1.BÖLÜM

4255 Words
BERRİN KARAPINAR                                                           GÜNAH GİBİ   Acele etmeliydim, bizimkiler evin önüne gelmiş kornaya basmaya başlamışlardı. Cama gittim az değil iki araba birden beni bekliyordu. “Hadisene oğlum geç kalacağız” “Bir rahat bırakmadınız, üzerimi giyinip hemen geliyorum” Hemen siyah kotumu, kırmızı tişörtümü üzerime geçirdim. Aynada şöyle bir saçlarımı düzelttim, çok sıcaktı siyah keten spor ayakkabılarımı da ayağıma giydim. Arabanın anahtarını elime aldım, evin anahtarlarını nereye bırakmıştım. Bulamazsam dışarıda kalacağım kesindi, telefon çalınca onu da unuttuğumu hatırladım. Tam zamanında aramışlardı… Ekrana bakınca Bahar olduğunu gördüm, kızın sanki antenleri vardı ben ne zaman arkadaşlarla dışarı çıkacak olsam hissetmiş gibi arıyordu. “Söyle hayatım” “Aşkım bu gün beni hiç aramadın” “Daha biraz evvel eve geldim, duşa girdim Bende şimdi seni arayacaktım” “Sakın yaramazlık yapma oralarda” “Olur mu sevgilim, yurt dışında olmasaydın birlikte gelirdik. Bak çok değil bir hafta en fazla on gün sonra döneceğim. Hava alanında karşılarım seni” “Dışarı çıkacak mısın?” “Bizim çocuklar ille dışarı çıkalım dediler, biliyorsun kaç senedir görüşmedik” “İyi eğlenceler, işim erken biterse bende gelirim. Özledim oraları, tüm gurup orada mı?” “Hemen hemen herkes gelmiş” Çocukluğumuzdan beri ayni sitede oturan arkadaşlardık, bazılarımız zaman içinde evlerini satmışlar, yerlerine yeni ev sahipleri veya kiracılar gelmişlerdi. Bazıları gurubumuzun içine girmiş bazıları dışarıda kalmışlardı. Yedi sene sonra ilk kez bu kadar çok katılım olmuştu. Bahar’la evlerimiz yakın olduğundan ilk arkadaşım o olmuştu. Zamanla arkadaşlığımızın boyutları değişmiş üç dört ay önce nişanlanmaya karar vermiştik. Bunca sene içerisinde üniversite ve askerlik harici hiç ayrılmamıştık. Sevgilimden önce arkadaşımdı, dostumdu… “Hadi Kenan ağaç olduk, kök salmak üzereyiz” Kapıdan çıktığımda arkadaşlarla sarmaş dolaş olduk, içlerinde uzun süredir görmediklerim vardı. “Bu kadar az mıyız, diğerleri nerde?” “Sahildeki kafede bekliyorlar” “Orhan ne bu göbek” “Türk kası oğlum” “Hadi ya, Müge az yedir şu adama” “Karışmayın kocamın göbeğine ben böyle seviyorum tombişimi” Arkadaşlarımız arasında burada tanışıp ilk evlenen çiftimizdi, Kumburgaz’da hep birlikte uzun seneler geçirmiş. Her yaz gelerek arkadaşlığımızı pekiştirmiştik. Yaşlarımız yirmi beş ve otuz arasında değişiyordu. Sahile indiğimizde diğerlerinin de orada olduğunu görmekten mutluluk duydum. Kocaman ateş yakmışlardı… Her sene bunu alışkanlık haline getirmiştik, ilk ve son gün büyük ateşi yakardık… Müzik başlamış bizimkiler şimdiden dans etmeye başlamışlardı. Ateşin arkasından çıkanları gördüğümde gülüşümün dudaklarımda donduğunu hissettim. Kan kırmızı elbisenin içinde esmer güzeli kız dans ediyordu. “Kim bu” diye nerdeyse fısıldadım tam yanımda olan Erkan “Vallahi bilmem kardeşim, bu ne güzelliktir. Fatih bu afeti tanıyor musun?” “Bende tanımıyorum” “Fidan ya sen, biriniz de tanıyın kardeşim” Gözlerim yapışıp kalmıştı, Hakan omuzuyla vurdu “Kenan kendine gel, Bahar bu halini görürse nişanı atar” “Sanki sen gözünü ayırabiliyorsun da bana laf söylüyorsun… Ben daha yeni nişanlıyım, yanlış hatırlamıyorsam sen üç senedir evlisin. Yelda buralarda mıydı seni bir görsün” “Aman duymasın başımın etini yemeye başlar. Kesin bizimkilerden birinin sevgilisidir. Böyle kız yalnız kalmaz” Adımlarımı sanki onun için atıyor gibiydim, yaklaştıkça tüm kişiler, sesler kesilmeye başladı. Bana neler olduğunu anlamıyordum. Sadece dans eden kırmızılı kız müzik ve ateş kalmıştı… Kulağımın dibinde bağıran Yelda’nın sesini son anda duydum “Bu bizim küçük Gülnihal” Adımlarım aniden durdu, en son gördüğümde liseye giden sıska, çelimsiz kızın bu hale gelmesi beni şaşırtmıştı. Boğazımdaki yumruyu aşağı çekmek için yutkundum. Peşimizde dolaşan yanımıza almadığımızda kızan saçları örgülü küçük kız. Şimdi onu daha yakından görüyordum, çok fazla değişmemişti. Hah kendime yalan söylememin anlamı yoktu. Çok değişmişti… Müzik durdu, dans edenler bizi görünce yanımıza gelmeye başladılar. O biraz uzakta duruyor bize bakıyordu. Dans ederken yukarıya sıyrılmış eteğini aşağıya çekti, elbisesi boyundan bağlıydı göğüs kenarlarını düzeltti ellerinin hareketini izliyordum. Uzun saçları yer yer yüzüne yapışmıştı iki eliyle toplayıp yukarı kaldırdı, tekrar bıraktı. Yere eğilip ayakkabılarını eline aldı, kumun üzerinde yürüyüp en yakın sandalyeye oturdu. Elbisesiyle aynı renk olan ayakkabılarını giydi şeridi bağlayamayınca sıkıntılı gözlerle etrafına bakmaya başladı. Bir an yanına gitmek istedim… “Ben sana kumda bu ayakkabılar giyilmez demedim mi?” diyen adam Oktay yakın arkadaşlarımdan biriydi. Önünde diz çöktü ayakkabıyı çıkarıp eliyle kumları silmeye başladı. Dokunma demek istedim bana ne oluyordu Tanrım. Elini Oktay’ın omuzuna koydu, ayakkabısını giydirmesine izin verdi. Ayağa kalktığında uzanıp yanağından öptü. İçim kavrulur gibi oldu iyice saçmalamaya başlamıştım. Koluna girdi gülümsedi bize doğru yürümeye başladılar. Gerilmiştim, kaçmak istedim yangın bana doğru geliyor, ateşler beni içine çekiyor gibiydi. Bu ateşin içinde kavrulacak gibiydim, çalan telefonum hayatımı kurtarmıştı arayanı görünce içime soğuk sular serpilmiş gibi hissettim. “Bahar” Her zaman kurtarıcım olmuştu… “Sevgilim sana müjdem var” Bana doğru yürüyüşlerini izliyordum, soğuk su yeniden buharlaşmaya, alevler tekrar benliğimi ele geçirmeye başlamıştı… “Nedir” “Ben müjdem var diyorum, sen tepkisiz kalıyorsun.” “Söyle Bahar, dediğine göre tepki vereyim” “Birazdan yola çıkacağım yarın yanında olurum” “İşte buna çok sevindim, uzun süredir birlikte tatil yapmadık” “Sevineceğini biliyordum aşkım… Bende arkadaşları özledim eskisi gibi bir arada oluruz” “Yarın görüşürüz” “Sana bir şeyler mi oldu, niye soğuk konuşuyorsun” Ateş yürüyor, bana doğru geliyor bedenim alevlerin istilası altında ben bile ne olduğumu bilemiyorum diyemedim… “Burası çok kalabalık, gelince sende göreceksin. Tüm grup toplanmış” “Tamam canım, seni seviyorum. Yarın görüşürüz” Görüşürüz deyip kapattım, yakından çok daha güzeldi. Kendime gelmeliydim, Oktay beni görünce hemen yanıma geldi sarıldık arkadaşımı özlemiştim. “Senelerdir görüşmedik, nasılsın dostum” “Bildiğin gibi sen nasılsın Oktay” “Benimde aynı, iş güç devam ediyorum. Hayatımda ki tek değişiklik Gülnihal oldu” Önüme geldiklerinden beri ısrarla bakmak istemediğim kıza tekrar gözlerimi çevirdim. Kalbim teklemişti. Yumuşacık kahverengi gözler… “Oldukça büyümüşsün küçük kız” “Sizlerin arasına girecek kadar büyümüş müyüm?” “Ne demek şimdi bu” “Sizlerle gelmek istediğimde en çok sen karşı çıkardın” “Beni bıktırıyordun da ondan” Onunla olan geçmişim birden gözümün önüne geldi. O zamanlar kaçmak için her şeyi yaptığım Gülnihal yan evimizde oturdu. Annesiyle, babası boşanınca büyükannesinin yazlığına gelmişti. İki yaz boyunca bizi, özellikle beni hiç rahat bırakmamıştı. Bahar’la beni bir dakika yalnız bırakmazdı… “Tek bıkanda sendin, kimse senin kadar şikâyetçi değildi” “Buraya eğlenmeye mi yoksa geçmişin muhasebesini mi yapmaya geldik. Hadi arkadaşlar müzik başlasın. Yakında nişanım var hep birlikte olmak istedim” diyen Oktay’a döndüm… “Kiminle nişanlanıyorsun?” “Gülnihal evlenme teklifimi kabul etti” “Siz görüşüyor muydunuz?” “Beş ay önce İstanbul’da tesadüfen karşılaştık, arkadaşlığımız ilerledi” “Ne kadar çabuk” “Ben senin gibi sabırlı değilim dostum, Bahar’la senelerdir birliktesiniz yeni nişanlandığınızı duydum” “Zamanı gelmişti, işlerimizi oturtmak. Kendi ayaklarımız üzerinde durup, ailelerimize bağımlı olmaktan kurtulmak için bu zaman gerekliydi” “Yok canım, bence bu senin bahanen oldu. Mümkün olduğunca geciktirdin. Kızı oyalayıp durdun kaçacak yerin kalmayınca mecburen kabullendin” “Oktay hala seneler önceki gibisin hiç değişmemişsin, düşünmeden konuşursun, benim hayatım hakkında fikir yürütmek sana düşmez” “Doğruyu söylüyorum dostum, sözlerimde abartı var mı arkadaşlar” En yakınımda duran Fidan onun dediklerini duymuştu kızdığımı anlamış olacak. Gülerek Oktay’ın koluna girdi. “Gel arkadaşım uzun süredir seninle dans etmemiştik, karşılıklı kurtlarımızı dökelim Gülnihal müstakbel nişanlını kısa süreliğine çalıyorum” “Siz dans edin bende yoruldum zaten” Eğlence yeniden başlamış, gürültü çoğalmıştı. Çevreme bakındım hepimiz çocukluk zamanlarımızı çoktan gerilerde bırakmış, eski günlerin neşesini, rahatlığını yakalamaya uğraşıyorduk. Sorunsuz geçen güzel günler… O zamanları geri getirmek asla mümkün değildi. “Susadım, içecek bir şey ister misin?” “Soğuk bir bira iyi olur” “Bira içecek yaşa geldin mi sen?” “Gelmemiş gibimi duruyorum” Amacım onunla dalga geçerek ani ilgimi bastırabilmekti bu sözüyle tekrar ona baktım “Yirmi, yirmi bir olmalısın” “Yirmi bir yaşıma girdim, yeterince büyüdüğüme ikna olduysan şimdi soğuk biramı içebilirim” “Oldukça büyümüşsün beni ikna etmene gerek yok. Oktay senin için yaşlı değil mi?” “Bildiğim kadarıyla ikinizde yirmi sekiz yaşındasınız. Kendini yaşlımı görüyorsun?” “Senin için dedim” “Olgun erkeklerden hoşlanıyorum, yaşıtlarım hiçbir zaman ilgimi çekmedi” Birden kalbim gümledi, kesinlikle doktora gitmeliydim. “Bunca senedir ne yapıyordun?” “Yurt dışına okumaya gittim, bu sene döndüm” “Mesleğin ne?” “ İletişim fakültesinin. Reklamcılık bölümünde okudum, birkaç iş yeriyle görüşmelerim var tatilden dönünce sonuçlanacaklardır” “Hayırlısı olsun, umarım istediğin gibi iş bulabilirsin” “Ya sen? Hala reklam sektöründe misin?” “Nereden biliyorsun?” Hayretle yanımda oturan kıza döndüm, döndüğüme de pişman oldum. Sandalyede arkaya doğru kaykılmış bacaklarını öne doğru uzatmıştı. Zaten minicik olan eteği daha da yukarı çıkmıştı. “Yurt dışında olmam buralardaki dedikoduları duymama engel değildi. Sen beni aranıza almak istemesen de bir sürü arkadaşım vardı.” Gözlerimin ona takılı kalmasından hoşlanmıyordum, dünkü çocuktu. Kendime yalan söylemekten vazgeçmeliydim. Dünkü çocuk olsa da benim yaşımda adamla nişanlanmak için hazırdı. “Oktay senin böyle giyinmene nasıl izin veriyor” “Ne varmış kıyafetimde” “Çok kısa ve dikkat çekici” “Gruptaki kızların hepsi mini etekli veya şortlu” “Hiç birisi senin kadar dikkat çekmiyor” Ayağa kalktı, eteğini yine hafifçe düzeltti, iyice yanıma yanaştı kulağıma eğildi. Ne yapıyordu bu saçları yüzüme değdi yasemin kokusu bir anda ciğerlerime doldu. Teninin sıcaklığını hissediyordum, yavaş sesle kulağıma fısıldadığı sözleri önce anlayamadım. Düşüncelerim sesiyle değil… Bana hissettirdikleriyle o kadar meşguldü ki. Yeni ergen delikanlı gibi kalbim hızlanmıştı. “Kenan sen benimle değil, kendi nişanlınla ilgilen. Nasıl giyinip giyinmeyeceğimi kimseye soracak değilim hele sana asla sormam” der demez hızla yanımdan uzaklaştı, ateşin yanında dans eden Oktay’ın yanına gitti. Kollarını boynuna doladı, ona baktığımı biliyordu sertçe başını çevirdi. Ayağa kalktım, içeriye doğru yürüdüm bana bira değil daha sert bir şeyler gerekiyordu. Kafe’nin sahibini yıllardır tanıdığımdan kasanın altında viskisi olduğunu biliyordum. Bardağın içine dolaptan aldığım bir avuç buzu doldurdum. Üzerine de ağzına kadar viskiyi döktüm bir dikişte içtim. İkinciyi doldurdum… Birkaç saatte bu hale gelebildiğime inanamıyordum. Senelerdir gözüm Bahar’dan başkasını görmemişti. İlk delikanlılık zamanlarım harici benim tek gördüğüm Bahar olmuştu. Şimdi ne oluyordu bana, hissettiklerim neydi. Bu küçük kadın nasıl ilk andan ilgimi bu kadar çekebilmişti. Kollarını Oktay’a doladığında yüreğimi sıkan el neydi. Bu hislerden bir an önce kurtulmalıydım. Şükürler olsun Bahar geliyordu… ******* Niye kendimi bu kadar çaresiz hissediyordum, yeni ergen dönemlerim çoktan geçmişti. Çocukluk aşkımı görmek kalbimin tekrar kanamasına neden olmuştu. O ulaşamadığım, ulaşamayacağım adamdı. “Sıkça buraya gelmeliyiz” Oktay’ın sesiyle kendime geldim “Neden böyle söylüyorsun” “Neden mi minik sevgilim, ilk kez bana böyle sarıldığının farkında olmadığını söyleme” Haklıydı, endişelerim, korkularım, geçmişim, ilk kalp çırpıntılarım bir araya gelmiş can simidi gibi sarılmıştım “Of Oktay herkes sarmaş dolaş. Dans müziği çalıyor başka türlü nasıl sarılmam gerekliydi” “Tamam kaprisli Gülnihal, yeter ki sen bana sarıl. Nedeni ne olursa olsun razıyım” “Çok sıkı tutuyorsun, biraz gevşet kollarını” “Sevgilim iki gün sonra nişanımız var, ben ilk kez sana bu kadar yakın oldum. Bırak keyfini süreyim” Biraz yüz bulunca astarını istemeye başlamıştı, kolunu belimde daha çok sıkılaştırdı “Nefes alamıyorum dedim, bak giderim” “Aşkım hemen kızma. Evlenince kollarımdan bir an bile bırakmayacağım. Şimdilik senin dediğin gibi olsun” Gece ilerliyordu, dans etmeyi seviyordum. Nedense bu gece daha fazla dans etmek istiyordum. Delicesine hiç durmadan dans etmek. Yorgunluktan bitap düşmek hiçbir şeyi düşünmek istemiyordum ****** Birden bastıran yağmur, hepimizin kafenin içine girmesini sağladı. Şakalar, muhabbetler. Eski anılar, gülüşmeler, kahkahalarla geçen dakikalar. Hatta saatler, hiç kimsenin gitmeye niyeti yoktu. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağmaya devam ediyordu. Yaz yağmurunu her zaman severdim… “Hadi gitar çalalım Kenan unutmamışsındır herhalde” “Bilmem, senelerdir çalmıyorum” “Hadi parmakların tellere değince hatırlarsın” Uzun seneler olmuştu, gitar çalmayı çok severdim. Babamın hediye ettiği gitar hala tavan arasında telleri kesik halde duruyordu. Gece bahçede sağlam bırakmış, sabah tellerini parçalanmış halde bulmuştum. Kızsam da, sinirlenip bağırıp çağırsam da yapanı bulamamıştım. Zaten yaz sonuydu bir daha da aklıma gelmemişti. “Ver bakalım çalmayı hatırlayabilecek miyim?” İkinci gitar hemen ellerimin arasına tutuşturuldu, birkaç akort denemesinden sonra hiç unutmadığımı fark etmekten hoşlandım. Şarkılar peşi sıra geliyordu… Hep birlikte söylüyorduk, bağırarak. Detone sesler oldukça yanındakiler ağızlarını kapatarak susturuyorlardı. Gitarda çalmaya başladığım müzikle herkes sustu. (Paramparça )hüzünlü melodinin yumuşak notaları kafeyi doldurdu. Herkes sustu yavaş sesle söylemeye başladım… Bir an sonra başka bir seste bana katıldı, başımı kaldırdım oydu. Sesi çok güzeldi seslerimiz birbirimize karışarak söylemeye başladık… Başkasının kollarındaydı, gözlerimizi birbirimizden ayırmadan. Şarkının son notalarına kadar geldim. Bitirdiğimizde arkadaşlarımızın tebrik yağmuruna tutulduk. “Sevgilimin bu kadar güzel sesi olduğunu bilmiyordum” “Yavaş yavaş öğreneceksin canım, hemen her özelliğimi öğrenirsen benden bıkıverirsin” Onlarla çok ilgilenmedim, birbirlerine karşı olan ilgilerinden rahatsız oluyordum. Yeni şarkılara geçerken seneler evvelki küçük kız gözlerimin önüne geldi. Unuttuğum anları hatırladım. Ben bahçede gitar çalıp söylerken o da yan bahçeden yavaş sesle bana eşlik ederdi sesinin güzel olduğunu düşünmüştüm. Hiçbir zaman yanıma gelmemiş sadece aramızdaki yüksek yeşil çitlerin arkasından eşlik etmişti. Nişanlanacağı adamın bilmediği, yeni öğrendiği özelliğini seneler önce bilmekten çocukça bir gurur duydum. Gitardan başımı kaldırdığımda o yoktu, Oktay yanında oturan Ayşe ile koyu muhabbete dalmıştı. Yorulmuştum gitarı Sezai’ye vererek dışarı çıktım. Yağmur hala devam ediyordu, ıslanmaktan korkmadım, yaz yağmurunu her zaman çok sevmiştim. Sahile doğru yürümeye başladım. İçeride yine gitar sesleri başlamıştı. (Bir günah gibi gizledim seni) şarkısının melodileri kulağıma geliyordu. Biraz ilerimde olan hareketi görünce durdum. Yoğun yağmur görüşü kısıtlamıştı, ani çakan şimşekle içerden gelen müzik sesiyle dans eden Gülnihal’i gördüm. Ayaklarıma dur diyemiyordum, transta gibiydim yanına iyice yaklaştım, kolumu beline sardım. Gözleri hayretle açıldı… “Dans et benimle” diye fısıldadım, kollarımdan ayrılmaya çalıştı “Lütfen Gülnihal dans et benimle” Kolumu incecik beline doladım… Tango ritimli bir müzikti, adımlarımız birbirimize uyum sağlamıştı, başladık, ağır başlayan notalar, gittikçe hızlanıp sona geldiğinde. Dansımızın sonu da gelmişti, yere eğilmiş, hala kollarımın arasındaydı. Başını tuttum kendime yaklaştırdım, ikimizin de üzerinden yağmur damlaları akıyordu. Gözlerini kırpmıyor, bakışları sanki içime işliyordu. Dünya, evren, kâinat, öncesi ve sonrası yok olmuştu. Sadece o ve ben… Kendime iyice çektim, onu öpmezsem ölecek gibi hissediyordum. Kollarımda doğrulmaya çalıştı…  “Yapma Kenan” Neredeyse fısıldayan sesi içime işledi, bırakırsam ölecek gibiydim “Kimse görmeden seninle beni, ilk ve son kez” Sesimin yalvarır gibi çıktığını duyduğumda, durumumun vahametini anlamıştım. Yine de kollarımdan çıkmasını istemiyordum… “Hayır, bırak beni çok ileri gidiyorsun. Nişanlı olduğunu unutmuş gibisin” Kenan’ın kollarından kurtulmak zorundaydım, içkili olduğunu biliyordum, çok içmemişti yine de içkiliydi. Alkole karşı oldukça dayanıksız olduğunu biliyordum. İki kez onu yol kenarında bulup zorla evine götürmüştüm. En güçlü kozumu kullanmak zorundaydım “Bahar’ı ne çabuk unuttun…” “Evet ya Bahar” Başıma balyozla vurulmuş gibiydi, kollarımdan çıkmasına izin verdim. Kendimi ıslak kumların üzerine bıraktım… Göğsüm körük gibi inip kalkıyordu, yüz üstü dönüp gittiği yöne baktım. Ağır adımlarla yürüyordu gitme diye bağırmak istedim. Diyemedim, uzun süre yağmurun altında yattım. Kafenin ışıkları sönmüştü herkes gitmiş olmalıydı, birden bire ortadan kaybolma huyumu bildiklerinden kimse aramaya gelmemişti. Bu huyumu bildiklerine şu an çok seviniyordum. Kalktım kumlar her yerime yapışmıştı, kendimi kıyafetlerimle denize attım biraz açılmıştım… Yağmurda durmuştu, kıyıda bıraktığım ayakkabılarımı elime alarak yürümeye başladım. Kafenin önünde Erkan’ı gördüm “Neredesin be oğlum, bakmadığım yer kalmadı. Telefonunu kafede unutmasaydın yine sıkıldın gittin diyecektim” “Gerçekten sıkıldım, biraz yağmurda yürüdüm, sonrada denize girdim. İki kadeh viski beni çarptı” Aslında içkiden değil neden çarpıldığımı çok iyi biliyordum. “Çarpıldığını bilerek niye içersin bilmem. Hadi bin arabaya, sırılsıklam olmuşsun, dur şu havluyu koltuğa sereyim. Mahvedeceksin arabamı, daha taksitleri bitmedi” “Arkadaşından kıymetlimi” “Bizim senin gibi kendi işimiz yok, memur maaşıyla kıymetli oluyor tabii” “Yürüyeceğim” “Saçmalama dostum, şaka yapıyorum. Bin şu arabaya” “Biliyorum, sadece kafamı toplamam için yürümeye ihtiyacım var” “Evine bırakayım, duşunu al. Ondan sonra kafanı topla, benimde içim rahat etsin” İnadım, inat tiplerdendi. Çok ısrar etmedim bindim, kısa süre sonra zaten evin önüne gelmiştik. İster istemez yandaki eve baktım ışık yoktu, ya yatmıştı, ya da hala sevgilisiyle birlikteydi. Birlikte yatıyor olduklarını düşünmek istemedim, düşünmeyecektim. Bu geceki saçmalıklarım gün ışığıyla son bulacaktı. Erkan beni bırakıp gitti, biraz bahçede oturdum. Anahtarların düşmemesi için dua ederek elimi cebime soktum. Ne yazık ki düşmüştü, annemin gizli yeri aklıma geldiğinde nerdeyse hava aydınlanmak üzereydi. Üçüncü bahçe taşının altında aradığımı buldum, kapıyı açarken son kez gözlerim yan evin camına gitti bir an perde kıpırdar gibi geldi. Kendi kendime güldüm artık hayal görmeye başlamıştım.  İçeri girdim ilk işim banyoya girmek oldu, üzerimde ki ıslak kıyafetlerden kurtulunca duşu açıp altına girdim. Bu gecenin büyüsü akan suyla üzerimden gitmeliydi.   Sabah kalktığımda, gecenin izleri hala üzerimdeydi. Gözlerimi ilk açtığımda onunla dans ettiğimiz müziğin sesleri kafamda yankılanıyordu. Yüzüstü döndüm, sanki sesleri duymamı kesecekmiş gibi ellerimle kulaklarımı kapadım. Ya görüntüler, kollarımın arasındaki vücudunun kıvrımları. Hala hissediyor gibiydim. Kesin gecenin büyüsüydü, bu gün görürsem hiçbir şey hissetmeyeceğimden emindim. Tekrar duş almalıydım, oldukça soğuk duş. Elimden gelse buz dolu suyun içine girerdim, banyo berbat haldeydi, dün geceki kıyafetler hala yerde duruyordu, ayağımla iteledim. Duştan çıktıktan sonra onlarla ilgilenebilirdim. Tam suyu açacaktım yan evin banyosundan su sesi gelmeye başladı “Kahretsin Gülnihal” Yere çöktüm, su sesi açıkça duyuluyordu. “Tanrım aklımı koru” Gözümün önüne gelen görüntüler hiç masum değildi. Banyodan neredeyse koşarak çıktım. Hemen üzerime deniz şortumu, tişörtümü giydim. Bu evden bir an önce uzaklaşmalıydım. Deniz evet denizde aynı işi görürdü, koşmaya başladım. Elimdeki havluyu, tişörtü hala yarı ıslak olan kumların üzerine attım. Hızla denize atladım. Kollarım yorulana kadar yüzdüm, yüzdüm. Nefes nefese kalmıştım, dinlenerek kıyıya doğru kulaç atmaya başladım. Denizde benden başka kimseler yoktu. Dün gece yakılan ateşin kalıntıları hala duruyordu, birlikte söylediğimiz şarkı gibi kendimi paramparça hissediyordum. Cehennemde gibiydim, başımı gökyüzüne kaldırdım “Allah’ım ne oluyor bana” diye son sesimle bağırdım, kumların üzerine çöktüm. Ayağa kalktığımda hırsla avuçladığım kumlar elimden kayıp giderken parmaklarıma takılan kırmızı şerit parçasına hayretle baktım. Bu onun boynundaki aksesuarıydı. Elimi gökyüzüne kaldırdım kader benimle dalga geçiyordu. Tekrar denize koştum, elimdeki ince parçayı atmak için buruşturdum. Avucumu açtım hafif esen rüzgârın onu elimden alıp gitmesini istedim. İnce şerit daha çok parmaklarıma dolandı, parmaklarımı kapadım, arkamı denize döndüm eve doğru yürümeye başladım avucum yanıyor gibiydi. Bahçe kapısından içeri girerken yan evin kapısı açıldı. Yüreğim hızla çarptı, elimdeki şeridi avucumun içine hapsettim. Görünce alacaklarmış gibi hissetmiştim. Başımı çevirmedim bahçeye girdim, bakmamak için kendimi zor tutuyordum. “O dostum bu sabah çok erkencisin, deniz güzel miydi?” Zorlukla başımı çevirdim “Fena sayılmazdı Oktay” Birlikte kalıyorlardı midem yer değiştirmiş gibi oldu… “Bende şimdi geldim, minik sevgilimle kahvaltıya gideceğiz sen gelmiyor musun, birlikte gidelim” İçimde ki ani rahatlamayla başımı kaldırdım, Oktay’ın tam arkasında duruyordu. Dün gece oluşan büyünün devam etmeyeceğini düşünmekle hata ettiğimi gözlerine bakınca anladım. İçlerinde kaybolmak istediğim gözler, minik tebessümle kıvrılmış güzel dudakları. “Hadi canım biz gidelim, görmüyor musun yeni denizden gelmiş” diyen sesiyle kendime geldim “Siz gidin, hazırlanınca bende gelirim. Belki de gelmem aranızda fazlalık olmak istemem” “Yapma arkadaşım, sen ortalıktan kaybolduğundan bilmiyorsun. Takıl kafede tüm arkadaşlar kahvaltı için sözleştik” “Birazdan gelirim” Arkadaşım, dostum diyen adamın sevdiğine duyduğum hislerden utanmam gerekiyordu, ne gariptir hiçbir şey hissetmiyordum. Hislerim o kadar doğru geliyordu ki bende buna şaşıyordum. Bir süre sonra geçecekti bu garip duygular geçmeliydi… Kurtarıcım yolda olmalıydı, sevdiğim dediğim kızı kurtarıcı olarak düşünüyordum. İyice kafayı yemiş durumdaydım, hala el ele yürüyen çiftin arkasından bakıyor. Bir yandan bu kadar kısacık yolda neden elini tutması gerektiğini düşünüyordum, Gülnihal baktığımı hissetmiş gibi arkasını döndü uzaktan da olsa göz göze geldik. İkimizde aynı anda başlarımızı çevirdik. Eve girip hızlıca duş alıp, kıyafetleri makinaya doldurdum, bir gün daha yerlerde kalırsa kokacaklardı. Kısa programına kurup odaya geçtim. Kırmızı şerit yatağımın üzerinde öylece duruyordu, yanına uzandım parmaklarımı üzerine koyup onu hissetmeye çalıştım. Güzel ince zarif boynu parmaklarımın altında gibiydi. Telefonun sesiyle kendime geldim Ayşe beklemekten yakında açlıktan öleceklerini söyleyince aceleyle dışarı çıktım. Ayaklarım geri gitse de onca insanı bekletmeye hakkım olmadığını biliyordum. Takıl kafe gençliğimizin en güzel anlarının geçtiği yerdi. İlk heyecanlar, kız tavlamalar. Tabii kızlarında erkek tavlamaya çalışmaları hep bu kafede olmuştu. Oldukça büyük kavgalar ve kıskançlık nöbetleri. Bu dört duvar nelerimize şahit olmamıştı ki. İlk öpücükler, ailelerimiz tarafından yapılan ani baskınlar. Hep birbirimizi korumuştuk, aklıma gelen ani düşünceyle durdum Bahar’la öpüşürken beni Bahar’ın kuzeni olan Hüseyin’in hışmından koruyan küçük Gülnihal’di. Koluma asılmış Hüseyin’in öfkeyle Bahar’ı aradığını saklanmamız gerektiğini söylemişti. O yetmemiş bizi odaya kilitleyip kapının önüne oturmuştu. Hüseyin çekilmesini söylese de ısrarla kalkmamış “Öldüreceğim o Kenan denen iti” diye bağırırken biz gülerek o arada camdan kaçmıştık. İki gün ortalıklarda görünmemişti. Gördüğümde sağ yanağında morluk vardı ne olduğunu sorduğumda kapıya vurduğunu söylemiş evine girmişti. Hemen unutmuştum, bizi korumak için o Hüseyin denen heriften dayak yediğini düşünmek. Yok, canım kesin bir yerlere vurmuş olmalıydı. Arkadaşlarım neredeyse tüm masaları birleştirmişler çevresine sıralanmışlardı, boş olan sandalyelerden birine oturdum. Oktay’la birlikte karşımda birkaç sandalye ilerimde oturuyorlardı. Oktay kulağına ne söylediyse kahkahayla gülmeye başladı. Başımı kaldırmadım, tabağımda olan peynirleri didiklemek daha ilginç geliyordu. “Neden keyifsizsin, en neşelimiz sen olurdun her zaman” “Büyüdüm Şule, eskisi gibi olmak mümkün değil. Sen kendini yıllar önceki gibimi hissediyorsun” “Eskisi gibi olmam mümkün olmasa da buraya gelince gençleşiyorum gibime geliyor. Hem bir senede bu kadar değişmiş olamazsın, bir seneyi bırak üç dört gün önce Fatih seni İstanbul’da görmüş. Aramızda yaşlanmayacak bir kişi varsa Kenan olur dedi. Bu kadar az zamanda ne bu değişiklik anlat bakayım ablana” “Pes Şule benden bir yaş büyüksün, bir şeyim yok” Oktay ne anlatıyorsa Gülnihal yine gülüyordu, sesi kulaklarımda çınlıyor gibiydi. “Gülnihal’de ne güzelleşmiş değil mi?” “Öyle mi?” “Kör müsün sen, tüm erkeklerin gözü onun üzerinde” “Bilmem dikkatimi çekmedi” İçimdeki ses bağırarak yalancı diyordu… “Tabi senelerdir gözün Bahar’dan başkasını görmüyor, düğün ne zaman?” “Daha yeni nişanlandık acelemiz yok” “Şimdide ben sana pes diyorum, ikinizde senelerdir çıkıyorsunuz. Sizinle birlikte aşklarına başlayanların ikinci çocukları oldu. Ben bile birinci kocayı boşadım ikincisine bakıyorum” Bu sözlerin üzerine kendimi tutamadım gülmeye başladım “Koca adayın var mı?” “Buraya gelmemdeki asıl sebep sizler olsanız da Muharrem’in karısından ayrıldığını duydum, biliyorsun ilk aşkımdı. Belki yine tavlarım diye geldim o da gelmemiş” “Bu gün yarın gelir, önceden randevu verdiği hastası varmış” “Şimdi rahatladım, belki onu tekrar baştan çıkarabilirim” “Kolay gelsin ne diyeyim” Oktay’ın ayağa kalktığını gördüm “Arkadaşlar hafta sonunda nişanımızı sahildeki lokantada yemekli yapmayı istiyoruz, buradaki herkes davetlidir” Gözlerim onun yüzüne kaydı, mutlu muydu demin kahkahayla gülen kıza ne olmuştu. Tabağında ki domates parçasıyla oynuyor, nişan haberine tepkisiz duruyordu. Başını kaldırdı masada gözlerini dolaştırdı. Bana da baktı hemen yerinden kalkıp Oktay’ın koluna girdi “Geçen sene büyük annemin öldüğünü biliyorsunuz ailemden çok kimse yok. Gelirseniz çok sevinirim” Oktay’ın beline sarıldı, başkasının kadını, başkasının nişanlısı. Ruhum daralmıştı… Onun tarafına hiç bakmadan kahvaltımı yemeğe başladım, dün gece de hiçbir şey yemediğimden olsa gerek ne varsa silip süpürmüştüm. Bir ara tuzluğu ararken gözüm yine ona takıldı bana bakıyordu, kendini fark ettiğimi görünce hemen bakışlarını kaçırdı. Tek değildim, dün geceki hisleri tek başıma yaşamadığımı biliyordum. O da bir şeyler hissetmiş olmalıydı. Duygular çok yoğundu elle tutacak kadar yoğun… İşte şimdi keyiflenmiştim, garsona seslendim kahve zamanıydı. Kahveler içilmişti, sağdan soldan muhabbet ediyorduk. Ayşe başıma geldi “Fincanını kapat sana fal bakacağım” “Git kızım işine ben fala inanmam” “Asla olmaz içimden geldi, hadi Kenan koskoca masadan sadece dört kişiye bakacağım” “Kimlermiş onlar?” “Sen, Müge, Gülnihal ve Tarık” “Niye bizi seçtin” “Öf Kenan öyle içimden geldi amma sorguluyorsun. Reklamcı olacağına avukat veya polis olmalıydın” “Hadi bakalım ne yalanlar atacaksın” Zoraki kapattığım fincanın açılma zamanı gelmiş olacak, Ayşe başıma geldi. Diğer bakacaklarını da yakına çağırdı. “Hazır olun sırayla gideceğim, şimdi hiçbir şeye inanmayan adamın içini okuyacağım” Sandalyemde arkama yaslandım, kadınların ölüp bittiği fala inanasım gelmiyordu. Annem, ablam hatta Bahar günde elli kez kahve içseler, fal için kapatırlar ellisinde de sanki bir şeyler görebileceklermiş gibi içine bakarlardı. “Sen çıra gibi yanmışsın, güneş yerinden kopmuş… Dünyan tepetaklak olmuş” “Bunların hepsini küçücük fincanın içinde mi gördün” Dalga geçer gibi konuşsam da sözlerinin yaşadıklarıma uygun olması ödümü patlatmıştı… “İster inan ister inanma, bu aralar hayatının en mutlu anlarını, aynı zamanda en mutsuz anlarını yaşıyorsun. Değişim olacak, çok büyük değişim… Yok, haklısın sana fal bakmamalıydım, daha fazla konuşmamam gerek” “Yalan atacak bir şey bulamadın kaçıyorsun değil mi?” Ayşe’nin yüzüne dikkatli baktım, söylediklerinde gerçeklik payı çoktu. Kulağıma eğildi “Son kez konuşacağım, çok dikkatli ol ateşle oynuyorsun. Sonu gözyaşı ve kan” Sırada Gülnihal vardı, başımı çevirdim. Onunla ilgilenmiyormuş gibi yapsam da kulağım Ayşe’nin ona söyleyeceklerindeydi. “Vay küçük hanım, öyle bir aşk ki, eşi benzeri yok. Hayatının aşkı sana gelmiş tam önünde duruyor. Elini uzatsan tutacaksın. Mutluluk çok yakın, geçmişinden gelen adam kalbini ele geçirmiş, Oktay olmasa derdim bu başka birisi. Ama çıkan şekiller ve dediklerim onu gösteriyor… Oktay’da geçmişinden gelen kişi, kızım sen bu adamla çok mutlu olacaksın. Eskiden çok üzülmüşsün ne yaptı bu herif sana gidip kafasını patlatayım” Daha fazla dinlememin anlamı yoktu, Oktay’la mutlu olacağını söylüyordu. Bu falı icat edenin yatacak yeri yoktu. Yalan dolan sözler, benzetmeler… Fidan çantasından kartlar çıkardı “Gel Kenan bende sana Melek kartlarından bakayım” “Siz hepiniz kafayı mı yediniz, sizin başka işiniz gücünüz kalmadı mı, Falımız bitti, şimdi melek kartlarımız mı başladı” Fidan’ın elindeki kartların içinden düşen bir kart ayaklarımın dibine geldi. Eğildim “Sakın dokunma tılsımı gider, ben alacağım” “Al kartını ne yaparsan yap ben dışarı çıkıyorum biraz hava alayım” Arkamdan bağırıyordu “Kenan dön bir kez ayağının dibine fırlayan karta bak.” Başımı çevirdim elinde tuttuğu kartın üstünde Aşk yazıyordu. “Senin ihtiyacın olan gerçek aşk. Ve o sana geliyor. Gerçek aşka sevgiye güven” Masadakiler gülmeye başladılar “Ya bu gece ya da yarın Bahar geliyor, onu görmüştür Meleklerin” Fidan, kartlarını göğsüne bastırıp “Bildiler işte bildiler” deyip hoplamaya başladı. Kadın kısmı, hele bizim arkadaşlarımız olanların beyinleri sulanmıştı. ******
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD