O gün İstanbul’un griye çalan göğü, Beyoğlu’daki eski bir apartmanın camlarını donuk bir ışıkla aydınlatıyordu. Duru evinin salonundaki tekli koltuğa gömülmüş, kupasındaki Türk kahvesini yudumluyordu. Fincanda içilen kahveler artık onu kesmiyordu. Bu kupayı da bu yüzden almıştı zaten... Kahveye duyduğu yoğun ihtiyacı tek seferde gidermek için...
Karşısında, koltukta ayaklarını uzatmış rahat bir pozisyonda oturan Serra, gözlerinde samimi bir ilgiyle onu dinliyordu.
“Bıktım şu Alihan’dan,” dedi Duru bir anda, gözlerini uzak bir noktaya dikerek. Sesi kırılgan değil, aksine içinden uzun süredir birikmiş bir yorgunluğu dışa vuran şekilde öfkeliydi.
Serra, kahvesinden bir yudum aldıktan sonra başını yana eğerek sordu: “Hayırdır, yeni bir şey mi var?”
Duru telefonunu koltuğa bıraktı, başparmağıyla tuş kilidini kapatırken sesi daha da keskinleşti. “Alihan’ın saçmalıkları işte… Artık ayrılacağım.”
Serra, kaşlarını hafifçe kaldırarak bilmiş bir tavır takındı. “Çoktan zamanı gelmişti,” dedi.
Duru gözlerini devirdi, bakışları, ‘Biliyorum’ der gibiydi. Ardından derin bir iç çekişle başını arkaya bıraktı. “Ne bileyim… Belki değişir diye ümit etmiştim. Son kavgamızdan sonra uzun süre bayağı iyiydi. Hatta bir süreliğine normal bir insan olmuştu bile diyebilirim.”
Serra, dudaklarını bükerek kahvesini masaya bıraktı. “Sen gerçekten Alihan’ın değişeceğine inanıyor musun?”
Duru cevap vermedi. Bunun yerine başını iki yana sallayarak yerinden kalktı ve mutfağa doğru yürüyüp tezgâhtan kurabiye dolu kutuyu aldı. Sinirlendiğinde ya aşırı yerdi ya da hiç yemezdi. Asla ortası yoktu. Kurabiyelerle odaya döndükten sonra kısa bir sessizliğin ardından konuyu değiştirmeye çalışarak konuştu.
“Biliyor musun, geçen hafta yeni bir iş başvurusu yaptım,” dedi, geri aynı yerine otururken. Serra’ya doğru kurabiyelerle dolu kutuyu uzattı.
Serra kaşlarını kaldırarak bir kurabiye aldı. “Hiç bahsetmedin.”
“Bahsetmedim çünkü hem kesin değil hem de ben hâlâ kararsızım. Ama tüm birikimlerim iyice suyunu çekti. Artık bir iş bulmak zorundayım. ” dedi Duru, eliyle kumral saçlarını geriye iterek. Gözlerinin altında beliren hafif halkalar, son birkaç günün zorluğunu ele veriyordu.
Serra kurabiyeden bir ısırık alırken, “Nereye başvurdun? Yine bir özel hastaneye mi?” diye sordu. Kendisi de özel bir hastanede çalışıyordu ve sistemin insanları sömürmek üzere kurulu olduğunu gayet iyi biliyordu. Sabah yedide başlayan vardiyalar, geç biten nöbetler, azalan maaşlar, artan beklentiler… Çoğu zaman hastalara değil de patronlarının bitmek bilmeyen para hırsına hizmet ediyor gibi hissediyordu.
Duru başını iki yana salladı. “Hayır hayır. Bir arkadaşım askeriyede geçici personel alımı olduğunu söylemişti. Ben de internetten başvurdum. Ama askeriyede hemşirelik fikri bana hâlâ çok sıcak gelmiyor açıkçası.”
Serra boşver dercesine omuz silkti. “Parası iyiyse hiç düşünme derim. Zaten geçici demişler, ömür boyu orada kalmayacaksın ya. Daha iyi bir iş bulursan çıkarsın.”
Serra bu hayatta onun mantıklı yanı gibiydi. Hayatının her alanında doğruyu çekinmeden söylerdi. Bu yönüyle diğer arkadaşlarından ayrılırdı. Zaten bu yüzden Serra'ya ve fikirlerine çok güvenirdi. Bu durumda da Serra yine doğruyu söylüyordu. Hele ki bankadaki son parası da tükenmekteyken artık bir işe girip çalışmaktan başka bir çaresi yoktu. Ve hepsi, evet hepsi, o salak Alihan yüzündendi.
“O olmasaydı, şu an hâlâ iyi bir hastanede, iyi bir maaşa çalışıyor olacaktım,” dedi sesini alçaltarak. “Ama onun yüzünden her şey mahvoldu. Hayatımda her şeyi olduğu gibi… Kariyerimi de bok etti.”
Serra ona anlamlı bir bakış attı. Kapatmaya çalıştığı konuya kendisi dönüyordu. Yutkundu. Temkinli bir şekilde konuşmaya başladı, “Bunu sana baştan beri söylüyorum Duru. Bazı erkekler değişmiyor. Büyümüyor. Alihan da onlardan biri. Sadece kendini düşünen bencilin teki.”
Duru sessizce başını salladı. Gözleri bitmekte olan kahvesine takıldı. Kısa süreli bir sessizlik daha oldu. Bu sessizlik, Duru için yalnızca kelimelerin değil, geçmişin, hayal kırıklıklarının ve iç hesaplaşmaların da içinde büyüdüğü bir boşluktu.
Serra devam etti. “Sen onu hep düzelecek diye bekledin. Onu değiştirebileceğine inandın. Ama insanlar öyle kolay değişmez, hele ki eşşek kadar olmuş bir erkek hiç değişmez.” Eşek derkenki vurgusu dikkate değerdi.
Duru oturduğu koltuğa biraz daha gömülerek içini çekti. “Biliyorum...Biliyorum... Ama ne bileyim işte… Kalbim, beynim gibi değil. Onunla geçirdiğim onca zaman, onca emek her şey boşa gidecek gibi geliyordu…”
“Boşunaydı zaten,” dedi Serra acımasız bir netlikle. “Birlikte olduğunuz süre boyunca ne zaman mutlu oldun ki? Alihan'la sevgilisi gibi değil annesi gibiydin. Ayrıca onunla olduğundan beri sürekli mutsuz, sürekli depresyondasın.”
Duru cevap veremedi. Serra yine haklıydi. Sadece yüzünü pencereye çevirdi ve perdelerin arasından sızan solgun, gri ışığa baktı. İstanbul’un o karanlık ve yorgun göğü, sanki onun ruh halini yansıtıyordu.
“Ama artık yeter,” dedi sonunda. “Gerçekten yeter. Artık bitti.”
Serra başını onaylar şekilde salladı. “Umarım yine onun parlak ve süslü laflarına inanıp ona geri dönmezsin. Her neyse. Bence kendi yoluna bakmanın zamanı çoktan gelmişti. Kaç haftadır evdesin. Dışarı çık, bir iş bul, para kazan, kendini toparla... Şu askeriye işi de olursa hiç düşünme.”
Duru başını salladı. “Sanırım haklısın. Maaşları iyiymiş. Vardiyaları da belli. En azından özel hastaneler gibi olmaz”
Serra’nın gözlerinde özenmeyle karışık bir onay belirdi. “Ben olsam hiç düşünmem, hemen başlarım. İyi bir maaş, güzel bir iş bulmak mucize gibi. Birkaç ay çalış, hem biraz para kazanır hem de kafanı toparlarsın. Belki yeni bir çevre, yeni insanlar sana da iyi gelir.”
Duru dudaklarını büzerek gülümsedi. “Yeni insanlar kısmına pek açık değilim şu an ama… Yeni bir iş fena olmaz.”
Kahvelerini bitirdiler. Duru, boş fincanları mutfağa götürürken içinden derin bir nefes aldı. Alihan’ın onun hayatını siktiği yetmişti. Serra haklıydı. Yeni bir iş, yeni bir çevre, yeni bir sayfa açmak ona da iyi gelecekti.
Salona döndüğünde Serra ceketini giyiyordu. “Ben kalkayım artık,” dedi. “Ama akşama mesaj at, olur mu? Bundan sonra o herifin mesajlarına cevap verirsen ya da ona geri dönersen seni döverim. Gerçekten bak.”
Duru güldü. “Tamam ya…”
Serra kapıya yönelirken bir kez daha döndü. “Ve iş için sana dönerlerse kabul et. Bakarsın ben de senin yanına geçerim, birlikte çalışırız. Bu özel hastanelerden gına geldi zaten.”
Duru kapıyı açarken göz kırptı. “Bu kulağa çok hoş geliyor. Seninle birlikte çalışmak güzel olurdu.”
Serra gidip kapı kapandığında ev bir anda sessizliğe büründü. Duru tekrar koltuğuna geçti. Telefonunu eline aldı. Alihan’dan yeni bir mesaj daha gelmişti:
“Aç şu telefonu konuşalım.”
Gözlerini kapattı. Mesajı görüldü yapmadan başparmağıyla telefonun kilidini kapattı.
Artık gerçekten bitmişti.