2.Bölüm

1533 Words
DORUK             Bu hayatta nefret ettiğim bir şey varsa, o da tıraş olmaktı. Tıraştan sonra cildimde oluşan yanma hissi ve sakallarım çıkarken yüzümde hissettiğim kaşınmayı her zaman itici bulmuşumdur. Bu nedenle Tarzan'a dönmediğim sürece tıraş olmayı tercih etmiyordum. Bugün, bir istisnaydı. Daha iki gün önce tıraş olmama rağmen, bugün yine tıraş makinesiyle birbirimize bakıyorduk. Ne o benden hoşlanıyordu, ne de ben ondan.             Bir kez daha aynadaki görüntüme baktım. O kadar da kötü gözükmüyordu bence? Hem ben sakalsız o kadar da yakışıklı değildim. Her türlü giderim vardı, kabul; ama sakallı halim her zaman daha iyiydi. Bu yüzden tıraş makinesini hızla eski yerine koydum ve dünyaya büyük bir iyilik yaptım. Güne yine çok yakışıklı başlayacaktım.             Duş ve tıraş olamama merasiminin ardından, hızla odama geçtim ve iş görüşmesi için hazırladığım takımımı giydim. Acar Reklamcılık & Pazarlama'da iş görüşmesine gidiyordum. Grafik tasarımı ve pazarlama bölümlerinde açıkları vardı ve ben her ikisini de kapatacak özelliklere sahiptim. Tabii esas görevim grafikerlikti; ancak pazarlama kısmına da yardım edecektim. Dört yıllık grafik tasarımı ve iki yıllık pazarlama eğitimi aldıktan sonra, çok iyi yerlerde, çok iyi paralara çalışacağımı düşünmüştüm; fakat öyle olmamıştı. Üç yıllık meslek hayatım altı farklı işten idealist bir manyak olarak ayrılmamla sonuçlanmıştı. Patronlarımın hepsi zevksiz piçlerse bunda benim ne gibi bir kabahatim olduğunu hiç anlamamıştım. Bu seferki patronumun öyle olmamasını umuyordum. Kudret Acar... İş görüşmesi için arayıp randevu aldığımda, onunla görüşeceğimi söylemişlerdi.             Hızlı bir kahvaltı için mutfağa doğru yöneldiğim sırada telefonum çaldı. Kırıştırmamaya özen göstererek ceketimi olduğu yerden aldım ve boştaki elimle telefonumu kulağıma götürürken, mutfağa doğru yöneldim.             "Alo?"             "Günaydın kardeşim. Nasılsın bu sabah? Heyecan var mı heyecan?"             "Sabah sabah ne istiyorsun Eymen? Rüyanda beni mi gördün?"             Eymen ve üniversitenin ilk yılından beri arkadaştık. Sağlam çocuktu. Okumak için Ankara'dan İstanbul'a taşınmış ve sonra bir daha geri dönmemişti. On sekiz yaşımdan bu yana her derdime ortak olmuş, dokuz yıllık arkadaşlığın hakkını vermişti. Adam gibi adamdı yani.             "Gördüm tabii. Senin işsizliğin yüzünden artık geceleri başka rüya görmez oldum. Gören ilk Doruk şimdi nerede çalışıyor diye soruyor. İnsanların arasında iddia konusu oldu senin iş değiştirip durman. Millet işsizlikten kırılıyor, sen yılda iki kez iş değiştiriyorsun. Emekçilerin yüz karasısın Doruk."             İçimden telefonu masanın üzerine bırakıp, iş görüşmesine öyle gitmek geçiyordu. Bir an elim gitti ciddi ciddi. Eymen de kendi kendine konuşurdu artık. Fena fikir değildi.             "Eymen bir sus karı gibi dır dır dır! Evli olsam karım bu kadar söylenmezdi."             "İşte sorun da o. Sürekli işsiz kalıp durduğun için evlenemezsin de. Yaratıcılık artık moda değil."             "Eymen laf kalabalığı yapma da niye aradın onu söyle."             Eymen'in saçmalıklarını dinlerken, bir yandan da dün aldığım börekleri bir tabağa yerleştirip, mikrodalgaya koydum. Bir an önce kahvaltımı yapıp çıkmak istiyordum. Söyleme şekli sinir bozucu olsa da Eymen haklıydı. Artık bir işte tutunmam gerekiyordu. Bu kadar çok iş değiştirmek özgeçmişim için iyi değildi. Hiçbir patron sürekli istifa edip duran biriyle çalışmak istemezdi. En azından ben patron olsam istemezdim; ama değildim. Bu yüzden acilen kovulmayacağım ya da bırakmayacağım bir iş bulmam gerekiyordu.             "Merak ettim aradım. Ne var yani edemez miyim?"             "Sen gidip kendine manita yapsana? Bir düş yakamdan artık oğlum ya!"             "Bana diyene bak."             "Ben ciddi düşünmüyorum kardeşim. Romantik olan sensin."             Kadınlar her zaman benim hayatımın bir parçası olmuştu. Onlar bana karşı koyamazdı, ben de onlara. Birlikte güzel vakit geçirmekten de büyük keyif alırdık hani. Bize ayrılan sürenin sonuna geldiğimizde de herkes kendi yoluna giderdi. Genelde bunu kalp kırmadan, sevgi saygı çerçevesi içinde yapmaya çalışırdım; fakat bazı kadınlar bunların hiçbirinden anlamıyordu. Telefonunuzdan gizlice annenizin numarasını çalıp, ona 'merhaba ben müstakbel gelininiz, nasılsınız?' diye mesaj attıkları zaman, işler ister istemez çirkinleşiyordu.             Mikro dalganın uyarı sesi duyulunca, tabağı fırından çıkardım ve mutfak masasına oturup kahvaltımı yapmaya başladım.             "Şimdi güzel güzel karnını doyur, tüm negatif enerjinden kurtul ve git o işi al. Mümkünse kovulmamak ya da bırakmamak üzere..."             "Bir yerlere okunmuş şeker filan da bıraktın mı bari Eymen?"             "İyi fikirmiş. İlk iş gününden önce gideyim de bir hoca bulayım."             "Eymen bir siktir git sabah sabah ya! Başımı şişirdin. Okunmuş şeker diyor hâlâ. Hadi kapat, kahvaltımı bitirip çıkacağım ben de."             "Bak kovulma ama daha işi alamadan."             "Eymen!"             Eymen son saçmalıklarını da yapıp telefonu kapattığında, ben de hızla kahvaltımı bitirmeye koyuldum. Bir an önce yola çıkmam gerekiyordu. Neyse ki İstanbul trafiğine inat arabasımı satmış ve yerine gözüm gibi baktığı bir motor almıştım. Motorun bir tutku olduğunu söylerlerdi de inanmazdım. Gerçekten de öyleydi. Özgürlüğün ne olduğunu, ilk kez motor kullandığım zaman anlamıştım.              Börekler bitince tabağımı lavaboya bırakıp hızla sudan geçirdim ve ardından vakit kaybetmeden evden çıktım. Bugün o işi alacaktım.             *             Acar Reklamcılık & Pazarlama Maslak'ta bir plazanın en üstteki beş katına kurulmuştu. Ben en üstteki yönetim katında, proje bölümünün grafikeri olarak çalışacaktım. Ayrıca bu bölümdeki pazarlama müdürüne de yardımcı olacaktım. Tabii işi alırsam... Motorumu arabaların arasından sürerek ve mümkün olduğunca kırmızı ışıklara takılmamaya çalışarak plazanın olduğu yere doğru sürdüm. Rüzgara karşı ilerledim. Adeta delip geçtim onu ve bundan tarifsiz bir zevk aldım. Rüzgarın direncini yıkıyor gibiydim. Kendimi her şeyin efendisi gibi hissediyordum o anda. Eymen'in negatif enerjiden kurtulmak dediği şey bu olsa gerekti. Çünkü şu an oldukça pozitif hissediyordum.             Plazanın önüne geldiğimde motorumu binanın yanında bulunan boşluklardan birine park edip kontağı kapattım. İstanbul'da sıcak bir gündü. Ceketimin lekelenmesini göze alamadığım için üzerime ekstradan giydiğim deri ceket öncesinde esen rüzgar yüzünden rahatsız etmese de şimdi yakmaya başlamıştı. Motordan iner inmez ilk iş deri ceketimi çıkartıp, motorun bagajına adeta sıkıştırdım. Ceketi bırakırken de örnek projelerimin bulunduğu dosyayı oradan aldım. Kaskımı çıkartım dağınık saçlarımı parmaklarımla karıştırırken birkaç çift gözün beni izlediğini biliyordum. Kadınlar böyle şeylere dayanamıyordu. Nedense motor kullanan her yakışıklıyı beyaz atlı prens sanıyorlardı. Hepsi değildi bayanlar, hepsi değil...             Kaskı da bagaja attım ve elimde dosyamla birlikte plazaya girdim. İş görüşmesine gelmeden önce biraz araştırma yapmıştım. Bina aslında Acar ailesine aitti. Adın da belli oluyordu bu. Acar Plaza; ancak şirketleri sadece en üst katları almıştı. Diğer katlarda başka iş yerleri vardı. Binadan içeri girdiğim zaman ilk önce güvenlikten ziyaretçi kartı almam gerekmişti. Onlar yukarıya geldiğimi haber vermiş, ben de ziyaretçi kartımla birlikte asansöre ilerlemiştim.             Asansöre benimle birlikte üç kişi daha bindi. Üç kişiden ikisi erkek, bir tanesi ise kadındı. Esmer, büyük mavi gözleri olan kadın asansöre adım atmamızın üzerinden birkaç saniye geçmişti ki benimle konuşmaya başladı.             "Burada mı çalışıyorsunuz?" diye sordu. Bu yüzyılda kadınların kendilerine olan güveni göz yaşartıcıydı. Yanlış anlamayın, bu iyi bir şeydi. Hem de çok iyi bir şey.             "Henüz değil; ama umarım bugünden sonra çalışmaya başlayacağım. İş görüşmem var da."             "Öyle mi?" diye sordu şuh bir gülümsemeyle. Asansörde tanıştığı erkeklere böyle gülümsememeliydi. Sonra onlara boş yere ümitlendirebilirdi. "Hangi katta?"             "En üst katta."             "Tesadüfe bakın! Demek işi alırsanız iş arkadaşı olacağız ha? Ben de pazarlama bölümünde çalışıyorum."             Bunun iyi bir şey mi kötü bir şey mi olduğuna henüz karar verememiştim. Zaman gösterecekti sanırım; fakat burayı şimdiden sevmiştim. Sanırım her zamankinden biraz daha uzun süre bu şirkette çalışacaktım.             "Umarım tekrara karşılaşırız," dedi esmer kadın ve bana elini uzattı "Adım Deniz," diyerek kendini tanıttı.             "Doruk," diyerek karşılık verdim ve uzattığı eli sıktım.             İneceği kata geldiğimizde elini avcumun içinden çekti. "Tanıştığıma memnun oldum Doruk," dedi inmeden hemen önce "Sana kötü kurtla bol şans."             Sana kötü kurtla bol şans.             Bunun ne anlama geldiğini bildiğimden emin değildim.             En üst kata geldiğimde kafam oldukça karışmıştı ve o uyarıdan sonra biraz korktuğumu itiraf etmem gerekiyordu. Yine gidip manyağın tekini bulmamıştım değil mi? Yaşlı, huysuz aptallardan sıkılmıştım artık. Sekreterlerini kendisine metres tutan ve kadınlara nefes alsın, projelere para kazandırsın yeter mantığıyla bakan tek bir şerefsizle daha çalışmak istemiyordum.             Asansörden çıkıp kat boyunca ilerledim. Damla Hanım'la konuşup randevu almıştım. Bu nedenle yolda bir kişiye onu nerede bulabileceğimi sordum ve oraya doğru ilerledim. Damla Hanım koyu kahve saçları olan, açık tenli bir kadındı. Başını bilgisayarına görmüş hararetli bir şekilde çalışıyordu. Sanırım Kudret Bey'in sekreteriydi.             "Merhaba," diyerek varlığımı belli ettim Damla Hanım'a "Ben iş görüşmesi için gelmiştim. İsmim Doruk Karan."             Damla Hanım hemen yerinden kalktı ve masasının üzerinden hafifçe eğilerek elini bana uzattı. "Hoşgeldiniz Doruk Bey. Biz de sizi bekliyorduk. Biraz beklerseniz içeriye geldiğinizi haber vereyim."             Başımı hafifçe salladım ve o telefon açıp geldiğimi haber verirken bekledim. İçimde tuhaf bir sıkıntı vardı. Ne olduğunu bilmiyordum ve öğrenmek istediğime emin değildim. Sanki bu yer tüm hayatımı tepetaklak edecekmiş gibi geliyordu. Arkama bakmadan kaçıp gitmek istiyordum. Tuhaftı. Ben asla kaçmazdım; ama şimdi bu kuralı darma duman etmek istiyordum.             "Buyurun Doruk Bey," dedi Damla bir dakika sonra, eliyle arka tarafındaki kapıyı işaret ederek "Geçebilirsiniz."             "Teşekkürler."             Derin bir nefes aldım ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. Her adımda kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Evren bana bir çeşit mesaj filan mı vermeye çalışıyordu? Gerginliğimden kurtulmam gerekiyordu. Yaklaşık otuz saniye içinde. Kapının önünde durduğumda sırada bir kez daha derin bir nefes aldım. Kapıyı çalmadan önce içimden ondan geriye doğru saydım. Kendi kendime bunun son işim olacağını ve kalıcı olacağını söylüyordum. Çünkü beni tedirgin eden şeyin bu olduğunu sanmıştım.             Tık tık!             İki kez çaldım kapıyı yavaşça ve karşılığında bir kadın sesinin "Gel," dediğini işittim.             Kadın mı?             Kapının kolunu çevirdim ve kapıyı açıp içeri girdim. Kahve tonlarının hakim olduğu odada, tam karşımda, görkemli büyük masada oturan sarışın kadın yavaşça bakışlarını kaldırdı ve bana baktı. İşte içimdeki gerginlik ateşi o an alev aldı. Ona tek bir bakışım kim olduğunu ve şu anda nerede bulunduğumu anlamama sebep olmuştu. Buna neyin, neden sebep olduğunu bilmiyordum ama etrafımda olup biten her şeyin tam anlamıyla farkındaydım.             ŞEYTANIN İNİNDEYDİM! Onu gördüğüm an aklıma gelen ilk şey bu olmuştu. İkinci şey; kesinlikle belamı bulmuştum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD