Komutan Murat, her gece rutinini bozmadan, karakol çevresinde ya da ormanın kenarlarında sigarasını yakıp dolaşıyordu. Her gece gözü o tepede olsa da asla o tepeye ya da ceviz ağacının yanına gitmiyordu. Aklının bir köşesinde, Şöhret’in yüzü yer etmişti. Geceleri, sigarasının dumanını derin derin içine çekerken, zihini onun o masum ama cekici yüzünü gözünün önüne getiriyordu. “Bir daha gitmeyeceğim,” diye söyleniyordu kendi kendine. “O ceviz ağacına bir daha asla gitmeyeceğim.”
İçindeki irade ise, giderek zayıflıyordu. Genç kızı yakından görmek ve sohbet etmek onu büsbütün alt üst etmişti. Şöhret, sessizce zihnine yerleşmişti. Onun gülümsemesini, konuşmasını, ve gözlerindeki derinliği her hatırladığında ona karşı inanılmaz bir çekim hissediyordu. Daha önce hiçbir kadından böylesine etkilenmemişti. Murat, her geçen gün, bu etkilenmenin daha da büyüdüğünü hissederek endişeleniyordu.
Şöhret’in o geceki sözleri aklında dönüp duruyordu: *“Belki yine karşılaşırız.”* İşte bu söz, Murat’ı korkutuyordu. “Bir daha gelmemelisin,” diye düşündü. “Bir asker ve genç bir kız... Arada çok fark var. Bir komutan ve bir genç kız...” Ama o kadar kararlı olmasına rağmen, bir şekilde her gece o ceviz ağacının altına gitme arzusuyla uyanıyordu.
Bir sabah, karakolun son durumunu kontrol ettikten sonra, içindeki bu kararsızlığı sona erdirmeye karar verdi. O gece, son kez oraya gitmeye ve son kez, Şöhret’e, “Bir daha gelme,” demeye karar vermişti. O, hiç kimseye bağlanmamalıydı. Bir komutan olarak, yalnız kalmaya alışmıştı ve bu hisse sahip çıkmalıydı. Ancak kafasındaki düşüncelerle başa çıkması giderek zorlaşıyordu. Buna bir son vermeliydi.
Karanlıkta, yine sigarasını içerken, dolunayın parladığı tepeyi izledi. Sigara izmaritini yere atıp üzerine bastı, derin bir nefes aldı ve yola koyuldu. Kendisini dinlerken, her adımda kendini daha fazla kararlı olmaya zorladı. “Gideceğim. Bir kez daha, ama son bir kez...” diye düşündü. Yürürken kendini inandırmaya çalışırcasına bunu tekrarlayıp durdu.
Ay ışığı, köyü büyülü bir şekilde aydınlatıyordu. Bu gece, her şey sessiz, soluğunu tutmuş biçimde yaşanacakları bekliyordu. Ağaçlar, rüzgarın hafifçe onları sallaması dışında hiçbir ses çıkarmıyordu. Zaman durmuş gibiydi. Yolda ilerlerken, Şöhret’i düşünmemek için zihnini başka şeylerle meşgul etmeye çalıştı. Ancak her adımda, onu görme arzusunun içinde gizlice büyüdüğünü fark etti.
Sonunda tepeye ulaştığında, Şöhret’i gördü. Ancak bu sefer, onu oturup yıldızları seyrederken bulmadı. Farklı bir şeyler yapıyordu. Genç kız, elinde bir çubuk tutuyor ve yerde toprağın üzerine bir şeyler çiziyordu. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı ve dikkatlice bir takım yıldızının izini takip etti. Çubukla yıldızları çizip, onları ince çizgilerle birleştirdi. Murat, bir an için duraksadı ve onun geçen seferde öğrettiği takım yıldızlarını çizdiğini hayretle fark etti.
Hareketleri o kadar doğal ve akıcıydı ki... Şöhret’in hızlıca öğrenmesinde, Murat’ı etkileyen bir şeyler vardı. Aslında Şöhret, düşündüğünden çok daha fazlasına sahipti; zeka, azim, ve kararlılık... Murat, bu genç kıza duyduğu hayranlıkla, kollarını birleştirip yakındaki bir ağaca dayanarak yerinden kıpırdamadan onu izledi.
Şöhret, çubuğuyla çizdiği şekilleri tamamladıktan sonra başını kaldırıp onu fark etti. Gülümsedi. “Ah, komutanım! Ne zaman geldiniz hiç fark etmedim” dedi. Sözleri, o kadar doğal ve içten bir şekilde çıkmıştı ki, Murat’ın kalbi bir an için hızla çarpmaya başladı.
Murat, adım atmakta zorlandı. “Burada ne yapıyorsun?” dedi, ama sesini kararlı olmaya zorladı fakat biraz titrek çıktı.
Şöhret, başını eğerek gülümsedi. “Yıldızlara bakıyorum” dedi. “Bunları sadece bir kere göstermiştiniz ama hemen öğrenebildim.”
Murat, baktı. “Demek öyle...” dedi ve ifadesi biraz daha yumuşadı. Onun hevesli bir öğrenciymişçesine mutlu olması onu da etkilemişti. “Bunları tek seferde öğrendiğine inanamıyorum."dedi.
Şöhret, gururla gülümsedi. “Bazen, bazı şeyler içten gelir. Tıpkı size söylediklerim gibi.”
Murat, onun gözlerinde bir parıltı gördü, ama bu hisleri bastırmaya çalıştı. “Neyse" dedi geçiştirmeye çalışarak. "Buralar tehlikeli olabilir. Hadi, biraz yürüyelim.” dedi.
Bir süre sessizce yürüdüler. Murat, Şöhret’e köye neden döndüğünü sordu. “Yalnızca üniversiteyi bitirip bir şeyler yapmak, buradan uzaklaşmak istiyordum. Ama annemin ölümüyle, babamın durumu ve kardeşlerim... Birkaç ay önce burada yaşamaya başladım işte” dedi.
Murat, düşünceli bir şekilde dinledi. “Güçlü bir kızsın, Şöhret. Bunu farketmek zor değil.”
Yıldızlar altında oturduklarında, Murat’ın zihnindeki karışıklık giderek daha da derinleşti. Ay ışığı, Şöhret’in yüzünü ve güzel dudaklarını daha da belirgin hale getiriyordu. Onun yanında olmak, elini uzatsa ona dokunabileceğini bilmek herşeyi daha da zorlaştırıyordu. Murat, derin bir nefes alarak düşüncelerini toparlamaya çalışarak , “Artık evine dönmelisin” dedi. "Ve buralarda dolaşmayı bırakmalısın. Bu uygun değil. Bizi köyden biri görürse..."
Şöhret şaşkınlıkla kaşlarını çattı. Görüşmelerinin uygun olmayacağını söylemeye çalışıyordu fakat sesindeki değişiklik ve gözlerini ondan kaçırması ona daha farklı bir şey anlatıyordu. Doğrudan onun sert ela gözlerinin içine baktı. "Boş versene" dedi. Yüzünde farklı bir çekicilik vardı. Onun itiraz etmesine ya da engellemesine fırsat vermeden uzanıp onun sakalları yeni çıkmaya başlamış sert yanağına hızlı bir öpücük kondurdu. Köye doğru dönüp koşmaya başladı. Şöhret bunu nasıl yaptığını bilmiyordu, kalbi kulaklarında atarken evine girip kapıyı kapattı.
Murat, kısa bir süre onu izledikten sonra gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Şöhret kaybolurken, içindeki duygularla başa çıkmanın ne kadar zor olduğunu düşündü. Ama bir şey kesindi: O gece, Şöhret’e olan hisleri elle tutulur bir hale gelmişti ve bu hisler, ne kadar karşı koymaya çalışırsa çalışsın, yavaşça onu teslim alıyordu.