KARA KLAN
Günümüz
"Hadi ama Aran! geç kalacağız. Güneşin batmasına çok az kaldı."
"Tamam bitti sayılır" diyerek kardeşinin mızmızlanıyor olmasına içinden söylendi Aran. Boyunun el verdiğince yukarı uzandı. Ağaç kabuğundan bükerek elde ettiği ipi, yapmaya çalıştıkları barınağın birleşim noktasına sardı. Aynı uzunlukta olmaları için büyük çaba sarf etmesine rağmen orta kalınlıktaki dalların görüntüsü, çabasına ters düşmüştü. İç çekerek attığı düğümü sağlamlaştırdı. Geri kalan kısma, bir sonraki gün doğumunda devam edebilirdi.
Mağarada zaman geçirmek yerine dışarıda, ailesi tarafından boş iş olarak adlandırılabilecek şeylerle uğraşmayı seviyordu. Diğerleri can korkusuyla karanlık deliklerinde kalmayı seçiyor olsalar da o, halinden oldukça memnundu. Yaptığı kaçamaklara kardeşi eşlik ettiği içindi bu rahatlığı. Diğer kadınların ve birçok erkeğin aksine kardeşi de gün doğar doğmaz dışarı atıyordu kendisini. Kim bilir, belki de annesinin baskısından kaçmak içindi tüm çabası.
Birkaç tane daha düğüm atarak hilal şeklini alan barınaklarını, bir sonraki gelişlerine dek güvence altına almaya çalıştı. Barınağı, genel itibariyle durgun olan suların yanına yerleştirmek isteseler de ara sıra yaşanan taşkınların tüm emeklerini alıp götürmemesi için biraz daha iç kısımlara inşa etmek zorunda kalmışlardı. Bulundukları konumdan suyu görebiliyor olmaları, ikisi içinde yeterli görünmüştü.
Becerikli parmaklarını, son düğümün ardından ipten uzaklaştırdı. Yukarı uzanmaktan dolayı ağrıyan kaslarını rahatlatmak için gerdiği kollarıyla birlikte bir iki adım geri çekildi ve eserine baktı. Üçgen şeklinde bıraktıkları aralığı saymazlarsa tam bir daire çizen yapının yukarıya çıktıkça daralan hacmi, dalların birleşerek çatı oluşturduğu kısımda son bulmuştu.
Halinden oldukça memnun dilini şaklatarak kardeşine göz ucuyla baktı. Sıkılgan tavırlarla gözden kaybolmak üzere olan güneşe diktiği mavi gözleri kısılmış, göz kapaklarının arasında seçilemeyecek kadar kaybolmuştu. Bu görüntü, gerçekten de geç kaldıklarını kanıtlar nitelikteydi. Zira kuralları her daim yok sayan kardeşi bile bu durumdaysa döndüklerinde alacakları ceza hiç hoş olmayacaktı. Biraz önce mutlulukla ışıldayan yüzü, cezayı düşünürken buruşmuş ve dudakları bir çocuk gibi aşağı sarkmıştı.
"Daha fazla oyalanma. Hayvanlara yem olmak istemiyorum" diyerek bıkkınca soluyan Anyk'a sataşma fırsatını kaçırmayan Aran, genişçe sırıtarak "İnan bana bunu umursamıyorum. Artık senden kurtulma zamanımız geldi de geçiyor. Ahh unutmadan... Senin yaşındaki kadınlar, kocalarıyla yaşarken sana hala biz bakmak zorundayız" dedi.
Göz kapaklarını öfkeyle aralayan kadının "Sanki bana bakıyormuşsunuz gibi konuşma, yemeğinizi getiren benim üstelik" deyişiyle başlattığı oyunu sürdürdü.
"Bu bir şeyi değiştirmez, artık kocanın sana bakması lazım"
"Kocamda kim?"
"Henüz bilmiyorum ama dert etme. Onu bulabilmek için tüm imkanları mı kullanacağım"
Ateş saçan mavileri ve yumruk olan elleri arasında dolanan bakışları, Anyk'ın hırslı eğilişiyle son buldu. Kardeşi yayını alarak arkasını dönmüştü bile. Gözlerini mızrağına ve baltasına çevirdi. Aslında üzerine atılarak yeni bir kavga başlatmasını beklemişti. Umduğunu alamamış olmanın verdiği buruklukla eğilerek baltasını aldı ve belindeki deri kemere sıkıştırdı. Mızrağını da nasırlı parmaklarıyla kavradığında ayaklarını, ağaçların arasında kaybolmaya yüz tutmuş kadına yönlendirdi.
Güneşin son kez göz kırpan keskin ışıkları, yerini hafif turuncu tonuna bıraktı. Sahil boyu ilerleyen kadının bedeni tamamen görünür oldu. Beline dek uzanan saçlarının atığı her adımda sağa, sola savruluşuna sabitlediği gözlerini hedefinden ayırmadan adımlarına hız kattı. Ağaçların geride kalan siluetleri, yankılanmaya başlayan ulumalarla korkutucu görünmeye başlamıştı. Diken diken olan tüylerini yatıştırmak için düzensizleşmeye başlayan nefeslerini yola getirmeye çalıştı. Nafile bir çabaydı bu.
Kardeşinden güçlü olmakla övünmesine rağmen onun kadar hızlı koşamıyor olmak belki de en büyük zayıflığıydı. Artan ulumalarla bulundukları yöreyi mesken haline getirmiş yırtıcıların, devasa bedenlerinin ve sivri dişlerinin görüntüsünü zihninin gerisine itti. Onları düşünmek ölüme çanak tutmak gibiydi.
Kardeşiyle aralarındaki mesafe adımlarının uzunluğu sayesinde gittikçe kısalırken üzerinden atladığı kayaların dengesini bozmaması için gösterdiği çaba oldukça fazlaydı. Hırs. İnsanı ayakta tutan tek şeydi ona göre.
Onun düşüncelerini duymuş gibi omzunun üzerinden kendisine bakan mavilerin sahibi, anında önüne dönmüş ve sırtına astığı sadağın yanına elindeki yayı da yerleştirmişti. Onunla yarışmayı kabul ettiğini gösteriyordu böylece. İşte ulumalar, Aran için tam o an geri plana itilmişti. Yüzüne vuran rüzgarın, sert darbelerine aldırmadan kahkahasını dışarı saldı. Karanlığın vahşetine bile isteye davetiye çıkarmıştı.
Genç adamın kahkahası ile artan ulumalar, Anyk'ın hırslı çığlığıyla kükremelere dönüştü. Başlarına aldıkları veya üzerlerine çektikleri bela iki kardeşinde umurunda görünmüyordu.
Nefes nefese süren koşuları, kumlu arazinin gittikçe sertleşmesi ve yerini kayalıklara bırakmasıyla güçleşmişti. Aralarındaki rekabetin geri dönüşü yoktu. Arkalarından gelen sürünün geri dönüşü olamayacağı gibi. Karanlık ve sapa arazi koşullarına rağmen gecelerini mağara dışında geçirmeye alışan bedenleri, üzerlerinden yol alıp akan ter damlalarının aksine oldukça dinçti.
Borguyun melodik sesi, kulaklarına ulaştığında mağara girişiyle arasında sayılı adımları kalan Anyk, omzunun üzerinden ardına bakarak Aran'ın kurtlara yem olmadığından emin oldu. Sayesinde reise yem olacak kendisi olmasına rağmen onun kurtların eline bırakamazdı. Kendi elleriyle cezasını vermenin hazzı her zaman bambaşka oluyordu. Dişlerini kenetleyerek karanlıkta parlayan onlarca çift gözün arkalarından gelişini görmezden gelmeye çalıştı.
Yarı aralık kapıdan içeri süzülen bedeni, dizlerinin üzerine yığılırken hemen ardından gelen adamda yanında yerini alarak onun gibi nefeslenmeye çalıştı. Ancak kaba eller tarafından tutulan kolların çekiştirilmesi uzun sürmedi.
Güçlükle doğrulttuğu bedeni, iki kolundan da tutan adamların desteğiyle ayakta duruyordu. Dışarının aksine meşalelerle aydınlatılmış girişin içini dolduran adamları süzdü. Her birini tanıyor olsa da şuan dikkat etmesi gereken kişinin reis olduğunu çok iyi biliyordu. Göz ucuyla abisine baktığında onun kendisinden rahat tavırları, iç çekerek başını önüne eğmesini sağladı.
Abisi reisin oğluydu. Bu da onun en büyük şansı değil miydi zaten? Kendisi kadın olarak doğarak en büyük şanssızlığı üzerine giymişti sanki. Her ikisi de aynı hatayı yapmalarına rağmen cezayı çeken her zaman kendisi olurdu.
Elleri arkasında onlara doğru ilerleyen adam, rahat bir baş hareketiyle oğlunu adamlarının elinden kurtarırken uslanmak nedir bilmeyen kızının hemen önünde durdu. Nasırlaşmak bir yana yara izi dahi barındırmayan eli, öne uzanarak kızının yere paralel duran çenesine yöneldi. Parmakları, kemikli ve pürüzsüz çeneye kilitlenirken yutkunarak başını kaldıran kadının alevlerin ışıltısıyla parlayan mavileri onu bulmuştu.
"Bu defa, nasıl bir ceza istersin bakalım?"
Çenesini sıkan parmakların verdiği acıyla dişlerini birbirine sıkıca bastıran Anyk, bu sorunun cevaplaması için sorulmadığını gayet iyi biliyordu.
"Baba!"
Aran'ın sesiyle acıyla kısılan gözleri, öfkeyle yaşardı. Kimsenin onu savunmasına ihtiyacı yoktu. Bunu yapacak kişinin Aran olması ise kadını çileden çıkarıyordu. Üstelik geç kalışlarının nedeni kendisiydi.
"Sen sus!" diyen reisin sakin sesiyle yumruklarını sıkan Aran, annesinin adamların arasından süzülerek ilerleyen bedeniyle daha da kasıldı. Kolunu tutan nazik parmakların onu çekiştirerek olay yerinden uzaklaştırma çabasına direnirken kardeşinin ne ceza alacağını duymaya çalıştı.
"Dışarıya çıkışını yasaklamam artık fayda etmediğine göre, senden kurtulma zamanım gelmiş gibi görünüyor"
Güçlükle yutkunarak sıkışan kalbine dur demeye çalışan Anyk, düşündüğünün olmaması için varlığından emin olmadığı yaratıcıya dualar yağdırmaya başladı. Bir erkeğin himayesine girmek ona göre değildi. Pislik kaynayan bedenler ve nasırlaşmış ellerin bedeninde dolandığını düşünmek dahi kendini öldürme isteğiyle dolup taşmasını sağlıyordu.
Babasının sekiz tane eşi ve iki düzine çocuğu vardı. Bunlardan erkek olan sadece Aran iken bekar olan tek kadında kendisiydi. Bu durumda uzun zamandır başına bela oluyordu. Annesi onu evlendirmek için büyük çaba göstermesine rağmen onu tanıyan kadınların, oğullarını böyle biriyle evlendirmek istedikleri söylenemezdi. Bu yüzden kimsenin gözüne görünmemek için kapı açılır açılmazken kendini mağaranın dışına atıyor ve güneşin batmasına az bir zaman kala geri dönüyordu.
Şimdiyse alacağı cezanın ağırlığıyla öne doğru eğilen bedeni, kollarından ve çenesinden tutan sert parmaklar olmasa yere yığılacak gibiydi. Eğer reis iki kişinin evlenmesini isterse bunu itirazsız iki tarafında kabul etmesi gerektiğini bildiği gibi reddetmenin sonucunu da biliyor olmak canını sıkıyordu.
"Azat!" diyerek adeta gürleyen reis, gri ve uzun saç örgüsünü boşta olan eliyle arkaya attı. Sağ kolu olan adamın yanına gelmesini bekledi.
"Buyur reisim"
Ellerini önünde bağlamış gelecek emri bekleyen Azat, baba ve kızın alışılmış tartışmalarının yerini bıraktığı sessiz rüzgarın biran önce geçmesini diledi. Kadının her zaman ki güçlü duruşunun bugün yerinde olmayışı, ona bir şeylerin yolunda gitmeyeceğini söylüyordu.
"Kızımla evleneceksin" diyerek kendisine dönen adamın, itiraz kabul etmeyen sesi ve gözleriyle donup kaldı. Kenetli parmakları çözülerek ellerinin yanına düşmesini sağladı. Korkuyla ıslatıp aralamaya çalıştığı dudakları, kıpırdamaktan öteye gidemiyordu. Kadından gelen inlemeyle ona döndüğünde öfkeyle parlayan mavilerin reisi delip geçeceğini düşündü.
Hırçınlık kadınlara değil de sadece Anyk'a özel bir durumdu sanki. Diğerlerinin arasından onu çekip çıkaran da buydu ya. Kabullenmeyişi ve itirazları hiçbir zaman son bulmazdı.
"Sana kızımla evleneceksin dedim!"
"Evet reisim" diyerek duruşunu dikleştiren Azat, üçüncü karısına korkuyla baktı. İki tanesini zor geçindirirken kadın demeye korktuğu birini eş olarak almak akıl karı değildi. Ancak reisi geri çevirmezdi. Ölmek istemiyordu.