2.bölüm

4929 Words
Asya, yeni güne gözlerini açtığında her sabah yapmayı alışkanlık haline getirdiği şeyi yaptı. Balkona çıkıp, karşısında sonsuzmuş gibi duran denize çevirdi bakışlarını.  Dün gece yağan yağmurdan kalan toprak kokusunu çekti içine. Sebebini bilmediği bir şekilde farklı hissediyordu bugün kendini. Farklıydı işte. Açıklayamıyordu ama hissediyordu. Babasını görmüş olmasına bağladı bu durumunu. Öyle ya, uzun zamandır görmediği babasına kavuşmuştu. İçindeki sevinç, babasının bugün döneceğini fısıldadığında kalbine, kırık bir mutluluğa dönüştü. “Kızımı uyandırmaya gelmiştim ama görüyorum ki çoktan uyanmış. Günaydın gül kokulum. “ Babasının, kapı pervasına yaslanıp söylediği sözlere hafifçe tebessüm etti.  “ Günaydın babacım. “  “ Kahvaltı hazırmış hadi güzel kızım. Beraber kahvaltı yapalım. “ “ Sonra gideceksin değil mi? “ diye sordu, cevabını bildiği halde.  “ Gitmem gerekiyor ama bu son uzun ayrılığımız oldu. İşler bir düzene girsin her hafta burada olacağım söz veriyorum. “ “ Söz mü? “ diye sordu gözlerine yansıyan mutluluk parıltılarından habersiz.  “ Söz. Hadi gel aşağıya inelim de daha fazla bekletmeyelim Ayşe Sultan’ı. “ Başını sallayarak onayladı babasını. Babasının kolları arasında olmanın mutluluğunu doyasıya yaşadı. O olmadan her şey eksikti. Mutluluğu, huzuru… Her şey o yanında olunca tam oluyordu. Annesine giden yoldu babası. Bu yüzden bile bir ömür yanından ayrılmamayı kabul edebilirdi.  Kahvaltı masasına oturduklarında, Ayşe Sultan’ın koşuşturmasını keyifle izledi. Hep böyle oluyordu zaten. Babası ne zaman gelse, Ayşe Sultan bir şey eksik olmasın diye didinip dururdu. Masada her şey tam olmasına rağmen, defalarca dolabı kontrol eder, eksik bir şey olmadığına emin olurdu.  Keyifle güldüğü sırada, Ayşe Sultan’ın göz hapsine girdi. Kadının ters bakan gözleri, yutkunmasına sebep oldu. Ne yapmıştı ki şimdi?  “ Sen bana mı gülüyorsun? “ diye soran kadına bakıp hemen başını iki yana salladı.  “ Asla. Yapar mıyım hiç öyle şey? “ İnanmadığı, yüzünün şeklinden belliydi. Ama o sert bakışlarının altında olan gülümsemeyi görüyordu Asya. Hiçbir zaman sert bir kadın olmamıştı Sultan’ı. En kızgın olduğu zamanlarda bile sert olmayı başaramamıştı.  Sonunda Ayşe Sultan’da sofraya oturduğunda, hemen önünde duran bala uzandı Asya. Kocaman bir parça ekmek alarak bala batırdı. Yaptığının pek de kibar olmadığını biliyordu ama bal görünce karşı koyması mümkün değildi. Babasının gözlerinde yanıp sönen duygudan habersiz balını yemeye devam etti.  “ Tıpkı Gül gibi. “ diyen Ayşe Sultan’a çevirdi bakışlarını. Anlamamıştı. Ne Gül gibiydi?  “ Ne annem gibi? “ diye sordu anlamadığını belli ederek. “ Annende balı çok severdi. Tabağı bitirene kadar bırakmazdı. “  Annesiyle ortak bir zevki paylaşmış olmanın buruk sevincini yaşadı. Derin bir şekilde iç çekerek sandalyesine yaslandı.  “ Annemi sen büyüttün Ayşe Sultan. Bilirsin neler yaptığını. Nasıldı, çok yaramaz mıydı? Neleri severdi? “ Göz ucuyla babasına baktığında, derin düşüncelere daldığını gördü. Onu düşündüğünü biliyordu. Söylemesine gerek yoktu ki. Yüzünün aldığı şekil, hasretle yanan gözleri, dudaklarının titreyişi… Her biri annesinin adını haykırıyordu.  Aslında sorduğu sorunun cevabını biliyordu. Defalarca sormuştu bu soruyu Ayşe Sultan’a. Defalarca almıştı cevabını. Ama yine de dinlemek istiyordu annesini. Duymak istiyordu onu.  “ Güzel kızım sonra anlatırım ben sana. Hadi çabuk kahvaltını bitir de babanı yolculamaya gidelim. “ Asya başını sallayarak onayladı yaşlı kadını. Giderayak babasını üzmenin bir manası yoktu.  “ Siz gelmeyin. “ dediğinde babası, Asya, başını iki yana sallayarak reddetti.  “ Olmaz biz de geliyoruz. “ “ Kızım gerek yok. Boşu boşuna gelmeyin. Alt tarafı buradan İzmir’e geçip havaalanına gideceğim. Yorma kendini prensesim. “ “ Peki. “ diyerek daha fazla ısrar etmedi. Kahvaltı faslı bittikten sonra, hazırlanmaya başlayan babasını izledi bir süre. Neden ayrı olmak zorundalardı ki? Gitmese… Babasını üzmemek için dilinin ucuna gelen kelimeleri yutuyordu her defasında.  Babasının gidişinin ardından odasına çıkarak dingin maviliği seyretti bir süre. Yalnızlığı kendisini hatırlatırken, evden çıkmakta buldu çareyi. Boğuluyordu.  Ayşe Sultan’a haber verip çıktı evden. Gideceği yer belli olsa da bugün biraz daha geç gitmek istedi sahil kenarına. Elif’e gitmeliydi belki de. Nişan arefesinde arkadaşını sıkmak istemediğinden, bu düşüncesinden vazgeçti.  “ Nereye böyle güzel kızım? “  Halide Teyze’nin sesini duyduğunda, yüzüne hafif bir tebessüm yayıldı. Çok seviyordu bu kadını Asya. Tontonluğu tıpkı Ayşe Sultan gibi olsa da Halide Teyze’nin cadılığına söylenecek söz yoktu. Fena olduğu kadar, işini bilirdi de. Dedikodular ondan değil belki ama çöpçatanlık kesinlikle ondan sorulurdu.  “ Biraz gezeyim dedim Halide Sultan, sen nereye gidiyorsun? “ “ Bizim Mustafa Bey’ler yok mu, onlara gidiyorum. “ “ Niye gidiyorsun? Onun kızı yok ki. “ dediğinde Asya, Halide Teyze’nin çatılan kaşları gördü. Gülme isteğini güçlükle bastırarak, yaşlı kadının yanaklarından öptü. “ Kızma Halide Teyze’cim. Şaka yapıyorum. Hadi söyle niye gidiyorsun? “ “ Ayol oğlu yok mu Kamuran, onunla konuşacaktım. Bizim Feride’yle pek de yakışırlar. “ Asya, az önce güçlükle bastırdığı gülme isteğini bu defa bastıramayarak kahkahasını serbest bıraktı. Yaşlı kadında dayanamamış olacak ki; kendisine eşlik etmişti. Attığı kahkahalar yüzünden birkaç kişinin kendilerine dönüp bakmalarını umursamadan gülmeye devam etti. Ta ki, karşı kaldırımda kendisini izleyen bir çift gözü görene dek. Gülümsemesi yüzünde hafifçe soldu. Bir bakış, insanın içini buz kestirir miydi? Hiç tanımadığı, görmediği bir göz bu denli etki edebilir miydi? Bakışlarını kaçırarak önünde duran kadına çevirdi. Yüzü, allak bullak olmuş bir şekilde bakıyordu Halide Teyze’ye. Bu kadar sarsılması normal değildi. Bunu, daha ilk bakıştan anlamıştı. Unutmayı seçti. O gözleri görmediğini düşünmeye çalıştı. Böylesi daha kolaydı. Daha önce görmediği o adamın kim olduğuyla ilgilenmek istemiyordu. “ Karşıdaki yakışıklıya mı bakıyon sen? “  Halide Teyze’nin tek kaşı havada sorduğu soru, Asya’nın yutkunmasına sebep oldu. İnkarın hiçbir şekilde yaramayacağı, yaşlı kadının yüzündeki bilmiş gülümsemeden belliydi. Bu yüzden gerçeği, farklı bir şekilde söylemeye karar verdi. “ Evet. Bir arkadaşıma benzettim ama değilmiş. “ “ Aman neyse ben gideyim de kaçırmayayım oğlanı. Ayşe’ye söyle bir ara uğrarım size. “ “ Olur. “ Uzaklaşan kadının arkasından bakarken, gözleri kendisinden bağımsız bir şekilde tekrar o tarafa döndü. Yoktu. Orada olduğu için rahatlayan yanına rağmen, tuhaf bir şekilde tekrar görmek istiyordu o gözleri. Sert yüz hatları ve gece karası gözleriydi dikkatini çeken. Önemsememeye çalışarak sahile doğru yürümeye başladı.  Hasan Amca’nın yanına geldiğinde, ilk defa heyecanlı hissetmiyordu kendini. Başka zaman olsa tekneye atladığı gibi dümene geçer, demir atılmış tekneyi sürmeye uğraşırdı. Bir adım ileriye götüremeyeceğini bilse de, vazgeçmezdi yaptığı şeyden. Bugün, dümene geçmek de gelmiyordu içinden. Hem babasının gidişinden dolayı hissettiği üzüntü bir şeyler yapma isteğini bastırıyor, hem de gördüğü o gece karası gözler, aklını fazlasıyla meşgul ediyordu.  “ Oturmaya mı geldin buraya? Hadi gel yardım et şu balıkları satalım. “ “ Pişmemişler ki daha. “ diyerek mangalın üzerindeki balıkları gösterdi. “  Sen gel ekmekleri ısıt. Aklını kurcalayan her neyse iyi gelir. “  Şaşırmamıştı Asya. Yüzünden okunuyordu belli ki hissettikleri. Kurcalamayarak oturduğu yerden ayağa kalktı. Mangalın başına eldivenleri eline geçirdi. Elinin yanmayacağı bir uzaklıkta yarım ekmekleri ısıtmaya başladı. Kızarmasına yakın ekmeği geri çekiyor, başka bir tane eline alıyordu. Havanın sıcak olması sebebiyle biraz bunalsa da, yaptığı şeyden memnundu. Hem Hasan Amca’sına yardım etmek hem de bir şeylerle meşgul olmak iyi gelmişti. Yaşlı adam da iyice yaşlanmıştı yetişemiyordu işlere doğal olarak.  “ Balıkçı güzeli bize iki tane yarım ekmek. “ Başını mangaldan kaldırıp karşısında duran adama baktığında, yüzüne büyük bir gülümseme yayıldı. Arkasında duran adamı, güneş yüzünden seçemiyordu. Güneşten kısılmış gözlerini tekrar mangala çevirdi. “ Usta iki tane yarım. Bizim damada biraz fazla. “ “ Çok cömertsiniz efendim. “ diyen Semih’e bakıp sırıttı. En yakın arkadaşının nişanlısına birazcık iltimas geçmesinde hiç sakınca yoktu. Tabi, bu durum enişte adayı olması dışında, iyi iki arkadaş olmalarından da kaynaklanıyordu.  “ Siz masaya geçin ben hazır olunca getiririm. “ Hemen köşedeki masaya oturduklarını görünce, sırtı kendisine dönük olan adama baktı. Yüzünü göremese de daha önce görmediğini biliyordu. Arkadaşlarından biriydi muhtemelen.  Ekmekler hazır olunca, Usta’nın elinden kaparak masaya doğru ilerledi. Semih’in yanındaki tabureyi alıp oturdu. Ekmekleri, kese  kağıdıyla birlikte iki adamın önüne bıraktı.  “ Gelmezdin sen buralara. “ dedi, Semih’e bakarak. Cümlesini bitirdiğinde, Semih’in  yanındaki adama çevirdi bakışlarını. Karşısındaki adamın gözündeki güneş gözlüğü, yüzünü tam anlamıyla görmesine mani oluyordu.  “ Arkadaşım İstanbul’dan geldi. Biraz gezelim dedik. “ “ İyi yapmışsınız. “ dedi, bakışlarını denize çevirerek.  “ Sende iyi alıştın balıkçı güzeli olmaya. Elif fena şikayetçi haberin olsun. “  “ Niye ki? “ “ Farkında değilsin Asya’cım ama balık gibi kokuyorsun. “ Asya, elini yakasına getirip burnuna doğru çekiştirdi. Gerçekten de balık gibi kokuyordu. Yüzünü buruşturma isteğini güçlükle bastırarak, normal davranmaya çalıştı.  “ Birazcık kokuyor muşum sahiden. Ama ne yapayım Hasan Amca iyice yaşlandı. Yardımcı oluyorum ona bu şekilde. Bana da uğraş oluyor işte. “ “ Çalışacak yer mi yok kızım sana. Niye kendini yoruyorsun bu kadar? “ “ Seviyorum. “ dedi hiç beklemeden. Denizin dinginliği, evinde olmayan huzuru sağlıyordu. Bu yüzdendi belki de evde olmak yerine burada olmak isteyişi. Sabah, akşam demeyip burada soluğu alması. “ Bizi tanıştırmayacak mısın Semih? “ Duyduğu ses kulağında yankı bulurken, hiç bilmediği, hiç hissetmediği titreşimler oluşturmuştu yüreğinde. Sebebini anlayamadığı bu garip durum, heyecan duygusunu beraberinde getirmiş, Asya’yı bir bilinmeze daha sürüklemişti. Bakışlarını karşısındaki adama çevirmiş, gözlüklerin altında yatanı görmeye uğraşmıştı. Sert yüz hatları, aklına birini getirse de ihtimal vermedi. Böylesi bir tesadüf ancak filmlerde ve kitaplarda olurdu. “ Altay, askerlikten arkadaşım. Asya, Elif’in yakın bir arkadaşı. “ Memnun oldum dedi Asya, elini uzatma gereği duymayarak.  “ Bende memnun oldum. “  Sesini ikince defa duymuş olmak bir parça daha heyecanlandırdı Asya’yı. Sesindeki tınıydı belki de böyle hissetmesine sebep. Bilmiyordu.  Bir an sonra, Altay’ın gözlerindeki gözlük çıkmış, ve Asya, delici gözlerin esareti altında kalmıştı. Bu oydu. Gözlerine takılıp kaldığı adamdı. Gece gibi karanlık bakıyordu adam. Unutması mümkün değildi. Tanımış mıydı o da? Tanımış olmasını istedi, tüm kalbiyle. Hissettiği heyecan, boğazının kurumasına sebep olmuş, Asya’yı bir bilinmeze daha sürüklemişti. “ Asya, bakar mısın kızım? “ Asya, Hasan Usta’nın yanına gitmek için ayaklandı. Semih’e ve hemen yanında duran adama kısa bir baş selamı verip yanlarından ayrıldı. Hasan Usta tam zamanında çağırmıştı. Eğer biraz daha orada dursaydı kesinlikle kontrolünü elinden kaybedecekti. İnsan, bir bakışa bu kadar tepki verebilir miydi? Bir bakış yalnızca… Nasıl kazınırdı ki ruha? “ İçerideki küçük kasayı alıp Adonis’e götür. Balık kalmamış acele etsin dedi. “ “ Tamam Hasan amca. “ Teknenin mutfağına girip dolaptan taze balıkları çıkardı. Önlüğünü üzerinden çıkarıp sandalyenin üzerine bıraktıktan sonra, kasayı eline alarak çıktı mutfaktan. Tekneden inip, karaya çıktığında, Semih’lerin de kalktığını gördü. “ Gidiyor musunuz? “ diye sordu, elindeki kasaya baktıklarını görmezden gelerek. “ Evet. Elif aradı onu almaya gidiyoruz da Altay gelmek istemiyor. Burada bırakayım dedim ama bir yere gidiyorsun herhalde. “ “ Adonis Amca’ya gidiyorum. Balık siparişi var. “ “ E tamam o zaman. Beraber gidin bende Elif’i alıp oraya gelirim. “ Altay’ın cevabını beklemeden uzaklaşan Semih’e hayretle baktı Asya. İnanamıyordu! Gözlerini bir türlü aklından çıkaramadığı adamla yalnız kalmıştı. Hemde elinde bir kasa balıkla birlikte.  “ Gidelim mi? “ diye sordu, meraklı bakışlara maruz kalmamak adına. Biraz daha orada öylece dikilirlerse, Hasan Amca’dan azar işiteceğini biliyordu.  Genç adamın cevap vermediğini görünce yürüme başladı. Arkasından geldiğini, çıkardığı adım seslerinden anlayabiliyordu. Elindeki ağırlık yürümesini zorlaştırsa da, gideceği mesafe uzak değildi. Kendinden uzak tutarak yürümesi, kolunu ağrıtmış bu yüzden de soluklanmak için elindeki kasayı bankların üzerine bıraktı.  Adamın kendisiyle ilgilenmeyişi canını sıksa da, dönüp bakmadı. En azından birkaç kelimelik bir şey söyleyebilirdi. Bu durumun canını neden sıktığını bilmese de, umursuyordu işte. Bir şeyler söylemesini, en azından varlığını belli etmesini istiyordu.  “ İstersen ben taşıyayım. “ Sonunda adam konuşarak kendini belli ettiğinde, yüzünde hafif bir tebessüm oluştu.  “ Gerek yok geldik sayılır zaten. Balık kokarsınız şimdi. “ “ Sizin gibi kokacaksam benim için sorun değil. “ Duyduğu cümle, yutkunmasına sebep oldu. Ne söylemek istemişti adam, anlayamadı. Başını çevirip de gözlerine bakmaya cesaret edemedi. Deli gibi bakmak istiyor ve bu isteğini güçlükle bastırıyordu. Balık dolu olan kasayı tekrar eline alıp yürümeye başladı. Cevap veremedi adama. Sahi ne söyleyebilirdi ki o cümleye? Ya yanlış anladıysa… Öyle demek istemediyse adam, bunu göze alamadı. Hem anladığı şey doğru olsa bile önemli olmamalıydı. Hiç tanımadığı bu adam kendisine güven vermediği gibi, huzursuz da ediyordu ama yine de ona bakmaktan ve düşünmekten alıkoyamıyordu kendini. Kendisini böyle düşündüren şeyin ne olduğunu bilmiyordu. İlk defa hissettiği bu duygunun adını bilmiyor ve korkuyordu. Yüreğindeki çekişmeyi belli etmemeye çalışmak da bir  o kadar zordu Asya için.  Sonunda Adonis’in Yeri’ne gelebilmişlerdi. Bir ara bu yolun hiç bitmeyeceğini bile düşünmüştü. Beraberinde yürüyen adam, yol boyu telefonla uğraşmış ve söylediği o sözlerden sonra varlığını belli edecek bir harekette bulunmamıştı. Bu durum Asya’yı rahatsız etse de umrunda değilmiş gibi davranmayı başarmıştı.  Geldikleri lokantanın arka kapısından girerek mutfağa doğru ilerlediler. Adonis Amca’sının telaşı görülmeye değerdi doğrusu. Geldiğini belli etmek için adamın omzuna hafifçe dokundu.  “ Geldin mi? Elindekini ver de ustaya götüreyim. “ Asya, elinde tuttuğu kasayı Adonis Amca’sına uzatarak kenara çekildi. Mutfaktaki ağır koku midesini bulandırsa da çıkmak istemedi. Gelmişken Sarp’ı sormamazlık edemezdi. Az sonra yanına tekrar gelen amcası, kollarını hafifçe omzuna koyarak sıvazladı.  “ Kusura bakma işler yoğun ilgilenemedim seninle. “ “ Ne kusuru aşk olsun. İşlerine bak sen amcacım. Birazdan giderim ben Hasan Usta bekliyor. “ “ Baban olacak hayırsız gelmiş. Uğramadı buraya gördün mü? Çok değişti çok. “ Asya, Adonis’in iç çekerek söylediği cümleye kıkırdadı. Babasını savunması gerektiğini bilerek konuşmaya başladı. “ Acil bir toplantısı varmış o yüzden gitmesi gerekti ama söz verdi daha sık gelecek. “ “ İyi bakalım. Bilseydim bizim haytayada üst baş yollardım. “ Asya’nın yüzüne, Sarp’ın konusunun açılmasıyla büyük bir gülümseme yayıldı. Sarp, Adonis’in oğluydu ve Asya’nın olmayan abisi. Kardeş gibi büyümüşlerdi. Babası, annesiyle evlenip buraya yerleştiği zamanlarda tanışmıştı Adonis’le. O zamandan beri, hiç ayrılmayan iki dost olmuşlar ve çocuklarını da beraber büyütmüşlerdi. Sarp’ın ve kendisinin annesiz oluşuydu belki de böyle yakınlaşmalarının sebebi.  “ İhtiyacı olsaydı söylerdi. Bende ne zaman gelecek diye soracaktım hiç konuştun mu? “ “ Dün aradı halimi sormak için ama hemen kapattı. Bugün de aramadı görüyor musun? Neyse ben işlere bakayım sende git bekletme bizim yaşlı kurtu. “  Asya, Adonis Amca’sını öperek çıktı mutfaktan. Altay’ın içeri girmemesini istemiş, ve kapıda bekletmişti. Yaptığı belki kabalıktı ama Adonis’in Altay’ı görmesi kendisi açısından hiç iyi olmazdı. Gözünün tutmayacağı gibi, babasının da haberi olacağını iyi biliyordu.  “ Kusura bakma beklettim seni de. “ “ Önemli değil. Semih’leri burada mı beklememiz gerekiyor? “ Asya, Semih’i tamamen unutmuş olduğundan, elini alnına vurdu. Hasan Usta’ya bu durumu nasıl açıklayacağını bilmiyordu.  “ Benim gitmem gerekiyor. Sen burada bekleyebilir misin? “ diye sordu mahçup bir şekilde. Ve devam etti. “ İstersen içeri geçip otur. “ “ Peki. “ “ Kusuruma bakma lütfen. “ dedi, adamın gözlerinin içine bakmaya cesaret ederek. Mavi gözlerine tezat bir şekilde koyuydu adamın gözleri. Kahve olduğunu tahmin ettiği gözleri, Asya’yı bambaşka bir duygu seline sürüklüyor ve korkmasına sebep oluyordu. Sessiz bir savaş başlamıştı aralarında. Ne adam çekiyordu kahvelerini ne de Asya vazgeçiyordu mavilerini kahvelere bulaştırmaktan. Bu amansız savaşın galibi Asya olamamıştı. Dayanamamıştı daha fazla aklını bulandıran gözlere bakmaya. Adamın yüzündeki gülümseme, içini sıcacık yapsa da bunu belli etmeye hiç niyeti yoktu. “ Numaranı verirsen belki bu ayıbını görmezden gelmeyi deneyebilirim. “ Asya, gözleri kocaman olmuş bir şekilde bakarken adama, ne kadar komik göründüğünün farkında değildi. Resmen kur yapıyordu! Bu durum, karnında kelebeklerin uçuşmasını sağlasa da, asla böyle birine tav olmazdı. Tanıştıkları ilk günden böyle bir şey söylemeye cesaret bulabiliyorsa eğer fazlasıyla çapkın demekti. Ve bu, Asya’nın en sevmediği erkek özelliğiydi.  Yüzünü buruşturarak baktı adama ve bundan zerre gocunmadı. Ayıpsa ayıptı. Sırf güzel bakıyor diye numarasını verecek değildi.  Asya, birkaç adım atarak adamın yanıbaşına geldi. Boyu, adamın göğsüne anca gelse de, bu durumu umursamadı. Bakışlarını, genç adamın kahvelerine dikerek, yüzüne tatlı bir gülümseme kondurdu. Ve adamın kulağına doğru parmak uçlarında yükselip konuşmaya başladı. “ O zaman istediğin kadar kusura bakabilirsin. “ Sözlerini bitirir bitirmez arkasını dönerek yürümeye başladı. Arkasına bakarak adamın yüz ifadesine bakmak istese de tuttu kendini. Böyle tiplerle sürekli karşılaşmıştı Asya ve bu durum canını sıkıyordu her defasında. Yine öyle olmuştu. Asya, bu defa farklı olduğunu hissetse de, yaptığı şeyden pişman değildi.  ** “ Kime diyorum? Sen beni dinlemiyor musun? “ diye soran arkadaşına boş gözlerle bakmaya devam etti Altay. Canı hiçbir şey yapmak istemediği gibi, kimseyle konuşmak da istemiyordu. Bunun sebebinin o küçük kız olduğunu bilse de inkar ediyordu. Bu kadar kısa zamanda birinden etkilenmeyi yediremiyordu kendine. Etkilenmek dediği ise yalnızca gülüşünü beğenmesiydi. Yolda, o yaşlı kadına gülümsemesini gördüğü an sanki zaman bir şekilde durmuştu. Kahkaha sesi, içinde kurumuş topraklara hayat olmuş gibi hissetmişti. Canlılık getirmiş gibi…  Bu durum, o kızla tekrar karşılaşana dek sürmüştü. Onu bir balıkçı teknesinde gördüğünde, sabah gülüşünü unutamadığı o kızla şu an gördüğü kızı birbirine benzetmekte zorlanmıştı. Üzerinde koyu lacivert bir önlük, saçları tepeden toplanmış bir şekilde ekmek kızartıyordu. Tanıması bile mucize olmuştu aslında. Derin mavi gözlerinden tanıdığını da inkar ediyordu kalbi. Sesini beğendiği doğruydu ama hiçbir şekilde mavi gözleri aklından çıkartamadığı doğru değildi! “ Uçmuşsun sen oğlum. Nerelerde aklın? “ “ Şu kız… Asya, ne zamandır tanıyorsun onu? “ diye sordu Semih’e daha fazla kendini tutamayarak. Sorduğu sorunun başına bela olacağını bilse de içinde git gide büyüyen merakı dizginleyememişti.  “ Uzak dur. O kız bildiğin kızlardan değil. “  Altay, Semih’in bu ani çıkışına bir anlam veremedi. O kızla bir şeyler yaşamak gibi bir isteği yoktu. Yalnızca merak etmişti ve o küçüktü. Yani şimdiye kadar takıldığı kadınlar genellikle kendi yaşıtlarıydı ve bu kız en fazla 18’di. “ Öyle bir niyetim yok. “ diyerek duruma açıklık getirmek istedi. Arkadaşının inanmadığı, kaşlarının daha fazla çatılmasından anlaşılıyordu. Bu durum canını sıksa da belli etmedi. Hem öyle bir şey olsa bile, neden Semih bu kadar önemsiyordu ki o kızı? “O kız kimin kızı biliyor musun? Aslan Dinçer’i duymuşsundur onun torunu. Dinçer Holding’in veliahtı.“ Altay, içmekte olduğu çayı neredeyse üzerine düşürecekti. Türkiye’nin sayılı zenginlerinden olan Dinçer’lerin torunu balıkçılık mı yapıyordu yani?  “ Bugün gördüğüm kız hiçte milyonerlere benzemiyordu. “ diyerek dalga geçti.  “ Elif’ten duyduğum kadarıyla dedesiyle arası iyi değil sebebini bilmiyorum. Burada kendisini büyüten kadınla beraber yaşıyor. Babası İstanbul’da olsa da kızıyla çok ilgili. Sürekli uğruyor yanına. Bugün ki halini söylüyorsan evde oturmak istemediği için Hasan Usta’yı meskeni yapmış. Çalışmayı seviyor. Okulda olmadığı için bir uğraş bulmuş kendine. “ “ E madem o kadar zengin niye özel bir üniversiteye gitmiyor? “ diye sordu bu defa. Rahatlıkla bir üniversiteye gidebilirdi. O soy isminin açamayacağı kapı olmadığını biliyordu Altay. “ O kadarını bilmiyorum. Sende bu kızı kafandan sil at. Babasını birkaç defa gördüm kızına çok düşkün. Yem yapmaz onu sana ve bende izin vermem Altay. O kız, gerçekten iyi. Yalnızca Elif’in arkadaşı olduğu için değil, kardeşim gibi gördüğüm için söylüyorum bunları. O kızdan uzak dur. “ Altay, Semih’in o kızı bu kadar korumasını anlayamıyordu. İyi biri olduğunu elbette anlamıştı bunu söylemesine gerek yoktu.  “ Bir de bizim sıpa da Asya’dan hoşlanıyor. Söylemeye cesareti yok tabi hergelenin. Onu da uyardım neyse ki sözümü dinledi de kızın peşinde dolanmıyor artık. “ Altay, Semih’in ‘bizim sıpa’ diye adlandırdığı kişinin Burak olduğunu anlamıştı. Bu durum anlayamadığı bir şekilde moralini bozmuştu ve bunu belli etmeye niyeti yoktu. Hoşlanabilirdi gayet doğaldı. Burak’ın yaşıyla Asya’nın yaşının birbirlerine yakın olması da bu durumu daha olur kılıyordu. Düşündükleri fazlasıyla canını sıkmış ve konuyu kapatmak istercesine bardağını masaya bırakmıştı. “ Ben odaya geçeyim artık. Yarın uzun bir gün olacak. “ Kendisi için ayrılan odaya geldiğinde, boş tavanı izlerken buldu kendini. Gördüğü tavan değildi elbette. Kulaklarından bir türlü gitmeyen ses ile engin denizleri çağrıştıran mavilerdi aklındakiler. Onu düşünmesi iyi değildi. Hiç iyi değildi hemde. O kız tipi olamayacak kadar küçük ve saftı. Asla öylelerine yaklaşmadığı gibi etkilenmezdi de. Değişen neydi merak ediyordu. Etrafında onlarca güzel kız varken, - ki bunlardan iki tanesiyle bugün tanışmıştı- onları düşünmesi ve hatta mesaj atması gerekiyordu. Aklında, yarın yemeğe çıkıp birkaç güzel söz söylemesi gereken kadınlar olmalıydı, küçük bir kız çocuğu değil. Huzursuz geçen bir uykunun ardından, sabah hiçte istediği gibi olmamıştı. Odasına vurun ışık, bedenini yakıyor ve sızlatıyordu. Güneşi sevmezdi Altay. Yağmurlu günlerin adamıydı. Tamam ıslanmayı elbette sevmezdi ama böyle yanmaktansa havanın kapalı olmasını tercih ederdi.  Sinirle yataktan kalkarak perdeleri çekti. Güneş ışıklarının gelmeyeceğinden emin olduktan sonra kendini yüz üstü yatağa attı. Yeniden uykuya dalacağı sırada telefonunun alarm sesini duymuş ve önemsememişti. Defalarca çalması üzerine, bir seri katil edasıyla yavaşça yataktan kalkarak avına doğru yaklaşmış ve telefonu eline aldığı gibi yere fırlatmıştı. Nihayet ses kesilmişti. Yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle kendini tekrar yatağa attı. Uykunun huzurlu kolları arasına girmiş, ve rüyasını beklemeye koyulmuştu ki; bu defa Semih’in dürtmesiyle gözlerini açmak zorunda kalmıştı. Bıkkınlıkla yataktan doğruldu. Gece düşünmekten uyuyamamış ve sabaha doğru anca kendinden geçmişti. Şimdi de muhtaç olduğu uykusuna kavuşamıyordu. Sinirle baktı Semih’e. Uyandıracak ne vardı? “ Bu saatte uyandırılmamın önemli bir sebebi vardır umarım. “ dedi ters bakmaya devam ederek.  “Hastaneye gitmen gerektiği senin için yeterince önemli bir sebep mi acaba? “ Altay sessiz bir küfür savurarak kalktı yataktan. Kliniği tamamen unutmuştu. Yerde parçalara ayrılan telefonunu görünce bu defa sesli bir şekilde küfretti. Yere eğilip telefonunun parçalarını topladı. Çıkan batarya ve kapağı birleştirerek açılma düğmesine bastı. Neyse ki çalışıyordu.  “ Çabuk giyin de gel iki saattir seni bekliyoruz. “  “ Söylenme söylenme! “ Semih’in çıkmasıyla yatağa geri oturdu. Telefonunun ekranının yandığını görünce isimlere şöyle bir baktı ve telefonu yatağın üstüne fırlattı. Vaktini harcayacak kadar önemli değildi mesajı yollayanlar. Bu sebeple hemen duşa girdi. Semih’i sinirlendirdiğinin farkındaydı ve bu durumdan zevk alıyordu. Eh birazda o kahrını çeksindi canım.  Duştan sonra hızlıca giyinerek çıktı odadan. Kahvaltının bittiğini görünce Semih’e ters ters bakmayı ihmal etmedi. Nasıl misafir ağırlıyordu bu adam böyle? “ Hiç öyle bakma sana çabuk gel dedim. Çıkalım yolda atıştırırsın bir şeyler. “ Altay, ceketini ve gözlüklerini alarak kapıya doğru ilerledi. Evrakları ceketinin cebindeydi. Çalışacağı hastanenin önüne geldiğinde, hayal kırıklığına uğradığı bir gerçekti. Hastane bile denmezdi buraya. Klinik diyebileceği bir büyüklükte ve tek kattı. İlk çalışma yerinin böyle bir yer olması… Gerçekten çok şanslıydı! Semih’le beraber Başhekim’in yanına girdiler. Belgeleri yaşlı adama uzatmış ve incelemesini beklemişti.  “ Hastanemize hoş geldiniz Altay Bey. Beraber verimli bir şekilde çalışacağımızı umuyorum. “ “ Bende öyle umuyorum. “ diye cevap verdi adama.  “ Pazartesi resmi işe başlama gününüz. “ “ Peki teşekkürler. “ diyerek belgelerinin tam olduğuna dair onaylı belgeyi alıp çıktı odadan. Bir görevli eşliğinde odasının önüne geldiğinde içeri girmeyip sadece bir göz attı. Fazlasıyla küçüktü. Yine de çalışabileceği için memnundu. Her ne kadar hovarda olsa da mesleğinin kutsallığının farkındaydı. Bir insanın hayatını kurtarmak kadar değerli bir şey yoktu gözünde.  Hastaneden çıktıklarında, gitmek istediği yerin o küçük kızın yanı olduğunu biliyordu. Nedenlerle uğraşacak bir adam değildi Altay. Anı yaşar ve sorgulamazdı. Semih’in keskin tavrı, geri adım atmasını, en azından o kızla oyalanmaması gerektiğini anlatmaya yetmişti ancak bu durum, o kızı görmek istemesine engel değildi. “ Şimdi nereye gidiyoruz? “ diye sordu, elinden telefonu düşürmeyen arkadaşına. Onun bu hallerine bakıp dalga geçmek gelse de içinden, gözlerinde gördüğü mutluluk, bu isteğini bastırıyordu. Aptal aşık kıvamına gelmiş de olsa, hissettiği duygunun kutsallığı yetiyordu diline kilit vurmaya.  “ Seni bilmem ama ben sevgilimin yanına gidiyorum. Gelmek ister misin? “ “ Yok kalsın. Çekemem sizin aşk böceği hallerinizi. Kendime ev bakmam lazım dolaşayım biraz. “ “ Ne acele ediyorsun. Bizde kalırsın işte. “ diyen arkadaşına minnetle bakıp gülümsedi.  “ 1 yıl boyunca beni misafir edeceğine pek emin değilim. Beni idare edecek bir yer bulayım işte. “ “ Sen bilirsin. Olmazsa beraber de bakarız bir ara. “ “ Tamam hadi git sen. “ Altay, uzaklaşan arkadaşının ardından adımlarını sahile doğru çevirdi. Tam olarak emin olamasa da bu yoldan sahile çıktıklarını hatırlıyordu. Biraz yürüdükten sonra, ağaçlarla çevrili alanı takip etmiş ve nihayet sahil yoluna çıkabilmişti. Ardı ardına sıralı teknelere göz atmış fakat hiçbirinde o kızı görememişti. Bir süre daha ilerledikten sonra aramaktan vazgeçerek banklardan birine oturdu. Karşısında boylu boyunca uzanan denizin güzelliği değildi dikkatini verdiği. Aklından bir türlü çıkaramadığı, çıkarmayı başaramadığı derin mavi gözlerdi aslında gördüğü. Bu durum yavaş yavaş canını sıkmaya başlamıştı. Küçük bir kız, nasıl böyle nüfuz edebilmişti aklına, bilmiyordu. Güzel olduğunu kabul ediyordu Altay. Çok güzeldi hemde. Ama çok daha güzellerini gördüğünü biliyordu. Öyleyse aklını karıştıran neydi? Ufacık haliyle kendisine kafa tutuşu mu yoksa aklından bir türlü atamadığı o gülüşü mü? Bilmiyordu Altay. Bir kez daha sorgulamamayı seçti. İçinden çıkamadığı her ne olursa kolay olanı seçerdi. Bırakırdı. Düşünmek bir sonuca ulaştırmıyorsa eğer, yormazdı kendini. Yine öyle anlardan birindeydi. Düşünmeyi bıraktı. Zamanın getireceklerini bekliyordu yalnızca. Altay, oturduğu yerden kalkarak geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Bu defa gözleriyle aramıyordu gülüşünü unutamadığı kızı. Aramak da istemiyordu artık. Kendisine yabancı olan bu duyguları hissetmesine sebepti o kız. Belki de Semih’in söylediği gibi uzak durmalıydı.  “ Merhaba. “ Birkaç adım ötesinde, ağacın gölgesine sığınan kızla göz göze geldi, sesini duyduğunda. Görmekten vazgeçtiği sırada karşısına çıkması tesadüf müydü, emin olamadı. Yüzüne, her zamanki gülümsemesi yayılırken, bu gülüşünün diğerlerinin aksine içten olduğunu biliyordu. Yapmacık değildi. Zoraki tebessümlerin ardına sığınmıyordu bu kıza bakarken.  “ Merhaba. “ dedi, aradaki mesafeyi kapattığında. Güneşin yakıcı yüzünü, bu ağacın altında göremiyordu. Hissettiği serinlik gözlerinin mavisinden mi kaynaklıydı? Yoksa ağacın gölgesi miydi, sıcağı kendisinden uzak tutan?  “ Semih yok mu? Seni böyle bir başına bırakmış… “ Kızın dalga geçtiğini anlaması için yüzüne bakmasına gerek yoktu. Sesindeki tını, kendisini yeterince ele veriyordu. Altay, onun bu çocuksu haline uyarak, genç kızı cevapladı. “ Hayırsız arkadaş işte… Kayboldum sanırım. “  “ Öyle mi? Yazık… “ Genç kızın eğlenen surat ifadesi, Altay’ı da eğlendiriyordu. Bu durumu kendi lehine çevirerek, Asya’ya biraz daha yaklaştı. “ Kendimizi pek iyi ifade edemedik şimdiye kadar. Yeni bir başlangıç yapsak? “ diye sordu, alacağı cevabın merakı ister istemez yüzüne yansıyordu. Küçük bir çocuk gibi hissetmesi normal değildi. Hiç değildi hemde… Karşısındaki kız, tıpkı o günki gibi gülümsediğinde nefesini tuttu. Böyle yakından bakınca daha farklı göründü gözüne. Daha güzel, daha doğal…  “ Bana ev bulmamda yardımcı olur musun? Artık burada yaşayacağıma göre kalacak bir yer bulmalıyım. “ Asya’nın ağzı açık bir şekilde kendisine baktığını görünce, gülmeden edemedi. Bu kızın verdiği her tepki bu kadar doğal olabilir miydi? Tanıdığı kadınlarla bir tutamayacak kadar farklıydı Asya, anlamıştı bunu.  “ Burada mı yaşayacaksın artık? Tatil için gelmedin mi? “  “ Tatil için gelmedim. Meslek hayatım Güzelbahçe’de başlayacak. Doktorum ben. Bundan sonra burdayım. “ Gözleri kocaman açılmış, ne söyleyeceğini bilemeyen bir Asya bekliyordu elbette ama onun bu kadar şaşıracağını düşünmemişti. Konuşmayı bile beceremeyip bir şeyler geveliyordu. Onun bu haline kahkaha atmak istese de tuttu kendini. Biraz da olsa araları yumuşamışken, dikenlerini çıkarmasını istemezdi doğrusu.  “ Ben çok şaşırdım. Doktor gibi durmuyorsun hiç. “ diye itiraf eden kıza baktı yalnızca. İçinden gelen şefkat de neyin nesiydi böyle? Bu kız iyice dengesini bozmaya başlamıştı farkındaydı. Ama yine de, memnundu şu anki halinden.  “ Eli iğneli doktorlara benzememem güzel bir şey. “ Asya’nın gözlerine ulaşan gülümseme, içinin sıcacık olmasına sebep olmuştu. Mantıklı olanın bu kızdan uzak durmak olduğunu bilse de ilk defa hissettiği bu duyguyu yaşamak istiyordu. Sınırlar koymadan araya, anı yaşamak. Elbette uzun süreli bir şey olmadığı gibi, gelip geçeceğini de biliyordu. O zamana kadar bu kızın yanında kalıp en azından arkadaşlığından keyif almaya çalışabilirdi. Nerede durması gerektiğini biliyordu Altay. Bu masum kızın hayatında olmak istediği bir gerçekti ama arkadaş olarak da bunu başarabilirdi. O zamana kadar da içinde filizlenen bu duyguya isim vererek ondan kurtulmuş olurdu. “ Gidelim mi artık? Tabi işin yoksa… “ “ Yok işim falan. Gidebiliriz. “  Genç kızın büyük bir hevesle kurduğu cümle, Altay’ın onunda kendisinden farksız olduğunu anlamasına yetmişti. Bu küçük kızda bir şeyler hissediyordu. Boyutunu bilmediği gibi, nasıl hissettiğini de çözemiyordu. Bu durumu kafasına takmayarak tekrar içinden geldiği gibi şimdiye odakladı kendini. Yarını düşünerek yaşanmazdı. Yaşayamazdı Altay. Hesap yaparak götüremezdi gemisini. Anlık karar verir, şartlara uygun davranırdı hep.  Kalabileceği uygun bir ev ararken, Asya’nın ne kadar eğlenceli biri olduğunu da fark ediyordu Altay. Dün o teknede gördüğü balıkçı güzelinden çok daha farklıydı şu an yanında yürüyen kız. Bu yalnızca kıyafetiyle ilgili değildi. Şu an gerçektende güzel olduğunu kabul ediyordu ama gördüğü bu farklılık, dış görünüşten kaynaklanmıyordu yalnızca. Dün, dikenlerini çıkarmış bir kirpiyken bugün uysal bir kedi gibiydi. Davranışlarındaki bu tutarsızlığı neye yoracağını bilmese de bu durumdan memnundu. Birkaç eve bakmış olmalarına rağmen istediği gibi bir yer bulamamıştı. Hastaneye yakın olmasını istediği gibi deniz manzaralı ve temiz bir yer istiyordu. Ama ne yazık ki istediği şekilde bir ev bulmak oldukça zordu. Sonunda istediği gibi bir ev bulabildiğinde Asya’ya bakarak göz kırptı. Bu hareketinin genç kızda nasıl bir etki bıraktığından habersiz, evin sahibiyle el sıkışıyordu. Evden çıktıklarında genç kızı yormuş olduğunu bildiğinden, yol üstünde gördüğü lokantalardan birine götürdü. Harika bir manzarası olan bu yeri beğendiğini dile getirirken, Asya’nın buralara yabancı olmadığını bir kez daha hatırladı. Elbette birçok defa gelmiş olmalıydı buraya.  Siparişleri verdikten sonra yemekler gelene kadar biraz sohbet etmekte bir sakınca görmedi. Genç kızı rahatsız etmeden, hakkında merak ettiklerini sormak istiyordu. Bu durum ilk defa başına geliyordu çünkü şu ana kadar bir kadının hayatını merak ettiği hiç olmamıştı. O yüzden söze nasıl başlaması gerektiğini bilemiyor ve tuhaf da olsa heyecanlanıyordu.  “ Bana biraz kendinden bahseder misin? “ diye sorduğunda, Asya’nın yüzünün gölgelendiğini fark etti. Sormaması gereken bir şey sorduğunu fark ederek tekrar konuşmaya başladı. “ Anlatmak istemiyorsan boş ver. “  “ Anlatacak pek bir şey yok aslında. Adımı biliyorsun. Burada dadımla beraber yaşıyorum. Lise mezunu balıkçı bir kızım. “ Altay, onun ailesi hakkında bir şey söylememesine şaşırmıştı. Türkiye’nin sayılı zenginlerinden olup da bu durumu saklamak isteyecek biri pek mümkün değildi. Bilmediği başka şeyler olduğu kanaatine varıp üstelemedi. Kızın özelini zorla öğrenecek hali yoktu. “ Elif’le yakın arkadaşsınız sanırım. Söyle bakalım arkadaşımı gerçekten seviyor mu? “ diye sordu. Merak ettiğinden değildi bu soruyu soruşu. Asya’nın aşka dair düşüncelerini merak ediyordu yalnızca. Ve dolaylı yoldan öğrenebilirdi ancak.  “ Tabi ki seviyor. Sevmeseydi kabul etmezdi evlenme teklifini. O yüzük, ikisini birbirine sonsuza kadar bağlayacak  olan demir bir halka da olsa, Elif’in aşkının en güzel ispatı bana göre. O metal parça parmağına girdiği anda, ondan başka hiçbir şeyi istemediğini ve istemeyeceğinin yeminini verdi Elif. Bu, bir erkeğin sahip olabileceği en değerli şey. “ Altay, hiç beklemediği bu cevap karşısında şaşırdığını inkar edemezdi. Her zaman duymaya alışkın olduğu o klasik cümleleri duymayı beklemişti. Ve Semih’in Elif’i üzmemesini umduğu uzun bir konuşmaydı beklediği. Beklediğinin aksine kadının erkeğe olan adanmışlığını anlatmıştı Asya. Yüzüğün basit bir halkadan oluşmadığını anlatmış, bir kadının bir erkeğe olabilecek en güzel şekilde varlığını adadığının kanıtı olduğunu söylemişti. Böyle miydi gerçekten? Böyle mi oluyordu sevince? Peki nerden biliyordu tüm bunları karşısında oturan kız? Hissediyormuş gibi konuşuyordu. Bilmediği bir duyguyu bu kadar güzel anlatması imkansızdı. Demek ki aşıktı küçük kız. Bu durumun canını sıkmasını engelleyememiş, ister istemez bakışlarına da yansıtmıştı. “ Ne oldu? “ diye soran sesi duyduğunda, kendini toparlama ihtiyacı hissetmişti. Düşündüklerini belli etmemek adına yüzüne sahte olduğu her halinden belli olan zoraki bir gülümseme yerleştirdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD