Bölüm 10: Çekim ve Karışıklık

885 Words
Komutan Murat, her geçen gün köydeki hayatına daha fazla alışıyordu. Karakol inşa edilip askerler yerleşmiş, köydeki yaşam günlük rutinine oturmuştu. Fakat, her şeyin normal göründüğü bu günlerde kendisi bir türlü normale dönememişti. Şöhret düşünceleriyle, rüyalarıyla, bakışlarıyla sürekli zihninde bir yerlerde yankılanıyordu. Başlangıçta onunla ilgili hisleri sadece çekici ve güzel bir kıza duyulan ilgiden ibaretti. Genç bir kız, ama yaşadığı her şeye rağmen güçlü ve masum... Ancak zamanla bu duygular değişmeye başladı. Murat, Şöhret’i her gördüğünde, içinde derin bir çekim hissi uyandığını fark etti. Onunla göz göze geldiği anlarda kalbi hızla çarpıyor, vücudu tuhaf bir sıcaklıkla doluyordu. Bu hisler, özellikle gece yalnız kaldığında, daha da yoğunlaşıyordu. Bir gece, karakolun çevresinde sigara içerken, farkında olmadan, gözleri yine tepedeki ağaca kaydı. O ağacın altında Şöhret’i bir kez daha hayal etti. O an, eski hislerinin dışında bir duygu doğdu içinde. Onunla birlikte olma, onun erkeği olma arzusu. Ona sahip olma arzusu öylesine güçlü ve baskındı ki, Murat, bu hissi tam olarak ne zaman hissetmeye başladığını bulamadı. Ama bir şey kesindi: Artık bu duyguyu baş etmek giderek imkansızlaşıyordu. Bir kaç gün sonra, gece rüyasında yine Şöhret’i gördü. Yıldızların altında, hafif rüzgarla saçları savrulurken, bir an için onunla yan yana oturuyorlardı. Sonra sanki yıllardır sevgiliymişçesine öpüşmeye başladılar. Daha önce hiç tatmadığı kadar derin ve tahrik edici bir öpüşmeydi bu. Rüyanın içindeki her ayrıntı, o kadar gerçekti ki, sanki o anı gerçekten yaşıyor gibiydi. Şöhret’in gülüşü, gözlerinin parıltısı, ihtiyaçla nefes alış verişi... Hepsi, Murat'ta yine derin birer iz bıraktı. Ancak uyandığında, kafası karmakarışıktı. O karanlık gecelerde neyin gerçek, neyin rüya olduğunu ayırt etmek zorlanıyordu. Gözlerini açmasına rağmen, vücudu hâlâ o sıcaklığı arıyordu. Bir an, rüyasında yaşadığı o anı hatırlamaya ve rüyasına devam etmeye çalıştı. Ama uyanmıştı. Ne kadar istese de o güzel rüyaya geri dönemiyordu. O gece, rüyasına geri dönmeyeceğini fark edip derin bir nefes aldıktan sonra, dışarı çıkmaya karar verdi. Sigara içmek, biraz yalnız kalmak ve kendine gelmek istiyordu. Askeriyenin etrafında yürürken, her adımda Şöhret’in yüzü zihninde daha da belirgin hale geliyordu. “Düşünme,” diye kendi kendine fısıldadı. “O genç bir kız. Sense bir komutan, böyle hissetmen doğru değil.” Ama bir şey kesindi: Geceleri Şöhret’le ilgili rüyalar, onu çok derinden etkiliyordu. Ve bu durum, onu karıştırıyor, dikkatini dağıtıyordu. Artık rüyalarında sadece Şöhret değil, onun yüzü, bakışları, gülüşleri ve sıcacık dudakları da vardı. Vücudu, ona doğru çekiliyordu. Bu hisse karşı koymak, her geçen gün daha da zorlaşıyordu. Bir sabah, karakolun düzenine dair birkaç raporu yazarken, elleri terliyordu. Şöhret’in sesi kulaklarında çınlıyordu. Ne kadar da özgüvenliydi. Yazdığı rapora bir türlü odaklanamadı. “Evet bir genç kız ama o kadar farklı ki…” diye düşündü. Gerçekten de öyleydi; Şöhret’in gücü, zekası, zarafeti ve aynı zamanda gençliğine rağmen içinde barındırdığı derinlik… Hepsi bir arada, komutanı yavaşça teslim alıyordu. Ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Karşı koyması boşunaydı fakat bu hisleri kabullenip yaşaması da imkansızdı. Sinirlenip önündeki kağıtları bir vuruşla dağıttı. Çaresizce "Ne yapacağım ben." dedi. O sırada kapısı çaldı. Gelen Veysel komutandı. Can dostu ve silah arkadaşı. Tanışıklıkları yıllar önceye dayanıyordu. İkisinin de birbirine itimadı tamdı. O yüzden aralarında komutan asker ilişkisinden çok iyi iki eski dost ilişkisi vardı. Veysel'in gözü yerlere dağılmış evrakları takıldı. "Birşey soracaktım ama müsait değilsin sanırım" dedi temkinli bir şekilde. Murat'ı iyi tanıyordu. Böyle anlarda ona yaklaşmanın doğru olmadığını bilecek kadar iyi tanıyordu. Komutan Murat elleriyle uykusuzluktan zonklayan şakaklarını ovarak ona içeri gelmesini söyledi. Aklı karmakarışıktı. Belki bu durumu anlatabildiği kadarıyla anlatıp Veysel'e fikrini sorarsa o bir yol gösterebilirdi. Tabi ki herşeyi tüm çıplaklığıyla anlatamazdı ama yine de onun kendisine bir fikir verebileceğini düşündü. Ani bir kararla Veysel'e dönüp "Kapıyı kapat." dedi. Veysel kapıyı kapatırken merakla Murat'a baktı. Murat ayağa kalkıp yanındaki masadan iki tane karton bardak aldı. Kettle da kaynattığı suyu bardaklara döküp sallama çay poşetlerini içine attı. Birini Veysel'e uzattı. Veysel bardağı alıp başıyla teşekkür etti. Nereden başlayacağını bilmiyordu. Yaşadıklarını ona tam olarak anlatamazdı. Zaten kendisi bile tam olarak ne yaşadığını bilmiyordu. Yine de Veysel dürüst ve güvenilir bir dosttu. Nasıl anlatacağını bilmese de bir yerden başlamaya karar vererek sıkıntıyla ona döndü; "Veysel" dedi ve duraksadı. "Sana şimdi sivil olarak birsey soracağım, ama aklına ilk gelen neyse dürüstçe söyleyeceksin" dedi. "Tabi komutanım" dedi Veysel merakla. Murat biraz duraksayıp tane tane konuşarak devam etti. "Hiç uygunsuz birine karşı birseyler hissettiğin oldu mu?" diye sordu. Veysel bu sorunun altındaki asıl soruyu keşfetmeye çalışarak gözlerini kıstı. Bekar bir asker olarak defalarca birçok kadınla ilişki yaşamıştı. Genelevlere ve pavyonlara da arada sırada yolu düşmüştü. Tabi bu sırada bazen uygunsuz ya da en azından çok da ahlaklı olmayan kadınlara karşı da birşeyler hissettiği olmuştu. İçinden komutan Murat'ın da benzer birşey yaşadığını düşünerek yanıtladı. "Maalesef birkaç kez oldu" dedi. Murat ilgiyle ona bakarak "Peki bu hislerden nasıl kurtuldun?" dedi. Veysel oldukça rahat bir şekilde cevap verdi; "Ateşin sönmesi için yanıp bitmesi gerekir. İnsanın içindeki hislerin bitmesi içinse yaşanıp bitmesi gerekir." dedi. Aldığı bu cevap Murat'ın mantığına uysa da aklına ve kalbine imkansız geliyordu. Çünkü Şöhret'i tanıdıkça ona olan hisleri ve ilgisi bitmiyor tam tersine alevleniyordu. Murat, Veysel'i gönderdikten sonra kara kara düşünmeye devam etti. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Murat, bir kaç gece daha Şöhret’ten ve rüyalarından kaçmak için üst üste sigara içerek askeriyenin etrafında volta atmaya devam etti. Her defasında Şöhret’i düşündü. Her düşünce, her rüya, onu giderek Şöhret'e ve o ceviz ağacına yaklaştırıyordu. İradesi giderek zayıflıyordu. Bunu kabul etmek, ona pek kolay gelmese de, her gece, o ceviz ağacına adım adım yaklaşıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD