Duru kapı açıp içeriye girerken kalbi göğsünden çıkacak gibiydi. Nefesini tutup başını dik tutarak içeri girdi. Oda sessizdi. Gözleri otomatik bir şekilde Komutan Alparslan'ı aradı ve onu görünce kalbi yine bir anlığına duracak gibi oldu.
Komutan Alparslan pencerenin önünde durmuş, arkasını dönmüş şekilde dışarı bakıyordu. Her zamanki sert, güçlü, uzun boylu ve sağlam duruşuyla boğazı izliyordu. Ama bu sefer... Bu sefer üzerinde kamuflajı yoktu. Askerî üniformasının yerine siyah keten bir pantolon, üzerine vücut hatlarına oturan, koyu renk bir tişört ve kolları katlanmış gri bir gömlek giymişti. Üzerine tam oturan gömlekten belli olan omuzları geniş, sırtı düz ve kaslıydı. Gri gömleğin kumaşı omuz başlarında hafifçe gerilmişti. Duru, onu askeriyede bu şekilde hiç görmemişti.
Onu askeriyede sivil görmeye alışık olmayan gözleri istemsizce onu bir daha süzerken, boğazında bir düğüm hissetti. Bu görüntü, bir komutandan çok, sanki beklenmedik bir anda karşısına çıkan çekici bir Yunan heykeli gibiydi. Güçlü, karizmatik, kendinden emin ama aynı zamanda delice seksi bir adam.
Tam o anda Hakan yavaşça arkasını döndü. Bakışları kısa bir anlığına onunla buluştu. Gözlerinde o tanıdık yeşil bakışlar vardı… Soğuk görünmeye çalışsa da alttan alta kaynayan bir arzu ve dile gelmemiş vaatler taşıyan o tanıdık yeşil bakışlar... Uzamış kirli sakalları çekiciliğini arttırmış, yüz hatlarını daha da belirginleştirmişti. Gözleri onun üzerinden yavaşça geçti. Ne giydiğine, kucağındaki dosyayı ne kadar sıkı tuttuğuna, saçlarından bakışlarına kadar her şeyi sanki bir saniyede görüp incelemiş ve aklına kaydetmişti.
Komutan Alparslan sakin ve kendinden emin bir tonda,
— Kapıyı kapatın, hemşire hanım. dedi.
Duru küçük bir yutkunmayla başını salladı ve dönüp usulca kapıyı kapattı. Yine de yüzünde o profesyonel, kendinden emin ifadeyi takınmaya çalışarak birkaç adım ilerledi. Masanın önünde durdu.
— İstediğiniz dosyayı getirdim, komutanım, dedi sesini olabildiğince net ve profesyonel tutmaya çalışarak.
Hakan onu süzdü. Yüzünden belli belirsiz bir gülümseme geçti. Onun bu kadar heyecanlı ama dik duruşu, Duru’nun gözlerini kaçırmaya çalışırken yanaklarına yansıyan kızarıklık, tüm bu çelişkiler hâlâ ondan etkilendiğini gösteriyordu. Duru, onun için açık bir kitap gibiydi. Sesini onun gibi profesyonel bir tonda tutarak,
— Buyurun, oturun hemşire hanım.
Duru masanın önündeki deri sandalyelerden birine yavaşça oturdu. Kalçalarını sandalyeye yerleştirirken sırtını dik tutmaya çalıştı. Dosyayı hâlâ iki eliyle kavrıyordu. Elleri terlemişti ama bırakmıyordu. Bakışlarını Hakan’dan kaçırmadan, ama doğrudan gözlerinin içine de bakamadan oturuyordu.
Komutan Alparslan, tüm ağırlığıyla kendi koltuğuna yerleşti. Kaslı kolları gömleğin kıvrılmış kollarından belli oluyordu. Parmakları hafifçe masanın üzerine vurdu. Bakışları Duru’nun yüzünde geziniyordu. Gözlerinin kahverengisinin her tonunu ezberlemişti. Bunca zaman ondan uzak durmaya çalıştıktan onu burada görmek… Bir hayalin gerçek olması gibiydi... Bu yanlıştı biliyordu ama ilk defa kendine hakim olmak istemiyordu...
Bir an sessizlik oldu. Duru, bu gerilim dolu sessizliği bozmak istedi ama söyleyecek bir şey bulamadı. Zaten Hakan da onun bir şey söylemesine izin verecek gibi değildi. Yeşil gözleriyle onu inceliyor, bakışlarıyla onu soyuyordu. Duru başını hafifçe eğip dosyayı masaya uzattı.
— İçinde haftalık tüm personel raporları mevcut. Ayrıca ihtiyaç listesini ve envanter bilgisini de ekledim, dedi.
Hakan sadece başını salladı. Önce dosyaya baktı. Sonra tekrar ona.
— Bütün. Bunlar. Umrumda. Bile. Değil. dedi tane tane ama vurguyla.
Söylediği basit bir cümleydi. Ama tonu, vurgusu, gözlerindeki geçiş… Tüm bunlar cümleyi ağırlaştırıyordu. Duru şaşkınlıkla kalakaldı. Kalbi küt küt atıyordu. İstemeden de olsa şaşkınlıkla kekeleyerek,
— A.. Anlamadım? dedi.
Hakan ayağa kalktı. Sağlam adımlarla masanın etrafından dolaştı. Duru'nun omzunun üzerinden boynuna doğru eğilerek,
—Dedim ki... dedi ve sıcak nefesi onun boynundaki ince tüyleri diken diken ederken devam etti.
—Bütün bunlar umrumda bile değil...
Odadaki hava artık tamamen değişmişti. Her şey sanki Hakan'ın Duru’nun boynuna vuran sıcak nefesinde düğümlenmişti. Duru, sakin olmaya çalıstı ama başaramadı. Çünkü sadece boynuna vuran çekici nefesle değil, dominant erkeksi bir güçle ve inanılmaz odunsu bir kokuyla da çevrelenmişti.
Hakan onu etkilediğinin bilincinde derin bir nefes aldı.
— Aslında hemşire hanım... sesinin tonu kısık ve tehditkardı.
—Sizi buraya çağırma sebebim, askerlerimden biriyle ağaçlık alandaki tenha yolda ne konuştuğunuzu öğrenmek, dedi. Sesi hâlâ Duru’nun boynuna vuruyor, onu tahrik ederken cevabı öğrenmek için sabırsızlıkla bekliyordu.
Duru tekrardan yutkundu. İçindeki tüm cesareti toplayarak,
— Bunun sizi ilgilendirdiğinden emin değilim, dedi. Bunu söylemek için içindeki tüm gücü toplaması gerekmişti çünkü sohbeti ve odayı Hakan’ın güçlü varlığı domine ediyordu. Duru'nun sesi kontrollüydü ama içinde volkan gibi kabaran bir öfke vardı. Kahverengi gözleri kararlı bir parıltıyla yanıyordu.
Hakan başını eğdi. Bu kadının ona meydan okuyuşu bile onu tahrik ediyordu. Ve her ne kadar erkekliği çoktan sertleşmiş olsa da, ona haddini bildirecekti.
...