Sabahın ilk ışıkları ince tülden süzülüp Duru’nun odasını aydınlatırken, genç kadın gözlerini yavaşça açtı. Kalbi kıpır kıpır bir heyecanla doluydu. Bugün, yeni işinin ilk günüydü. Uzun zamandır Alihan yüzünden işsizdi ve parası suyunu çekmişti. Bu yüzden bu iş onun için çok önemliydi. Yorganı üstünden atarken derin bir nefes aldı. “Bugün her şey çok güzel olacak,” dedi kendi kendine, sonra ayağa kalktı.
İlk işi banyoya girmek oldu. Soğuk suyla yüzünü yıkarken bir an durup aynada kendine baktı. Gözleri parlıyordu. Kısa bir duş alıp havlusunu üzerine sardıktan sonra dolabının kapağını açtı. Ne giyeceğine birkaç gün önceden karar vermiş olsa da kıyafetlerini yeniden gözden geçirdi.
Askeriyenin havası resmi ve disiplinliydi; bu yüzden koyu yeşil "scrub"sını yani hemşire pantolonu ve üstünü önceden hazırlayıp ütülemiş ve askıya asmıştı. Duru’nun en sevdiği scrubslarından biriydi bu takım; hem üzerine tam oturuyor, hem rengi kumral saçlarını öne çıkarıyordu.
Saçlarını aynanın karşısında dikkatle tarayıp, sıkı bir topuz yaptı. Bugün resmi ve ciddi görünmeliydi. Dağınıklığa, ve gelişigüzelliğe tahammülü yoktu. Sıkı, düzgün, ama ona yakışan, güzel yüzünü vurgulan bir topuz yaptı. Sonra küçük makyaj çantasını açtı. Gözlerinin çevresine hafif bir kahverengi kalem geçti. İri kahverengi gözleri iyice belirginleşmişti. Şeftali tonlarında bir ruj sürdü dudaklarına. Ne çok iddialı, ne de silik… Temiz, genç ve güzel... Aynaya son kez baktı, alnındaki küçük bir saçı düzeltti.
“Hazırım,” dedi özgüvenli bir sesle.
Çantasını ve beyaz önlüğünü koluna aldı. Derin bir nefes alıp, kapıyı çekti ve evden çıktı. Hava serin ama güneşliydi. Tıpkı onun ruhu gibi... İstanbul ise her zaman olduğu gibi kalabalık ve telaşlıydı. Yürürken kulağında Serra’nın ona güven vermeye çalışan sesi yankılanıyordu: *“Kendine güven. Hiç kimse senden daha iyi değil.”*
Güçlükle bulduğu bir taksiye atlayıp askeriyenin yolunu tuttuğunda rahat bir nefes aldı. İlk günden işe geç kalıp kötü bir intiba yaratmak istemiyordu. Taksi, boğaz manzaralı yollardan geçerken, o hep özendiği deniz kenarındaki lüks hayatlara bir nebze de olsa yaklaşmış gibi hissetti. Belki hâlâ çok zengin değildi ama kendi ayaklarının üzerinde durmak ve bağımsız olmak onun için yeterliydi.
Taksi, askeriyenin girişinde durduğunda Duru midesinde heyecanlı bir kıpırtı hissettti. Askerî disiplinin ortasına sivil biri olarak girmek ve uyum sağlamak kolay değildi. Derin bir nefes aldı, çantasını omzuna asıp taksiden indi. Girişte nöbet tutan asker onu görünce resmi bir tavırla hemen yanına geldi.
“Günaydın, hanımefendi. Ne için gelmiştiniz?"
"Geçici personel statüsünde, hemşire olarak bugün işe başlayacağım."
"Kimliğinizi, görev belgenizi ve evraklarınızı alabilir miyim?”
Duru çantasından evraklarını ve kimliğini çıkarıp uzattı. Asker, belgeleri dikkatle inceleyip, girişteki deftere not aldı. O sırada Duru, biraz geride durup etrafa baktı. Kışlanın kapısından içeriye doğru açılan yol boyunca sıralanmış ağaçlar, adeta kollarını açmış yeşil bir koridor gibiydi. Her yer pırıl pırıldı. Ne bir çöp vardı yerde, ne de düzensiz bir eşya. Burada her şey sıkı bir düzen içinde, büyük bir disiplinle yürüyor olmalıydı.
Etraftaki ağaçların ve çiçeklerin bakımlı hali göz doldurucuydu. Anlaşılan askeriyede peyzaja da son derece önem veriliyordu. Bordürlerin arkasında küçük çiçekler canlı ve çok güzeldi. Çimenler biçili, ağaçlar muntazam bir şekilde budanmış, çiçekler ise her köşeye özenle yerleştirilmişti. Her detay, mükemmel bir düzenin parçası gibiydi.
Burası İstanbul’un en güzel semtlerinden birindeki en önemli askeri kışlalardan biriydi. Dolayısıyla böylesine özenli ve temiz olması normaldi. Gerçi bugüne kadar hiçbir kışlanın dağınık ya da pis olduğuna denk gelmemişti ama buraya ekstra özen gösterdikleri kesindi.
Kışlanın arkasındaki boğazın maviliği buradan bile görülebiliyor, martı sesleri uzaktan buraya kadar ulaşıyordu. Duru bir an gözlerini yumdu ve içinden geçirdi: *“Yeni bir başlangıç için harika bir yer..”*
O sırada girişteki asker belgelerini ona geri uzattı. “Her şey tamam hanımefendi. Revire kadar size eşlik edeceğim. Buyurun.”
Beraber yürümeye başladılar. Kışladaki binalar birbirine benzeyen gri-beyaz ve yeşil tonlarda, sade ama sağlam yapılardı. Duru yürürken hem çevreyi inceliyor hem de etrafı gözlemliyordu. Her yerde askerler vardı. Kimileri uygun adım yürüyor, kimileri talim alanında eğitim görüyor, bazıları da verilen görevleri yerine getirmek için aceleyle bir yerden bir yere koşturuyordu. Ciddi yüz ifadeleri, güçlü kasları, ve disiplinli duruşlarıyla hepsi çakı gibiydi… Duru bir an için kendini bu dünyanın çok dışında hissetti. Sonra aklına alacağı maaş geldi. Bu işe ihtiyacı vardı. Bu yüzden tereddüt etme şansı yoktu. Duruşunu dikleştirip yürümeye devam etti.
Revir binası biraz ileride, diğer yapılardan biraz daha geride, rahat ve yeni bir binaydı. Binanın girişinde kapının hemen yanında, her binada olduğu gibi, yine bir asker nöbet tutuyordu. Duru’yu getiren asker selam vererek durumu açıkladı.
“Geçici personel Duru Serveroğlu, hemşire olarak işe başlayacak komutanım.”
Nöbet tutan asker Duru'ya kısaca göz attıktan sonra başıyla onay verdi. “Buyrun, bu taraftan, hemşire hanım”
Duru içeri girdiğinde geniş, ferah bir lobide buldu kendini. Beyaz duvarlar, alışkın olduğu steril bir temizlik kokusu ve sessizlik… Her şey, hastanede alışık olduğu gibiydi. Sonunda kendini biraz olsun rahat hissetti. O sırada beyaz önlüklü güzel bir bayan onu karşıladı.
“Hoş geldiniz Duru Hanım. Ben Doktor Şule Yetgin. Ben de sizi bekliyordum. Revirde benim yanımda görev yapacaksınız. Size kısaca reviri gezdirdikten sonra, görev yerinizi, kullanacağımız belgeleri, dosyalama sistemimizi ve genel olarak işleyişi anlatacağım.”
“Memnun oldum, ben de hemşire Duru Serveroğlu” dedi Duru, hafifçe gülümseyerek.
Doktor Şule hanım onunla zarif bir şekilde tokalaştı. Sonra birlikte revir binasını gezmeye başladılar. Doktor hanım onu gezidirip revirin bölümlerini tanıtırken Duru onu can kulağıyla dinliyordu. Hangi ilaçlar nerede, hangi dosyalar nasıl kodlanıyor, acil durumlar için hangi numaraları aramak gerekiyor… Bunların hepsi askeriye gibi ciddi bir ortamda önemli detaylardı ve Duru tüm bu detayları aklında tutmaya çalışıyordu.
Saat öğleye yaklaşırken Doktor Şule hanım onu diğer çalışanlarla tanıştırdı. Revirdeki herkes sıcakkanlı ve saygılıydı. Öğle yemeğini birlikte yemek üzere askeriyenin yemekhanesine geçtiler. Revirde çalışan doktor ve hemşireler bir arada oturup yemeklerini alırken, Duru bir kaç askerin alıcı gözle ona baktığını fark etmişti ama bunu umursamadı. Genç ve güzel bir kadındı. Burada kadın görmeden yaşayan askerlerin ona bakmasından daha doğal bir şey olamazdı. Kaldı ki çalıştığı özel hastanelerde çok daha kötü şeylere maruz kaldığı olmuştu. En azından buradaki askerlerin asla böyle şeylere cesaret edemeyeceğini biliyordu.
Yemekleri bittikten sonra tekrar hep birlikte revire geçtiler. Doktor hanım kendi odasına geçerken, Duru ona bağlı odadaki masasına yerleşti. Sabahki o heyecanlı halinin yerini şimdi tatlı bir yorgunluk ve huzur almıştı. Her şey hâlâ çok yeniydi. Ama şimdiden alışmaya başlamıştı. Herşey iyi olacaktı. Artık bundan emindi...