3.Bölüm

1439 Words
Şeytanın ini beyazdı. Tüm günahlarını saklayan temiz bir beyaz. Etrafta onu tanımlayan tek bir ipucu bile yoktu. Boştu. Düzdü.             Şeytan güzeldi. Bir günah kadar güzel, onun kadar baştan çıkarıcı.             Bakışları yakıcıydı. Belaydı... Doruk bunu biliyordu. Bu kadına bulaşma gafletinde bulunan herkes yanmaya mahkûmdum.             Meyra'nın bakışları Doruk'un gözleri ile birleştiği anda kalbi heyecanla çarpmaya başlamıştı. Her bir atışta bu adamdan bir parça istiyordu kalbi.             Doruk ağa takılmak üzere olduğunun farkındaydı. Ona doğru adım atarken, şeytana yenilmeyeceğine dair söz verdi kendine.             Oyun istiyordu kadın... Ama adam ne av olacaktı bu oyunda ne de avcı. Bir oyun oynanacaksa, ikisi de eşit olacaktı...             Meyra             "Hoşgeldiniz Doruk Bey," dedim ayağa kalkıp onu karşılarken.             Kudret amcamın iş görüşmesini benim üzerime yıkmasına en başta bir hayli sinirlenmiştim; ancak şimdi ona teşekkür etmenin kıyısında hissediyordum kendimi. Hemen hemen... Ona teşekkür edip egosunu tatmin etmeye niyetim yoktu elbette, yine de sessizce minnetimi dile getirdim içimden.             Çalışan-patron ilişkisi konusunda benim de bazı sınırlarım vardı elbette; fakat Doruk Karan kusursuz bir Michelangelo heykeli gibi dururken tüm sınırlarım zorlanmış, aşılması imkânsız tüm duvarlarım kırılmıştı adeta. Dağınık saçları, hafif kirli sakalları ve tanrıları kıskandıracak kadar iyi görünün vücuduyla tam da ağzıma layık bir avdı. Karşıma iş görüşmesine çıkması ne de büyük talihsizlikti... Tüm ahlak kurallarını tek bir bakışta çiğnemiştim; ama pek de ahlaklı bir insan olduğum söylenemezdi. Prensiplerim vardı elbette ama sonuçta hepsi bana aitti. Onları ben yaratmıştım, ortadan kaldırmak da bana düşerdi.             "Hoş buldum," diyerek karşılık verdi Doruk, masama doğru yaklaşırken. Yüzünde kafası karışmış bir ifade vardı. "Kusura bakmayın. Kudret Bey'le görüşeceğimi sanıyordum da, odaya girip sizi görünce bir hayli şaşırdım."             Ah, evet, şu gereksiz amcam... Hafifçe gülümsedim tepkisi karşısında. "Kendisinin bir toplantıya katılması gerekti. Bu nedenle sizinle ben görüşeceğim. Zaten çalıştığınız departmanda çoğunlukla benimle muhatap olacaksınız. Umarım sizi gelecekte sık sık şaşırtmayı başarabiliriz Doruk Bey,"             Kısa bir süre sessizliğin ardında saklanıp gözlerinden geçen şaşkın ışıltıyı seyrettim. Ne demek istediğimi anlamaya çalışmanın yarattığı tatlı bir kafa karışıklığıyla boğuşuyordu ve bunu izlemek bana büyük bir zevk veriyordu. Erkekleri kandırması ne de kolaydı.             "İyi anlamda tabii," diye devam ettim sözlerime. "Ben Meyra bu arada. Meyra Acar."             "Memnun oldum Meyra Hanım."             "Ben de öyle Doruk Bey," En keyifli gülümsemelerimden biri yerleşti yüzüme. "Lütfen oturun."             Doruk sözlerimi onaylarcasına başını salladı ve yavaşça masamın önündeki deri koltuklardan birine çöktü. Ben de aynı şekilde kendi koltuğuma oturdum ve onu incelemeye başladım. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Kafa karışıklığı yavaş yavaş yok olurken, hislerini anlamama yardımcı olacak her bir mimik de yüzünden hızla silinmişti. Yemi yutmuş muydu, yutmamış mıydı? Açıkçası bu yeni grafikerle biraz eğlenme fikri hoşuma gidiyordu. Onunla cinsel anlamda çok fazla yakınlaşmam şu an için ilgimi çekmiyordu. Çünkü hâlâ patron ve çalışan arasındaki mesafeyi korumam gerektiğini düşünüyordum; ancak bu şu an için geçerliğiydi. Geleceğin ne getireceği hiç belli olmazdı. Bir süre daha bu adamla oynadıktan sonra, neler olacağını birlikte görecektik.             Doruk çalışmalarının bulunduğu portfolyoyu masama bırakırken, ben de önümde açık olan bilgisayar ekranından onun CV'sini incelemeye başladım.             "Yeditepe Üniversitesi grafik tasarımı ve İstanbul Üniversitesi pazarlama bölümlerini bitirmişsiniz. Her ikisi de çok iyi bölümler. Neden pazarlama peki? Yani niye mezun olduktan sonra hemen iş hayatına atılmak yerine bir okul daha okudunuz?"             Doruk'un duruşu kendinden emindi. Yüzünde seğiren tek bir kas bile yoktu. Yani sorum karşısında afallamamıştı. Rahattı. Sanki bu dünyanın en normal şeyiymiş gibi cevapladı sorumu.             "Çünkü fırsatlar öyle bir anda karşınıza çıkmaz. Sizi onlara götürecek yollar gereklidir. Bunun için de kendinizi geliştirmek çok önemli. Ben elimden geldiğince kendimi geliştirmeye ve öğrenebildiğim her bilgiyi bir sünger gibi çekmeye odaklıyım diyebiliriz. Pazarlama bölümünün bana fırsat yolları açacağını bildiğimden, tercihimi bu yönde kullandım. Reklamın hayatımızın her alanında bizi yönettiği bir çağdayız. Eh, reklamın iyisi kötüsü olmasa da, reklamcının iyisi de vardır kötüsü de. Benim esas işim grafikerlik ve grafik tasarımıyla, pazarlama reklamcılıkta her zaman birlikte çalışmıştır. Tasarımları pazarlama taktiği şekillendirir aslında. Bense çağa uyum sağladım ve reklam sektöründe nasıl daha başarılı olurum diye düşünüp, adımlarımı ona göre attım."             Zekiydi... Bu ilginçti çünkü zeki bir erkekle karşılaşmayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki artık onların birer şehir efsanesine dönüşmeye başladığını düşünüyordum. İçtikleri protein tozlarından olsa gerek, kasları şiştikçe, beyinleri küçülüyordu. Bu çok kötüydü çünkü zeka iyi bir vücutta fazlasıyla iyi duruyordu. İşte Doruk Karan'ı mükemmel kılan bir özellik daha.             "Küçük yaştan beri resimle ilgilendiğiniz yazıyor CV'nizde. Birkaç defa kendi sergilerinizi açmışsınız," dosyasını incelemeye devam ettim. "Ayrıca lisede bir hat ustasının yanında çalışmışsınız."                      "Evet. Yaz tatilinin tamamını annemin memleketi olan Gazi Antep'te geçirmek zorunda kaldık bir yıl. Orada yapacak pek bir şey bulamayınca, ben de kendimi yeni bir uğraş aramaya başladım. Yaşlı bir hat ustası kendine çırak arıyordu. Yaptığı işler çok ilgimi çekince, ben de hemen çırağı olmaya gönüllü oldum. Üniversitede font tasarladığım dönemde bana çok yardımı oldu bunun. Şimdi hâlâ kendi kendime bir şeyler yaparım."             Sorularıma verdiği ustaca ve kendinden emin cevaplar kesinlikle ona puan kazandırıyordu. Eleman alımlarında bu oldukça dikkat ettiğim bir şeydi. Kişi önce kendine güvenmeliydi. Gerisi kendiliğinden gelirdi. Doruk Karan'da bu güvenden fazlasıyla vardı.             "Demek hâlâ devam ediyorsunuz çalışmalarınıza."             "Evimde çizim yapmak için kullandığım bir odam var. Bir köşesi tamamen hat çalışmalarıma ayrılmış durumda."             Beklediğim fırsatı bulmanın verdiği keyifle, daha geniş bir şekilde gülümsedim ve masama dayadığım dirseklerimden destek alarak hafifçe öne doğru eğildim. "Bir gün görmek isterim."             Oyun henüz başlamamıştı. Oyunun başlaması için, Doruk'un da bana katılması gerekiyordu. Yemi atmıştım ve şimdi avın ağa takılmasını bekliyordum. Av ağa takılacak ve oyun başlayacaktı. Doruk Karan'la uğraşmak çok ama çok eğlenceli olacaktı.             Doruk             Patronum bana yem atıyordu... Bunu anlamamak için ileri derecede salak olmak gerekiyordu ve içimden bir ses dünya üzerinde bunu anlamayan birçok hemcinsimin olduğunu söylüyordu. Aptalları bulmak kolaydı. Ne yazık ki ben aptal değildim ve ne yazık ki Meyra Acar bunun farkında değildi. Ağına düşmemi bekliyordu ve gözlerinden benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak istediğinin farkındaydım. Açıkçası ilk kez bir iş görüşmesinde böyle bir şey yaşıyordum. Bunu cinsel taciz olarak adlandırır mıydım? Kesinlikle hayır... Beni taciz ettiğini düşünmüyordum. Üstelik öyle olsa bile bunu itiraf etmek kesinlikle küçük düşürücü olurdu... Ama bana kur da yapmıyordu. Kadınların bana kur yapmasına alışkındım; ancak Meyra Acar kesinlikle olduğunu düşündüğüm kişiydi. Bir şeytandı... Aptal adamları oyunlarıyla günaha davet ediyor, sonra onları cehenneminde yakıyordu. Üstelik de bundan inanılmaz bir zevk alıyordu.             