Gelişmeler

936 Words
Perdelerin arkasından sızan silik gün ışığı, Duru'nun odasını güçlükle aydınlatırken Duru gözlerini kırpıştırdı. Uyanmıştı ama bir türlü kendini toparlayamıyordu. Gözü saate iliştiğinde işe geç kalmamak için acele etmesi gerektiğini fark etti. Ancak içini burkan düşünceler yüzünden, yataktan çıkarmakta isteksizdi. Kalbi hâlâ komutan Alparslan’ın özlemi ve yokluğunun öfkesi arasında gidip geliyordu. Duru, hızla hazırlanıp her zamanki gibi sade bir topuz yaptı. Makyaj yapmak istemedi. İçinsen gelmiyordu. Aynaya son bir kez baktı; gözlerinde uykusuzluk, içinde buruk bir bekleyiş vardı. Ardından derin bir nefes alıp işe doğru yola koyuldu. Kışlada hayat olağan akışında devam ediyordu, ama onun iç dünyasında hayat durmuş gibiydi. Günlerdir kendini oyalamaya, birşeylere tutunarak hayatına devam etmeye çalışıyordu. Ama olmuyordu. İçinde kıvranan duygulara, bir türlü adını koyamadığı özleme ve öfkeye engel olamıyordu. Revirde gün boyu birkaç dosya karıştırdı, ilaç dolabını kontrol etti, gelen hastalara baktı. Her şeyi dikkatle yapıyor gibi görünse de zihni sürekli başka bir yerdeydi. Parmakları sayfalarda dolaşsa da düşünceleri hâlâ Komutan Alparslan'da onun yeşil gözlerinde, güçlü ellerinde, nefes kesen o halindeydi... Tam o sırada içeri giren genç bir asker, sertçe selam vererek önünde dimdik durdu. “Komutanım, sizi görmek istiyor.” Duru'nun kalbi bir anda küt küt atmaya başladı. Nefesi kesilmiş gibi oldu. “Ko-komutanım mı?” diye kekeledi, gözleri heyecanla açılmıştı. Kalbindeki o ani sıcaklık, sanki donmuş damarlarında yeniden kan akışı başlatmış gibiydi. Asker başıyla onayladı. “Evet Semih komutanım, ağaçlı yolda sizi bekliyor.” Duru'nun içindeki tüm o coşkuyu bir anda söndü. Bir anlığına hiçbir şey demedi Duru. Midesine oturan o tuhaf hayal kırıklığını saklamaya çalışarak yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi. “Semih komutan mı?” dedi gözlerini kısarak. Asker yine başıyla onayladı, sonra selam verip uzaklaştı. Duru yavaşça yerinden kalktı. Ayakta bile durmak istemiyordu ama saygıdan gitmek zorundaydı. Oysa yıkılmıştı. Komutan Alparslan’ı kast ettiğini sanmıştı. Onu göreceğini… Belki bir açıklama duyacağını, belki gözlerinin içinde bir pişmanlık bulacağını hayal etmişti. Ama yine yanılmıştı. Yürürken zihni bin bir düşünceyle boğuşuyordu. Kendini aptal gibi hissediyordu. Ağaçlı yola yaklaştığında, Semih’i bir ağaca yaslanmış şekilde onu beklerken gördü. Üzerinde askeri üniforması vardı ama her halinden biraz tedirgin olduğu belliydi. Duru, yaklaşarak resmî bir ses tonuyla “Merhabalar komutanım. Beni emretmişsiniz,” dedi. Semih hafifçe gülümseyerek, “Emretmek değil de… konuşmak istedim diyelim,” dedi. Gözleri hafifçe yere kayıyordu. Duru biraz yumuşadı. Semih komutanın doğasında bir içtenlik, bir samimiyet vardı. “Dinliyorum,” dedi Duru. Semih bir an sustu, sonra derin bir nefes aldı. “Biliyorsunuz, bir süredir Serra’yla görüşüyoruz veee…” Duru eğlenceli bir bakışla ona döndü, kaşlarını hafifçe kaldırarak, “Veee?” dedi sorarcasına. Semih başını eğdi. Eliyle alnını kaşıdı. Sonra derin bir nefes alıp tek nefeste söyledi: “Ve ben ona evlenme teklif etmek istiyorum.” Duru’nun gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ağzından kontrolsüzce bir çığlık fırladı: “İnanmıyorum!” Semih utanarak gülümsedi. Duru ise ellerini heyecanla çırparak “Bu harika bir haber! Gerçekten çok sevindim!” dedi. O an içindeki tüm o hayal kırıklıkları, umutsuzluklar bir anlığına kenara çekilmişti. Arkadaşının mutluluğu, yüreğine bir ışık gibi doğmuştu. Semih, omuzlarını çaresizce kaldırarak, “Ama bunun özel olmasını istiyorum. Serra çok özel biri… Eğer siz de müsait olursanız, onun için güzel bir yüzük seçmek ve sonra da güzel bir yer ayarlamak istiyorum,” dedi. Sesi ciddiydi ama gözleri mahcuptu. Duru’nun gözleri parladı. “Tabii ki! Seve seve!” Semih hafifçe gülümsedi. “Buna çok sevindim. Çünkü ben bu işlerden gerçekten hiç anlamam. Ama siz Serra’nın en yakın arkadaşısınız. Yani onun nelerden hoşlandığını en iyi siz bilirsiniz.” Duru başını salladı. “Ne demek! Sizin için, Serra için elimden ne gelirse yapmaya hazırım… ikiniz için de çok mutlu oldum.” Beraberce ağaçlı yoldan çıkıp yemekhaneye doğru yürürken sürpriz evlilik teklifi ve Semih’in planları hakkında konuşmaya başladılar. Duru ilk defa o hafta gerçekten mutlu olduğunu fark etti. Yüzünde gerçek bir tebessüm vardı. Ama onların birkaç adım gerisinde, ağaçların gölgesine gizlenmiş bir çift yeşil göz onları dikkatle izliyordu. Derin, sessiz ve öfkeli.... Tüm detayları kaydeden, kıskançlıkla dolu bir çift yeşil göz... --- --- Hakan Alparslan, sabahın erken saatlerinden beri evinde tek kelime etmeden masanın başında oturuyordu. Önünde açılmış klasörler, bilgisayar ekranında titreyen harita görüntüleri, Kürşat'ın temas kurduğu sivillerin listeleri, kamera kayıtları… Her şey önündeydi. Parçaları toplamaya çalışıyordu ama bir türlü tabloyu tamamlayamıyordu. Eksik bir şey vardı. Gözden kaçırdığı bir ipucu. Her şeyi yazıp çiziyor, notlar alıyor, sonra yeniden başlıyordu. Ama asıl dikkatini dağıtan, masanın üstündeki dosyalar değil, zihninde dolanıp duran o bakışlardı. Duru. Hakan kendine kızarak alnını ovuşturdu. Yıllar boyunca kurallar, disiplin ve kontrol üzerine kurduğu duvarlarının içinden bir kadının bu kadar hızlı geçebileceğine hiç ihtimal vermemişti. Ama olmuştu. Gözlerinin içine baktığında hissettiği o şey, onu her an tetikte yaşamaya alıştırmış hayatına karşı koyamayacağı kadar gerçekti. Ne zaman gözlerini kapatsa, Duru'nun yüzü beliriyordu. O utangaç gülümsemesi, masum ve iri kahverengi gözleri, zevk dolu bir ihtiyaçla kollarında kıvranışı... Hayır. Olmazdı. Kendine kaçıncı kez söylediğini hatırlamıyordu artık ama tekrarladı: *Olmaz.* Görevdeyken, hele de böyle bir görevdeyken, birini düşünmek onun için zayıflığın en keskin haliydi. Hem kendini hem Duru’yu tehlikeye atmaktı bu. Hakan derin bir nefes aldı. Ellerini yumruk yaparak masanın kenarına dayadı. Bu saçmalığa bir son vermeliydi. Kafasını toparlamalı, önündeki göreve odaklanmalıydı. O sırada titreyen telefon ekranı onu bu girdaptan çekip aldı. Ekrandaki mesaj bildiriminde tek bir isim parlıyordu: *Tercan.* Hakan kaşlarını çattı. Tercan ona kolay kolay yazmazdı. Demek ki önemli bir şey vardı. Mesajı hızlıca açtı. “Acil. İstanbul’a dair önemli gelişme. En kısa zamanda Albay’la birlikte, kışlada seni bekliyoruz.” yazıyordu. Bu tür cümleler, Hakan’ın içgüdülerini tetiklemeye yetiyordu. Hakan bir saniye bile düşünmedi. Ceketini sırtına geçirip masadan kalktı. Anahtarı kaptığı gibi kapıyı çekti ve çıkarken göz ucuyla aynaya baktı. Yorgundu. Gözlerinin altı çökmüştü. Ama hala dimdik, hala sert, hala vatanı için canını verecek bozkurt Alparslandı. Ve bu savaşı o kazanacaktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD