🦋 NEHİRİN İlK BAHARI 🦋
📖 1. BÖLÜM – NEHİR’İN İLK BAHARI
Nehir’in çocukluğu, hayatının en sessiz ama en renkli dönemiydi.
Hatırladığı ilk sahneler; annesinin mis kokulu elleri, babasının gülümserken gözlerinde parlayan o sıcak ışık ve küçük evlerinin duvarlarına sinmiş huzurdu.
Evleri küçüktü ama mutluluk büyük yer kaplıyordu.
Perdeler rüzgârla dans eder, bahçedeki çiçekler her sabah yeni umutlarla açardı.
O günlerde Nehir’in dünyası çok basitti.
Gülmek kolaydı.
Ağlamak bile güvenliydi.
Çünkü yanında onu sarıp sarmalayan bir ailesi vardı.
Sabahları annesinin ezgilerle hazırladığı kahvaltı kokusu eve yayılır, babası işe gitmeden önce Nehir’in saçlarını okşar, “Kızım,” deyişi bile evin havasını ısıtırdı.
Sokağın çocukları kapı önünde koşuşturur, balkonlardan sohbet eden kadınların sesleri mahalleye bir melodi gibi yayılırdı.
Nehir işte o günlerde, dünyanın güzel bir yer olduğuna inanmıştı.
Ama mutluluk bazen bir rüzgâr gibidir.
Hissettiğinde, çoğu zaman çoktan geçip gitmiştir.
İlk Yara
Nehir’in hayatındaki ilk kırılma, annesinin hastalanmasıyla başladı.
Bir gün annesinin yüzündeki o tuhaf yorgunluğu gördü…
Ertesi gün, büyüklerin fısıltıyla konuştuğu “doktor” kelimelerini duydu.
Evin içindeki sıcaklık yavaş yavaş eridi.
Duvarlarda yankılanan ne kahkaha kaldı, ne de anne sesi.
Babası artık çoğu zaman kapıda görünmüyordu.
İş seyahatleri uzamış, telefon konuşmalarının tonu değişmişti.
Annesi yatakta güçsüz yatarken, evin içinde dolaşan tek ses Nehir’in hafif adımlarıydı.
O küçük adımların taşıdığı yük ise, küçücük bir çocuğun taşıyamayacağı kadar ağırdı.
Nehir bazen annesinin yanına oturur, elini elinin içine alırdı.
Parmakları eskisi kadar sıcak değildi ama hâlâ aynı kokuyu taşıyordu:
Ev kokusu… anne kokusu… çocukluk kokusu.
“Anne iyileşecek değil mi?” diye fısıldadığı çok olmuştu.
Her seferinde aldığı cevap aynıydı:
Gülümsemeye çalışan ama gözleri dolan bir bakış.
Bu bakış, Nehir’in içindeki çocuk yanını büyütüyor, büyük yanını ise sessizce yaralı bırakıyordu.
Babanın Uzaklaşan Adımları
Babası da her geçen gün daha belirsiz hâle geliyordu.
Kapının kilidi eskisi kadar sık dönmüyor, salonun lambası eskisi kadar geç açılmıyordu.
Nehir, telefon konuşmalarını duyardı:
“Toplantı var… mecburum… iş uzadı…”
Sözlerin arasına sıkışmış yorgun bir adam sesi…
Ama asıl yaralayan şey, o sesin içinde Nehir’in adının eskisi kadar geçmemesiydi.
Her gece babasının geldiğini sanıp adımlarını dinlerdi;
ama çoğu zaman kapı sessiz kalırdı.
Sessizlik, bir evin içindeki en ağır misafirdi.
Bir Işık: Dayı
Ama o sessiz karanlığın içinde tek bir ışık vardı:
Dayısı.
Bir akşamüstü kapı açıldı.
Hava soğuktu, rüzgâr sertti.
Ama içeri giren adamın duruşunda hava ısındı.
Kalın ceketi, sert bakışları ve yumuşak sesiyle eve girdiği an, Nehir koşup boynuna sarıldı.
Dayısı onu kucağına aldığında, dünya bir anda biraz daha güvenli hâle geliyordu.
“Merak etme,” dedi dayısı, saçlarını okşayarak.
“Ben buradayım kızım.”
O cümle, Nehir’in içindeki tüm fırtınaları dindiren bir dua gibiydi.
Evin soğuyan havasına rağmen onun varlığı odaları yeniden ısıtıyordu.
Nehir o yıllarda hem çocuktu…
Hem de çocuk olamayacak kadar erken büyüyordu.
Bir yanda hayal gücüyle kurduğu renkli dünyalar,
bir yanda gerçeklerin sessiz acısı vardı.
Ve Nehir her düştüğünde, içinden sessizce bir söz daha fısıldıyordu:
“Bir gün, bütün bu karanlığa rağmen güçlü olacağım.”
O zaman kimse anlamıyordu belki…
Ama Nehir’in kalbinde o gün filizlenen güç,
ileride bir kadının fırtınalara meydan okuyacak sesi olacaktı.
Anılar ve Sessizlik
Bazen geceleri, annesi uyuduğunda salonun ortasında tek başına oturur, eski günleri hatırlardı:
Babası onu havaya kaldırıp güldürdüğü o anları,
annesiyle birlikte yaptıkları kek kokusunu,
kapı önünde oynanan saklambaç seslerini…
Şimdi ise yalnızlığın sesiyle büyüyordu.
Mahalledeki çocuklar hâlâ dışarıda oynuyordu ama Nehir artık camdan izleyen bir kız olmuştu.
Çünkü dünyası küçülmüş, sorumlulukları büyümüştü.
Bir akşamüstü annesinin yanına su götürürken, kadının nefes alışının bile ince bir titrekliğe dönüştüğünü fark etti.
Annesi ona gülümsemeye çalıştı ama yüzündeki yorgunluk, gülümsemeyi bile taşıyamıyordu.
“O kadar büyüdün ki…” dedi anne, sesi neredeyse bir fısıltıydı.
“Keşke seni hiç üzmeseydim.”
Bu cümle, Nehir’in kalbine saplandı.
Küçücük elleriyle annesinin elini tuttu.
“Ben üzülmedim,” dedi. “Ben hep yanındayım.”
Çocuğun yalan söylemeyi bilmeyen sesi, odanın içindeki yükü bile hafifletti.
Ama o sesin altında saklanan kırgınlık, kimsenin göremeyeceği kadar derindi.
Dayının Koruyucu Duruşu
Bir gün kapı çaldı.
Nehir kapıyı açtığında, dayısının yüzündeki ciddiyeti ilk kez bu kadar net gördü.
Omzundaki ağır sorumluluğu, gözlerindeki koruma duygusunu…
Dayı, küçük kızın yanağını okşadı:
“Korkma,” dedi.
“Her şey düzelecek.”
Bu cümlede bir teselli vardı ama aynı zamanda büyük bir gerçeğin gölgesi de…
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Nehir o anda dayısının gözlerindeki ifadeyi, hiç unutmamak üzere içine kazıdı.
Küçük bir çocuk için o yüz, sığınılacak bir liman,
ama aynı zamanda yaklaşan fırtınanın ilk işaretiydi.
Küçük Bir Kız, Büyük Bir Söz
Zaman ilerledikçe Nehir’in çocukluğu kendi içinden kabuk kabuk dökülmeye başladı.
Oyun saatleri hastane beklemelerine,
çocuk kahkahaları annesinin nefes seslerini dinlemeye dönüştü.
Bir gün annesinin yatağının başucunda otururken, pencereden içeri süzülen ışığa uzun uzun baktı.
İçinden geçenleri kimse duymadı, ama kendi kalbine çok net bir cümle bıraktı:
“Ben güçlü olacağım.
Kimse bilmeden… kendi kendime büyüyeceğim.”
Bu söz, bir çocuktan çok bir kadın kararlılığı taşıyordu.
Ve o an Nehir’in gözlerinde doğan ışık,
ileride hayata meydan okuyacak bir kadının ilk kıvılcımıydı.
Dışarıda rüzgâr hafifçe esiyor, perdeler dalgalanıyordu.
Ev uykuya dalmıştı…
Ama Nehir’in içinde yeni bir hayat uyanıyordu.