Bir başka ılık gecede, ay ışığı altında köydeki sessizlik, rüzgarın ağaçların arasından geçişiyle bozuluyordu. Murat, yine her akşam yaptığı gibi sigarasını içmek için karakolun dışına çıkmıştı. Bu gece içinde giderek büyüyen bir huzursuzluk vardı. Zihnindeki sesler ve duygular, her geçen gün daha karmaşık bir hale geliyordu. Şöhret, o genç kız, zihnini ve kalbini teslim almış, onu karmakarışık bir hale getirmişti.
Ani bir kararla "Bu işi bugün kestirip atmalıyım." dedi. Derin bir nefes aldı ve kararını değiştirmemek için hızla yürümeye başladı. Hızı, kalbinin hızına yetişmeye çalışıyordu. Şöhret’in yanına yaklaştıkça, içinde bir şeylerin daha da yoğunlaşmaya başladığını hissederek kaygılanıyordu.
Onu uzaktan gördüğünde Şöhret’in yalnızca masumiyetini değil, aynı zamanda çekiciliğini de fark etti. Genç ve dolgun hatları, gecenin karanlığında bile dikkat çekiyordu. İnce yazlık elbisesinin altında belli olan güzel göğüsleri, bembeyaz bacakları ve tüm bunlarla çelişen masum varlığı...Gençliği, duruşu, dalgın ve birini bekleyen bakışları… Murat gözlerini ondan ayıramadı. Zihninde bir savaş vardı. Şöhret’in varlığı, onun ruhunda dalgalanan savaşı, şiddetli bir kasırgaya çeviriyordu.
Şöhret, onu farkedince ona doğru dönüp gülümsedi. Gülüşü, bir elmanın kabuğundaki sabahın ilk ışıkları gibi saf ve parlaktı. "Komutanım, geç kaldınız." dedi neşeyle. Sesinde masumiyet ve insanı etkileyen bir tını vardı.
Murat, Şöhret’in gözlerine bakarken, içindeki kasırga dayanılmaz hale geldi. Bir komutan olarak, her şeyin kontrolünde olması gerektiğini biliyordu. Fakat bu genç kız, bu masum ama bir o kadar da çekici varlık, onu peyderpey teslim alıyordu. Yavaşça, kendine dair bir tür kontrol kaybı hissediyordu. Bunu fark ettiği anda söze girdi.
"Şöhret," dedi Murat ciddi bir sesle, bir an duraksadı amacı ona kendisinden uzak durmasını söylemekti ama ağzından dökülen cümleler farklıydı “Ben bir askerim. Hayatımda birçok kadın geçti… Ama hiçbirinin senin gibi... hiçbiri bu kadar…” Murat’ın sesi, her geçen cümlede biraz daha kısıldı. O cümleleri tam olarak bitiremedi, çünkü onları tamamlamak teslim olmak demekti. İçindeki arzu ve duygular, mantığının çok ötesindeydi.
Şöhret’in gözlerinde bir ışıltı belirdi. “Hiçbiri… ne gibi?” dedi, gerilimli ama mutlu bir bekleyişle.
Murat, bir an sessiz kaldı, sanki düşüncelerine engel olmaya çalışıyordu. Ama Şöhret'in o gözleri, o masum bakışları ve genç vücudu aklını başından almıştı. “Senin gibi biriyle olmak...yani sadece yanında olup sohbet etmek bile başka... bambaşka bir şey,” dedi, gözleri ona kayarken.
Şöhret duydukları karşısında ona heyecan ve umutla bakıyordu. Murat cümlelerini toparlaması gerektiğini hissetti. “Ama... diye devam etti. "Ben bir askerim. Bizim gibi hayatlar böyle şeyleri taşıyamaz.”
İçinde bir şeyler daha da zorlaşmaya başladı. O zayıf ses, en derin köşelerden, en karanlık düşüncelerinden birisi fısıldıyordu. *"Onu şimdi al ve bir daha asla bırakma. Şöhret, senin hayatına giren diğer kadınlardan çok farklı.. O masumiyetle seksiliğin muhteşem bir birleşimi..."*
Murat, bu sesin giderek daha da güçlendiğini fark etti. Şöhret’in yanı başında, bu kadar yakınken, bu çekimin sonunun ne olacağını bilmek oldukça zorlaşıyordu. Onu düşünmek, bir komutan olarak ona yaklaşmak, birbirlerinin yakınında olmak… Bunların hepsi, anlık bir çekimden çok daha fazlasıydı.
Bir an, Murat kendisini daha fazlasını söylemek zorunda hissetti. “Şöhret,” dedi, bu sefer daha kararlı bir şekilde. “Seninle olduğum her an çok güzel, ama hayatlarımız çok farklı. Sen daha hayatın başındasın, ben ise belki de sonunda. Bir gören bir duyan olursa hem senin hayatın....”
Şöhret, konuşmaya başladığından beri dikkatle komutanı izliyordu. Onun anlattıklarında neden birlikte olamayacaklarina dair elle tutulur bir neden yoktu ve işin daha da ilginç yanı onun da kendisini istediğini hissediyordu. Bu sözleri daha fazla dinlemek istemiyordu. Yine de Şöhret onun gözlerinin içine bakarak,"Seni anlıyorum" dedi kendinden emin durmaya çalışarak.
Komutan Murat belli etmese de bir miktar hayal kırıklığına uğramıştı. Nedense ondan daha farklı bir tepki beklemişti. Belki de herşeye rağmen seninleyim demesini. Ya da seni bırakmayacağım diye isyan etmesini...
Şöhret ona doğru biraz daha yaklaşıp gözlerinin içine bakmaya devam etti. "Ama" dedi "Ben senden hiçbir şey istemiyorum ve hiçbir şey beklemiyorum. Sadece seninle olmak bana yetiyor." Kısa bir soluk alıp devam etti. "Haklısın bir gören bir duyan olur diye korkuyorsun. Bir sonraki dolunayda küçük ırmağın başındaki ardıçın orada seni bekleyeceğim. Orası tenhadır kimsenin yolu düşmez."dedi.
Şöhret bunları alel acele, tek solukta söylemişti. Aniden parmak uçlarında yükselip komutanın dudaklarına bir kelebeğin kanat çırpışı gibi ufacık ama masum bir öpücük bıraktı. Sonra hızla veda bile etmeden karanlığın içinde kayboldu.
O gittikten sonra, Murat parmakları dudaklarında kalakaldı. O gece, komutan Murat ceviz ağacının altında oturdu. Uzun süre askeriyeye dönmedi. İçindeki karışıklık gitgide büyüdü. Şöhret’in verdiği o masum öpücük aklını allak bullak etmişti. Zihni ve kalbi, sürekli çatışıyordu, ama artık bir şey kesindi: Bu çekimi ne kadar bastırmaya çalışsa da, Şöhret ona girmemesi gereken bir kapı açmıştı. Ve o kapı, her geçen gün biraz daha aralanacaktı.