Sonra

1067 Words
Duru o akşam işten çıktığında kalbi delicesine atıyordu. Bugün yaşadıkları... Bugün yaşadıkları nefes kesiciydi... Hâlâ Alparslan’ın sert öpücüğünü, dudaklarında hissedebiliyordu. Ve tabi başka yerlerinde başka şeylerin bıraktığı izleri de... Şoktaydı. Bir yanıyla yaptığına inanamazken, diğer yanı hâlâ o anlarsa kalmış gibiydi. Yürürken sanki bedenine hâkim değilmiş gibi hissediyor, adımlarını nasıl attığını bile fark etmiyordu. Her şey bulanıktı; yüzü sıcaktı, elleri buz kesmişti. İçmeden sarhoş olmuş gibiydi. Ama biliyordu ki yaşadığı bu sarhoşluk, sadece ve sadece Hakan ile yaşadığı o ateşli dakikalardan kaynaklıyordu. O farkında değildi ama kışlanın dış kapısına yaklaşırken, uzaktan biri ağaçların arasından onu izliyordu. Komutan Alparslan. Kışlanın karanlık bir köşesine yaslanmış, siper aldığı ağacın arkasından onu sessizce seyrediyordu. Gözleri Duru’nun adımlarındaydı, dudaklarının titremesinde, boynunun kıvrımında. Kızın sendeleyen yürüyüşünü gördüğünde göğsünde garip bir sıcaklık hissetti. Onu bu hale getirenin kendisi olduğunu bilmek, garip bir gururla karışık istek dolu bir his uyandırıyordu içinde. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Duru’nun gözleri hâlâ bulanık, dudakları yarı aralık ve elleri titrek halde kışlanın kapısından çıkarken, Alparslan gözlerini onun bedenindeki ayrıntılardan bir an bile ayırmadı. Duru, dışarı çıkar çıkmaz yüzünü rüzgâra çevirdi. Derin bir nefes aldı. Her şey gerçek miydi? Gerçekse... neden hâlâ titriyordu? Otobüse binerken insanların bakışlarını fark etti. Birkaçı dikkatlice süzdü onu. Muhtemelen yüzündeki dağılmış ifadeden ya da boğuk bakışlarından dolayı. Ama umurunda değildi. Şu an hiçbir şey umurunda değildi. İçinde bir kasırga dönüyor, kalbi, göğsüne sığmıyordu. Duru'nun telefonu çantasında sessizce titriyor ama Duru onun bile farkında varamıyordu. Serra defalarca arıyor, mesaj üstüne mesaj atıyordu. **" Duru işten çıktın mı? Semih'le tekrar buluştuk. Hemen konuşmamız lazım"** **"Duru iyi misin? Neden dönmüyorsun?."** **"Duru geçen seferin intikamını mı alıyorsun?!."** **"Seni merak ediyorum, lütfen mesaj at."** **"Duru?"** Ama Duru, otobüste şansına boşalan koltuğa oturmuş, başını cama yaslamış, çantasının içinde çalıp duran telefondan habersizdi. Gözleri dışarı bakıyor ama hiçbir şey görmüyordu. Aklında hâlâ Hakan'ın sıcak nefesi vardı, kulağında ise yankılanan o tutku dolu sesi: *“Şimdi hemşire hanım...Sana, kimin adam olduğunu göstereceğim,”* Sonrası… Sonrası hayatında yaşadığı en zevkli, en tutkulu seksti. İnanılmazdı. Her anıyla gerçek olamayacak kadar güzeldi... Bu yüzden yaşadığı her anı kafasında tekrar tekrar canlandırıyor, kadınlığı istekle zonklarken, Komutan Alparslan'ın o tutkulu yeşil gözlerini hayal ediyordu... ... Hava güneşliydi ama Hakan’ın revire girerken hissettiği sıcaklıkla, revir binasından uzaklaştıkça içine dolan tedirginlik arasında öyle bir uçurum vardı ki adımları hızlandıkça kalbi de daha sert atıyordu. Az önce yaşananlar… Hâlâ dudaklarında Duru’nun tadı vardı, güçlü ellerinde ise onun ince bileğine tutarken hissettiği şehvet... Ama bu neydi? Bu neydi, Alparslan? diye sordu kendine. Yumruğunu sıktı. Ağaçların arasında, kimsenin olmadığı bir noktaya yürüyüp durdu. Bir an sırtını bir çam ağacına yasladı. Başı öne düşüktü. İçinde, göğüs kafesinin tam ortasında kıpırdayan karışık duygular vardı. İki savaş meydanı arasında kalmış gibiydi; biri tutkuyla yanıyordu, diğeri askerî disiplin, görev bilinciyle birleşip onu yakıyordu... O bir komutandı. Emir verirdi, kurallara uyardı. Kuralları ihlal edenleri ise yargılar, gereken cezayı uygular, disiplini sağlardı. Peki ya az önce yaşananlar? Az önce revirde yaptığı şey… Sadece uygunsuz değil başlı başına bir skandaldı da. Duru... Onun gözlerindeki kararsızlığı, sonra teslimiyetini ve nihayet sarhoş gibi gözlerini kapayıp kendini ona teslim edişini unutamıyordu. Ama her şey çok hızlı gelişmişti. Askeriyede böyle bir şeye kalkışmak düpedüz delilikti. Üstelik de onun gibi yıllarını bu kuruma veren biri için... “Siktir...” dedi, alçak sesle. Ağacın gövdesine bir yumruk attı. Ellerindeki eklemler acıdı ama içindeki duygular geçmedi. Suçluluk yüreğine çökerken, zevk aldığı her saniye şimdi bir suç belgesi gibi yüzüne vuruyordu. Yine de revirdeki o ateşli dakikaları düşündükçe, kalbi hâlâ arzuyla çarpıyordu. Duru'nun teni, nefesi, o baş döndüren kokusu ve ona teslim olan bakışı zihninden silinmiyordu. Ama ya kendilerinden geçtikleri o anlarda biri onları gördüyse? Ya Duru yarın kararını değiştirip onu şikayet ederse? Sadece meslek hayatı değil, herşeyi biterdi. Çünkü askerlik onun için sadece bir meslek değil her şeydi. "Salak..." dedi kendi kendine. Her şeyi nasıl da düşüncesizce riske atmıştı. "Gerizekalı..." diyip ağaca bir yumruk daha atarken, toprak yolda ona doğru gelen ayak seslerini duydu. Hakan, hızla doğrulup toparlandı. Üniformasının üstünü düzeltirken gözlerini gelen kişiye dikti. Semih Teğmen. Semih ona yaklaşırken biraz ürkek ama görev bilinciyle sert bir şekilde durdu. Çivi gibi bir selam verdi “Komutanım!” Hakan başıyla onayladı, çenesini kaldırarak konuşmasını bekledi. Semih bir adım daha yaklaşmak ister gibiydi ama sonra kararsızlıkla yerinde kaldı. “Komutanım…” dedi yine. “Albay Kemal acilen sizi görmek istiyor.” Alparslan’ın gözleri kısıldı. İçine bir endişe doldu. Yüzü ifadesiz kalmaya çalışsa da gözbebekleri küçüldü. “Ne için?” diye sordu sertçe. “Beş dakika kadar önce, sizi acilen bizzat çağırmamı istedi ama neden olduğuna dair bir açıklama yapmadı.” Semih görevini yerine getirmenin huzuruyla başını hafifçe öne eğdi, sonra yeniden sert bir selam verip oradan uzaklaştı. Alparslan olduğu yerde kalakaldı. Bacakları hareket etmiyordu. Aklı soru işaretleriyle doluydu. Yoksa… Yoksa birileri onları mı görmüştü? Belki bir asker? Ya da belki de haberi olmayan bir kamera? Belki de revirdeki hemşirelerden biri? Burcu hemşire? İçeri girmişti ama onları görmemişti. Görmemişti, değil mi? "Siktir" dedi botuyla yerdeki toprağa bir tekme savururken. Boğazı kurudu. Eli istemsizce kemerine gitti. Parmaklarıyla tokasını yokladı, sonra başını kaldırıp etrafa baktı. Kimse yoktu. Hakan her zaman içgüdüleriyle hareket ederdi. Bu dağda ve operasyonlarda hayatta kalmasını sağlayan en güvendiği yönüydü. Ama bu sefer içgüdüleri onu yoldan çıkarmıştı. Kafasını geriye atıp derin bir nefes aldı. Tekrardan “Siktir…” dedi kendi kendine. Ama az önce yaşadıklarını düşününce… Hâlâ teni arzuyla yanıyor, erkekliği sertleşiyordu. O anı geri alabilir miydi? Hayır. Ama aynı fırsat eline geçse, tekrar yapar mıydı? Evet, hiç düşünmeden evet, dedi içinden. Ve bu, onu daha da öfkelendirdi. Kendine, disipline, o çok değer verdiği itidale ve güçlü duruşa ihanet etmişti. Üstelik sadece fiziksel bir yakınlaşmayla değil. Duru’ya hissettiği şey… onu dizlerinin üzerine çöktürebilecek kadar güçlüydü. Zaten bu yüzden kaçmıştı odadan. Çünkü gözlerinin içine bakıp bir daha aynı şeyi yapmamayı başaramazdı. Kafasını ellerinin arasına aldı. Dakikalarca düşündü. Sonra derin bir nefes aldı. Albay Kemal onu çağırmıştı. Ne olursa olsun, bir asker olarak görevini yapmalı, yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşmeliydi. O hiçbir zaman korkak biri olmamıştı ve şimdi de olmayacaktı. Eğer Albay olanları biliyorsa... Biliyorsa... Gerçek bir erkek gibi olayın tüm sorumluluğunu alacak, hatta Duru’nun ona karşı koyduğunu ama ona zorla sahip olduğunu anlatacaktı. Kendi yaptığı hatanın bedelini bir başkasının ödemesine izin vermeyecekti... O sırada zihninde "Hata mı?" diye ince bir soru yankılandı. Hayır diye düşündü. Hayır... Hayatında birçok kez yanlış kararlar vermiş, pek çok hata yapmıştı ama bu bir hata değildi... Asla değildi. Omuzlarını gerdi, yüzüne ciddi bir ifade takındı. Yavaş ama kararlı adımlarla Albay’ın odasına doğru yürümeye başladı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD