Yakıcı Sessizlik

1079 Words
Sonraki günler, Duru için zamanın neredeyse durduğu, yutkunmanın bile içini acıttığı uzun bir karabasan gibi geçti. Kışla sessizdi. Komutan Alparslan ortalarda yoktu. Ne revirde, ne koridorda, ne bahçede... Hafta sonuna kadar onu gören olmamıştı. Sanki hiç var olmamış gibiydi. Ve bu yokluk o kadar belirgin, o kadar anlam yüklü bir yokluktu ki, Duru bunun bilinçli bir tercih olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ve bu fark ediş, içini yakıyordu. Bu, apaçık bir mesajdı. Seviştikleri tutku dolu o an...O yakınlık... Belki de sadece bir anlık bir zevkti onun gözünde. Belki Alparslan kendine hâkim olamayıp sınırları aştığını düşünüyor, bu yüzden de şimdi ondan kaçıyordu. Ama Duru için o an bambaşka bir anlam taşıyordu. Her dokunuşunda, her nefesinde o kadar derin, o kadar gerçek bir şey hissetmişti ki… Şimdi Hakan’ın herşeyi yok sayarcasına ortadan kaybolması, sadece kendini daha kötü hissetmesine neden oluyordu. Her an Komutan Alparslan'ı ve yaşadıkları o tutkulu sevişmeyi düşünüyor, yaşadıkları her anı zihninde tekrar tekrar canlandırıyordu. Alparslan’ın baştan çıkmış yeşil gözleri... sesi... dudaklarının güçlü ve erkeksi tadı... Hâlâ onun kokusunu, derisinin sıcaklığını vücudunda duyumsuyordu... Ve en kötüsü de... Hâlâ onu istiyordu. Delicesine. Karşı konulmaz bir ihtiyaçla. Mantığının bastırmakta zorlandığı, kalbinin her atışıyla biraz daha büyüyen bir arzuyla... Onu tekrar görmek, sesini yeniden duymak, onun güçlü kollarında yeniden kaybolmak… Duru bunu hayattaki herşeyden daha çok istiyordu. Açıkça. Cesurca. İçinde kıpırdayan şeyin adı ne olursa olsun—özlem, aşk, tutku ya da saplantı—gerçekti. Ve bu gerçek, tüm benliğini ele geçirmişti. Ama işte tam da bu yüzden kendine kızıyordu. O, bu kadar güçlü duygular hissederken, Alparslan’ın ortadan kaybolmuş olması... onu sadece kullanılmış, sonra da bir kenara atılmış gibi hissettirmişti. Ve bu yüzden Duru şimdi onun yokluğunda boğuluyordu. Evde geçirdiği hafta sonu boyunca neredeyse hiç dışarı çıkmadı. Serra, Semih’i yemeğe çağırmıştı. Bu yüzden Duru onu rahatsız etmek istemedi. Zaten kimseyle konuşacak hâli de yoktu. Her boş anında olanları yeniden düşünüyor, kendine bir umut arıyordu. Alparslan’ın güçlü kollarının arasında yeniden kaybolmak istiyordu. Onun teninde yeniden huzur bulmak... O tok, derinden gelen sesin kulağında yankılanması düşünmek bile bedeninde arzu dolu titreşimlere neden oluyordu. Bu sessiz haftasonu, Alparslan’ın ortadan kaybolmasıyla Duru'nun içinde büyük bir boşluk yaratmıştı. Bu yokluk, içindeki arzuyu daha da keskinleştiriyordu. Belki ona kızgındı evet ama hâlâ onu istiyordu. Ve evet, şimdi çıkıp gelse, kapısına dayansa onu yine de içeri alacağını hissediyordu. İç çekti. Bir itiraf gibi. > “Ben onu hâlâ istiyorum…” Gözyaşları sessizce yanaklarından aktı. Bir yandan kendine kızıyor, bir yandan kalbine hâkim olamıyordu. Bu nasıl bir çekimdi? Bu nasıl bir arzuydu? Onu tanıdığı andan itibaren içinde yavaşça büyüyen o şey, sanki şimdi büyüyüp bütün vücudunu esir almıştı. O gece battaniyeye sarılıp, ışıkları açmadan saatlerce oturdu. Gözlerini duvarda bir noktaya sabitlemişti. Hiçbir şey düşünmek istemiyordu ama düşünceler, zihnine durmadan dönüyordu. Alparslan’ın dudakları... boynuna bıraktığı nefes... sırtını kavrayan güçlü elleri... Bu görüntüler bir film şeridi gibi aklında sürekli dönüp duruyordu. Ve her anı, her detay Duru’nun içini giderek daha çok yakıyordu. ... Serra pazar akşamı ona uğradığında, salonda Duru’yu battaniyeye sarılmış, karanlıkta sessizce otururken buldu. — Duru? Ne oldu böyle, iyi misin? Duru başını yavaşça çevirdi. Gözleri dolu doluydu ama ağlamıyordu. Ağlamanın ötesindeydi. Sanki içinde yanmaya devam eden ama dışa vurmayan bir ateş vardı. — Onu hâlâ istiyorum Serra, dedi fısıltıyla. Duygularını açık etmiş bir kadın değil de, itiraf etmiş bir tutsağı gibi. — Ben... onunla olmak istiyorum. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama sanki o hayatımın eksik parçasıydı ve ben onu bir anlığına bulup sonra da kaybettim. Duru’nun bu itirafı, sıradan bir hoşlantıdan çok daha fazlasını anlatıyordu. Serra ona üzülerek baktı, Alihan bile onu bu derece sarsmamıştı. Bu adam diye düşündü, arkadaşına her ne yaptıysa onu gerçekten çok derinden etkilemişti. — Belki de bir işi vardır, kötü düşünme, dedi kendisi bile inanmayarak. Duru gözlerini kapattı. Başını geriye yasladı. — Hayır Serra, o benden kaçıyor. Ama her şeye rağmen ben…ben onu hâlâ istiyorum. Çok gurursuz bir insanım değil mi? — Hayır Duru saçmalama. — Beni boşver, Semih’le neler oldu onu anlat., dedi Duru gülümsemeye çalışarak. Serra başta anlatmaktan çekinse de Duru’nun ısrarına dayanamayarak konuşmaya başladı. “Peki,” dedi Duru, “Neler oldu anlat bakalım? Yani koskaca bir haftasonunu birlikte geçirdiniz.” Serra bir an durdu. Gözlerini yukarı kaldırıp düşündü, sonra gülümsedi. “Bence bugüne kadar tanıdığım en muhteşem insan... Beni dinliyor. Gerçekten ama, sadece duymuyor, dinliyor. Anlamaya çalışıyor. Sorular soruyor ama sadece cevap almak için değil, beni daha çok tanımak için. Sanki ne anlatırsam anlatayım, beni içtenlikle kabul ediyor. Bu çok hoşuma gidiyor.” Duru iç çekti. “Ne güzel. Karşındakinin seni gerçekten dinlediğini ve anladığını hissetmek... bir lüks gibi artık. Sadece kendi sırasını bekleyen insanlar arasında, biri gerçekten seni dinliyorsa, bu gerçekten önemli oluyor.” “Kesinlikle,” dedi Serra. “Ve bir de şey var...” Duru merakla ona döndü. Serra’nın sesi biraz daha yavaşladı. “Yani bunu anlatmam ne kadar doğru olur bilmiyorum ama... çok da şey değil aslında,” dedi, gözlerini kaçırarak. Duru, kaşlarını kaldırarak başını yana eğdi. “Ayy anlat lütfen, fena meraklandım şimdi.” Serra, kahvesinden bir yudum aldı ve sonra usulca anlatmaya başladı: “O gece... yani birlikte olduğumuz gece... her şey muhteşemdi. Gerçek bir erkek. Hiç acele etmedi. Ateşliydi, tutkuluydu ama aynı zamanda düşünceli ve sabırlıydı da. Sanki yıllardır birlikteymişiz gibiydi. Ama asıl güzel olan, sabah uyanınca da aynı sıcaklığın devam etmesiydi. Bazen biriyle yatarsın ama sabah tanımadığın bir yabancıyla birlikte olmuş gibi hissedersin ya... Semih ile öyle bir şey olmadı. Hatta daha çok yakınlaştık sanki. Kahvaltı hazırlarken omzuma dokunması, bulaşıkları birlikte yıkarken göz göze gelmemiz... Herşey çok güzeldi... Sanki gerçekten yıllardır evliymişiz gibiydi...” Duru gülümsedi. “Sen galiba gerçekten aşık olmuşsun.” “Evet,” dedi Serra, bu sefer çekinmeden. “Ve biliyor musun... uzun zaman sonra ilk defa biriyle gerçekten bir hayatı paylaşabilirim gibi hissediyorum. Olur ya da olmaz bilmiyorum ama bu sefer gerçekten doğru insanı bulduğumu hissediyorum. Bu yüzden sadece anı yaşamak istiyorum, plan yapmadan. Çünkü planlar hep bozuluyor.” Duru, bu son cümleyi içten bir sızıyla dinledi. Belki de Serra’nın dediği gibi, plan yapmadan yaşamak gerekiyordu. Belki o zaman, bir şeyler kendiliğinden yoluna girerdi. “Bence doğru düşünüyorsun. O zaman bir süre daha çalışma hayatına dönmeyeceksin” dedi Duru. Serra gözlerini kısarak güldü. “Kısa bir aşk arası veriyorum diyelim.” İkisi de bir an sustu, sonra gülerek birbirlerine baktılar. Hayat, belki de planladıkları gibi gitmiyordu. Ama hâlâ birbirlerine sahiptiler. Gecenin ilerleyen saatlerinde, fonda yavaşça çalan bir müzik eşliğinde, Duru ve Serra sohbet etmeye devam ettiler. Hayatları hala karmaşıktı, hâlâ cevaplar belirsizdi ama o an için hepsi bir kenarda itilmiş gibiydi. O akşam, sadece dostluk vardı. Sıcak, içten, sarsılmaz bir dostluk...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD