Dün gece hiç yağmur yağmamış gibi kızgın güneş tepedeydi, kafenin klimalı ortamından sonra dışarısı çok sıcak gelmişti, gölgelik bir yer baktım. Seneler evvel bizim diktiğimiz arkadaşlık ağacı kocaman olmuştu. Dalları büyümüş gölge eder hale gelmişti. Yürüdüm altına oturdum, başımı gövdesine yaslayıp gözlerimi kapadım.
“Biraz daha böyle uyumaya devam edersen boynun kötü ağrıyacak”
Gözlerimi açtım parlayan güneşin ışıkları altında serap gibi görünen Gülnihal başımda duruyordu, gerçekten dediği gibi boynumda ki şiddetli ağrıyı hissettim, elimle ovmaya başladım.
“Haklısın gerçekten boynum tutulmuş”
“Sabaha karşı gelince olduğun yerde uyuman normal”
Dediğini ikimizde fark ettik, sabaha karşı oynayan perdeyi hayal etmemiştim. Ben gülümseyince, fark etmeden söylediği sözlerin şokundan gitmeye çalıştı. Atıldım bileğinden tuttum, kolunu kurtarmaya çalışınca bıraktım… Yüzü kıpkırmızı olmuştu…
Onunda bana karşı boş olmadığını hissediyordum, aramızda ki çekim o kadar güçlüydü ki bu hisleri sadece ben duyamazdım “Hemen gitme Gülnihal sende bazı şeylerin farkındasın”
“Ben uyuyamamıştım ses duyunca camdan baktım, özel bir davranış değil. Seni beklediğim yoktu sadece rastlantı”
“Gülnihal Oktay’ı seviyor musun?”
“Nişanlanıyorum ya”
“Sorduğum sorunun cevabı değil”
“Sen ne kadar Bahar’ı seviyorsan, bende o kadar Oktay’ı seviyorum ki evlenmek için ilk adımı atarak nişanlanıyorum”
“Benim Bahar’la çok uzun olan geçmişim var. Bunu sende biliyorsun ya sen Oktay’ı ne kadar tanıyorsun”
“Neyi sorgulamaya çalışıyorsun?”
Hislerini öğrenmeliydim “Neyimi sorgulamaya çalışıyorum, anlamamış olamazsın. Uzun geçmiş bile bazı duyguların önüne geçemiyor. Dün geceden beri alt üst olmuş durumdayım, ya sen Küçük Gülnihal… Düşüncelerini söyle, hissettiklerimi tek başıma yaşıyor olamam, delirmek üzereyim”
Karşımda duruyor yüzü gittikçe daha fazla kızarıyordu, elini uzatıp parmaklarını saçlarına doladı. Kendini oyalamaya bana ne söyleyeceğine karar vermeye çalışıyor gibiydi. Elimi uzatıp parmaklarını saçlarından kurtardım. Bir an parmaklarımız birbirine takılı kaldı. “Başını kaldır, gözlerime bak” Elinden elime geçen sıcaklık alev oldu, parmaklarımı biraz daha sıkılaştırdım bu sıcaklığı kaybetmeye tahammülüm yoktu. Zor nefes alıyor gibiydi, birden elini çekti. Sıcacık olan tenim birden buz kesti o da benimle aynı durumda olmalıydı ellerini ovuşturuyordu.
“Ben yapamam”
“Neyi yapamazsın, bana hislerini söyleyemez misin? Lütfen söyle düşüncelerimin yoluna girmesi için senin hislerine ihtiyacım var” Öylece karşımda dururken kollarımın arasına almayı deli gibi istiyordum, dün geceki büyü biteceğine çok daha fazlalaşıyordu. Teninden yayılan yasemin kokusunu içime çektim. Vücudunun kokusu midemde toplandı ateş olup patladı elim kendiliğinden kalkıp yanağına oradan dudağına ulaştı “Ne kadar güzelsin” Bir an durdu kısacık hızlı nefes alıp kendini benden çekti…
“Ne yapıyorsun bana, ne yapmaya çalışıyorsun. Ben senin kadar tecrübeli değilim oyunlarını anlayamıyorum”
Sinirlenmişti, sinirlenmiştim…
“Oyun oynadığımı mı sanıyorsun, senelerdir beni tanıyorsun. Dün geceden beri karakterime tam ters hareketler yapıyorum. Beynimin içi karmakarışık. Bende anlayamıyorum senin hislerine ihtiyacım var bu deliliği tek başıma yaşamadığımı bilmeye ihtiyacım var”
“Delilik işte kendi ağzınla söylüyorsun bu delilik. Hem bilsen ne olacak ikimizde başka kişilerle nişanlıyız”
“Bilmiyorum inan bende ne olacağını bilmiyorum. Sadece söyle bir şeyler söyle duymam gerek. Hadi Gülnihal”
“Ben… ben de”
Ağzından çıkacak kelimeleri heyecanla bekliyordum “Ne sende Gülnihal hadi söyle artık”
Bir anda kafenin içinden çıkan arkadaşlarımız çevremize doluştu o an hepsinden nefret ettim. Gülnihal’in yüzüne baktığımda gördüğüm rahatlama ifadesi içimi acıttı…
“Amma sohbet ettiniz ikinizde ter içinde kalmışsınız, ne derdiniz vardı bu sıcakta pişmeye. Hadi denize gireceğiz. Yediklerimizi yakmamız gerek”
Oktay hemen Gülnihal’in elini tutmuştu, serseri hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Denize doğru ilk onlar yürümeye başladılar. Ellerimi cebime soktum ağır adımlarla grubun peşine takıldım. Hiç birisi benim ne halde olduğumun farkında değildi…
Fidan havlumu getirmişti, tekrar kafeye dönmeme gerek kalmamıştı. Denize girmek istemiyordum. Havluyu şezlonga atıp üzerimi çıkarttım, gözlüklerimi taktım. Çok sevdiğim sahili bu gün hiç sevmemiştim.
Yine dün geceki gibi kırmızı giymişti. Kan kırmızı bikinisinin içinde çok fazla dikkat çekici duruyordu. Aptal Oktay onun bu kadar açık giyinmesine nasıl izin veriyordu. Kollarını kaldırıp uzun saçlarını başının üzerinde toplamak isteyince tüm vücudu gerilmiş görsel şölen haline gelmişti.
Daha fazla bakamayacaktım, gözlerimi kapadım. Bahar’ın giydikleri aklıma geldi, Gülnihal’in giydiklerinden hiç farkı olmadığını düşününce. Niye Gülnihal’i kıskanıp ta, senelerdir yarı çıplak yanımda dolaşan kızı kıskanmadığımı sorgulamama bile gerek olmadığını anladım. Gülnihal’e duyduğum hisler Bahar’a duyduklarımdan çok farklıydı.
Ne yapacaktım, ne yapmam gerektiğini içimdeki ilkel erkek açıkça söylüyordu… (Şu an kalk deniz kıyısına yürü… Gülnihal’i gerekirse zorla sırtına vur kaçır senin olana kadar. Seni sevdiğini o güzel dudaklarından duyana kadar… Delicesine ona sahip ol)
İlkel erkeğin dolduruşuna gelmeyen, medeni erkek ( Senelerdir Bahar’ı sevdiğini söyledin. O kız hep sabretti seni bekledi. Ona nasıl böyle kalleşlik yaparsın)
Medeni erkeğin sözleri çok doğruydu, bu kalleşlik olurdu. Bahar senelerdir hep benim yanımdaydı, sevinçlerimizi, üzüntülerimizi birlikte yaşamıştık. O Benim arkadaşımdı, derdim olduğunda başımı yaslayacağım dostum olmuştu. Lise diplomamı aldığım gece onunla dans ediyordum. Babam kaza geçirdiğinde o benim elimi tutup teselli etmişti. Üniversite diplomamı alırken de sevincimi onunla paylaşmıştım. Askerdeyken kaç kez onca yolu gelip beni ziyaret etmişti. İş kurma zamanlarımda bunalıma girdiğimde bana destek olan da Bahar’dı ne yapıyordum ben. Bir anda onu nasıl unuturdum günahtı… Günah…
Gözlerimi açtığımda Gülnihal denizden çıkıyordu, su perisi gibiydi. Güneş ışınları ıslak vücudunda dans ediyordu. Beynim ayrı düşünüyor, kalbim ayrı telden çalıyordu…
Gülnihal’e hissettiklerim sadece ihtiras mıydı? Kendimi biliyordum bu hisler çok daha fazlasıydı, bu yaşıma kadar böyle hisleri hiç duymamıştım.
Su gibi… Hava gibi o olmazsa yaşam duracak gibiydi. İki gün be adam iki günde düştüğün duruma bak, iki gün bile değil… Geceden sabaha, acınacak hale geldin… İçimdeki sesler birbiriyle kavga eder haldeydi. Gerçekten canım acıyordu…
Yanımda yatan Aykut’a baktım… “Ben gidiyorum dostum, kendimi yorgun hissediyorum”
“Tamam Kenan, bir yerlere gidersek ben sana haber veririm. Biraz kendine gelirsin… Bahar gelmeden kendini toplaman gerek”
“Ne demek bu?”
“Psikolojiyi boşuna okumadım… İnsan davranışlarını ister istemez inceliyorum. İstediğin zaman seni dinlemeye hazırım”
Ben kimsenin fark etmediğini düşünürken, başkalarının da içine girdiğim bu durumu anlamasından rahatsızlık duymuştum…
“Merak etme, kimse anlamış değil. Sadece ben çok iyi gözlemciyim”
“Sana tek bir sözüm var… Bende ne olduğumu bilmiyorum. Dünyam… Tüm bildiklerim, hissettiklerim tepetaklak oldu”
Başka söz söylemesine izin vermedim, sanki bir kişi daha bilince içim rahatlamış gibi hissettim. Arkadaşım olsa da öncelikle doktordu, sırrımın onunla güven içinde olacağını biliyordum.
Eve gitmedim, uzunca süre yürüdüm. Düşüncelerimi toplamak istesem de daha çok dağılıyorlardı. Oktay’ın ona rahatlıkla dokunuyor olduğunu düşünmek beni öfkelendiriyor, onu öldürmek istiyordum. İçimdeki ilkel adam yine ortaya çıkmıştı şu an onu dinlemekten haz alıyordum…
Birkaç saat sonra yine telefonum çaldı, Tamer yağmur sitesindeki futbol rakiplerimizin geçen senenin rövanşını yapmak için teklif getirdiklerini söyledi. Maç bir saat sonra başlayacak deyince bensiz oynamalarını söyledim.” Senin gibi oyun kuran olmayınca yeniliriz, mutlaka gelmelisin.”
“Dünya kadar adam var, siz oynayın oğlum. İnan keyfim yok”
“Sana da bir haller oldu, buraya eğlenmeye mi yatmaya mı geldin oyunbozanlık yok. Sen olmazsan maçta olmaz. Bunca insanın keyfini kaçırma ilk kez bu kadar çok kişi toplandık. Belki de bundan sonra buluşamayacağız. Kadın gibi kapris yapmada gel”
O kadar çok yol yürümüştüm ki, geri dönmek için taksi tutmak zorunda kaldım. Sahile iner inmez kendimi denize atıp, yolun terinden tozundan kurtuldum. Kuruduktan sonra maç yapacağımız halı sahaya gitmek zor değildi. Tezahüratla karşılandım… Olayları oluruna bırakmaya karar verdim, kaderimde ne yazıyorsa o olacaktı…
Arkadaşların çoğu formalarını giymiş durumdaydı. İçeri geçtim hemen üstüme formayı giydim…
“Neden bir öpücük vermiyorsun, bak kimseler yok”
“Lütfen Oktay, her an birisi gelebilir”
“Ben ergen değilim kocaman adamım, aylardır seni beklemekten fenalık geldi”
“Bekleme o zaman, sana başında söyledim hiçbir şeye hazır olmadığımı, sen seni böylede severim dedin. Şimdi ne değişti istersen bırak”
“Alt tarafı bir öpücük iki güne kadar nişanımız var. Çok yakında da eşim olacaksın bir öpücüğü çok mu görüyorsun”
“Israr edip durma”
“Anladım, bazı kadınlar zorlanmaktan hoşlanırlar, sen de onlardan mısın? Öpücüğü dudaklarından zorla mı çalmalıyım”
“Tavsiye etmem, deneme bence”
“Nedenmiş, nişanlımı öpmek istiyorum. Şans öpücüğü”
“Şans öpücüğü istersen yanağımdan öpebilirsin, devamı evlendikten sonra”
“O zamana kadar beni kıvrandırmaya niyetli misin?”
“Evlendiğimiz gece ilk sen olacağını bilerek öpecek, dokunacaksın bana. Beklemeye değmez miyim sence?”
“Değersin gerçekten sen her şeye değersin”
“Teşekkür ederim, şimdi koca adam yanağımdan şans öpücüğünü al ve sahaya çık. Mahvedin karşı takımı”
“Senin için gol atacağım”
“Nişan üstü kolunu bacağını kırmada gol atmasan da olur”
Ona kimsenin dokunmamış olduğunu duymaktan haz almıştım, keşfedilmeyi bekleyen bakir topraklar. Keşfedenin ben olmasını çılgınca istedim…
Oktay’ın dışarı çıktığını duyunca odadan çıktım, beni görünce korkuyla bağırdı…
“Ödümü patlattın, insan buradayım der”
“Sevgili nişanlınla öpüşme muhabbeti yapıyordun rahatsız etmek istemedim. Ona vermediğin ilk öpücüğü bana vermeye ne dersin”
“Hayal kuruyorsun derim hım dur bakalım en az beş gol atarsan belki sana ilk öpücüğümü verebilirim”
Yüzünde muzip gülümsemeyle bana bakışına bayılmıştım. “İmkânsız mı sanıyorsun, ya atarsam sözünde duracak mısın?”
“Bilmem, belki dururum belki de durmam”
“Söz verirsen olur, yoksa uğraşmam”
“Sen bir tane gol atabilirsen dua et, karşı takımda bu sene ezeli düşmanın Selim kaleci olarak varmış. Bildiğin gibi kale gibidir geçilmez”
“Bizanslılarda öyle diyorlardı, kalelerine surlarına fazla güveniyorlardı ama ne oldu yirmi bir yaşındaki adama yenildiler. Eğer istediğin beş golü atarsam rızan olsa da olmasa da. O öpücüğü alırım ”
“Hayır, ben şaka yaptım ”
“İddiaya girdik küçük hanım. Atarsam öpücük benim itiraz istemem”
Dudaklarını büktü “ Bak dudaklarını böyle bükersen şimdiden alırım öpücüğü” deyince. Hemen eliyle ağzını kapattı.
“Hiç sanmıyorum ama atacak olursa beş golü yanağımdan tek bir öpücüğe izin veririm”
“Bende hiç sanmıyorum ama dudağından öpeceğim”
Gülerek dışarı çıktı, (hadi Kenan canını dişine tak ilk öpücük senin olmalı, ölmek var dönmek yok) İçimdeki ilkel adamıma bayılıyordum beni iyi motive ediyordu.
Sahaya kanatlanmış gibi koştum. Bizimkiler yerlerini almışlardı. Kenara baktım, tel örgülerin arkasında kalan grupla oturuyordu onu gördüm elimi kaldırdım parmaklarımı açtım ne demek istediğimi anlamıştı. O güzel eliyle yine dudaklarını kapattı öteki parmağıyla yanağını gösterdi. Kahkahayla güldüm, başımı olmaz anlamında salladım elimi dudaklarıma götürdüm. Ve maça başlama düdüğü çaldı.
Çocukluğumuzdan beri rekabet içinde olduğumuz yan sitemizin sporcuları canlarını dişlerine takmış biçimde oynuyorlardı.
Hiç birimiz on sekiz yaşında ki gibi değildik. Hele bazılarımız göbekleri salıp şişmanlamışlardı. Hakem sık sık düdük çalıp mola vermek zorunda kalıyor. Çünkü göbekliler şişmanlar nefes nefese yerlere serilmiş oluyorlardı.
Deli gibi koşturuyordum, sporu hiç bırakmamam vücudumun pes etmemesinin en büyük sebebiydi. Kıran kırana maç oluyordu, gören Fenerbahçe- Galatasaray şampiyonluk maçını oynuyoruz sanacaktı.
Gerçi ben o havada oynasam da yanımdakiler, Et parası vermemek için koşturuyorlardı ilk yarı bitmeden ilk golüm ağları buldu. Elimi bir yaparak koşmaya başladım arkadaşlarım birden üstüme çullandılar “Kalkın oğlum üstümden belimi kıracaksınız”
“Dur sevinme bahanesiyle biraz nefes alalım, bir gol attık ama karşı taraf çok hırslı elli kişilik et parası verirsek bizim maaşlar bitti eminim onlarda aynısını düşünüyorlardır”
“O zaman sevgili arkadaşlarım, paslarınızı bana atın. Goller benden böylece et parası ödemeyiz “
“Etler benden deseydin daha iyi olmaz mıydı?”
“Hayırdır Orhan Hilal-i Ahmer mi yazıyor alnımda. Kendi işimin patronu olmam paraların bedava gelmesi gerektiği anlamına gelmiyor. Çalışmayana hiç kimse al parayı gez dolaş demiyor. Bir reklam anlaşması için günlerim gecelerime karışıyor sektörümüz acımasız. Bazen çoğunuzun işleri gibi maaşlı çalışmayı düşünmüyorum desem yalan olur. Aybaşında maaşını al rahat et biliyorsun paranın geleceği günü”
“Haklısın lan vallahi neredeyse sana acımaya başlayıp, yanıma bankaya memur olarak alacağım”
“Serseri doğru söylediğimi biliyorsun, kalk şişko dinlenme molası bitti ikinci yarı başlıyor”
Oyun başlar başlamaz skor eşitlenmişti. Beş dakika sonra ikinci gölümü ağlara yolladım geriye kalmıştı üç gol. Vakit azalıyordu karşı takım tekrar golünü attı, berabere gidiyorduk hepimiz hırslanmış durumdaydık. Bir gol daha yedik karşı takım göbek atıyordu…
Hakemimiz bakkal Harun amca göbek attıkları için sarı kartını çıkardı. Oyun tekrar başlayınca goller karşılıklı olarak atılmaya başladı skor yine eşitlenmişti, 4-4 son bir gol için her şeyi yapabilirdim. Maçın bitimine saniyeler kalmıştı topu sürmeye başladım deli gibi kaleye gitmeye çalışıyordum, bir taraftan da gözüm hakemdeydi ağzına düdüğünü götürdü oldukça uzaktan topa tekmeyi vurdum.
Top filelerle öpüşse de benim Gülnihal’i öpemeyeceğim kesinleşmişti. Top kale çizgisini geçmeden bitiş düdüğü çaldı. Oyun berabere bitmişti.
Sırt üstü yere yattım, hayallerim suya düşmüştü.
“Almak istediğini hak edemedin ama bir şişe suyu hak ettin”
Gülnihal tepemde duruyordu, kollarımı bükerek dirseklerimin üzerinde doğruldum.
“Saniye farkıyla kaçırdım sende gördün”
“İddia iddiadır kaybettin Kenan Bey artık kabullen”
“Ne iddiasıymış bu sevgilim”
Oktay efendi gelmişti, onu görmek istemiyordum gözlerimi kapadım.
“Kenan en az beş gol atarım dedi, bende atamazsın dedim, öylesine bir iddia işte. Al sana da su getirdim”
“Bizim Avukat Ayşe itiraz etmeye gitti”
“Ne itirazıymış bu”
“Hakemimiz Bakkal Harun’un saati konusunda, yan hakemlerle saatleri uymamış. Son golü saydırma peşindeler”
Bu inanılmaz haberle sevinçle yerimden fırladım “Sahi mi?”
“Bak geliyor bizimkiler, karşı taraf saçını başını yolduğuna göre son gol sayılmış”
“Attığın gol sayıldı yendik yan siteyi”
“Aslan Ayşe’m güzel arkadaşım, sen bir tanesin bir tane”
Gülnihal yine kıpkırmızı olmuştu, bu kızın kızarmasına da bayılıyordum. Elimi açıp avucumun içini gözlerine bakarak öptüm. Daha da çok kızardı, döndüm sevincimden Ayşe’yi kucakladım…
“Ay bırak beni yere, delirdin mi be adam”
Ve ben ellerim üzerinde parende atıyordum. Diğer arkadaşlarda geldiler karşı takıma nispet için bir de timsah yürüyüşü yaptık.
Sahanın duşları curcuna yeri gibiydi, anadan doğma… Yedeklerle birlikte on beş adam. Duşların arasında kısa bölmeler olsa da hepimiz birbirimizi görüyorduk.
Yüzümde olan sabunlar akınca, Orhan’ı bana bakar buldum…
“Ne bakıyorsun tombik”
“Aynı yaştayız bir gram değişmemen adil değil, şu halime bak davul gibi oldum”
“İçkiyi kes, Müge’nin dolduruşuna da gelme. Karının ne kadar kıskanç olduğunu hepimiz biliriz özellikle seni şişmanlatmadıysa ben bir şey bilmiyorum”
“Öyle dediğine bakma artık o da şikâyet ediyor, kilom için değil de sağlığım için endişelenmeye başladı”
“Dediğim gibi, çok içki içme bira göbeği bu. Yemeklerini de dikkatli ye birazda spor yaparsan kısa sürede verirsin. Bu kilona karşın çok iyi oynadın”
“Demesi kolayda uygulaması zor. Seni böyle görünce fena oldum ben göbekten benim ufaklığı göremez oldum”
Elimdeki sabunu kafasına fırlattım “Ulan başka bakacak yer bulamadın mı sapık herif” Bizim sabun fırlatmamız ötekileri de galeyana getirmişti. Sabunlar havalarda uçuşuyordu, eski günlerdeki çocukluk anlarımıza dönmüştük.
Nihayet hepimiz giyinmiş olarak dışarı çıktık. Yan site hazırlıklara başlamış olacak sözcü gönderip bizleri sitelerine davet ettiler.
Yan site bizim siteden daha sonra yapıldığından modern görünüşlüydü. İçinde kocaman havuzu vardı. Önceden bu durumu çok kıskanırdık, biz denize yürümek zorunda kalırken onlar bize havuzumuz var diye nispet yaparlardı.
Masalar havuz başında hazırlanmış, çevredeki ağaçlara rengârenk ampuller takılmıştı. Hava karardığından yanmışlar böylece ortama çok hoş hava katmışlardı.
Gülnihal ortalıkta görünmüyordu keyfim kaçmadı, kazanmıştım ilk öpücüğünü eninde sonunda ben alacağımdan içim neşe içindeydi.
Birkaç saat sonra üzerini değişmiş şekilde Oktay’la birlikte geldi. Ayrı masalara düşmüştük sırtını bana dönüp oturmuştu özellikle böyle oturduğunu biliyordum.
Üzerinde boyundan bağlı kırmızı buluz, siyah pantolon vardı. Birisi bu kıza kırmızı giymeyi yasaklamalıydı. Uzun saçları sırtının açıklığını kısmen kapatsa da pürüzsüz cildinden gözlerimi ayıramıyordum.
“Nerelere daldın yine? Bahar’ı mı özledin?”
“Ne dediğini duymadım Fidan”
“Bahar’ı mı özledin dedim”
“Gelir yakında işleri biraz uzamış”
“Çok ayrı kalmıyor musunuz siz, bu ne biçim aşk anlamıyorum. Evlendiğinizde ne yapacaksınız”
“Şirketinin yurt dışına göndermesi onun suçu değil, daha ne yapacağımızı konuşmadık”
“Sizi hiç anlamıyorum, anlamayacağımda. Sizinkisi aşk olayından çıkmış arkadaşlık dostluk boyutunda dolaşıyor. Hiçbir çift bu kadar ayrı olmaya dayanamaz”
Başka biri laf atınca Fidan onunla muhabbete başladı…
Kız haksız değildi belki de birden bire Gülnihal’e çekilmem bu yüzden olabilirdi. Kimi kandırıyordum her gün onlarca kadın kız görüyordum. Hiç birisi Gülnihal kadar ilgimi çekmemişti bu başka bir şeydi daha çözümleyemediğim, çözümlemekten korktuğum hislerin içine düşmüştüm…
“Ooo damat bey, Bahar gelmedi mi daha” diyen sese arkamı dönünce Bahar’ın serseri kuzeni Hüseyin’le karşılaşmaktan hiç hoşlanmadım.
“Biraz işleri uzadı birkaç güne burada olur”
“Bak koçum senle konuşmamızın zamanı geldi de geçti bile”
“Neymiş benimle konuşacağın konu, senin gibi bir adamla ortak konumuz olduğunu hiç sanmıyorum”
“Ne olduğunu çok iyi biliyorsun, kuzenimi oyalayıp duruyorsun bizim ailemiz bu kadar rahat bir aile değil.”
Bu adamı ezelinden beri sevmemiştim, kendini milletin ahlak bekçisi gibi görürdü. “Bahar seninle bu konu hakkında konuştu mu?”
“Hayır”
“Biliyordum, yine kendi kendine gelin güvey olduğunu, bizi özelimiz seni ilgilendirmez. Şimdiye kadar sana çok sabırlı davrandım. Bir kez daha benim hakkımda ileri geri fikir yürütürsen seni olduğun yere gömerim. Senin sözlerin sadece kendi karına, kızına geçer bana değil”
“Bahar da benim ailemden, tabi karışırım. Hemen evleneceksin yoksa elimden kaza çıkacak”
“Sabrımı sınıyorsun, bir kez daha uyarmayacağım”
Yanımda olayı duyan arkadaşlarım olaya müdahale etmek isteseler de elimle engelledim, Gülnihal’de korkuyla bize bakıyordu. Hüseyin bir anda onu da fark etti.
“Buda sizin bekçiliğinizi yapacağım diye benden az dayak yemedi” deyince o geceki düşüncelerim, daha ufacık kızken benim yüzümden yüzünün mosmor olduğu aklıma geldi yerimden fırladım. Yakasından tuttuğum gibi yere çarptım. “Hangi elinle kıza vurdun ulan, hangi elinle”
Ayakta kabadayılık yapan piç yere düşünce yavru kedi haline gelmişti “Seni yalancı pehlivan, ufacık kıza mı geçti dayılığın, hangi elinle vurduğunu söylemezsen iki elini birden kıracağım” Arkadaşlarım kollarımdan tutup geriye çekmeye çalışıyorlardı kolumda yumuşacık el hissettim “Yapma Kenan, geçti gitti başını belaya sokmaya değmez”
“Böyleleri, sadece kaba kuvvetten anlarlar. Karışma sen, kimse karışmasın bu benim özel meselem”
Sesimin yüksekliğinden herkes geriye çekilmişti, öfkeden gözüm dönmüş mutlaka bu adamdan Gülnihal’e attığı dayağın hıncını almalıydım, birde övünerek anlatıyordu. Yanına diz çöktüm sağ bileğini kavradım acıdan kıvranıyordu, öteki yumruğumu sıktım küfür edince burnuna hızla vurdum, attığı çığlık inanılmazdı. Ağzı burnu kan içinde kalmıştı…
“Nasıl oluyormuş, orantısız güç kullanmak. Öteki elini de kırmamı ister misin?”
Olayın daha çok büyüyeceğini gören arkadaşlarım zorla da olsa beni o pisliğin yanından uzaklaştırdılar.
Toplantının keyfi kaçmıştı, özür dileyerek oradan çıktım. Ne aptaldım o günün ertesinde Gülnihal’i görmüştüm durumundan şüphelenmek hiç aklıma gelmemişti. Benim yüzümden acı çektiğini düşününce daha yeni olmuş gibi içim yanıyordu.
Ev sanki uzak gibi adımlarım ağırlaşmış şekilde yürüyordum. Zar zor anahtarı cebimden çıkardım, yaşadıklarım ruhumu yormuştu, üzerimdekileri bir çırpıda çıkarttım yüzükoyun yatağa yattım.
Kaç dakika, kaç saat uyuduğumun farkında değildim, kapının vurulmasını duydum. Neredeyse sürünerek aşağı indim. Açtığımda Gülnihal karşımda duruyordu, birden kolundan çekip sarıldım “Özür dilerim, benim yüzümden canın yandığı için, yüzünün o halini görüp umursamadığım için. Özür dilerim.”
“Başını belaya soktun, pis adamın teki olduğunu biliyorsun”
Uzaklaştı, elimi tuttu ay ışığında elimdeki hasar belliydi “Biliyordum elinin bu hale geldiğini, yıkamamışsın bile” Çekerek banyoya götürdü, kendimi çocuk gibi hissediyordum sanki o büyüktü, ben küçük…
Elimi suyun altına tutunca irkildim, eklem yerlerim hafif sıyrılmıştı. Adamın pis dişine gelen gelmiş olan yer kanamış, akan kan kurumuştu. Elimi çocuk gibi yıkadı kuruladı “Çok zarar yok, hadi git yat ben kapıyı kapatırım”
Banyoda öylece kalmıştım, kapıyı açıp dışarı çıktığını duydum, sonrada kendi evinin kapı sesini. Uyumak ne mümkündü balkona çıktım ay tepede parlıyordu. Onunda kendi balkonuna çıktığını gördüm elinde kahve veya çay vardı. Balkonlarımızı sadece kafes şeklinde tahta perde ayırıyordu.
“Ne içiyorsun?” dediğim an minik bir çığlık attı…
“Beni korkutmaktan vazgeçmelisin, uyusana sen çok yorgun görünüyordun”
“Beden yorgunluğu değil, ruhum yoruldu. İçtiğinden bana da ver”
“Çay içiyorum, poşet çay sen sevmezsin”
“Olsun bu gece içerim”
Kısa sürede yan taraftan çay fincanını uzattı, balkon koltuğunu kafesin yanına çektim. “Sende koltuğunu yanaştır, millet şikâyet etmesin”
“Uykum gelmek üzere, çayımı bitirince yatacaktım”
“Bana kendinden bahset”
“Ne öğrenmek istiyorsun?”
“Senin hakkında ki her şeyi öğrenmek istiyorum”
“Neden birden bire beni merak etmeye başladın”
“Hadi küçük hanım anlat bana kendini, sorgularsan duymaktan hoşlanmayacağın cevaplar alacaksın. Zamanı gelmeyen cevaplar…”
Bir süre sustu, derin nefes aldığında konuşmaya karar verdiğini anlamıştım…
“Annemle babam hiçbir zaman geçinen bir çift olmadılar, kendimi bildim bileli evde huzursuzluk vardı. En sonunda boşanmaya karar verdiklerinde onlardan çok ben rahatladım. Ayrıldıktan sonra benimle daha çok ilgilenmeye başladılar. İşte o zamanlarda yaz tatillerinde büyük annemin yanına gelmeye başladım. Sizlerle tanıştım, hiç sahip olamadığım arkadaşlık bağınızı gördüğümde bende sizlerden biri olmak istedim. Yaşımın sizlere göre küçük olduğunu biliyordum, yine de beni aranıza alırsınız sandım. Her şeyi birlikte yapmanız hoşuma gidiyordu. Sen yan evimizde olduğundan ilk senin dikkatini çekmeye çalıştım, beni hiç umursamıyordun. Beni hiç davet etmemenize rağmen gittiğiniz her yere gelmeye başladım. Siz eğlenirken uzağınızda oturup sizi izliyor sanki içinizdeymişim gibi mutluluk duyuyordum. Bir süre sonra ben nasıl olduğunu anlamadan…”
Susmuştu, bir şeyler itiraf edecekken susmuştu… Yerimden kalktım aradaki paravana tutunarak yan balkona geçtim…