“ Bir şey yok. Hadi yemeklerimizi yiyelim. “ diyerek garsonun getirdiği yemekleri yemeye başladı. Ne yazık ki düşünceleri kendisini terk etmemiş ve yediği lezzetlerin tadını almasını engellemişti. Daha fazla dayanamayacağını anlayınca, elindeki bıçağı yavaşça masaya bırakarak konuşmaya başladı.
“ Sevdiğin biri var mı Asya? “ diye sordu önemsiz bir şeymiş gibi. Bakışlarını tekrar yemeğiyle buluşturmuş, sanki alacağı cevabın bir önemi yokmuş gibi davranmıştı.
“ Var. “
Asya’nın cevabını duyduğunda, bedeninin kaskatı kesildiğini hissetti. Ağzındaki lokmayı zorlukla yutmuş ve üzerine bir bardak soğuk su içmişti. Karşısında oturan kıza bakmadan yemeğiyle ilgilenmeye devam etti.
“ Sevdiğim çok kişi var. Babam, annem, Ayşe Sultan, Hasan Amcam, Elif, Sarp… “
Altay, duyduğu son cümleyle bakışlarını Asya’ya çevirdi. Az önce gerilen bedeni rahatlığa kavuşmuştu. Az önce sorduğu soruyu daha farklı bir şekilde sormaya karar verdi.
“ Kalbinde özel biri var mı demek istemiştim. “ dedi. Bu defa gözlerini ayırmadı mavilerinden. Orada gördüğü her duyguyu zihnine kazımak ve anlamak istiyordu.
“ Kalbim özel insanlarla dolu… “
Asya’nın sorduğu soruya bilerek bu şekilde cevap verdiğini anlayınca gülmeye başladı. İlk defa içine düştüğü bu durumu garipsiyor fakat içinde uyanan isteği de görmezden gelemiyordu. Bu kızı tanımak istiyordu Altay.
Akşama doğru dışarı çıkıp her zaman yaptığı gibi sahil kenarında biraz oturdu. Buradan gün batımını izlemek bambaşka bir huzur veriyordu Asya’ya. Gün batımının kızıllığında unutuyordu yalnızlığını. Hasan Usta’nın söylenmelerini bile duymuyordu bu manzarayı seyrederken. Güneş sanki denize batıyormuş gibi görünüyor fakat bunun bir yanılsama olduğunu biliyordu. Küçükken babasıyla beraber bu manzarayı izlediğinde; Güneş suya düştü diyerek ağlamaya başladığını hiç unutmuyordu. Buranın kalbinde çok özel bir yeri vardı. İstese de bu şehirden kopamayacağını biliyor ve bundan hiç huzursuz olmuyordu. Kalbi bu şehirde gömülüydü Asya’nın. Annesini bırakıp da hiçbir yere gitmeyi düşünemezdi zaten.
Hava karardıktan sonra eve gelmiş, ve Ayşe Sultan’dan yiyeceği azarları beklemeye başlamıştı. Kadıncağız Asya’nın geç geldiği her gün telaştan yerinde duramıyor ve kriz eşiğine geliyordu. Asya, kendisini büyüten kadını bu kadar telaşlandırdığı için suçluluk hissetse de aynı şeyleri yapmaktan vazgeçmiyordu.
“ Ben sana ne diyeyim bilmiyorum ki. Bir gün kalpten götüreceksin beni o olacak. “
Asya, sultanının yanına giderek yanaklarını avuçları arasına alıp sulu öpücükler bırakmaya başladı. Onun gönlünü aldığına emin olduktan sonra mutfağa geçip masaya oturdu. Kurt gibi acıktığını yeni fark ediyordu.
Yemeğini bitirdikten sonra odasına çıkarak kendini yatağa attı. Günün yorgunluğunu kendini belli etmişti. Bütün gün Hasan Usta’nın yanında koşturmuş sonra da malzemeleri taşıyacağım diye tutturmuştu. Bu kadar dayanıksız olduğunu bilmiyordu ki… O yorgunluğuna rağmen Hasan Usta’dan gizli sahilde oturmuş ve bu saatte ancak dönebilmişti eve. Yinede tüm yorgunluğuna rağmen güzel bir gündü.
Bütün gün aklından çıkmayan o adamın yanına gelmesiydi belki de gününü güzel yapan. Belkisi yoktu. O yüzdendi kelebek gibi etrafta dolanışı. Yavaş yavaş tüm hücrelerine nüfuz ediyordu adamın varlığı, hissediyordu Asya. Bu duygu, onu korkuttuğu gibi mutlu da ediyordu. Aşk diyemiyordu hissettiklerine. O kadar cesaretli değildi ama hissettiklerinin küçük bir hoşlantı olmadığının da farkındaydı. Daha yoğundu içinde gitgide büyüyen duygu.
Bu kabulleniş ne zaman oldu onu da bilmiyordu. Hissettiklerine bir isim koyduğunda, düşündüğü yalnızca oydu. Karşılık bulabileceğine ihtimal vermediği gibi, onun yanında küçük bir çocuk olduğunun da farkındaydı. Aradaki yaş farkını es geçiyordu. En son düşünülecek şeydi yaş farkı Asya’ya göre. Yaştan daha büyük farklar vardı aralarında.
Çalan telefon sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Arayanın Elif olduğunu görünce biraz hayal kırıklığıyla baktı telefona. Numarasını verdiğinden beri ondan en ufak bir arama ya da mesaj gelmemişti. Bu durum canını sıksa da belli etmeye niyeti yoktu. O aramıyorsa kendisi de aramayacaktı.
Telefonun çalmaya devam ettiğini görünce açtı telefonu.
“ Kuzum sana geliyorum evde misin? “ diye soran arkadaşına, evdeyim diye cevap vererek kapattı telefonu. Yaklaşık 10 dakika sonra kapı çalmış ve Elif gelmişti. Odaya kapandıklarında, birbirlerine anlatacakları çok şey olduğundan, ilk kimin başlaması gerektiği tartışmasını yapıyorlardı. Elif, yüzüğünü göstererek ilk konuşması gereken kişinin kendisi olduğunu savunmuş ve Asya, onun çenesiyle baş edemeyeceğini bildiğinden bu isteğini kabul etmişti.
“ Semih’in şu doktor arkadaşı yok mu? Geçenlerde seni sordu bana. “
Asya, böyle bir şey beklemediğinden şaşırdı. Ne sormuş olabilirdi ki? Merakını belli etmemeye çalışarak konuşmaya başladı.
“ Ne sordu? “
“ Sevdiğin biri olup olmadığını. Dikkatini çekmişsin ki soruyor. “
Asya, kahkahalarla gülmemek için zor tutuyordu kendini. Vazgeçmeyecekti bu adam. Defalarca sormasına rağmen Asya cevap vermemiş, bilerek anlamamazlıktan gelmişti. Demek ki vazgeçmiyordu doktor beyi. Bu durumun hoşuna gittiğini inkar etmiyordu. Duygularının karşılıklı olduğunu düşünmese de en azından beğenildiğini biliyordu. Altay’ı tanımak istiyordu Asya. Göründüğü gibi olup olmadığını, nelerden hoşlandığını, neleri sevdiğini veya sevmediğini, ne tarz müziklerden hoşlandığı gibi ufak detayları bile bilmek istiyordu. Altay hiçbir şekilde kendi hakkında konuşmuyor ve konusunu dahi açtırmıyordu. Asya bu duruma biraz bozulsa da özeline saygı göstererek bu konuları açmamaya özen gösteriyordu.
Tanışalı 2 haftayı geçmesine rağmen sanki uzun yıllardır tanıyormuş gibi bir his vardı içinde. Bu durum iyi miydi yoksa kötü müydü ayırt edemiyordu. Bu adama güvenmesi gerektiğine de emin değildi doğrusu. Ama anlayamadığı bir şekilde ona çekiliyordu Asya. Bu durumu engellemek istediği de söylenemezdi. Hissettiği bu duygu, kimsesizliğinin önüne geçmiş, kendisini yalnızlığın çetrefilli kollarından çekip almıştı.
“ Kime diyorum ben? Sen iyice Leyla olmuşsun duymuyorsun bile beni. “
Elif’in sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Onun hararetli bir şekilde bir şeyler anlattığını görüyordu ama açıkçası pek dinlememişti.
“ Dinliyordum bir kere. “ diyerek inkar yolunu seçti.
“ En son ne söyledim? “ dediğinde arkadaşı, ısrar etmenin bir faydası olmayacağını bildiğinden ellerini yukarı kaldırdı.
“ Tamam dinlemiyordum ama dalmışım. Ne diyordun hadi bir daha söyle. “
“ Diyordum ki yarın hep beraber bir şeyler yapalım. “
Asya başını iki yana sallayarak gelemeyeceğini belirtti. İkisinin arasında kara kedi gibi durmak istemiyordu. Gideceklerse yalnız gitmeliydiler. Elif’in, yalnız kalmaması için kendisini çağırdığını biliyordu ama yine de gidemezdi. Hem ne zamandır Hasan Amca’sını da ihmal ediyordu onun da gönlünü almış olurdu.
“ Hemen hayır deme. Bizim Doktor Civan’da geliyor. “
Asya, Altay’ın da geleceğini öğrenince düşünür gibi yaptı. Tabi ki gidecekti! Hem kaç gündür görmediğinden hem de neler yaptığını merak ettiğinden gitmek istiyordu. Tabi bu kadar hevesli olduğunu yanında duran arkadaşına belli etmeye hiç niyeti yoktu. Bunun nedeni arkadaşına güvenmemesi değildi. Elif’in rahat durmayıp ikisi arasında bir şeylerin olması çabasını vereceğinden emin olduğu için susuyordu. Bir şeyler olacaksa eğer aralarında, bu ikisi de istediği için olmalıydı. Başkalarının dayatmaları ve istekleri ile değil.
“ Geleyim bende o zaman. “ dediğinde, Elif’in imalı bir şekilde kalkan kaşını görmezden gelerek konuşmaya devam etti. “ Nereye gidiyoruz karar verdiniz mi? “
“ Önce güzel bir kahvaltı yapıp tekneyle biraz açılalım diyoruz. Sen ne dersin? “
“ Güzel olur. “
Şimdiden yarının heyecanını hissetmeye başlamıştı. Nasıl olacaktı, nasıl davranacaktı emin değildi. Aralarındaki bu durumu Altay dile getirmediği sürece sessizlikle mühürlenecekti. Hislerini hiçbir şekilde belli etmeyecek, onun tavırlarını gözlemleyecekti. Eğer kendisine karşı ufak da olsa bir ilgisi olmadığı kanaatine varırsa onu bir daha görmeyecek ve içinde baş gösteren bu duyguyu bastırarak yok edecekti.
Asya, Elif’in gidişinin ardından annesinin şiir defterini eline aldı. Annesi öyle güzel dile getirmişti ki babasına olan sevdasını, kıskanmadan edemiyordu. Elinde tuttuğu defteri babasından 2 sene önce almıştı. Zor olmuştu babası için bu defterden ayrılmak ama kızını da kıramamıştı. Asya, bir gün geri vereceğine dair söz vermişti. Bu defterde yazılanları hissettiği zaman babasına iade edecek ve kendi defterini tutacaktı. Bazen annesi gibi sevemeyeceğini düşünürdü yazılanları okuduğunda. Bir insan bu kadar sevemez diye de eklerdi. Öylesine uzak geliyordu ki bu hisler kendisine. Birini ölecek kadar sevmek… Hislerinin boyutu ne kadardı kavrayamıyordu Asya. İçinde başlayan bu hisse yalnızca hoşlanma diyemiyordu. O kadar değildi. Kendisini korkutan da buydu zaten. Doğru dürüst konuşmadığı bir adama karşı beslediği bu hislerin ağırlığı korkutuyordu gözünü. İstediğini verebilir miydi bu adam kendisine? Koşulsuz ve geri dönülemez bir şekilde aşkını sunar mıydı? Hiç sanmıyordu Asya… Tanıdığı şu kısacık zamanda öyle biri olmadığını görmüştü. Bu durum ister istemez geri adım atmasına neden oluyordu.
Sevmeyi istemeyen birine hiç aşk denir mi? Sevmeyi bilmeyen bir kalbe aşk üflenir mi?
Asya, okuduğu satırların tam da şu an hissettiklerinin karşılığı olduğunu biliyordu. Annesinin bu sözleri yazmasının sebebini merak etse de babasına sormamıştı hiç. Onu üzme düşüncesiydi merakını bastırma nedeni. Sebebi her ne olursan olsun yazdığı sözlerin doğruluğu, Asya’yı ümit etmekten alıkoyuyordu. Sevmeyi bilmeyen birine can olur muydu nefesi?
Huzursuz geçen bir uykunun ardından yeni güne gözlerini açtığında, baş ucunda bıraktığı deftere ilişti gözü. Okurken uyuya kalmış ve gece uyandığında yeterince olan bu eski deftere bir şey olmaması için yatağının yanındaki masanın üzerine bırakmıştı. Saate baktığında Elif’lerin gelmeye yakın olduğunu anlayarak hızlıca giyindi. Üzerine geçirdiği beyaz sade elbiseden başka bir şeyi yakıştırmadı kendine. Güzel olma isteğini bastıramıyordu genç kız.
Aşağıya indiğinde Ayşe Sultan’ın elinde kahvesiyle birlikte karşı komşuları olan Melahat Teyze ile sohbet ettiğini gördü. Sabahın bu saatinde gelmesine şaşırsa da bir şey demeyerek yanlarına doğru ilerlemeye başladı.
“ Hoş geldin Melahat Teyze’cim. “ diyerek kadınların tam karşılarındaki koltuğa oturdu. Saçlarını açık bıraktığından biraz havalansa da eliyle düzelterek tekrar yaslandı koltuğa.
“ Hoş buldum canım kızım. Sabah sabah bu ne güzellik böyle. Bir yere mi gidiyorsun? “ diye soran kadına hafifçe tebessüm etti.
“ Arkadaşlarımla buluşup bir yerlere gideceğiz. “
“ Öyle mi ne güzel. Bende Ayşe’ye balık getirmiştim. Hasan Usta yolladı. “
Asya bakışlarını Melahat Teyze’den çekerek Ayşe Sultan’a çevirdi. Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle baktı kadına. Hasan Amca’sının Ayşe Sultan’ına karşı olan hislerini biliyordu tabi ama araya birilerini koyacak kadar ileri seviyede olduğunu düşünmemişti. Kadının utandığını görünce kıkırdamaktan alıkoyamadı kendini. Tabi bu tepkisi Ayşe Sultan’ın kötü kötü bakmasıyla son bulmuştu.
“ Akşama ziyafet var o zaman. “ diyerek biraz daha kızdırdı karşısında renkten renge giren kadını. Onunda Hasan Usta’ya karşı boş olmadığını biliyor olsa da onun dile getirmeyişi kendisini de sessizliğe sürüklüyordu. Ayşe Sultan’ın Asya’da ki yeri çok başkaydı. Annesi olmuş yeri geldi babası olmuştu. Doğumundan bu yana yanında olan bu kadının mutlu olmasını her şeyden çok istiyordu. Hayatında ikinci baharım diyebileceği mutlu bir yaşam diliyordu tüm kalbiyle.
“ Evde balık çok ziyan olur bunlar al geri götür. “
Ayşe Sultan’ın bu tepkilerine alışıktı ama sanki bu tavru birazcık inadındanmış gibi geliyordu Asya’ya. Belki de bu yaştan sonra böyle bir şeyi kendine yakıştıramıyordu. 60 yılı geride bırakmış olsa da daha genç görünüyordu. Tabi bunda kendisine bakmasının etkisi büyüktü. Yıllar önce bir iş kazasında kocasını kaybetmiş, doğduğu bu şehre geri dönmüştü. Babası, annesi hamile olunca ona yardımcı birini almaya niyetlendiği sırada Ayşe Sultan’ı bulmuş ve o günden sonra bir daha da kopmamışlardı. Annesi vefat ettikten sonra babasını bir bebekle ortada bırakmaya gönlü razı olmamıştı yufka yürekli sultanının. Babası ile tıpkı bir abla kardeş gibi birbirlerine kol kanat germişlerdi. Asya, ne yaparsa yapsın bu kadına olan minnetini ifade edemezdi. Kocası öldüğü zamanlar genç bir yaşta olmasına rağmen yeniden evlenmemiş başkasının bebeğine anne olmayı kabul etmişti. Kim yapardı ki böyle bir şey? Bu yüzden geç kalmış da olsa mutluluğu bulmasını istiyordu.
Kapının çalınmasıyla, Elif’in geldiğini anladı. Oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru ilerledi. İlk önce aynadan saçlarını ve elbisesini kontrol etmiş daha sonra da heyecanını belli etmemek için derin soluklar almaya başlamıştı. Kapının ısrarla çalınmaya devam etmesiyle hızlıca elini kapının kulpuna götürdü. Kapıyı açtığında Burak’ı görmek Asya’yı şaşırtsa da bozuntuya vermeyerek gülümsedi. Kapıyı ardından kapatarak arabaya doğru yürümeye başladılar. Üstü açık arabanın içine baktığında, Elif ön koltukta, Semih şoför koltuğunda ve Altay da arka koltukta yer alıyordu. Onu gördüğünde yüzünde engelleyemediği bir gülümseme belirmiş onun da aynı şekilde karşılık verdiğini görünce içinin ısındığını hissetmişti. Orada öylece dikildiğini fark ettiğinde, arka koltuğa doğru hamle yapmış ve Altay’ın yanına oturmuştu. Kendisinden sonra Burak’ta arabaya binmiş ve yola koyulmuşlardı.
“ Ne yapıyordun iki saattir? Ağaç olduk burda. “ diyen Elif’e çevirdi bakışlarını. Sözlerinin altında hiçbir kızgınlık yatmasa da öyleymiş gibi davranan arkadaşına gülümsedi. Arkadaşının mutluluğu elle tutulur cinsten belirgindi ve Asya onun bir ömür böyle mutlu olmasını diledi.
“ Melahat Teyze bizdeydi konuştuk biraz. “
“ Anladım. Kurt gibi acıktım Semih biraz daha hızlı sür. “
Elif’in tatlı sert uyarısı herkesi gülümsetmişti. Bakışlarını yanında oturan adama çevirdiğinde, onunda kendisini izlediğini fark etti. Rüzgardan uçuşan saçları Altay’ın omzuna döküldüğünde, saçlarını düzeltmek için elini hafifçe genç adamın göğsüne dokundurdu. Parmak uçları adama değdiği an, bakışları kesişmiş ve Asya ne zaman olduğunu anlayamadığı bir şekilde nefesini tutmuştu. Saçlarını toplamak için yaptığı bu hareket aklından uçup gitmiş geriye yalnızca koyu kahve bir göz kalmıştı. Saçlarını adamın avuçları arasında hissettiğinde ne yapacağını bilemeyerek durdu öylece. Hareket edemediği gibi bakışlarını da kaçıramıyordu. Saçları, adamın maharetli elleri tarafından düzeltilmiş ve sağ omzuna bırakılmıştı. Bakışları hızlıca diğerlerine döndü ve kimsenin kendilerini izlemediğini fark edince rahatlayarak tutmuş olduğu nefesi bıraktı. Aralarındaki yakınlığı yeni fark ediyormuş gibi biraz geriye doğru kaymış ve Burak’a doğru yaklaşmıştı. Bu hareketi, Burak’ın kendisine dönmesine ve gülümsemesine sebep olmuştu.
“ Nasılsın Asya? Uzun zamandır görüşmüyorduk. “
“ İyiyim. “ dedi zorlukla. Az önce olanların etkisinden çıkmayı başaramamıştı. Kalbi, dörtnala koşuyormuş gibi çarpıyordu.
“ Gideceğimiz yerde seninle bir şeyler konuşmak istiyorum. “ diyen Burak’a baktığında, gözlerinden ne konuşacağını anlamıştı. Aslında en başından beri biliyordu, bir şekilde gösteriyordu Burak hislerini ama Asya her defasında görmezden gelmişti. Onu kırmamak için bir şey dememişti şimdiye dek. Tabi Semih’in kardeşi olmasıydı ona bu kadar sabretmesinin sebebi. Arkadaşlığının keyifli olduğunu kabul ediyordu Asya ama yalnızca o kadar. Bir süre sonra Burak’ın yanına gelişleri azalmış ve tamamen kesilmişti. Bugün her ne olduysa tekrar eskisi gibi yakın davranıyor ve bir şeyleri belli etme çabasına giriyordu. Asya, Burak’ı üzecek olmanın üzüntüsünü yaşamaya başlamıştı bile. Burak’ı arkadaştan öte görmüyordu. Az önce hissettiklerini hissettirmiyordu. Bunu sağlayan, kalbini boğazında atıyormuş gibi hissettiren adam diğer tarafındaydı. Sol yanında…
Bakışları onu bulduğunda, telefonla uğraştığını gördü. Dikkatini çekmemiş olacak ki hiç kendi tarafına bakmıyordu. Artık ekranda ne varsa! Daha çok ilgisini çektiği belliydi.
Koltuğa geri yaslandığında, gözlerini birkaç saniyeliğine sımsıkı yumdu.
“ Asya hadi o güzel sesinle güzel bir şeyler söyle. “
Semih’in sesini duyduğu an daha yeni kapattığı gözlerini açtı.
“ Ne söyleyeyim? “ diye sordu, Semih’e bakarak.
“ Sen bilirsin. İstediğini söyle. “
Asya, bir süre düşündükten sonra keyiflerini yerine getirecek bir şarkı buldu. Altay’dan yana hiç bakmayarak bakışlarını önüne sabitledi. Heyecanlıydı. Sevdiği adamın önünde ilk defa şarkı söyleyecekti ve beğenmesini istiyordu içten içe. Bu yüzden olabilecek en güzel şekilde söylemek istiyordu.
Bilmezdim bu derdin seni yolundan beni solumdan edeceğini
Bilmezdim en sessiz yanımdan yağmuruna kan terleyeceğimi
Bilmezdim çok yanlarımın az yanımla yetineceğini
Uzaklarımın yakınlığım yakınlığımın uzaklara gönül vereceğini
Bilmezdim… Bilmezdim… Bilmezdim… Bilmezdim…
Bilmezdim çok yanlarımın az yanımla yetineceğini
Uzaklarımın yakınlığım yakınlığımın uzaklara gönül vereceğini
Şarkıyı bitirdikten sonra oluşan sessizliği Elif’in alkış sesleri bozmuş ve Asya’yı gülümsetmişti. Dışarıyı izlemeye başladığında, Altay’ın hafifçe kendisine doğru yaklaştığını gördü. Nefesini tutmuş bir şekilde ne yapacağını izliyor, kalbinin çırpınmaya başlamasını engelleyemiyordu.
“ Bilseydin değişir miydi? “
Hissettiği yakınlık, kulaklarının işlevini görmemesine sebep olmuş ve Altay’ın sözlerini anlayamamıştı.
“ Anlamadım. “
“ Bilseydin solundan olacağını bir şey değişir miydi? “
Az önce ki şarkının sözlerinden bahsettiğini anladığında, kaşlarını hafifçe çattı. Ne demek istiyordu bu adam? Şarkının sözlerini düşündü. Bilseydi değişir miydi?
Aynı şekilde adama yaklaşarak kulağına fısıldadı.
“ Bu sorunun cevabını öğrendiğimde vereceğim. “
Sonunda kahvaltı yapacakları yere geldiklerinde büyülenmişçesine bakıyordu etrafına Asya. Denizin ortasında muhteşem bir yerdi burası. Mekana girmek için sandalları kullanmaları gerekiyordu ve sandalların güzelliğini gördüğünde gözlerine inanamadı. Rengarenk, rüzgar gülleriyle süslü iki kişilik küçük sandallar vardı önlerinde. Elif ve Semih’in bir sandala bindiklerini gördüğünde, binmek için boş sandal aradı gözleriyle. Burak ve Altay, ayrı ayrı sandallara binmiş kürek çekmeye uğraşıyorlardı. Altay’ın kendisini beklediği, ilerlemeyişinden anlaşılıyordu ve Asya, onun yanına gitmek için delice bir istek duydu. Onun sandalına doğru ilerliyordu ki; Burak’ın sesi, olduğu yerde kalmasına sebep oldu.
“ Asya benim yanıma gel. “
Birkaç adım ileride olan Burak’ın sandalına doğru yürümeye başladı. Sandala bindiğinde, Altay’ın hızlı hızlı kürek çektiğini gördü. Mekana yetişmiş sayılırdı. Derince bir iç çekerek manzaraya odakladı kendini. Az sonra onlara yetişmiş, mekandan içeri girmişlerdi.
Cam duvarlar arasından geçerek yemek yiyecekleri yere geldiklerinde, önlerinde duran bu doğal güzelliği seyretmekten kimsenin aklına yemek gelmiyordu. Asya, bir an önce bu harika yeri gezip görmek istiyordu. Tabi karnını doyurduktan sonra. Midesi kendisini belli etmek için alarm vermeye başlamıştı.
Masayı çeşit çeşit yiyeceklerle donattıklarında, Asya daha fazla kendini tutamayarak ilk lokmayı aldı. Gülüşmeler eşliğinde yemekler yenmiş, herkesin karnı doymuştu. Elif ve Semih, yalnız olmayı tercih ederek sandallarına doğru ilerlemiş, ve Asya’yı iki erkeğin arasında bırakmışlardı. Asya, bakışlarını Burak ve Altay arasında getirip götürüyor, ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Altay’la vakit geçirmeyi istese de bu durumun Burak tarafından yanlış anlaşılacağını biliyordu.
“ Asya seninle biraz dolaşalım mı? Konuşmak istediğim bir konu olduğunu söylemiştim. “
Asya, gözlerini Altay’a çevirerek nasıl bir tepki vereceğini izlemek istedi. Beklediği tepki, Altay’ın tekrar telefonunu eline alması değildi. Biraz üzüntü biraz sinirle kalktı ayağa. Burak’ın da kendisiyle beraber kalkmasıyla, sandallara doğru ilerlediler. Burak’ın sandalına atladı. Az ileride, orman yolu gibi görünen ağaçlıklara doğru ilerlemeye başladılar. Asya, Burak’ın neler söyleyeceğini tahmin ediyordu. Onu üzmek veya kırmak isteyebileceği son şey iken onu üzmek üzere olduğunun farkındaydı. Ne yazık ki elinden başka bir şey gelmiyordu. Kalbine söz geçiremezdi ki… Burak’ı hep bir arkadaş gibi görmüştü. Arkadaşlığından çok zevk aldığı da bir gerçekti. Sohbet etmekte çekinmeyeceği sayılı kişilerdendi Burak.
“ Asya biliyorsun yani bunu bildiğini sanıyorum çünkü defalarca hareketlerimle belli ettim. “
Asya, anlamamazlıktan gelmeyi tercih ederek konuşmaya başladı.
“ Neyi? “
“ Senden hoşlandığımı. “
Asya, sessiz kalmayı tercih etti. Bu şekilde belki üstüne gelmez ve bu konuyu burda kapatırdı. Ne yazık ki istediği olmamış, Burak, sessizliğinden cesaret alarak konuşmaya başlamıştı.
“ Senden çok hoşlanıyorum Asya. Ve seninde benimle aynı duyguları paylaşmanı istiyorum. Abim, senden uzak kalmamı istediği halde yapamadım. Uzak duramadım senden. Bir an bile seni aklımdan çıkartamadım. “
Suskunluğunun, Burak’ın duygularını daha rahat söylemesine sebep olduğunu fark ettiğinde, konuşma ihtiyacı hissetti.
“ Üzgünüm… “ dedi gözlerinin içine bakan Burak’tan gözlerini kaçırarak. Ve devam etti. “ Ben sana arkadaşlıktan başka duygular beslemiyorum, besleyemem… “
“ Başkası mı var? “ diye soran Burak’a yalan söylemeyecekti.
“ Evet. “ dedi zorlukla. Ama varlığı yalnızca kalbindeydi. Hayatında değil. Belki hiç olmayacaktı. Yalnızca kalbiyle sınırlı kalacaktı varlığı, bilmiyordu.
“ Altay abi değil mi? “
Onun adını duyduğunda, gözlerinin kocaman açılmasına engel olamadı. Nerden anlamıştı? Belli etmediğini sanıyordu oysa ki. O da anlamış mıdır acaba diye düşündüğünde, nefesinin kesildiğini hissetti. Mümkün değil bir daha bakamazdı yüzüne. Eliyle yüzünü kapattığında, Burak’ın sesini duydu.
“ Sanırım doğru tahmin. “
Asya, ellerini yüzünden çekerek az önce kapattığı yüzünü açtı. Burak’ın gözlerine bakmaktan çekiniyor ve ne söyleyeceğini bilemiyordu.
“ Ben seni üzdüysem özür dilerim. “ dedi tüm içtenliğiyle.
“ Sanırım yaşayacağım ilk kalp ağrım olmayacaksın. “
“ Sen nasıl? Yani şey… “ Bir türlü onun adını anamıyordu. Dile getirmezse adını daha kolay olacaktı sanki.
“ Nasıl anladığımı soruyorsun değil mi? Aslında pek ihtimal vermemiştim ama şu anki tavrın tahminimi doğruluyor. Birkaç kez ona bakışını yakaladım ve aynı şekilde onunda sana baktığını. Bu yüzden senden hoşlandığımı söylemekte acele ettim. Olmayacağını bilirsem en azından boşa ümit etmemiş olurum. “
Asya, hemen karşısında oturan Burak’ın ellerine uzanarak hafifçe tuttu.
“ Ben özür dilerim. Seni kırdıysam eğer… “
“ Kırmadın Asya. Sen bana arkadaşlığını sundun ve ben bununla yetinemedim. Özür dilemesi gereken benim. “
Hafifçe gülümsedi karşısında, kendisinden bir beklentisi kalmadığını söyleyen Burak’a. Aynı şekilde bir gülümseme aldığında, bakışlarını etrafında gezdirdi. Böyle bir güzelliği görmeyi hiç beklemiyordu. Cennetin küçük bir parçası gibiydi.
“ Gidelim mi artık? “ diye soran Burak’ı başıyla onayladı. Mekana geldiklerinde, Elif’lerin ortada olmayışları gülümsetti Asya’yı. Altay’a bakındığında, onun elinde bir bardak çay ile karşısındaki manzarayı izlediğini gördü. Onun yanına gitmek istese de Burak’ın yanında böyle bir şey yapamayacağını biliyordu. Bu yüzden, iskelede sessizce oturarak beklemeyi tercih etti. Elif ve Semih birazdan gelirlerdi nasıl olsa.
“ Hadi git. Buraya bakıp duruyor. “
Asya, bir an kararsız kalsa da daha fazla dayanamayarak ayağa kalktı. İskelenin diğer ucuna doğru ilerledi. Bakışlarını bir türlü ondan alamıyordu. Yanına yaklaştığında, geldiğini fark ettirmek için hafifçe öksürdü. Çıkardığı sese rağmen bakışları kendisini bulmamış, karşısındaki manzaraya kilitlenmişti. Asya, biraz daha yaklaşarak yanındaki yerini aldı. Şimdi, ayakta durmuş beraber aynı manzarayı izliyorlardı.
“ Sorduğum sorunun cevabı Burak’mı? “
Asya, içinden gelen gülme isteğini bastırmaya uğraştı. İlgilendiyordu. Onunda ilgisi vardı işte! Bu öylesine güzel bir histi ki...
“ Birçok soru sordun. Hangisi? “ diyerek anlamamazlık gelmeyi tercih etti. Sevdiği biri olup olmadığı sorusunun cevabı Burak olmuştu demek ki gözünde. Böyle bir kanıya nasıl vardığını merak etse de soracak değildi. Demek ki Burak’ın Altay’ı izlediği gibi Altay’da Burak’ı izlemişti. Ve bunun sebebi kendisiydi!
“ Sandala geçelim mi? “
İşte bu, cevabını bildiği bir soruydu. Başını evet dercesine sallayarak sandala doğru ilerledi. Ardından geldiğini, çıkan seslerden anlayabiliyordu. İskeleye biraz uzak olan sandala baktığında, oraya geçmesinin mümkün olmadığını biliyordu. Bacakları o kadar uzun olmadığı gibi, oraya atlayacak cesareti de yoktu.
Altay’ın sandala tek bir adımda binmesine şaşırmadı elbette. Uzun boyu bu durumu onun için oldukça basit hale getiriyordu. Kendisine uzanan eli gördüğünde, tereddüt ederek baktı karşısındaki adama.
“ Korkma. Bırakmam seni. “
Altay’ın bırakmam deyişi, farklı bir durum için olsa da içini ısıtmıştı. Elini tereddütlerinden arındırarak uzattı adama. Elleri buluştuğunda, kendisini sandalda buldu. Suya düşme korkusuyla bir anda yanındaki adama sarılmış, ellerini göğsüne yerleştirmişti. Sırtında hissettiği kollar ve burnunda hissettiği eşsiz koku aklını bulandırıyor, kalbinin göğüs kafesinden çıkarcasına atmasına sebep oluyordu. Bir an sonra ne yaptığını fark ederek kendini zorlukla da olsa geri çekti.
Oturduğunda, Altay’ın kürekleri eline aldığını gördü. Gözden kaybolacak kadar ilerlediklerinde, az önce gördüklerinin hiçbir şey olduğunu anladı Asya. Burası çok daha güzeldi. Ördeklerin meskeni haline gelmiş bu yer, çeşitli su çiçekleriyle çok daha güzel hale getirilmişti. Bakışlarını, nefesini kesmeye yeten manzaradan çekerek tam karşısındaki adama çevirdi. Nefesi işte şimdi kesiliyordu. Karar veremedi Asya; manzara mı yoksa Altay mı daha mükemmeldi.
“ Manzaradan daha dikkat çekici olduğumu bilmek gururumu okşadı. “
Asya, duyduğu sözler karşısında ne söylemesi gerektiğini bilemedi. Manzaradan daha dikkat çekici olduğu doğruydu ama bu, onun bilmesi gereken bir durum değildi. Ona bakarken nasıl dalabilmişti! Kendine kızsa da bakışlarını yine alamıyordu ondan. Kesinlikle kaşınıyordu. Duygularını bu denli belli etmesi doğru değildi. Bu yüzden zorda olsa bakışlarını unutamadığı kahvelerden çekti.
“ Asya… “
Onun ağzından adını ilk duyuşuydu. Gözleri, içinde hissettiği duygu yoğunluğundan kapandı. Yanan gözleri, ancak bu şekilde akıtmayacaktı yaşlarını. Bu şekilde sakinleşecekti.
“ Cevabını çabuk öğren olur mu? Çünkü ben daha fazla sana uzaktan bakabileceğimi sanmıyorum. “
**
Altay, o günün üzerinden 2 hafta geçmesine rağmen Asya’dan bir haber alamamıştı. Onu ürkütmüş olabileceği düşüncesi canını sıkıyor ve bu da sinirlenmesine sebep oluyordu. O gün kendini tutmaktan ve sıkmaktan vazgeçerek o sözleri söylemişti ama söylediklerinin etkisinin böyle olacağını hiç düşünmemişti. Sorduğu basit bir soru, nasıl böyle zor olabilirdi ki? Yalnızca mutlu son düşlenmezdi ki. Düşünülemezdi. Hayat toz pembe değildi ve bunu bilerek düşünmesini istemişti. O yüzden ‘bilseydin değişir miydi?’ diye sormuştu. Ona söz vermediğini belirterek, gerçeği göstermiş ve buna rağmen hayatında istediğini de belirtmişti. İlk başlarda aldığı ondan uzak kalma kararı, her geçen gün hükmünü yitirmiş ve onu, Burak’la birlikte gördüğü an bozulmuştu. O an kararını vermişti. Sonuna kadar gidecekti. Şu an hissettiklerini ilerleyen zamanlarda da hissedeceğinden emin olmasa da bugünü için bunu yapacaktı. Engel olmayacaktı hissettiklerine.
Geçen şu 2 haftada hastaneye tam olarak alışamamış olsa da yerleşmişti. Hastanedeki çalışanlarla neyse ki herhangi bir sorun yaşamıyordu. Gelip giden hastalar, kendisini işe yarar hissettiriyor ve bundan mutlu oluyordu. Elinden geldiği kadarıyla yardım etmek istiyordu insanlara.
Cumartesi günü olması sebebiyle bugün hastaneye gitmeyecekti. Yarın Semih’in nişan günü olduğundan, hazırlıklar için ona yardım edecekti. Hızlıca bir duş alarak hazırlandı. Aynı hızla giyinerek, salonda bir o yana bir bu yana yürüyen arkadaşına baktı. Heyecandan yerinde duramadığı gibi, sinirleri de tepesindeydi.
“ Nerde kaldın iki saattir seni bekliyorum. Hadi gel tekneye gidip hazırlıklara göz atacağız. Bir aksilik çıkmamalı. “
“ Önce bir şeyler atıştırsaydım. “ dese de, Semih’in kendisini duyduğundan emin değildi. Arabaya binip de nişanın yapılacağı yere geldiklerinde, son sürat çalışan işçileri gördüler. Bir şey eksik olmaması için defalarca uyarmış olduklarından böyle bir titizlik göstermeleri garip değildi.
“ Her şey tamam gibi. Ne dersin? “ diye sordu, gözlerini kısarak etrafı inceleyen arkadaşına.
“ Tamam. “
Derin bir nefes alarak çıktı salondan Altay. Neyse ki Semih’in sert esen rüzgarları, yerini dinginliğe bırakmıştı. Onun bu denli heyecanlanacağını ve panikleyeceğini hiçbir zaman düşünmezdi. Semih yapıısı itibariyle rahat bir insandı. Bu nişan telaşı onun huyunu da değiştirmişti.
“ Kadınlar gibi telaş yaptığının farkında mısın? “ diye sordu yüzünde alaycı bir gülümseme eşliğinde.
“ Sende aşık olduğun kadınla evlen o zaman görürüm ben seni. Bir şeyler ters gidecek de bu nişan olmayacak diye ödüm kopuyor. Zor ikna ettim zaten. “
Altay, arkadaşının gözlerindeki panik ve korkunun altında derin bir mutluluğu da görüyordu. Gerçekten mutluydu arkadaşı. Bu öylesine belirgindi ki… Onun mutluluğuyla mutlu oldu Altay.
“ Seni de yordum değil mi? Hadi gel güzel bir kahvaltı yapalım. “ dediğinde Semih, aklına Asya geldi. Bugün teknede olacağını biliyordu ve bu fırsatı kaçırmak gibi bir niyeti yoktu. Onu görmek ve konuşmak istiyordu. Kendisinden kaçma sebebini bilmeliydi. Teknede olacağını da Elif sayesinde öğrenmişti. Çok sevgili yengesi istediği zaman harika biri olmayı başarabiliyordu.
Düşündüklerini arkadaşına söylemek gibi bir niyeti yoktu elbette bu yüzden ne söyleyeceği hakkında kısa bir süre düşündükten sonra konuşmaya başladı.
“ Tuttuğum evin tadilatı bitti mi diye gidip bakmam lazım benim. “ dedi yanından ayrılmak için bir bahane bulabildiğinde. Biraz daha inandırıcı olmasını sağlamak içinde son numarasını yaptı.
“ İstersen sende gel. “ dedi, gelmeyeceğini bile bile.
“ Yok sen git. “
“ Peki evde görüşürüz. “ diyerek ayrıldı arkadaşının yanından. Kısa bir süre sonra sahile geldiğinde, tıpkı tahmin ettiği gibi elinde ekmeklerle ordan oraya koşturuyordu Asya. Giydiği siyah tişört ve aynı renkteki kapri ile çok salaş görünmesine rağmen güzelliğini koruyordu. Saçları, en son gördüğünün aksine tepeden topuz yapılmıştı. Kendisini göremeyeceği bir yere geçtikten sonra uzun süre onu izledi. Sıcaktan bunaldığında elleriyle kendine hava vermeye çalışması, kızarttığı balık ekmekleri müşterilere götürürken yaptığı telaş, arada bir şarkı mırıldanışı… Film gibi geliyordu Altay’a. İzlemekten sıkılmadığı asla da sıkılmayacağı bir film… Dudaklarını oynatışından yine şarkı söylediğini anlamıştı Altay. Oturduğu yerden kalkarak tekneye doğru ilerledi. Tam önünde durduğunda, şaşkınlıkla bakan bir çift deniz mavisi gözle karşılaştı. Onun bu haline gülmek geldi içinden. Öylesine doğaldı ki… Ve öylesine güzel.
“ Sen… “
“ Ben. “ diyerek devam ettirdi Asya’nın cümlesini.
“ Niye geldin? “
Evet beklediği bir soruydu bu. Yüzüne en çarpıcı gülümsemesini yerleştirerek konuşmaya başladı.
“ Balık ekmek yemeye geldim. Satmıyor musun yoksa? “
“ Sa-satıyorum. Git bekle o zaman birazdan getiririm. “
Kekelediğini duyunca, yüzündeki gülümseme sanki mümkünmüş gibi daha da genişledi. Gitmek yerine ani bir hareketle tekneye atladı. Onun şaşkınlığından yararlanarak elindeki eldiveni çekip aldı.
“ Ne yapıyorsun? “
“ Sana yardımcı oluyorum. Baksana ne kadar müşteri birikti burada böyle dikileceğine git de biraz daha ekmek getir. “
“ Saçmalama. Çıkar şu eldiveni hadi. Ben yaparım. “
“ Asya ekmek getir bak biraz daha bekletirsek gidecekler. Hadi güzelim. “
Asya’nın ağzı açık bir şekilde kendisine baktığını görünce, onun en büyük şokunun ‘güzelim’ kelimesi olduğunun farkındaydı. Onun başını sallayarak içeri girdiğini görünce gülme isteğini daha fazla bastıramadı. Sözünü dinlemesi mutlu hissetmesine sebep olmuştu. Altay gerçekten mutluydu. Alıştığı sahte, yapmacık duygular değildi hissettiği. Biliyordu. Çok daha farklıydı. Çok daha özeldi.
Asya’nın elinde ekmeklerle geldiğini görünce, hızlıca elinden alarak kesmeye başladı. Bu kadar şeyi tek başına nasıl yapıyordu bu kız? Yetişememesine şaşmamalı diye düşündü. Tüm ekmekleri kısa bir süre içinde kesmiş, kızaran balıkları arasına koymuştu. Asya’nın siparişleri götürmesini keyifle izlemişti. Tabi bu keyfi Hasan Usta’nın gelmesiyle son buldu. Çünkü adamın bakışları Altay’ı kurşunlayacak cinsten sertti.
“ Sen kimsin? “