Duyduğu kalın ve tok ses Altay’ı biraz germişti. Normalde önemsemezdi ama Asya’nın bu adama verdiği değeri biliyordu. Bu yüzden saygısını elden bırakmadan konuşmaya başladı.
“ Ben Asya’nın arkadaşıyım. Tek başına siparişlere yetişemiyordu bende ona yardım edeyim dedim. “
“ Yardım edeyim de gözüne girip tavlayayım dedin öyle mi? “
Altay, karşısındaki adamı kolay kolay ikna edemeyeceğini, duyduğu sözlerden anlamıştı. Asya’nın daha gelmemiş olmasını fırsat bilerek söylemek istediklerini söyledi.
“ Evet bu şekilde ona yakın olmak istediğim doğru ama sizin anladığınız tarzda bir yakınlık değil bu. Onunla gerçekten güzel bir arkadaşlık kurmak istiyorum. “
“ Onu seviyor musun? “
Beklemediği bu soru karşısında bir an şaşırsa da belli etmedi.
“ Bilmiyorum. “ dedi tüm dürüstlüğüyle ve devam etti. “ Sevip sevmediğimi anlamak için burdayım zaten. Ona karşı olan hislerimin ne olduğunu bilsem inanın daha açık olurdum size ama ne yazık ki bilmiyorum. Sizden bu konuda bana zorluk çıkarmamanızı rica ediyorum. Onu hiçbir şekilde üzmeyeceğimden emin olabilirsiniz. “
“ Dürüst olmanı sevdim. Bizim kıza karşı en ufak bir hatanı görsem bu kadar anlayışlı kalmam haberin olsun. Bir de onun senden rahatsız olduğunu anlarsam bir dakika tutmam seni burda. “
“ Merak etmeyin siz beni göndermeden ben gitmiş olurum. “
Yaşlı adamın hafifçe sırıttığını görünce, rahatlayarak elindeki eldiveni çıkardı. Yerini asıl ustaya teslim ederek geri çekildi. Bu hareketi yaşlı adamın hoşuna gitmiş olacak ki; sırtında bir el hissetti. Sıvazlaması, ciğerlerini yerinden sökecek kadar sert olsa da bir şey demedi. Ekmekleri kesme görevine devam etti.
“ Demek doktorsun. İyi gelmişsin hoş gelmişsin ilçemize. “
“ Hoş buldum. “ dediği anda, ağzı açık ve gözleri kocaman olmuş bir Asya ile karşılaştı Altay. Onun o haline saatlerce gülebileceğini biliyordu.
“ Asya ne orda dikilip duruyorsun kızım. Yardım etsene Altay’a. “
“ Peki. “
Asya’nın yanına gelmesiyle gözleri buluştu. Ekmekleri alırken arada bir elleri birbirine değiyor ve Asya ateşe değmiş gibi çekiyordu elini. Bu durumu neye yoracağını bilemedi Altay. Etkilendiği için mi çekiyordu elini yoksa istemediği için mi? Kaşlarını hafifçe çatarak baktı bu defa Asya’ya.
“ Neden aramalarıma dönmedin? “ diye sordu Hasan Usta’nın duyamayacağı bir şekilde.
“ Neden döneyim? “
“ Benimle ilgilendiğin için! “ diyerek hafifçe sesini yükseltti. Onun bu umursamaz halleri gittikçe sinirini bozmaya başlamıştı. Gelişiyle gözlerinin parladığını, heyecanlandığını bilmese bana karşı bir ilgisi yok diyebilirdi ama vardı işte. Gözlerinde görüyordu bunu. Neyi inkar ediyordu bu küçük deniz gözlüsü?
“ Seninle ilgilendiğim falan yok benim! “
Aynı sertlikle kurduğu cümle, Altay’ı iyice çileden çıkartmıştı. İşe yarar mıydı bu inkar? Hissettiklerinin önüne ket vurabilir miydi?
“ İnkarın gücü yetecek mi beni aklından çıkarmaya? “
“ Yetmeli… “ diye fısıldadığını duyduğunda, az önceki siniri buhar olup uçtu. Korkuyordu güzel gözlüsü. Onun korkuları olduğunu tahmin etmeliydi. Birden bire hayatına girmiş ve benliğini sarsmıştı. Kaçmak belki de vereceği en doğal tepkiydi.
“ Yetmez. “ dedi keskin bir ses tonu ile.
“ Konuşmayı bırakın da işinize bakın hadi. Müşteriler bekliyor. “
Altay, Hasan Usta’nın uyarısı ile kendini geri çekmiş ve Asya ile aralarına mesafe bırakmıştı. Onun kendisini uzak tutmasını anlasa da bu durum canını sıkıyordu. Yetmez demişti ama bundan o kadar da emin değildi. Hissettiği duygu basit bir beğenme duygusu da olabilirdi ve kolaylıkla aklından çıkarabilirdi. Hissettiği sinir hızla damarlarına yayılırken, elindeki sızı tüm dikkatini dağıttı. Parmağını kesmişti. Elindeki bıçağı bırakarak yan tarafta dizili olan peçetelerden birini aldı. Parmağına gelişigüzel sardığında Asya ile göz göze geldi.
“ Elini mi kestin? Getir bakayım. “
“ Gerek yok. “ dese de kendisine yaklaşarak elini avuçları arasına alan kıza karşı gelmedi. Gelemedi. Eli, küçücük avuçların arasında kaybolmuşken, acı yoktu. Hiçbir şey kalmamıştı geriye, ondan başka. Peçetenin yerini naif parmakları aldığında, titredi. Üşür müydü insan yaz sıcağında? Üşüyordu Altay. Ayazda kalmış gibi titriyordu içi.
“ Çok derin kesmişsin. Niye dikkat etmiyorsun? Bir de doktor olacaksın! “ diye söylenen kıza bakarak hafifçe gülümsedi. Endişeli hali öylesine güzeldi ki…
“ Çantamda yara bandı olacaktı bekle bir dakika. “ diyerek uzaklaşan kızın ardından bakakaldığını, yanına geri döndüğünde anladı. Önce soğuk suya tutmuş ardından bandı parmağına sarmıştı. Onun bu ilgili halleri, Altay’a az önceki sinirinin yersiz olduğunu göstermeye yetmişti. Basit bir hoşlantı duygusu değildi aralarındaki. Çok daha derindi…
Hasan Usta’nın tavrı her ne kadar yumuşamış olsa da ilk günden adamı delirtmek istemiyordu Altay. Bu yüzden hiç istemese de tezgahın arkasından çıktı.
“ Ben artık gideyim usta. Sağ ol. “
“ Ama bir şey yemedin. “ diyen sese döndüğünde; Asya’nın utanarak bakışlarını kaçırdığını gördü.
“ Eve gidiyorum atıştırırım bir şeyler. “ dedi, gözlerini bir türlü üzerinden çekemediği kıza bakarken.
“ Hemen nereye kaçıyorsun delikanlı? Gün bitti mi? “
“ Ama… “ dese de, yaşlı adamın bakışlarından çekinerek devamını getiremedi. Çıktığı tezgahın arkasına geri döndü. Bu durumdan fazlasıyla hoşnut bir şekilde, yanında duran kıza çevirdi bakışlarını.
Ellerinle hazırladığın bir yemeğe hayır diyebileceğimi sanmıyorum. “
Asya’nın kulağına doğru fısıldadığı sözlerin ardından keyifle arkasındaki tabureye oturmuş ve Asya’yı izlemeye başlamıştı. Sonunda yemeği önüne bırakıldığında, sabah sabah aç karnına balık yemenin tuhaflığını fark etse de Asya’nın elinden yiyeceği ilk yemeği geri çevirmeyecekti.
“ Afiyet olsun. “
Kısa bir süre sonra karnı doymuş bir şekilde kalktı tabureden. Az önce çıkardığı eldivenleri eline geçirerek tekrar ekmekleri kesmeye başladı. Asya’ya bakmamaya özen gösteriyor, ne yaptığıyla ilgilenmiyordu. Böyle yapmasının sebebi onun dikkatini çekmekti elbette. Başka türlü küçük hanım kendisiyle ilgilenmeyecekmiş gibi görünüyordu. Ve Altay biliyordu ki; buradan çıkar çıkmaz tekrar kaçacaktı, kapatacaktı kendini. Buna izin vermeyecekti.
“ Demek İstanbul’dan geldin. Kimin kimsen yok mu senin oralarda? “
“ Yaşlı bir amcam var. Başka da kimsem yok. “ dediğinde gerçekliği içini sızlattı. Kimsesi yoktu Altay’ın. Bunun farkındalığıyla baktı karşısında kendisini izleyen kıza. İstiyordu bu kızı. Hayatına biri giricekse, biri olacaksa sol yanında bu o kız olmalıydı.
Bakışlarını kaçıran Asya’ya bakarak hafifçe iç çekti ve az önce yaptığı gibi tekrar görmezden gelmeye devam etti. Asya’nın gidip gelmekten yorulduğunu fark ettiği an; tezgahtan çıktı. Siparişleri eline alarak çıktı tekneden. Masalarında oturan müşterilerin yanlarına doğru ilerleyerek siparişlerini verdi. Geri döndüğünde Asya’nın soran bakışlarıyla karşılaştı.
Cevap vermeyerek aynı şeyi yapmaya devam etti. Hava kararmaya başladığında artık gitmesi gerektiğini biliyordu ama Asya gitmeden de gitmek istemiyordu. Bu yüzden onun gideceği anı beklemiş ve Semih’in tüm aramalarını reddetmişti. Sonunda Asya üzerindeki önlüğü çıkardığında rahat bir nefes aldı. Her ne kadar memnun olsa da bu durumdan balık kokusuna daha fazla tahammül edebileceğini sanmıyordu.
“ Ben gideyim artık. Ayşe Sultan’a iletmemi istediğin bir şey var mı? “ diye kıkırdayarak sorduğu soru üzerine Altay bakışlarını imalı bir şekilde Hasan Usta’ya çevirdi.
“ Ne bakıyorsun öyle? Sevemez miyim ben? Asya yavrum dolabın alt tarafında palamut olacaktı Ayşe Hanım sever. Götür de yesin. “
“ Daha dün sabah yolladın Hasan Amca. Ev balıktan geçilmiyor artık. “
“ Ne yapayım o zaman? Balıkçıyım ben ne göndereyim balıktan başka? “
Yaşlı adamın hafif iç çekerek sorduğu soru karşısında gülmeden edemedi. Yaşlı adamın bu günki iyiliğine karşılık olarak birkaç tüyo vermek için adama biraz yaklaşarak konuşmaya başladı.
“ Kadınlar narin varlıklardır. Balıkla olmaz o işler. Gül gönder hiçbir kadın çiçeklere hayır diyemez. “
“ Öyle mi diyorsun? “
“ Öyle öyle. Sen dediğimi yap. Yarın bir demek kırmızı gül gönder. “
“ Eh peki madem. Hadi siz de gidin hava karardı iyice. Yarın Elif kızımın nişanında ellerimle vermek istiyorum çiçekleri. “
Asya’nın tekneden sessiz bir şekilde çıkıp uzaklaştığını görünce Hasan Usta’ya görüşürüz diyerek atladı tekneden. Asya’ya yetiştiğinde kolundan tutarak durdurdu onu.
“ Niye beklemiyorsun? “ diye sordu Asya’nın gözlerinin içine bakarak.
“ Niye bekleyeyim? “
“ Bu saatte tek başına gitmeyi planlamıyorsun herhalde değil mi? “
“ Tam olarak onu planlıyorum. Ne o koruma mı kesildin başıma? Şimdiye kadar yalnızdım bundan sonra da yalnız olurum. Sana ihtiyacım yok! “
Altay, Asya’nın yalnızca yürümekten bahsetmediğini biliyordu. Korkuları gün yüzüne çıkıp esir almıştı Asya’yı. Yalnızlığına sığınmak isteyerek kendini korumasını anlıyordu elbette ama böyle kaçması… Duygularını yok sayarak bir yere varamayacağını anlamamış mıydı bu kız? Anlamadıysa anlatacaktı Altay. Anlayana, kabul edene kadar her gün anlatacaktı.
“ Öyle mi? Neden titriyorsun peki? “ diye sordu bu defa. Üşüdüğü için değildi titreyişi, biliyordu Altay. Zaten bu havada üşümesi de mümkün değildi.
“ Bırak kolumu. Gitmek istiyorum. “
“ Kaçma benden… “ diye fısıldadı. Duygularının onda da yer edindiğini bilmese asla böyle ısrarcı olmazdı. Ama vardı işte. Kendisinde baş gösteren duygu onda da vardı. İnkar yaramazdı bir işe. Anlamalıydı... Anlatmalıydı...
“ Senden kaçmıyorum. Niye kaçayım? Kimsin ki sen? Bir yabancı… Yabancı kal Altay. Bana da kalbime de yabancı kal. “
Duyduğu sözler karşısında bir süre hareketsiz kaldı Altay. Hiçbir tepki veremedi. Asya’nın gidişini izledi sadece. Dur demedi. Diyemedi. Belki de haklıydı. Yabancı olmak, yabancı kalmak en iyisiydi.
Bir süre sahilde dolaştıktan sonra evin yolunu tuttu. Eve geldiğinde Semih’i göremedi. Görmek de istemiyordu doğrusu.
Odaya girip kendini sırt üstü yatağa attığında, düşünmemeye zorladı kendini. Düşünmemeliydi. Ama mümkün değildi ki… Çıkaramıyordu aklından. Sevmek elinde miydi sanki? Hayatında ilk defa reddedilmiş olmanın ağırlığı değildi hissettiği kırıklık. Yasak elma gibi, dokunamazdı ona. Gerçeği göstermişti Asya. Olması gerekeni göstermişti. Kirletemezdi onu kendi dünyasıyla…
Asya, nihayet saçlarını yaptırabilecek olmanın mutluluğuyla oturdu kuaförün önüne. Sıranın bir türlü kendisine gelmemesi isyan sınırına getirmişti Asya’yı. Neyse ki o sınırı aşmadan sıra kendisine gelmişti. Elif’e dönüp baktığında onun kendi derdinde olduğunu görünce hiç sesini çıkarmadı. Kuaföre istediği saç modelini söyleyerek koltuğa yaslandı. Rahat ve kolay bir model istiyordu Asya. Sade ama basit değil. Kuaförün marifetli elleri saçlarına istediği şekli verirken aynadan kendisini izliyordu. Dün akşam Altay’a o sözleri söyledikten sonra içinde bir yerler kırılmıştı. Yaptığı doğru olandı biliyordu bunu ama yine de içinde mutluluğun o olduğunu söyleyen sesi duymazdan gelemiyordu. Hata yapıyorsun diyen kalbi ile aklı arasındaki savaş, Asya’yı haddinden fazla yormuştu.
“ İstediğiniz gibi oldu mu? “
Aynada gördüğü yüze çevirdi bakışlarını. Beğenmişti. Sol omzuna doğru bırakılan saçları, arkadan küçük demetler halinde dalgalandırılıp tokayla tutturulmuştu. Çok sadeydi belki ama şık olduğu da bir gerçekti. Elbisesi ile gerçekten uyumlu olmuştu. Gözlerini ortaya çıkartan bir elbise tercih etmişti Asya. Mavi, diz kapağının hemen üstünde biten straplez bir elbiseydi üzerindeki. Göğüs kısmının alt tarafında beyaz, ince bir kemer bulunuyordu. İlk gördüğü an çok beğenmişti elbiseyi.
“ Asya çok güzel olmuşsun. “ diyen sese çevirdiğinde bakışlarını; Elif’in ablası Ebru’yu gördü. Hafifçe tebessüm ederek karşılık verdi kadına.
“ Sende çok güzel olmuşsun Ebru Abla. “
“ Teşekkür ederim canım benim. Hadi gel biraz hava alalım bunaldım burada. Elif’in işi daha uzun sürecek gibi. “
Asya, ablası gibi sevdiği kadını kırmayarak kalktı ayağa. Beraber dış kapıya doğru yürümeye başladılar. Kapının önünde bekleyen adamı görünce, başıyla selam verdi.
“ Bayanlar bu ne şıklık böyle? “
Asya, Çetin Abi’sine bakıp gülümsedi. Böyleydi bu adam. İnsanları bir iki sözüyle güldürmeyi başarırdı. Tabi bunda yaptığı iltifatların da etkisi büyüktü.
“ Nasılsın Asya? “
“ İyiyim Çetin Abi. Sen nasılsın? “ diye sordu Ebru Abla’sının kocasına.
“ Bende iyiyim. Güzel karımı almaya geldim ama benimle gelir mi acaba diye endişeliyim. “
“ Neden? “ diye sordu merak ederek. “ Niye endişelendin? “
“ Baksana… Ne kadar güzel olmuş. Yakışır mıyım onun yanına? “
Asya, başını iki yana sallayarak arkasını döndü iki aşığa. Onları yalnız bırakmanın daha doğru olacağını bildiğinden içeriye geri döndü. Gördüğü manzara Asya’da ağlama isteği uyandırsa da tuttu kendini.
“ Elif yine neden bozdurdun saçını? “ diye sordu, sesine yansıyan bıkkınlığı umursamayarak.
“ Beğenmedim Asya. Bu son yine beceremezlerse başka yere gidiyoruz. “
Oflayarak oturdu önünde duran boş koltuğa. Bu şekilde devam ederse nişana gidemeyeceklerdi. Elif’in kolay kolay beğenmeme huyu yüzünden kaç saattir burada tıkılıp kalmışlardı. Gitse olmazdı. Biricik arkadaşını bu halde bırakıp gitmeye gönlü razı gelmezdi. Mecburen bekleyecekti.
Aradan geçen 1 saat sonra nihayet arkadaşının saçları, Elif’in istediği gibi yapılabilmişti. Kuaförden çıktıklarında, Semih’i arabaya yaslanmış bir şekilde buldular. Onunda sıkıldığı, yüzünün şeklinden belliydi. Bir an acısa da onun haline, erkek olarak bu kadarına katlanması gerektiğini düşünerek acımaktan vazgeçti.
“ Ağaç olma yolunda ilerliyordum. “ diyen adama Elif’in cevap vereceğini bildiğinden susmayı tercih etti. Ömrü boyunca Elif’i bekleyeceğini bir bilse yine evlenmekte bu kadar ısrarcı olur muydu emin olamadı Asya. Elif; her zaman her şeye geç kalan biriydi. Bekletilmek en çok nefret ettiği şey olduğu gibi bekletmeye de bayılırdı.
Arabaya binip salona doğru ilerlediklerinde, Altay’ın yokluğu çekti dikkatini. Gelmemiş miydi? Ya da gelmeyecek miydi? Hayır gelirdi mutlaka. Gelmesini istiyordu Asya. Arkadaşını böyle mutlu bir gününde yalnız bırakacak değildi, değil mi?
Salona geldiklerinden beri gözleriyle sürekli Altay’ı aradıysa da görmedi. Gelmemişti. Gelmesini isterdi Asya. Onu görmeyi isterdi. Söylediklerinin hata olduğunu ama böyle olması gerektiğini söylemek isterdi…
“ Asya? “
Yanlış duymuştu değil mi? Sarp olamazdı bu sesin sahini. Yavaşça arkasını döndü ve baktı karşısında duran adama. Oydu. Sarp’tı. Sevinçle kollarını boynuna doladı. İnanamıyordu, gelmişti. Sevinç çığlıkları atarken kendilerini izleyen davetlileri umursamadı. Az da olsa sakinleşebildiğinde kollarını çekti.
“ Ne zaman geldin? Hani gelmeyecektin? Kaç gün kalacaksın? “ diye ardı ardına sorularını sordu. En son konuştuklarında 2 ay daha gelemeyeceğini söylemişti ama şu an burdaydı, karşısındaydı.
“ Konuşuruz sonra. Şimdi dans zamanı. “
Asya, Sarp’ın kendisini sürükleyerek piste götürmesine izin verdi. Kollarını genç adamın boynuna dolayarak müziğin ritmine bıraktı kendini. Başını, küçüklüğünden beri yasladığı omzuna yasladı. Kimsesizliğini unutturan adamdı Sarp. Arkadaşı, kardeşi, sırdaşı… Her şeyiydi o. Bir taneydi…
“ Çok sevindim geldiğine. “ dedi, Sarp’ın gözlerinin içine bakarken.
“ Belli oluyor canım. Bu kadar özlendiğimi bilseydim daha önce gelirdim. “
“ Gelseydin! “ diyerek hafifçe sesini yükseltti Asya. Ve devam etti. “ Sana ihtiyacım olduğunu biliyordun. Gelseydin… “
“ Elimde değildi ki güzelim. Staj sürem dolmadan gelemezdim. Yarın akşam uçuyorum yine. “
Asya, az önce heyecandan yerinde duramazken şimdi tüm enerjisi çekilmiş gibi hissediyordu. Elbette gitmesi gerekiyordu, biliyordu bunu Asya. Ama bu, onu özlemesine, yanında istemesine engel değildi ki… Asya, kendini bildi bileli yanında olmuştu Sarp. Her anında hemde. Bu, ilk defa uzun soluklu ayrılışlarıydı ve bu yüzden kendini yalnız hissediyordu.
“ Birkaç gün kalamaz mısın? “ diye sordu, kalamayacağını bile bile.
“ Biliyorsun kalamam. Ama az kaldı. Mezun olur olmaz geliyorum. “
“ Biri var mı peki? “ diye sordu bu defa. Hayatında, kalbinde, aklında…
Sarp’ın gözlerini kaçırdığını görünce olduğunu anladı. Gülümsemesi tüm yüzüne yayılırken, Sarp’ın birini sevdiğine inanmakta zorluk çekiyordu.
“ Var. “ diyerek az önceki sorusunu kendisi cevapladı. Sarp’ın bir şey söylemediğini görünce konuşmaya devam etti.
“ Adı ne? Nasıl biri? Ne zamandır seviyorsun onu? “
Asya, inatla bakışlarını Sarp’tan çekmeyerek sorularına cevap bekliyordu ve Sarp ise Asya’ya bakmayarak sorularını görmez geliyodu. En sonunda Sarp pes ederek gözlerinin içine baktı.
“ Adı Işık. “
“ Ee diğer sorularım. “ diyerek onlara da cevap istediğini belirtti fakat Sarp, müziğin bitmesini fırsat bilerek kaçtı. Onun kaçışına sinirli gözlerle baksa da mutlu olmuştu. Sarp’ın birçok kızla ilişkisi olmuştu, çoğunu da tanıyordu ama hiçbir zaman birini anlatırken böyle utanıp da kaçmamıştı. Aksine kolaylıkla anlatırdı. Üstelemeden. Bu bile Sarp için özel olduğunu gösteriyordu. Bakışlarını pistten çekerek salona çevirdiğinde, o delici gözlerle karşılaştı. Kendisine bakıyordu hemde gözünü bile kırpmadan. Sinirli görünüyordu, neden sinirli olduğunu anlayamadı Asya. Neye kızmış olabilirdi ki?
Pistten inerek Elif’in yanına geldi. Arkadaşı gerçekten çok güzel olmuştu. Saatlerce uğraşmışlardı belki ama değmişti.
“ Sarp’ın geleceğinden haberim yoktu. Ne güzel sürpriz yaptı. “ diyen Elif’i başıyla onayladı.
“ Öyle oldu gerçekten. “
Elif ve Semih’in dans etmek istediklerini anlayınca yanlarından ayrıldı. Birkaç arkadaşı ile yaptığı kısa bir sohbetten sonra Ayşe Sultan’ın yanına oturdu. Her ne kadar bakmamaya zorlasa da kendini, ona bakmadan duramıyordu. Gözleri, kendisinden bağımsız bir şekilde onu buluyordu. Ve sanki başka hiçbir şey yokmuş gibi ondan başka her şey silikleşiyordu.
“ Merhabalar Ayşe Hanım. “
Hasan Usta tıpkı söylediği gibi kucağında bir demet gül ile gelmişti. Onun bu hali bazılarının dikkatini çekmiş, bakışları üzerinde toplamıştı. Hasan Amca’sının heyecanını görüyordu Asya bu yüzden ona yardımcı olmak adına masalarına davet etti.
“ Bu çiçekler sizin için. “
Ayşe Sultan’ın kararsızlığını büyük bir zevkle izledi. Alıp almama arasında karar veremediği yüzünden belli oluyordu. En sonunda teşekkür ederek aldı çiçekleri. Tabi yüzünün renginin çiçeklerin rengine döndüğünden habersiz.
Asya, onları yalnız bırakmak için masadan ayrıldı. Her ne kadar kimseye belli etmemeye çalışsa da gözleri onu arıyordu. Sonunda gözleri aradığını bulduğunda; onu oldukça güzel bir kadınla sohbet ederken gördü.
Birden bire hissettiği bu duyguyu anlayamadı Asya. Damarlarına yayılan bu his de neyin nesiydi? Gözleri, çakılı kalmışçasına ona bakarken, Sarp’ın geldiğini bile fark edememişti.
“ Nereye bakıyorsun sen? “ diye sorduğunda Sarp, varlığını fark edebilmişti. Yakalanmış olmanın verdiği utançla yüzüne hafif bir pembelik yayıldı. Bu durum elbette Sarp’ın gözünden kaçmamıştı.
“ Tanıdığın biri mi? “
“ Kim? “ diye sordu, Sarp’ın Altay’dan bahsettiğini anlamayarak.
“ Deminden beri baktığın adamdan söz ediyorum. Tanıdığın biri mi? “
“ Yok. Yok nerden tanıyayım ben. Dalmışım ben. Adama bakmıyordum. “ diyerek kıvırmaya çalıştı. İşe yaramadığını anlaması için Sarp’a bakmasına gerek yoktu. En sonunda ellerini, teslim oluyorum dercesine havaya kaldırdı.
“ Seni dinliyorum. Nerden tanıyorsun? “
“ Semih’in arkadaşı. “ dedi sıkıntıyla. Sarp’ın tek kaşının havaya kalktığını görünce; panikle atıldı.
“ Yok sandığın gibi değil. Yani tam olarak öyle değil. Birazcık işte. “ Gittikçe saçmaladığını fark ettiğinde; derin bir nefes aldı.
“ Ondan hoşlanıyorum. “ dedi, duygularını dile getirerek. Korkuyordu ama aynı zamanda olması gereken buymuş gibi hissediyordu. Sanki onu sevmek, yapabileceği en güzel şeymiş gibi geliyordu. Normal miydi bu? Bilmiyordu Asya… Sarp’ın şaşkınlığına hafifçe tebessüm etti. Böyle açıkça söylemesini beklemiyordu muhtemelen.
Sarp’ın koluna girerek, şaşkınlığını üzerinden atmasını sağladı. Beraber yürümeye başladıklarında, bir anlığına gözleri kesişti ve Asya, tıpkı onun yaptığı gibi başını çevirdi. Hayır kesinlikle ilgilenmiyordu o kendini beğenmiş doktor bozuntusuyla!
“ Nerden çıktı bu adam böyle birden bire? Tanımadığın bir adamdan nasıl hoşlanırsın? “ diye soran Sarp’ın sesi sertti.
“ Elimde mi sanıyorsun? “ diye sordu tıpkı Sarp gibi sesini yükselterek. “ Onu sevmek istediğimi mi sanıyorsun? “
Söylediği sözlerden sonra, Sarp’ın yüzünün yumuşadığını görmüş ve hemen ardından da kollarını bedenine dolamıştı. Başını göğsüne yasladığında, ağlamamak için sıktı kendini. Meraklı gözlerin hedefinde olduklarını biliyordu bu yüzden kendini toparlayarak Sarp’ın kolları arasından çıktı.
“ Ben biraz dışarı çıkayım. Hava almak istiyorum. “ diyerek terasa doğru açılan kapıya baktı. Biraz temiz hava iyi gelecekti.
“ Bende geleyim. “
“ Biraz da babanla ilgilen. Sana bakıp duruyor hadi git de adamı bekletme. “
Sözlerini bitirir bitirmez terasa doğru ilerlemeye başladı. Sonunda teni, denizin kokusuyla buluştuğunda derin bir nefes çekti içine. Denizin dalga sesleri, tatlı bir dinginlik hissi verirken, yalnızlığıda çağrıştırıyordu Asya’ya. Yalnız olduğunu hatırlatıyordu. İçinin kararmasına müsaade etmeden yüzüne hafif bir tebessüm yerleştirdi. Bugün en yakın arkadaşının nişanıydı. Keyfini hiçbir şey bozmamalıydı. Hele içeride ki züppe hiç!
“ Birini mi bekliyorsun burada? “
Altay’ın sesini duyana kadar onu fark etmemişti. Bıkkınca gözlerini devirdi. Ondan kaçarken yine onun yanında buluyordu kendini. Niye gelmişti ki bu adam?
“ Niye geldin sen? “ diye sordu hesap sorarcasına.
“ Biraz temiz hava alayım istedim. Beklediğin kişi olmadığıma mı üzüldün? “
Altay’ın sesinde hafif bir kızgınlık mı vardı, çözemedi Asya.
“ Evet. “ dedi sesini sert tutmaya çalışarak. “ Çok üzüldüm. “
“ Belli. “ diyen Altay’a şaşkınlıkla baktı. Ne yapmaya uğraşıyordu bu adam? Kızgınlığı elle tutulacak kadar belirginken, derdi neydi?
“ O kılkuyruk neyin oluyor? “
“ Pardon? “
“ Yanından ayrılmayan kuyruktan bahsediyorum. Neyin oluyor? “
Asya, anladığı şeyle gözlerinin kocaman açılmasını engelleyemedi. Bu adam kendisini kıskanıyordu. Hemde Sarp’tan! Dudakları arasından firar eden kahkaha, diğerlerinin başlangıcı oldu. Uzun bir süre güldükten sonra, ciddi olmaya çalışarak baktı Altay’ın yüzüne. Kaşlarının neredeyse çatılmaktan birbirine girecekti. Onun bu hali, kabul etmek istemese de çok tatlıydı…
“ Birincisi… “ dedi tek parmağını Altay’a doğru uzatarak. “ Ona kılkuyruk diyemezsin. İkincisi neyim olduğu seni hiç ilgilendirmez. “
“ İlgilendirir. “
“ İlgilendirmez. “
“ İlgilendirir. “
“ İlgilendirmez! “ diyerek sinirle diretti. Deniz mavisi gözleri kızgınlıkla parlıyor ve Altay’ı yutacakmış gibi bakıyordu.
“ Git içeride, uzun uzun konuştuğun, kıh kıh kıh güldüğün kadınla ilgilen. Benimle değil! “
Sözlerini bitirir bitirmez gitmek için harekete geçmişti ki; kolundan sertçe tutuldu. Kolundaki baskı yavaş yavaş azalırken, kolunun kızaracağından emindi Asya. Sinirle baktı Altay’a.
“ Ne yaptığını sanıyorsun sen? “ diye sordu sinirden çatallaşmış sesiyle.
“ Beni kıskandın mı? “
Asya, tokat yemiş gibi sarsıldı Altay’ın ağzından çıkan sözlerle. Nasıl kendini ele vermişti? Hafifçe kızaran yanaklarını elleriyle kapatma isteğini güçlükle bastırdı. Başını dik tutarak gözlerinin içine sabitledi gözlerini.
“ Neden kıskanayım ki? Bir ara sıkıntıdan etrafıma bakarken gördüm sizi. Birbirinize de yakıştırdım yani. “ Yalan! Diyen iç sesini duymazdan gelerek devam etti. “ Kıskanan sen olmayasın? Böyle hesap sorduğuna göre… “
“ Evet kıskandım… “
Asya, beklemediği bu cevap karşısında donup kaldı. Doğru duymuştu değil mi? Kıskandım demişti. Bir türlü kendine gelemiyor, Altay’a kocaman olmuş gözlerle bakmaya devam ediyordu.
“ Sana sarıldığı an onu öldürmek istedim. “
“ Nerde kaldın Asya? “ diyerek yanlarına doğru gelen Sarp ile, Altay’ın kıskacından kurtuldu. Sarp’ın sesini duyar duymaz kolunu Altay’dan çekmiş ve biraz uzaklaşmıştı. Neyse ki teras, Sarp’ın kolundaki kızarıklığını fark edemeyecek kadar karanlıktı.
Sarp, yanına gelerek endişeli gözlerle baktığında, hafifçe gülümsedi. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atması dışında hiçbir sorunu yoktu. Bir de Altay’ın kararan gözleri dışında. Birazdan Sarp’ın üzerine atlayacak gibi duruyordu. Korkuyla titredi Asya.
“ Merhaba. “ dedi Sarp, elini uzatarak. “ Tanışmadık. Ben Sarp. Asyanın en yakını. “
Altay’ın dişlerini sıkmaktan gerilen çenesini gördüğünde, hissettiği mutluluğa inanamadı. Gerçekten kıskanıyordu. Bunu belli etmekten de çekinmiyordu üstelik.
“ Altay. Asya’nın… “ Asya, ani bir şekilde araya girerek Altay’ın sözünü kesti. Sarp’ın kaşlarının havaya kalkmış olduğunu görünce hafifçe yutkundu.
“ Altay arkadaşım. Sadece arkadaşım. “ diyerek durumu açıklamaya çalıştı. Oluşan sessizlik hiç iyi değildi. Bakışlarını yerden kaldırıp Altay’a çevirdiğinde, bir şey söylemeden baktı öylece. Az önce Altay’ın sözünü neden kestiğini bilmiyordu ama o sözün devamında hiçte hoşuna gitmeyecek şeyler duyacağını tahmin ederek lafa atlamıştı. Belki de duyacaklarından korktuğu için böyle yapmıştı. Sadece arkadaşım diyebilirdi, ya da hiçbir şeyim. Bu ihtimal canını sıktı. Ona ‘arkadaş’ sıfatı hiç yakışmamıştı. Eğreti duruyordu üstünde. Güldü kendi kendine. Bu adam tüm dengesini altüst etmişti.
“ Memnun oldum. “ diyen ilk kişi Sarp’tı. Altay’ın memnuniyeti ne yazık ki yüzüne yansımamıştı. Aksine, Sarp’ın elinini Asya’nın elinde olduğunu gördükçe, tahammül sınırlarını zorluyordu. Tüm bunlardan habersiz Asya, Elif’in kendisini aradığını duyduğunda salona doğru yürüyerek iki adamı yalnız bıraktı.
“ Ateşle oynama… Yanarsın. “ diyen Sarp’ın sesi, kendisinden beklenmeyecek bir soğukluktaydı. Asya’nın, küçük kardeşinin üzülmesine hiçbir şekilde izin vermezdi Sarp. Karşısındaki adam, ne yazık ki Asya’ya hiçbir şekilde uymayan, serseri, vurdumduymaz kişilikte biriydi. Duruşu bile, hakkında düşündüklerini doğruluyordu. Bakışlarındaki alay en çok canını sıkıyordu. Bu adam hiçbir şeyi ciddiye almaz mıydı?
“ Ya ben de ateşsem? Zaten yanarken, yakabilecek misin? “
Sarp, aldığı cevap karşısında bir süre sustu. Bakışları, karşısındaki adamın zihnini okuyormuşçasına derindi. Birkaç adım yaklaşarak tam önünde durdu.
“ Uzak dur. “ dedi, olabilecek en sert haliyle. “ Ona zarar vereceksin. “
Altay’ın bir şey söylemediğini görünce sert sözlerine devam etti.
“ O tıpkı bir çiçek gibi. Eğer dokunursan solacak. “ dedi, Altay’ın korktuğu şeyin bu olduğunu bilmeden…
**
Altay, soğuk hastane koridorlarından geçerken, bekleyen hasta olmadığını görünce rahatladı. Gece oldukça geç saatte biten nişan, alarmın sesini duymasını engellemişti. Bu yüzden neredeyse koşarak hastaneye gelmişti. Neyse ki hasta yoktu. Bu yaz günü insanların kolay kolay hasta olmayacağını bilse de kimseyi bekletmek istememişti.
Odasına geçip klimayı çalıştırdıktan sonra koltuğuna oturdu. Uykusunun iyice açılması için de bir kahve söyledikten sonra bilgisayarını açtı. Maillerini kontrol ettikten sonra uzun zamandır kullanmadığı sosyal paylaşım sitelerine girdi. Getirilen kahvesini eline aldıktan sonra başını tekrar ekrana çevirdi. Gelen mesajlarına şöyle bir göz attıktan sonra aramaya yerine; ‘Asya Dinçer’ yazdıktan sonra çıkan profili açtı. İlk olarak resimlerini açtı. Her biri, nefesini kesecek kadar güzeldi. Güneşin kızıllığında çektiği resimler, Altay’ı büyülemişti. Güzelliğinden çok, doğallığıydı büyülendiği. Seçtiği birkaç resmi kaydederek telefonuna yükledikten sonra, arkadaş listesine göz attı. Sayılı derecede erkek olması, gülümsemesine sebep oldu. İçlerinde, dünkü çocuğu da görünce hafifçe gözlerini kıstı. Sarp’ın profilini incelemeye aldı bu defa. Aslen Rum olmasına rağmen doğma büyüme İzmir’liydi. İstanbul’da işletme okuyor. En azından sürekli burada değil diye düşündü. Asya’nın profiline geri dönerek incelemesine devam etti. Paylaşımları görülmüyordu. İlk başta arkadaşlık isteği göndermekte tereddüt etse de gönderdi.
Uzun bir aradan sonra, bilgisayarından gelen sesle tekrar bilgisayarın başına geçti. Asya’nın yolladığı isteği kabul ettiğine dair bir bildirim gelmişti. Açıkçası şaşırmıştı Altay. Kabul etmesini beklemiyordu. Hemen profiline girerek yaptığı paylaşımlara göz attı. Çoğu fotoğrafı görmemişti Altay. Hepsine tek tek baktıktan sonra, durumlarını okumaya başladı. Her biri, Asya’nın kişiliğini öğrenmesinde yardımcı oluyordu. En son paylaştığı durum; sonu görünmeyen denizlerde yüzülmez!
Bu denizin kendisi olduğunu anlamak için dahi olmasına gerek yoktu. Sonunu göremiyordu Asya, haklıydı da. Kendisi bile sonunu göremiyorken…
Asya’nın durumunun altına yorum yapmaya karar verdiğinden bu yana yaklaşık yarım saat geçmişti ve Altay hala ne yazması gerektiğini bilmiyordu. Yazıp sildiği şeyler, sürekli aynı kapıya çıkıyordu. Yani denize! Yüz demek istiyordu kısaca. Korkma, boğulmana izin vermem… Diyemiyordu…
Bunun yerine, “ korkaklıkta bir meziyettir. “ yazarak göndermişti. Söylemek istedikleri çok daha farklı olsa da, böyle kapalı bir şekilde anlatmaya karar verdi. Emindi ki Asya anlamamazlık gelerek aptalı oynayacaktı. Olsun dedi kendi kendine. En azından bu şekilde de olsa konuşacaklardı.
“ Korkaklık dediğin şey; boğulmaktan kurtaracaksa, evet ben korkağım. “
Altay, Asya’nın yazdığı yoruma şaşırmamıştı. Tam da böyle bir cevap bekliyordu ondan.
“ Boğulacaksın diye bir şey yok. Denemeden bilemezsin… “
“ Denediğimde canımdan olmayacağımın garantisini verebilir misin? “
Ne yazık ki veremiyordu… Sonunu bilse, durur muydu hiç? Bu yüzden bir adım gerideydi ya. Ona gitmiyorsa, kolundan tutup ‘benimsin artık’ demiyorsa, bu bilmediği içindi.
“ Hayır ama olur ya hayat bu, boğulursan, seninle boğulacağıma söz veririm. “
Bir süre Asya’nın cevabını bekledi. Yazmayacağını anladığında, bilgisayarı kapattı. Elini şakaklarının üzerine koyarak ovmaya başladı. Kendini tanıyamaz hale gelmişti artık. Bir kızın peşinde koşacağına, hatta bu kızdan takıntılı derecede hoşlanacağını söyleseler gülüp geçerdi. Ama şimdi… Hissettikleri azımsanmayacak kadar derindi, farkındaydı bunun. Söküp atamayacak kadar işlemişti benliğine. Merak ettiği, en derinine işlenen bu duygu, onda da yer edinmiş miydi?
Düşüncelerle geçen saatlerin ardından nihayet hastaneden çıkmıştı. Yaz günleri, soğuk koridorlar hiç çekilmiyordu doğrusu. Dışarı çıktığında ilk başta sahile doğru yürüse de sonradan vazgeçerek evinin yolunu tuttu. Asya’yla karşılaşmak istemiyordu henüz. Özellikle dün onu Sarp denen o çocuğun kolları arasında gördükten sonra. Aralarında bir şey olduğunu sanmıyordu ama yine de sevmemişti o adamı. Üstelik Sarp’ın kendisine kafa tutan hallerine de kıl olmuştu.
Eve geldiğinde, buz gibi suyun altına attı kendini. Düşünceleri de tıpkı bu su gibi akıp gitsin istedi. Silmek istedi aklından o denizi çağrıştıran gözlerini… Yapamadı… İstiyordu onu. Yanında, yakınında… Görmek istiyordu her saniye. Ellerine dokunan, kalbine dokunan tek kişi olmak istiyordu. Altay, Asya’yı istiyordu.
Duştan hızlıca çıkarak giyinmeye başladı. Artık kaçış yoktu. Bugün her şey konuşulacaktı. İstemiyor muydu, tamam der çeker giderdi. Bir daha da yaklaşmazdı yanına. Eğer o da istiyorsa, kaçmayacaktı. Beraber dalacaklardı bu sonu görünmeyen denize. Ve Altay biliyordu ki; Asya’nın boğulmasına asla izin vermezdi.
Evden koşar adımlarla çıkarak sahile indi. Hasan Usta’nın yanına geldiğinde, meraklıca etrafına bakındı. Yoktu, göremiyordu onu. Muhtemelen hava karardığı için gitmişti. Tam arkasını dönüp geri gidecekti ki; Hasan Usta’nın sesini duydu.
“ Hayrola? Nereye böyle? “
“ Ben Asya’ya bakmıştım. “ dedi, lafı dolandırmadan. “ Gitmiş sanırım. “
“ Bugün hiç gelmedi. Sarp’ın yanındadır o şimdi. Ayrılamamışlardır birbirlerinden. Az bekle uğrarlar buraya da. “
Altay, dişlerini sıkarak duyduklarını hazmetmeye çalıştı. Onunlaydı demek. Ellerinin yanda yumruk olduğundan habersiz, yaşlı adama bakmaya devam ediyordu. Baksa da, gördüğü kesinlikle yaşlı adam değildi.
“ işte geldiler. “
Sırtında hissettiği keskin gözlere rağmen, dönmedi yüzünü Asya’ya. O adamın yanında olduğu sürece hiçbir şekilde görmek istemiyordu onu. Hasan Usta’ya başıyla selam vererek, evinin tam tersi yönde yürümeye başladı. Asya’nın bir şeyler söylediğini duyuyor ama aralarındaki mesafe yüzünden ne dediğini anlayamıyordu. Sahil yolundan çıktıktan sonra önündeki çöp konteynırına tüm hiddetiyle bir tekme attı. Çıkan gürültü, sokaktaki insanların merakını çekmiş olacak ki, dönüp dönüp bakıyorlardı. Altay, üzerine dikilen gözleri umursamadan bir tekme daha attı önündeki konteynıra. Ayağındaki hafif sızıyı hissedemeyecek kadar gözü kararmıştı. Geriye dönüp o kılkuyruğa tekmelerini yedirmemek için tuttu kendini.
“ Altay? “
Duyduğu naif ses, Asya’ya aitti. Gözlerini kapatıp sımsıkı yumduktan sonra derin bir nefes çekti içine. Hemen ardından, kolunda hissettiği dokunuşla açtı gözlerini. Kahvelerini, denize benzettiği gözlerine çevirirken ilk defa korkuyordu Altay. Orada kendini görememekten korkuyordu. Niye gelmişti ardından? Bir şey mi söyleyecekti, söylesindi ama eline bıçak almadan. Saplamadan yüreğine. Bilmiyordu Asya, sözlerinin bıçak gibi olduğunu. Her birinin yüreğinin ortasına saplandığını… Yaralamaksa niyeti, gözleri yeterdi. Sözlerini de katıp can çekiştirmesin istedi…
“ Niye geldin? “ diye sordu, küçük bir çocuğun kırılganlığıyla.
“ Sen niye geldin? Beni sormuşsun. “
Altay, verecek cevap bulamayarak bir süre öylece baktı Asya’ya. Gözlerinden anlamaya çalıştı hissettiklerini. Görünenin ötesini görmeye çalıştı. Kalbini görmeye çalıştı…
“ Niye geldin Altay? Niye sordun beni? “ diye sorduğunda bir kez daha, kaçışı olmayacağını biliyordu Altay. Dile getirmek istedi hissettiklerini. Söylemek, bu fırtınadan birlikte çıkmak istedi. Yapmadı...
“ Kusuruma bakma. O kılkuyrukla olacağını bilemedim. “
“ Niye geldin dedim Altay! “
Asya’nın sesini yükseltmesiyle, kaşlarını çattı.
“ Bağırma bana. “ dedi uyarırcasına.
“ Ne o korktun değil mi? İlk zorlukta pes ettin. Gözün kesmedi değil mi? Hadi doğruyu söyle. Denize açılmaktan kaçtım de. Korktum de. Desene bir şey lanet olası! “
Altay, daha fazla sessiz kalamayarak Asya’nın üzerine doğru yürümeye başladı. Asya’nın korkmadığını, inatla başını dik tutmasından anlamıştı Altay. Tam önüne geldiğinde, tehlikeli bir biçimde yaklaşarak konuşmaya başladı.
“ Şöyle bir gerçeği söz ardı etmişim. Deniz, açılmaya değer mi? “
Asya’nın yüzünün renginin beyaza çaldığını görünce, geri çekildi. Söylediği şeyin düşündükleriyle alakası yoktu. Yalnızca az önce kendi canının yandığı gibi onunda canını yakmak istemişti. Asya’nın dolan gözlerini gördüğünde, söylediğine pişman oldu. Onu ağlatmak istemiyordu, istememişti. Eli, kendisinden bağımsız bir şekilde Asya’nın yüzüne uzanmış ve baş parmağıyla yanağını hafifçe okşamıştı. Bu dokunuşu, Asya’nın gözlerinin nefret saçmasına sebep oldu. Ve ardından sonsuz gibi görünen o nefret, kırgınlığa dönüştü.
Altay, bakmaya doyamadığı gözlerdeki kırgınlığı görünce, nefesi kesildi. Pişman olmak için bile çok geç olduğunu biliyordu. Düşünmeden söyledikleri aralarına uçurumlar açmıştı. Hayır, kabul edemezdi Altay. Asya’dan bir adım öteye gidemezdi. Ona ne kadar kızgın olursa olsun gidemezdi.
“ Özür dilerim… “ dedi, içindeki kederi sesine yansıtarak.
“ Dileme… Sen doğru olanı söyledin. Boğulmayı göze alamadık biz. Deniz değmezdi çünkü… “
“ Tüm doğrular sensizliği gösterse bile, yanlışımdan vazgeçmem Asya. Senden vazgeçmem. Sinirle söylenmiş sözler yüzünden duvarlar örme aramıza. Değiştiremedik… Değiştiremeyiz de içimizdeki biz’i. Yapabilsem… Emin ol yapabilsem vazgeçerdim. Seni hak edecek birini bulman için vazgeçerdim ama olmadı. Baksana… Yanında başka birini görünce delirdim. Yakınında görmeye dayanamam… Yaklaştırma Asya. Benden başkasını kalbine yakıştırma … “
Söylemişti işte. Söylediklerinde en ufak bir abartı ya da yalan yoktu. Hissettikleriydi… Asya’nın gözlerinin dolu dolu olduğunu görünce, Asya’yı göğsüne çekti. İlk temaslarıydı bu. İlk sarılışıydı… Saçlarının bahar kokusu burnunu doldurduğunda, gözleri yanmaya başladı. Derin derin soluklar çekti içine. Ciğerlerine onun kokusundan başka bir şey girmesin istedi. Onunla doldurmak istedi her bir yanını…