Mesut Ağa, Yaser’le geçirdiği o tutku dolu anı hatırladığında, kalbinin nasıl da delicesine çarptığını fark ediyordu. O an, bütün dünyadan, aşiretten, Halit Ağa’dan, herkesin yargılarından uzaklardı.
Sadece Yaser vardı, ellerini tutan, ona aşkla bakan, onu seven ve ona dokunmak için yanıp tutuşan cesur bir kadın…
Yaser’in gözlerinin içine bakarken, Mesut’un içindeki duygular hiç olmadığı kadar yoğundu. Onunla konuştuğunda, her kelime, her adım, her hareket, içindeki aşkı büyütüyordu. Ve bir an, o büyüyen tutku, denetlenemeyen bir arzuyla birleşti. Birbirlerine yaklaşırken, zaman durmuş gibiydi. Yaser’in nefesi, Mesut’un kulaklarında yankı yapıyor, her dokunuş, onları birbirine daha da yakınlaştırıyordu.
Artık hiçbir şeyin farkında değillerdi. Yaser’in sıcak teni, Mesut’un ellerinin arasında kayboluyor, vücutlarının birleşmesiyle dünya sadece ikisinin etrafında dönüyordu. Her şey hızlı bir şekilde gelişmiş ve tutkulu bir sevişmeye dönüşmüştü. Yaser, Mesut’un içindeki tutkuyu o kadar iyi hissediyordu ki, yaptıklarının son derece yanlış olduğunu bilmesine rağmen ona karşı koyamıyordu
Ve bir süre sonra, ne zaman, nerede durmaları gerektiğini düşünemeyecek hale geldiler. Her şey, yalnızca o tutku dolu anın içinde kayboldu. Ve birbirlerinin oldular. Hem de defalarca...
Aradan birkaç hafta geçmişti ve Yaser, Mesut’la geçirdiği o gecenin ardından vücudundaki değişikliklerini fark etmeye başladı. İlk başta, küçük bir tereddütle kendisini izlemişti ama daha sonra her şey netleşti: Yaser hamileydi. İçinde büyüyen bu yeni yaşam, her gün biraz daha belirginleşiyordu. O an, Yaser’in aklına sadece bir şey geldi: Mesut. Onunla geçirdiği o tutkulu an, ona bir ömür boyu hatırlayacağı bir anı bırakmıştı.
Yaser, gerçeği kabullenmekte zorlanıyordu ama aynı zamanda bu yeni durumu da Mesut’tan saklamaması gerektiğini hissediyordu.. Bir gün, Mesut’a doğru yavaşça yaklaşarak, “Ağa, bir şey söylemem gerek,” dedi, sesindeki titreme, Mesut’un içindeki korkuları daha da artırıyordu.
“Ne oldu, Yaser?” diye sordu Mesut, bir şeylerin ters gittiğini hissetmişti.
Yaser, gözlerinde derin bir gizemle, “Hamileyim…” dedi.
Mesut, derin bir nefes aldı. O an, bütün dünya durdu. Yaser’in hamile olduğunu duyduğunda, içindeki duyguların karmaşası bir anda yerini heyecanlı bir paniğe bırakmıştı. O kadar büyük bir mutluluk hissetti ki, kelimeler yetersiz kalıyordu. Bir bebek… Kendi bebeği. Yaser’le paylaştığı o tutkulu anın meyvesi…
"Gerçekten mi?" diye sordu Mesut, sesindeki tedirginlik yerini heyecana bırakırken, adeta gözleri parlıyordu. “Bebeğimiz… Bizim çocuğumuz olacak?”
Yaser, Mesut ağanın korktuğu gibi ona kızmadığını görünce rahat bir nefes alarak, "Evet, ağam" dedi çekingen bir mutlulukla.
Mesut, kalbinin hızla çarptığını hissederek, Yaser’e doğru bir adım attı. Her şey, bir anda yeni bir anlam kazandı. Ne kadar korksa da, ne kadar belirsizlik içinde olsa da, bu bebek, onun sorumluluğuydu. Yaser, onun sorumluluğuydu. Onunla bu yolu birlikte yürümek istiyordu. Şimdi, her şeyi yoluna sokması ve bir erkek gibi sorumluluk alması gerektiğini biliyordu.
Mesut, heyecanla Yaser’in ellerini tuttu. “Evleneceğiz,” dedi, gözlerinde kararlı bir bakış vardı. “Senin yanındayım. Bebeğimize de sana da sahip çıkacağım. Söz veriyorum.”
Yaser’in yüzü mutlulukla aydınlandı. Mesut ağanın iyi bir insan olduğunu hep biliyordu ama şimdi ona sahip çıkması... Bu bambaşka bir şeydi.
“Teşekkür ederim, Mesut Ağa,” dedi Yaser, gözlerinden süzülen bir kaç damla yaşla.
Mesut, Yaser’i nazikçe kucakladı. Onunla birlikte, bu hayatı paylaşmak, bir aile kurmak istiyordu. İçindeki bütün korkuları, belirsizlikleri bir kenara bırakıp, Yaser’e ve ondan doğacak olan bebeğine sahip çıkacaktı. Onları koruyacak, onlara bakacak ve her durumda yanında olacaktı. Korkusuzca, ama bir o kadar da kararlıydı. Bu bebek, onun hayatını değiştirecek ve ona bir sorumluluk yükleyecekti, ama o bu sorumluluğu kabul ediyordu.
Ertesi gün, Mesut Ağa, sabah kahvaltısında ailesiyle otururken, birden kapı çaldı. Mesut’un babası, ciddi bir şekilde içeri girdi. Her zaman ki gibi, kararlı ve otoriter tavrıyla, gözleriyle herkese selam verdikten sonra, Mesut’a dönerek, “Oğlum, hele gel, biraz konuşalım,” dedi.
Mesut, babasının gözlerinde gizlenen anlamı fark etti ama ne olduğunu anlamadan, sessizce babasının sözlerini dinlemeye başladı.
“Haftaya, amca kızınla düğün hazırlıklarına başlıyoruz,” dedi Mesut’un babası, sessiz bir şekilde ama hiç de nazik olmayan bir tonla. “Bütün milletin gözü sende. Bu kadar gönül eğlendirmen yetti. Artık adam gibi yaşamanın zamanıdır.”
Mesut, babasının her bir kelimesini, sanki başından aşağı kaynar sular dökülüyormuş gibi hissetti. Sözleri onu ve hayallerini delip geçse de hiç sesini çıkaramıyordu. Bu, onun için sadece bir emirdi, bir zorunluluktu. Babası, Mesut’un hayatında her zaman en büyük otoriteydi ve ona karşı çıkmak, hele de bu konuda tek bir kelime etmek, imkansızdı. Fakat o an, Mesut’un içinde bir şeyler parçalandı.
Babası hala devam ediyordu: “Görüyorsun değil mi, işler nasıl ilerliyor? Herkes seni gözlüyor, artık evlenme zamanıdır. Aşirete ve töreye uygun olan budur.”
Mesut, bir yudum su içerek gözlerini kaçırdı. O an, Yaser’i düşündü. Onunla yaşadığı o anı… Onun hamile oluşunu...
Babası, Mesut’un yanına yaklaştı ve omzuna hafifçe dokunarak, “Sen de artık kendine bir çeki düzen ver,” dedi.
Mesut, gözlerinde derin bir boşlukla, yalnızca başını salladı. Duyguları, kafasında birbirine karışmıştı. Yaser’le yaşadığı anı ve onun hamile olduğunu düşündüğünde, içi sızlıyordu. Ama babasına karşı çıkmak, tüm aşireti karşısına almak demekti. Ve o, ne kadar aynı fikirde olmasa da babasına duyduğu saygıdan o an ona başını eğmek zorundaydı.
Bir süre sonra, babasının sesi duyulmaz oldu, ama Mesut’un kafasında yankılanan düşünceler, bir tür mengene gibi kalbini ve vicdanını sıkıştırıyordu.