırılçıplak." "Of Oğuz. Annemle babam duyunca ne diyecek bakalım?" Bir elimde adamın verdiği kart, bir elimde kimlik, hem onun hem de kız kardeşimin söylediklerini terazinin kefelerine koyarak düşünüyordum. Eser Tüfekçioğlu. İnternete girip baktığımda gerçekten de kartta yazan gibi biri olduğunu anlamıştım. Kimliği doğruydu. Evli görünüyordu. Eşine ve diğer kişisel bilgilerine erişimde sınır vardı. Kimin nesiydi, eşi Defne miydi, anlamadım. Oya'ya gelen adamın dediklerini anlattım. Bir bana bir kadına bakıp dinledi. Kime hak vereceğini bilmez gözlerle bana baktı. Tek düşündüğü şeyin bana bir şey olmaması olduğu çok açıktı. Sonra mutfağa geçti. Defne hiç uyanmayacakmış gibi uyurken benim de uyuyamadığım uykum düştü aklıma. Zaten eve üç gibi gelebilmiştim. Kapı zili de altıda çalmaya başlamıştı. Birazdan bizim çocuklar da arardı. Tatile gidecektim güya. Kalkıp mutfağa geçtim. Oya da çorba yapıyordu. "Saat on bir oldu. Hala uyuyor." "Bırak uyusun. Görmedin mi, tüm vücudu... Yaralı bu kadın." Fiziksel olarak değil bahsettiğim. Ruhunu parçalamışlar gibi. Görüntüyü dağıtmak için başımı salladım. Uykusuzluktan ağrıyordu. "Yaralı da, siz tatile gitmeyecek miydiniz? Akşam kaçtaydı uçak?" "Yarın giderim sorun değil. Ateşi var hala." "Antibiyotik tedavisi başlanmalı acilen. Hap içiremem ki uyurken. Damardan verilmeli. Hastane şart." "Hastanelere gider bu adam. Uzak bir yere götürmek lazım." "Belki adam doğruyu söylüyor." "Sence Defne bunları kendisine kendisi mi yapmıştır yani?" "Böyle bir hastalık var Oğuz. Defne deyip durma sen de. Belki o da yalan. Kırk yıllık arkadaşınmış gibi." Elimde tuttuğum kimliği soktum gözüne. Aynı anda içeriden bir çığlık geldi. İkimiz de fırladık salona. Defne uyanmamıştı. "Kırk, kırk bir. Bitti." Ne bitti Defne?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD