📖 16. BÖLÜM – SABAHIN AĞIR SESSİZLİĞİ
Saat sabah 08:20 olmuştu.
Koridordaki sabah sessizliği, geceden kalan o ağır havayı silememişti.
Bir anda kapının önünde koşar adımlar duyuldu.
Gamze irkilip başını kaldırdı.
Dayı ve yanında Meryem Hanım gelmişti.
İkisi de telaşla, yüzleri bembeyaz bir hâlde hastane koridoruna girdiler.
Dayı’nın gömleği aceleyle giyilmiş, saçları dağılmıştı.
Meryem Hanım ise başörtüsünü tam bağlamadan çıkmış gibi, darmadağın görünüyordu.
Dayı daha Gamze’nin yanına gelmeden bağırdı:
“N’oldu?! Kızıma ne oldu?!
Gamze anlat çabuk! Sabaha kadar ölüyordum meraktan!”
Gamze ağlamamak için dudaklarını ısırdı:
“Dayı… gece çok zor geçti…
Birden nefesi kesildi… bayıldı…
Ambulansla getirdik…”
Dayı ellerini başına koydu:
“Allah’ım sen beni öldürmeden alma!
Ben demedim mi o kız yalnız kalamaz diye?!”
Meryem Hanım da panikle araya girdi:
“Ne diyolar? Doktor ne dedi?
Yaşıyo mu? Durumu nasıl?!”
Ahmet Bey ağır adımlarla yaklaştı, sesini olabildiğince sakin tutmaya çalıştı.
“Dayı… nefes aldı ama hâlâ uyanmadı.
Doktorlar ‘durumu stabil ama cevap vermiyor’ dedi.”
Dayı’nın dizlerinin bağı çözüldü.
Koltuğa oturdu, elleriyle yüzünü kapattı.
“Benim yavrum… benim güzel kızım…
Daha küçücük… bu yükü nasıl taşısın…”
Tülay da yanlarına yaklaştı:
“Dayı… sabaha kadar bekledik.
Nehir hâlâ mücadele ediyor.”
O an Meryem Hanım söz aldı, sesi titriyor ama yine kendine özgü o tuhaf tavırla konuşuyordu:
“Ben yolda gelirken dua ettim…
Allah beterinden saklasın…
İyi olur inşallah… gençtir, atlatır…”
Gamze gözlerini kısmıştı ama bu kez kavga çıkarmadı.
Dayının omzuna dokundu:
“Dayı… Nehir için güçlü olman lazım.”
Dayı başını kaldırdı, gözleri doluydu:
“Ben burdayım kızım!
Sen de dayan…
Ben gelmeden ölme Nehir…”
Koridorda kimse konuşmadı.
Saat tik tak sesleri bile yüreklerine vuruyordu.
Herkes aynı kapıya bakıyordu.
Nehir’in yattığı odanın kapısına.
Doktor Yeniden Çıkar
Saat 09:50.
Müdahale odasının kapısı açıldı.
Doktor dosyasıyla dışarı çıktı.
Dayı hemen öne atıldı:
“Hocam, bir gelişme var mı? Nehir nasıl?”
Doktor gözlüğünü düzeltti.
“Durum… aynı.
Ne daha kötüye gidiyor, ne daha iyiye.
Beden dinleniyor.
Şu anda en önemli şey zaman.”
Tülay’ın dizleri titredi:
“Hocam… bilinci kapalı kalır mı?”
Doktor hafifçe başını salladı:
“Erken konuşamayız.
Ama pes etmeyin.
Onun yaşında biri toparlanabilir.”
Gamze gözyaşlarını sildi.
“Hocam… biz onunla konuşsak duyar mı?”
Doktor yumuşak bir sesle:
“Hastalar çoğu zaman duyar.
Sesler, tanıdık kokular, dokunuşlar…
Onlara ulaşır.”
Sonra içeri geri döndü.
Kapı kapanınca koridorda yine sessizlik çöktü.
Dayının Sessiz Çöküşü
Dayı başını duvara yasladı.
Derin bir nefes aldı, ama nefesi kesildi.
“Benim yavrum…
Ben ona hem annelik, hem babalık ettim…
Onu kaybedersem…
Ben ne yaparım…”
Meryem Hanım omzuna hafifçe dokundu:
“Dayı… Rabbim büyüktür…
Nehir güçlüdür…
İnşallah açar gözlerini.”
Ama sesi tam içten değildi.
Gamze bunu fark etti, bakışını çevirdi.
Sabahın Acı Veren Sessizliği
Saat 11:00 olmuştu.
Herkes saatlere, kapıya, birbirine bakmadan oturuyordu.
Gamze birden ayağa kalktı:
“Ben onunla konuşmak istiyorum.”
Ahmet Bey hemen araya girdi:
“Doktor sadece bir kişiye izin verdi…
Ama şimdi değil.
Birazdan tekrar sorarız.”
Tülay başını salladı:
“Gamze haklı… belki sesi işe yarar…”
Dayı titrek bir sesle:
“Önce ben gireyim…
Sonra siz girersiniz.”
Herkes başıyla onayladı.
Sessiz Bir Umut Çatlağı
Kapının üzerindeki ışık yeniden yanıp söndü.
Hemşire dışarı çıkıp başıyla işaret etti:
“Hazırlanın… birazdan bir kişi içeri girebilir.”
Herkes aynı anda ayağa kalktı.
Gözler açıldı, nefesler tutuldu.
Ufacık bir haber bile yüreklerine ışık gibi düşecekti.
Gamze fısıldadı:
“Allah’ım… bu kapı açıldığında bize iyi bir şey söylesinler…”
Ahmet Bey kapıya baktı.
İçinden, kimse duymadan mırıldandı:
“Dayan kızım…
Sen bu hikâyenin yarısında bile değilsin.”
Ve ışık yanıp sönerken,
herkes tek bir umuda tutundu:
Nehir’in o kapının arkasından
bir tepkiyle dönmesini…
Meryem Hanım’ın Gizli Telefonu
Koridorda herkes sessizce otururken,
Meryem Hanım telefonunu eline aldı ve
insanlardan biraz uzaklaşmak için pencere kenarına yürüdü.
Sanki kimse onu duymayacakmış gibi
sesini kısarak konuşmaya başladı:
“Valla bilmiyorum…
Kız yine hastanede.
Yine bayılmış işte…
Ne bileyim, bitmedi bu çile…”
Bir an durdu, çevresine baktı,
kimse bakmıyor sandı.
Sonra sesi daha da düştü ama kelimeler çok netti:
“Bazen… insan düşünüyor.
Belki de… Rabbim onu rahatına kavuşturur.
Ölsede kurtulsa… diyorum kendi kendime.
Her gün bir dert…
Yazık günah…”
Tam o anda arkasından iki nefes sesi geldi.
Meryem Hanım irkildi,
telefonu neredeyse elinden düşürüyordu.
Arkasını döndüğünde
Gamze ve Tülay tam arkasında duruyordu.
Gamze’nin yüzü bembeyaz,
gözleri öfkeyle parlıyordu.
Gamze:
“Sen… az önce ne dedin?”
Tülay dudaklarını sıkmış,
elleri yumruk olmuştu:
Tülay:
“‘Ölsede kurtulsa’ mı dedin?
Biz onun için sabaha kadar dua ederken sen bunu mu diyorsun?!”
Meryem Hanım panikledi, elini havaya kaldırdı:
“Yok yok! Yanlış anladınız!
Ben başka bir şeyden bahsediyordum!
Siz öyle sandınız!”
Gamze sertçe bir adım attı:
“Biz seni çok iyi duyduk!”
Meryem Hanım geri çekildi:
“Yavrum yapmayın…
Ben kötü niyetle söylemedim…
Bir akrabamız var… ona demiştim…”
Tülay patladı:
“Bir kez daha böyle konuşursan,
vallahi burada kıyameti koparırım!”
Tartışma büyüyecekti ki…
Ahmet Bey Araya Girer
Ahmet Bey hızla yanlarına geldi,
ellerini iki yana açarak:
“Yeter!
Şu anda Nehir’in kapısının önündeyiz!”
Gamze nefes nefese:
“Ahmet Bey, duydunuz mu ne dedi?!”
Ahmet Bey başını eğdi:
“Duydum.
Ama kavga zamanı değil.
Bir kişi kötü konuşursa,
diğerleri iyi konuşsun.
Nehir’e iyi enerji lazım.”
Gamze dişlerini sıktı,
ama geri adım attı.
Tülay, Meryem Hanım’a öfkeyle baktı:
“Umarım bir daha ağzından böyle söz çıkmaz.”
Meryem Hanım yüzünü yana çevirdi, mahcup ama gururlu bir hâlde:
“Ben kötü bir şey demedim dedim ya…
Siz ne derseniz deyin…”
Ahmet Bey yumruğunu hafif sıktı ama sakinleşti.
Meryem Hanım’ın Kantine İnişi
Sessizlik dolu bir birkaç dakikanın ardından
Meryem Hanım derin bir nefes aldı:
“Ben bir kantine ineyim…
Siz de biraz soluklanın.”
Kimse cevap vermedi.
Aşağı indi, çay aldı, iki kahve aldı,
birkaç poğaça aldı.
Yukarı geldiğinde
yüzünde tuhaf bir rahatlık vardı.
Tepsiyi önlerine bıraktı:
“Alın… için.
Üzülmeyin bu kadar.
Nehir’e bir şey olmaz.
Genç o.
İyileşir.”
Gamze çayı elinin tersiyle itti.
Tülay, başını yana çevirip gözlerini devirdi.
Ahmet Bey sadece derin bir nefes aldı:
“Tamam Meryem Hanım… sağ olun.”
Koridor yine sessizliğe gömüldü.
Umutsuz Bekleyiş
Saat 12:30 olmuştu.
Hâlâ içeriden hiçbir haber yoktu.
Herkes kapıya bakıyordu.
Sanki kapı açılacak
ve Nehir gülümseyerek “Uyandım…” diyecekmiş gibi bir umuda tutunuyorlardı.
Gamze “Ne olur… bir tepki versin…”
Ahmet Bey başını kapıya yasladı,
içinden mırıldandı:
“Dayan kızım…
Biz buradayız.”
Dakikalar geçiyor, saat ilerliyordu…
Ama Nehir’den hâlâ tek bir ses yoktu.
O kapı, sanki dünyayla aralarına çekilmiş bir duvar gibiydi.
Saat 12:47.
Tam herkes yeniden sandalyelerine çökmüş,
umutsuz bir sessizliğe bürünmüşken…
Müdahale odasının kapı tokmağı hafif bir şekilde kıpırdadı.
Önce kimse fark etmedi.
Ama birkaç saniye sonra kapı yavaşça aralandı.
Hemşire başını uzattı.
Sesindeki ton,
hem korku,
hem umut,
hem de büyük bir belirsizlik taşıyordu:
“Hastada… bir hareketlilik oldu.”
Koridorda nefesler tutuldu.
Gamze ayağa fırladı:
“Ne demek hareketlilik?! İyi mi?!”
Tülay’ın eli ağzına gitti.
Dayı ayağa kalkarken sandalyesi devrildi.
Ahmet Bey ileri atıldı:
“Hemşire hanım, kızım iyi mi?!”
Hemşire bir an gözlerine baktı.
Cümleyi ağır ağır kurdu:
“Tam olarak bir uyanış değil ama… bir tepki var.
Doktorunuz sizi birazdan içeri çağıracak.”
Gamze dizlerinin bağı çözüldü.
Tülay ağlamaya başladı.
Dayı ellerini göğsüne bastı.
Ahmet Bey’in boğazı düğümlendi.
Herkes aynı anda kapıya odaklandı.
Bir umut kırıntısı,
küçücük bir ışık bile
o karanlık sabahı parçalamıştı.
Koridorun o ağır sessizliğinde
tek bir cümle yankılandı:
“Belki… geri dönüyor.”