Kadının duruşu bile ne kadar tehlikeli olduğunu anlamanıza yetiyordu. En tehlikeli günahların vücut bulmuş haliydi o. Size cennet bahçesinden elmayı çaldırtan cinsten kadınlardı. Sertti. Seksiydi. Kendinden emindi. Ve erkeklerle oynamaya, onlara istediğini yaptırmaya öyle alışmıştı ki üç sesim bana hayatta kalmanın başka bir yolunu bilmediğini söylüyordu. Aynı zamanda hem su gibi berraktı zihninden geçenler, hem de karanlık. Sanki bir sis perdesi vardı etrafında. Sisi görüyordunuz ama ardında ne olduğunu tahmin etmek bile imkansızdı. Meyra Acar bir avcıydı. Bu onun karakterinin etrafındaki sis perdesiydi. Gerçekte kim olduğuysa tam bir muammaydı. Bu iş gittikçe ilginç bir hal almaya başlıyordu.             "Bir gün görmek isterim," diyerek yemi atmıştı ve şimdi sessizce yutmamı bekliyordu.             Ne yapmalıydım? Salağa yatıp oynamasına izin mi vermeliydim, yoksa aramıza sert bir duvar örüp bu oyunun dışında mı kalmalıydım? İkincisi hiç de eğlenceli gelmiyordu kulağa. Kadınlarla oynanan her türlü oyuna vardım ben. Bunun iş ahlakına ne kadar aykırı olduğunun farkındaydım. Kadın sonuçta patronum olacaktı; ama onu hemen yatağa atmayı filan da planlamıyordum. Biraz oynamaktan zarar çıkmazdı. Açıkçası neler yapacağını merak ediyordum. Her bir oyununu tek tek çözmek ve sis perdesinin ardındakine ulaşmak eğlenceli olacaktı.             Blöfünü gördüm ve "Belki," diyerek ona karşılık verdim.             Ona yenilmeyecek, ağına düşen aptal aşıklardan biri olmayacaktım; fakat aptal rolü yapmanın da kimseye bir zararı dokunmazdı. Ben de öyle yapacaktım.             "Umarım," dedi Meyra karşılığında ve tekrar dosyalara döndü.             CV'mi ve portfolyomu aynı anda incelerken bana bir kez bile bakmıyordu. Bunun bir diğer numarası olduğunu hemen anladım. Kim bilir kaç erkeği sakladığı bakışlarıyla çileden çıkarmıştı. Bense sakinliğimi koruyacaktım. O kendininkileri açana kadar, ben kartlarımı oynamayacaktım.             "Çalışmalarınız gayet başarılı Doruk Bey," dedi sonunda bakışlarını kaldırıp, bana bakarak. "Yalnız merak ediyorum. Neden bu kadar çok iş değiştirdiniz? Bu iş dünyasında oldukça büyük bir eksidir."             Bunu duyduğum her sefer için köşeye bir lira atsaydım...             "Bana göre değillerdi," diyerek basitçe cevapladım sorusunu.             Dudaklarını hafifçe büzdü ve yüzüne düşünceli bir ifade yerleşti. Gözleri yavaşça baştan ayağa süzdü beni. Akıllıca bir cevabı vardı. Farkında olmasa da vücut dili onu ele veriyordu. Bir cevabı vardı ve söylemek için doğru zamanı bekliyordu. Beni meraklandırmak, heyecanlandırmak istiyordu. Başarılı olmuş muydu? Eh, biraz işte...             "Peki," dedi yavaşça arkasına yaslanmadan önce. Dudaklarını usulca yaladı ve yutkundu. Burada da baştan çıkarıcı olmaya çalışıyordu ve pantolonum imdat çağrılarına kulak asacak olursak kesinlikle başarılı olmuştu. "Burası size göre mi Doruk Bey?"             Yem atma sırası bendeydi... Aynı şekilde gözlerinin içine baktım ve cevabımı vermeden önce uzun uzun onu inceledim. Gözlerimi kısıp, hafifçe gülümsedim ve cevabımı verdim: "Öyle umuyorum Meyra Hanım."             Blöfümü yedi. Kartları artık önümdeydi. Oyun sırası bana geçmişti. Avcı her kuşun etinin yenmeyeceğini öğrenecekti.             "Aramıza Hoşgeldiniz Doruk Bey."             Bu kısaca cehenneme hoş geldin Doruk, demekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD