Hakan, sessiz adımlarla koltuğun etrafından dolaşıp Duru'nun önünde bir gölge gibi yükseldi. Varlığı bütün odayı doldurmuştu. Boyu, kaslı vücudu ve o sert duruşu… Komutan Alparslan’ı ciddiye almamak mümkün değildi. Ona doğru eğildi. Artık nefes alışları birbirine karışacak kadar yakındaydılar. Duru'nun kahverengi gözleri büyümüştü, ama gözlerini kaçırmadı. Hakan’ın sert ve erkeksi yüz hatları, o kirli sakalın gölgesinde daha da belirginleşmişti. Yeşil gözleri —o gözler ki şimdi tehditkâr bir karanlıkla parlıyordu— Duru’ya dikilmişti.
Dosyayı Duru’nun elinden aldı. Parmakları dosyayı kavrarken onun eline hafifçe değdi; o kısacık temas bile Duru’nun içini yaktı. Hakan dosyanın sayfalarını rastgele çevirmeye başladı, ama aslında bakışları sayfalarda değil, Duru’daydı.
“Beni neyin ilgilendirip neyin ilgilendirmediğine siz mi karar veriyorsunuz, hemşire hanım?” dedi, sesi sakin ama içinde bastırılmış bir öfke ve arzuyla karışık bir buğuyla çıkıyordu. Aynı zamanda öyle cüretkar, öyle erkeksiydi ki, Duru istemeden nefesini tuttu.
Duru yutkundu. Bir anlığına söyleyecek bir şey bulamasa da bakışlarında mücadeleyi elden bırakmadı. Onun yokluğunda içinde biriktirdiği tüm öfke, tüm kırgınlık bir hamlede dudaklarından döküldü.
“Tabii ki de ben karar vermiyorum.” dedi, sesi sertti ama gözleri titriyordu. “Mesela bugün istediğiniz biriyle yatıp, yarın hiçbir şey olmamış gibi dönüp yolunuza gidebilirsiniz… Ve ben hiçbir şey diyemem.”
Sözleri, gözlerinden yansıyan öfke ve içinde boğulmuş bir acıyla harmanlanmıştı. Gözleri hafifçe dolmuştu ama ağlamıyordu. Ağlamayacaktı.
Bu cümle ağzından çıkar çıkmaz, odadaki hava başka bir ağırlığa büründü. Sessizlik artık bir boşluk değil, yaklaşmakta olan bir fırtınanın habercisi gibiydi.
Hakan bir an dosyaya baktı. Sonra onu masanın üzerine yavaşça bıraktı. Yüzü, her zamanki sertliğini koruyor gibiydi ama Duru’nun sözleri içindeki taş gibi duvarları sarsmıştı. Hakan'ın dudakları tereddütle aralandı, yutkundu.
"Öyle olması gerekti,” dedi güçlükle. Sesi sertti ama altında gizlenmiş bir pişmanlık, bir açıklama çabası gizliydi. Ama bu tavır, Duru’nun yüreğini delip geçti. Omuzları hafifçe titredi. Gözleri onun gözlerine kenetlendi.
Hakan’ın nefesi ağırlaştı. Onun o gururlu, mağrur duruşu... Yumruğunu sıktı, kendine hâkim olmaya çalıştı. Ama onun karşısında duran o kadın... O inatçı, cesur, güzel kadın...
O an ne olacağını düşünmek için vakit bırakmadan, birden ona uzandı. Sertçe ama özenle Duru’yu kendine çekti. Aralarındaki bütün mesafeyi sildi. Bir nefes kadar yakınlaştılar. Duru’nun gözleri kocaman açıldı ama geri çekilmedi. Elleri iki yana düşmüştü, onun dokunuşuyla geride kalan son direnci de kırılmıştı.
"Sen benimsin,” dedi Hakan, dudakları Duru’nun dudağına değmeden hemen önce. Sesi alçak ama o kadar netti ki, o cümle kulaklarından kalbine inerken içi titremişti.
Ve sonra... Dudakları birleşti. Hakan’ın öpücüğü tutkulu, erkeksi ve kararlıydı. Dudaklarıyla konuşuyordu sanki. “Sen benim kadınımsın,” der gibiydi. “Ne olursa olsun bana aitsin.”
Duru, bir anlığına nefessiz kaldı. Vücudu onun kaslı gövdesine yaslandığında, başı döner gibi oldu. Yine o rüyaya kapılmış, yine onun kollarında o yakıcı tutkuya teslim olmuştu. Ona karşı koymak, yok olduğu günlerin hesabını sormak istiyordu. Ama o güçlü kolların arasında, başka hiçbir şeyin önemi kalmıyordu.
Sadece "O" vardı.
Ve bedeninde onun için uyanan o yakıcı arzu...
Öpüşmeleri birkaç dakika sürdü. Ama zaman, onlar öpüşürken başka bir boyutta akıyordu. Hakan bir anda geri çekildi. Alnını Duru’nun alnına dayadı. Nefes nefeseydi. Hakan’ın sesi bu kez fısıltı gibi yavaş, ama içinde patlamaya hazır bir volkan taşıyor gibi gergindi.
“İstemiyorsan… Beni durdurabilirsin,” dedi. Sözlerinde kendine hâkim olmaya çalışan bir adamın tüm iradesi vardı.
Ama Duru... Gözleri hâlâ Hakan’ın gözlerindeydi. Kahverengi bakışları, içinde ne korku ne de kararsızlık barındırıyordu. Yanakları kızarmıştı, dudakları hâlâ öpüşmenin sıcaklığını taşıyordu. Ve tek kelime etmedi. Onu istiyordu. Ne olursa olsun bu güçlü, yakışıklı, çekici adamı istiyordu. Yarın onu bırakıp gideceğini bilse bile şu an onu istiyordu.
Hakan onun gözlerinde gördüğü o cevabın etkisiyle gözlerini kapattı. Onun teni hâlâ kollarının altındaydı. Bu kadının varlığı, onu kontrol edilemez bir noktaya sürüklüyordu. Hakan, ne savaşta, ne görevde, ne de ölümle burun buruna geldiğinde bu kadar sarsılmamıştı. Ve hayatında hiçbir zaman bu kadar düşüncesizce hareket etmemişti.
Duru, onun gözlerindeki vahşi, sahiplenici tutkuyu gördüğünde nefesi kesildi. Hiçbir şey söylemeden, iradesi onu terk etmişçesine tekrar ona uzandı. Dudakları Hakan’ınkine değdiği an, içindeki herşey sustu.
Odadaki gerilim, içlerinde bastırılmış özlem ve arzuyla birlikte bir anda alev aldı. Hakan’ın dudakları sert, aç ve delicesine tutkuluydu. Onu yağmalarcasına öperken Duru, onun kaslarının sertliğini, göğsünün sıcaklığını, nefesinin sıcaklığını vücudunda hissediyordu. Hakan’ın gövdesinin her kası gergin, erkekliği tamamen uyanıktı.
Hakan eğilip onun boynunu öpmeye başladı. Dili şehvetle kulağının kıvrımlarında dolaşırken, onu masaya dayadı. Duru, bedeninde yükselen arzuya teslim olurken, onun geniş omuzlarına tutundu. Elleri titriyor kalbi deli gibi atıyordu.
Hakan, Duru'yu iyice kendine çekti, dudaklarını tahrik edici bir şekilde, yavaşça Duru'nun kulak memesine yaklaştırdı. "Hala bana dur diyebilirsin," diye fısıldadı. Ama Duru çoktan arzunun yakıcı ateşine kapılmış, ona teslim olmuştu. Gözlerini kapayıp, onun kaslı ensesini okşarken "Sadece devam et, lütfen..." diyebildi, ama cümlesini tamamlayamadı. Çünkü Hakan, Duru'nun dudaklarına yapışıp, onu sert ve tutku dolu bir şekilde yeniden öpmeye başladı.
Duru, Hakan'ın öpücüğüne istekle karşılık vermeye başladı. Artık aklındaki bütün soru işaretleri kaybolmuştu. Elleri Hakan'ın omuzlarını sıkıca kavrıyor, onu doyumsuz bir şekilde kendine doğru çekiyordu. İkisi de farkındaydı; artık geri dönüş yoktu.
Hakan, Duru'yu yavaşça masaya doğru itip yatırdı, ellerini Duru'nun beline dolandı. "Seni istiyorum," dedi, sesi hırçın ve tutkuluydu. Onun üstüne abanıp, sertleşmiş erkekliğini hissetmesini sağlarken gözleri şehvetten kararmıştı. Duru ona sadece ağzından çıkan derin bir inlemeyle karşılık verdi. Ona çoktan teslim olmuştu.
Hakan, bir eliyle uzanıp Duru'nun beyaz pantolonu indirdi. Kendi kemerini aceleci bir tavırla açtı. Pantolonunun düğmelerini açarken güçlü elleri neredeyse düğmeleri parçalayacaktı. Duru, Hakan'ın ellerinin sıcaklığını kadınlığında hissederken, tedirginlikle fısıldadı "Ya biri gelirse?," diye fısıldadı, ama sesi umursamazca istekliydi. Hakan, Duru'nun gözlerinin içine baktı. "Seni o kadar sert ve hızlı alacağım ki, sen farkına varmadan işimiz bitmiş olacak," dedi, sesi tutkulu bir vaat gibiydi.
Hakan, masanın üzerine yasladığı Duru'nun bacaklarını ayırdı ve iç çamaşırını kenara kaydırdı. Elleri Duru'nun kadınlığını okşarken onun ne kadar ıslandığını fark ederek dokunuşunu sertleştirdi. Ellerinin altında küçük kadınlığı zevkle kabarırken onun içini doldurmak isteyerek kasıldı. Dayanamayarak bir parmağını onun içine itti. Duru, acı ve zevk karışımı bir inlemeyle ona karşılık verdi. Onun parmağı bile boşalmasına yetecek kadar kalın ve becerikliydi. Hakan bunu farkında olarak dokunuşunu derinleştirdi.
Duru'nun vücudu gerilmişti, kalbi deli gibi atıyordu. "Lütfen, Hakan," diyebildi, sesi nefes nefes bir yalvarış gibiydi.
Hakan ise onu böyle boşaltmak istemiyordu. "Hayır" dedi sert bir sesle erkekliğini çıkarıp onun içine girmeye hazırlanırken. Sert penisini kavradı ve onun dar kadınlığının girişine dayadı. Onun içine o dar girişini zorlayarak, yavaş yavaş girerken Duru onun boynuna sıkıca sarıldı, aldığı zevkle kendinden geçmişti.
Hakan, Duru'ya eğilip "Derin bir nefes al," dedi, sesi neredeyse bir iniltiydi. "Çok darsın, canını yakmak istemiyorum." Duru, derin bir nefes alıp bacaklarını onun kalçalarına doladı. Hakan'ın sert ve iri penisine yavaşça uyum sağlarken, kadınlığı zevkle zonkluyordu.
Hakan,yavaşça daha derinlerine doğru girmeye ve hareket etmeye başladı. Fazla zamanı yoktu. Her an biri gelebilirdi. Bu işi hemen bitirmeliydi. Duru Hakan'ın her hareketinde, onun güçlü bedeninin kendine her çarpışında daha da yükseliyor, zevkten kendinden geçiyordu. Duru Hakan’ın sert çarpışlarıyla o kadar yükseldi ki artık patlamanın eşiğine geldi. Duru, Hakan'ın kulağını ısırıp yalvarırcasına bir iniltiyle. "Hakan, lütfen..." dedi, vücudu ihtiyaçla yay gibi gerilmişti. Hakan, Duru'nun kulak memesine sıcacık fısıldadı. "Birlikte geleceğiz, kendini tut," dedi.
Ama Duru, Hakan'ın erkeksi tavrı ve sözleriyle birlikte kendini tutamayarak doruk noktasına ulaştı, vücudu titrerken kontrolsüzce kasıldı. "Haakan!" diye inledi, son gücüyle. Hakan, onun penisinin etrafında kasılan kadınlığını hissedince kendini bıraktı. Erkekliği zevk dolu bir patlamayla Duru'nun içine akarken "Duru!" diye inledi, sesi neredeyse bir çığlık gibiydi. Zevk dalgası ikisinin de bedenlerini dalga dalga sararken, Hakan tamamen boşalana kadar onun içinden çıkmadı. Bir süre vücutlarındaki zevkin son titreşimlerini hissederek öylece kaldılar. Sonra Hakan yavaşca onun üzerinden doğruldu. Alnında biriken ince ter damlacıkları ne kadar şehvetli bir an yaşadıklarını gösteriyordu. Pantolonunu çekip, elinin tersiyle alnındaki teri sildi. İkisi de yavaşça toparlanmaya başlarken aldıkları zevkten hâlâ sarhoş gibiydiler...