5.bölüm

3586 Words
“ Bu denizde yalnız boğulmana izin vermem Asya… Beraber boğuluruz gerekirse… “   Göğsüne yaslanan kızın sarsılan omuzlarından ağladığını anladı Altay. Elleriyle sımsıkı sarmış, göğsüne hapsetmişti Asya’yı. Böyle ağlaması iyi miydi kötü müydü anlayamadı Altay. Bir şey söylesin istiyordu sadece. Kabul ettiğini, kaçmayacağını söylesin istiyordu… “ Ağlama… “ dedi daha fazla dayanamarak. Sesinin titrediğini fark ettiğinde, yutkundu.  “ Korkuyorum… “  Asya’nın itirafı, Altay’ı üzse de belli etmedi. Korkması öylesine doğaldı ki… Kadınlar söz konusu olduğunda güvenilecek son adam bile olmadığının farkındaydı Altay ama bu defa… Bu defa farklıydı. Gözleriyle değil, kalbiyle görüyordu bu kızı.  “ Korkma… Ne olur benden korkma. “ dedi yalvarırcasına.  “ Eğer gideceksen hiç gelme Altay… Beni sana alıştırma. Kaybolurum, yok olurum. “  Gidebilir miydi hiç… Her yolu bu küçük kıza çıkarken, ondan bir adım öteye bile gidemezken gidebilir miydi…  “ Gitmem… “ dedi yüreğinden dolup taşan aşkla. “ Senden sonrası yok Asya… Bundan sonra sen’li olacak tüm günler… “ Asya, odasının içinde dört dönerken, dün olanları düşünüyordu. Yapmıştı, izin vermişti ona. Kalbinin kapılarını aralamasına göz yummuştu. Kırmıştı zincirlerini. Pişman mıydı? Hayır… Mutluydu. Daha önce hiç hissetmediği türde bir mutluluktu bu. Ama aynı zamanda korkuyordu. Görünmeyen bir el, boğazına yapışacakmışçasına ürkekti. Aklının tüm karmaşasına rağmen, istiyordu Asya. Denemek istiyor, sonunu görmek istiyordu. Yaşamak istiyordu içindeki bu hissi. Sonuna kadar gitmek istiyordu. Dolabının kapısını açarak giyebileceği şeylere göz gezdirdi. İçinden gelen güzel olma isteğini bastıramıyordu. Elif’in zoruyla aldığı ama hiçbir zaman giymediği elbiseyi aldı eline. Beyaz bir elbiseydi Kalın askılarından başlayan küçük mavi çiçek desenleri, oldukça şık gösteriyordu. Bel kısmındaki dantelden kemer, belinin zarif görünmesinde yardımcı olmuştu. Diz kapağında biten bu elbiseyi, saçlarını açık bırakarak tamamladı. Altın sarısı saçları, başak taneleri gibi omuzlarına dökülmüştü. Makyaj yapmayı hiçbir zaman sevmemişti bu yüzden sınırlarını daha fazla zorlamayarak aşağı indi.  Ayşe Sultan’ı, hararetli bir şekilde telefonla konuşurken buldu. Kiminle konuştuğunu anlamak için sormasına gerek yoktu. Hasan Usta’nın günlük mesaisi başlamıştı. Her gün düzenli olarak arayıp hayırlı bir sabah dilemekten geri kalmıyordu yaşlı adam. Bu yaşında böyleyse, gençliğinde nasıldı acaba diye düşünmeden edemiyordu bazen. Ayşe Sultan’ı utandırmamak için sessizce mutfağa geçti. Çayın kaynadığını görünce tüpü söndürerek masaya koydu. Masaya oturarak kızarmış ekmeğine göz kırpan baldan sürdü. Ayşe Sultan’ın da masaya oturmasıyla, güzel bir kahvaltı yaptı.  Kahvaltının ardından evden çıkarak Elif’i aradı. Evde olduğunu öğrendikten sonra birkaç sokak ötede bulunan evlerine doğru yürümeye başladı. Anlatmak istiyordu ona. Hissettiklerini, korkularını, yaşadıklarını… Gizlemek istemiyordu ondan. Ve bir şeyler duymak istiyordu, korkularının üstesinden gelebileceği. Cesaret istiyordu. Cesaretlendirilmek istiyordu. Eve geldiğinde zili çalarak kapının açılmasını bekledi. Neyse ki çok bekletmeden açılmıştı kapı.  “ Hoş geldin kızım. “ diyen Elif’in annesi Belma’ya gülümseyerek içeri girdi. “ Hoş buldum Belma Teyze. “ “ Sen Elif’in yanına geç. Bende bir şeyler hazırlayıp geliyorum. “  “ Peki. “ diyerek merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Elif’in odasının önüne geldiğinde, müsait olmadığını düşünerek önce hafifçe tıklattı kapıyı. Gir diyen sesi duyduğunda, kapıyı açarak içeri girdi. Elif’i eline oje sürerken buldu. Tam karşısına geçip oturduktan sonra yatağının üzerindeki kıyafetler çekti dikkatini. “ Bir yere mi gidiyorsun? “ diye sordu yatağın üzerindeki kıyafetleri işaret ederek.  “ Evet. Semih iş çıkışında gelecek. Bir yerlere gideceğiz. “ “ Anladım. “ dedi başını sallayarak.  Bir an önce anlatmak istiyor ama söze nasıl başlayacağını bilemiyordu. Daha fazla beklemek istemeyerek söze girdi. “ Biz Altay’la sevgili olduk. “ Sessizlik… Yaklaşık 3 dakika boyunca derin bir sessizlik kaplamıştı odayı. Elif, donmuş gibi hiçbir tepki vermiyordu ve bu da Asya’yı korkutuyordu. Eliyle hafifçe omuzlarına dokunduktan sonra, kulaklarını sağır edecek bir çığlık duymuş ve ardından yüzüne kocaman bir yastık yemişti. “ Seni hain! Ne zaman söylemeyi planlıyordun bana? “ diye öfkeyle soluyan arkadaşını nasıl sakinleştireceğini bilemiyordu Asya.  “ Söyleyecektim. “ dedi, kendini savunmaya çalışarak.  “ Ne zaman? Artık siz evlenince haberim olurdu değil mi? İnanamıyorum ya! “ “ Elif lütfen sakin  ol. Dur anlatacağım her şeyi. “ diyerek az da olsa sakinleştirmeye çalıştı arkadaşını.  “ Seni dinliyorum. “ Ve anlatmaya başladı Asya. Ne bir eksik ne bir fazla. Her şeyi olduğu gibi anlattı. Korkuları dile getirdi önce. Sonra hissettiklerini. Bir bakışıyla kalbinin nasıl kanatlanıp uçtuğunu anlattı… Yaşadığı bu ilk’i en güzel haliyle anlattı… Sözlerini bitirdiğinde, Elif’in nasıl bir tepki vereceğini bilmediğinden, yalnızca yüzüne baktı. Gözlerinin ıslaklığını silmek için uğraşmadı. Biliyordu ki yerine yenisi akacaktı. İçinde bu durdurulamaz ağlama isteğine daha fazla karşı koyamadı ve Elif’in omzuna yaslanarak ağlamaya başladı. Sırtında hissettiği el, kendisini sakinleştirmek yerine daha çok ağlamasına sebep oldu. Korkularının gün yüzüne çıkışıydı bu. Baş edemiyordu ne içindeki duyguyla ne de korkularıyla…  “ Korkuyorum… “ diye fısıldadı Elif’in kulağına.  Bir cevap vermedi Elif. Vermesini de beklemedi zaten. Bir süre daha ağladıktan sonra kendini geri çekti. Daha fazla ağlamak istemiyordu.  Biraz daha sakinleştikten sonra, yüzünü yıkamak için banyoya doğru ilerledi. Aynada kendisini gördüğünde, gözlerine inanamadı. Saçı dağılmış, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı ve burnu da kızarmıştı. Sözde güzel olacaktı değil mi? Başını iki yana sallayarak çıktı banyodan. Arkadaşının yanına oturdu.  “ Asya… Sen bu çocuğa fena halde aşık olmuşsun. “ “ Oldum değil mi? “ diye sordu, teğit ettirmek istercesine.  Elif’in başını sallamasıyla, iyice karamsarlığa sürüklendi. Bu duyguya öylesine yabancıydı ki… Korkularını bastırmakta zorlanıyordu. Oysa bugün en mutlu günü olmalıydı. En güzel günü… İlk günleri olmasına rağmen ne aramış ne de mesaj atmıştı. Umursamamıştı… “ Hadi kalk bakalım. Saçını başını bir düzeltelim. “  Asya, arkadaşına hayır dercesine başını salladı. O sırada kapı açılmış ve Belma Teyze’si girmişti.  “ Dün yaptığım keki yersin umarım Asya’cım. Çay da yaptım yanına. Hadi yiyin. “ Elif’in tepsiyi eline alıp masaya koymasıyla, orta yaşlardaki kadın da çıktı odadan.  “ Hadi gel bir şeyler ye. “ “ Canım istemiyor. “ dedi Asya, başını camdan dışarıya çevirdiği sırada.  Elif’in kolundan tutup masaya doğru sürüklemesini şaşkın gözlerle izledi. Onun; ‘hadi yesene’ diyen bakışlarına daha fazla dayanamayarak yemeye başladı. Zorla da olsa tabağını bitirdiğinde, geriye yaslanarak çayından son bir yudum aldı.  “ Bizim egoyla kaplanmış insan türünün böyle sözler söyleyeceği hiç aklıma gelmezdi. “  Elif’in ‘egoyla kaplanmış insan türü’ benzetmesine gülümseyerek karşılık verdi. Elbette Altay’dan bahsettiğini anlamıştı.  Bu benzetmenin tam ona göre olduğunu biliyordu. Telefonunun mesaj sesini duyunca, hemen yanıbaşında duran çantasının içinden çıkardı.  “ Sahilde bekliyorum. “ Gelen mesajı okuduğunda ilk an yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşmiş ve hemen ardından yerini kaygılı bir yüz ifadesine bırakmıştı.  “ Elif Altay çağırıyor. Bu halde gidemem. “ “ Gel hadi bir şeyler yaparız. “ diyerek aynalı konsolun önüne oturmasını istediğinde Elif, Asya sözünü ikiletmeden oturdu. Saçları, maşayla güzel bir görünüm alırken, göz altları da birkaç kremle kapanmıştı.  “ Makyaj istemediğine emin misin? “ diye soran arkadaşını başıyla onayladı.  Elif’e sarılıp çıktı odadan. Koşar adımlarla merdivenlerden indikten sonra, Belma Teyze’sine görünmeden çıktı evden. Sahil neyse ki fazla uzak değildi. Oraya yaklaştıkça, kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Altay’ın kendisini beklediğini bilmek farklı hissettiriyordu. Gittikçe yaklaşıyordu ve her bir adımda yüreğindeki baskı artıyordu. Nefesi düzensizleşmeye başlamıştı. İmkanı yok dayanamazdı kalbi bu kadar heyecana.  Zor da olsa biraz daha yürüdü. Gözleri onu bulduğunda, ayakları adım atmayı kesti. Bir süre uzaktan seyretti onu. Sanki yaklaşsa kaybolacaktı gözlerinin önündeki bu hayal…  Koyu kahveler kendisini bulduğunda, orada öylece dikildiğini fark etti. Sahi ne zamandır burada böylece durup onu izliyordu? Ayaklarının ağrısına bakılırsa birkaç dakikadan çok daha fazlaydı. Ayakları, kendisinden bağımsız bir şekilde ona doğru ilerlerken bir an olsun ayırmadı gözlerini. İzledi her bir hareketini. Kazımak istedi hafızasına. Unutmamak istedi tek bir an bile… Sonunda yan yana geldiklerinde, tuttu nefesini Asya. Yabancısı olduğu o koku genzini doldurmadan önce yaptı. Müptelası olmamak için, derin soluklar alıp da o kokuyu ciğerlerine hapsetmemek için tuttu nefesini.  “ Hoş geldin… Hoş geldin kalbime. “  Duyduğu sözler, kızgın ateşe dönüp yakmıştı yüreğini. Acı yoktu yanan kalbinde. Yandıkça seviyordu Asya… Her bir söz ateş olup saplanıyordu ya yüreğine, sözlerinin güzelliğindendi bu. Söylediklerinin gerçekliğindendi. Yalan değildi hiçbiri. Anlamıştı Asya… Sözler yalan olsa da gözler böyle bakmazdı… “ Hoş buldum. “ dedi kendinden beklenmeyecek bir şekilde.  “ Oturalım mı? “ diye sorduğunda Altay, fark edebilmişti ayakta olduklarını. Hemen yanlarındaki banka oturdular birlikte. Asya, yanındaki adamın varlığına hala inanamıyor, gerçekliğini anlamak için dokunmak istiyordu. Sanki o zaman anlayacaktı tüm bu yaşadıklarının rüya olmadığını. Gerçeği yaşadığını… Altay’ın ellerine dokunup kendi elleri arasına hapsetmesiyle, dileği can buldu. Rüya değildi…  “ Pişman mısın? “  Altay’ın sorduğu soruyu defalarca sormuştu kendine. Pişman mıydı? Cevabı hep aynıydı. HAYIR! Pişmanlık diyebileceği hiçbir duygu kırıntısı yoktu içinde. Yalnızca korkuyla harmanlanmış mutluluk vardı. Bunu dile getirmekten çekinmedi.  “ Değilim. “ dedi bütün samimiyetiyle. Mavilerini genç adamın üzerinden çekerek sonsuz gibi görünen denize çevirdi ve konuşmaya devam etti. “ İstedim. Pişman olmayı istedim ama olmadım… Mutluluktan başka bir duygu yok içimde. “  “ Pişman olmandan korktum. Buraya geldiğinde dünün bir hata olduğunu söylemenden korktum. “  Altay’ın itirafı Asya’yı şaşırtmıştı. Onun da korkacağını, korkuları olacağını hiç düşünmemişti oysa… Onun korkusu olmak… Altay’ın korkusu olmak güzel hissettirmişti. Hayır güzel olan onun kaybetmekten korktuğu olmaktı. Başını hemen yanında duran adamın omzuna yasladı. Yakın olmak istiyordu ona. Bu duyguya alışmak istiyordu… Kulaklarını dolduran dalga seslerine bir de kalp atışları eklenmişti. Kalbi bu kadar hızlı atmak zorunda mıydı? Hep böyle mi olacaktı bundan sonra? Sorular zihnini meşgul ederken, yanındaki adama çevirdi gözlerini. Ne güzel bakıyordu bu adam… Baktığı olmak istedi… Gördüğü olmak istedi. Sanki bu küçük isteği kabul olmuş gibi kendisine çevrildi kahveleri.  “ Bilmediğim bu denizde yüzmeyi yeniden öğreniyorum Asya. Beceremezsem sakın bırakma ellerimi. Öğrenirim. İlla ki bir gün yüzmeyi öğrenirim ben. “ Asya, söyleyecek bir söz arıyordu. Kalbinden geçenler bir türlü diline ulaşamıyor, sükuta mahkum ediyordu. Kırıklarından yapılmış bir duvar vardı aralarında. Tek bir sözle yerle yeksan olacak… Çabaladı Asya. O duvarı kaldırmaya uğraştı. Dile gelsin istedi kelimeler… Ve geldi. Aralarındaki bu duvarı yerle bir eden bir cümleyi dile getirdi. Söze döktü tüm gerçekliğiyle. Kalbinden dökülenleri sundu adama… “ Tüm ömrümü suda geçirmem gerekse bile beklerim ben… Sen yüzmeyi öğrenene kadar çıkmam denizden. Vazgeçmem… “ ** Altay, küçük bir çocuğun sabırsızlığıyla bekliyordu hastaneden çıkma saatini. 2 saat kalmıştı. Onu görecek olmanın, kokusunu en derinlerine kadar çekecek olmanın çocuksu heyecanına kapılırken, tekrar saate çevirdi gözlerini. Bu dakikalar ne zamandan beri böyle geçmez olmuştu? Sıkıntıyla ellerini saçları arasından geçirdi. Hayır önemli olan dakikaların geçmesi değildi. Önemli olan; dakikaların geçmemesine sebep olandı.  Kapının açılmasıyla, gözlerini saatten çekti. 60’lı yaşların sonunda bir kadın görüş alanına girdiğinde, duruşunu dikleştirdi. Ellerini masaya dayayarak, ciddiyetine büründükten sonra kadına oturması için yer gösterdi. “ Şikayetiniz nedir teycezim? “ diye sordu kimliğini eline aldığı sırada.  “ Gözlerim görmüyor çocuğum. Şu damlayı yazar mısın? “ diyen kadına şaşkınlıkla baktı Altay. Buranın göz polikliniği olmadığını anlamamış mıydı acaba?  “ Yanlış geldiniz sanırım. “ dedi, şaşkınlığını üzerinden atabildiğinde. “ Burası Nöroloji servisi. “ “ Öyle mi? Kusura bakma çocuğum. Yaşlılık işte. “  “Önemli değil teycezim. Ama bu saatte göz servisimizin mesaisi yok. Yarın erkenden gelin yardımcı olalım size. “ Yaşlı kadının gidişinin ardından başını tekrar saate çevirdi. Yok geçmeyecekti bu zaman. Anlamıştı Altay. Geçmedikçe de gidemeyecekti sevgilisinin yanına, göremeyecekti. Aklına gelen şeyle, gözleri parıldamaya başladı. Madem kendisi gidemiyordu, o gelirdi.  Hemen yan tarafında bulunan telefonunu eline alarak mesajlar kısmına girdi.  “ Aşk hastalığına yakalandığını düşünüyorum. Hemen gelip hastanemizde bir check-up yaptırmanı öneririm. “ Mesajı yazıp yolladıktan sonra, yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti. Hissettikleri dile gelmek için çırpınıyor ve Altay’ı aşk denizine doğru sürüklüyordu. Şikayetçi miydi bundan? Hayır… Asla değildi. Elinden gelse, onu gözünün önünden bir an ayırmaz ve saatlerce izlerdi. Şiir gibi bir güzelliğe sahipti ve bu; Altay’ın canını yakıyordu. Güzellik yakar mıydı insanın canını? Yakıyordu işte… Nefesi kesiliyordu ona bakarken… Sözleri yarım kalıyordu… Kapı açıldı. Her yerin birden bire aydınlanmasından anladı Altay, kimin geldiğini. Işıl ışıl bakan gözlerine uzaktan bakmaya dayanamayarak yanına gitti. Önce küçücük ellerini aldı avuçları arasına. Dudaklarına götürerek varla yok arası bir öpücük bıraktıktan sonra, gözlerine kilitledi gözlerini. Orada gördüğü aşk, titretirken kocaman bedenini, uzak tutamadı kendini daha fazla. Kollarıyla sardı onu. Aralarına bir nefeslik mesafe bile girsin istemedi. İçine katarcasına bir sarılıştı bu… Kokusu genzini doldurduğunda, huzurla yumdu gözlerini.  “ Kokun… En güzel çiçekleri bile kıskandırmaya yetiyor… “ diye fısıldadı kulağına doğru. Şu an nerede olduklarının bir önemi yoktu. Yalnızca ikisi vardı…  Altay, zorda olsa kendini geri çektiğinde, Asya’nın dolu gözleriyle karşılaştı. Niye ağlıyor? Diye düşündüğü sırada, farkında olmadan kaşlarını çattı. Onu üzecek, incitecek bir şey mi yapmıştı farkında olmadan?  “ Neden gözlerin doldu? “ diye sordu dayanamayarak. “ Farkında olmadan üzdüm mü seni? “  “ Mutluluktan ağlandığını hiç duymadın mı sen? “  Altay, mutluluk kelimesinde takılı kalmıştı. Mutluydu… Asya mutluydu. En büyük korkusu değil miydi onu da kendi karanlığına çekmek? Öyle olmamıştı… Güneşi getirmişti Asya, sol yanına… Hep böyle olsun istedi sonra. Hep böyle mutlu kalmasını diledi… Kolları, bu küçük bedeni tekrar sarmak için can çekişirken, tuttu kendini. Onu ilk günden utandırmak ve korkutmak istemiyordu.  “ Yazdığın o mesajı açıklayacak mısın? “ diye bir soru yönelttiğinde küçük sevgilisi; “ özledim. “ dedi tüm içtenliğiyle ve devam etti. “ Saatler geçmiyor, dakikalar seni bana getirmiyordu. Bende sen gel istedim… “  Asya’nın gözlerinden yanağına doğru süzülen damlayı, elleriyle yakaladı. Parmağına bulaşan ıslaklık, bir su damlası değildi. O kadar basit değildi…  Parmağındaki ıslaklığı dudaklarına götürürek kuruladı. Dudakları arasında kaybolan damla, Altay’ın en güzel suyu olmuştu… En kıymetlisi olmuştu… Bakmaya kıyamadığı deniz gözlerinden bir damla bile akmamalıydı… Boşa gitmemeliydi hiçbiri. Odanın kapısı çaldığında, zor da olsa kendini Asya’dan biraz uzaklaştırdı. Gelenin Kardiyoloji Uzmanı Eylül Hanım olduğunu görünce, ayağa kalktı.  “ Buyrun Eylül Hanım. “  “ Hanımı kaldırıyorduk en son? “ diyerek tek kaşını yukarı kaldıran kadına, ne cevap vereceğini bilemiyordu. İçinde bulunduğu durumun vahamiyetinin farkındaydı.  “ Peki… Eylül. “ dedi pes ederek.  “ Bu arada ben pat diye girdim içeri. Müsait değilsin sanırım. Hastan çıksın uğrarım ben yanına. “  Altay, yanındaki kadına cevap veremeden Asya’nın ayağa kalktığını gördü. “ Bende şimdi çıkıyordum. Size engel olmayayım. “ diyerek kapıya doğru yürüyen Asya’yı kollarından tuttu.  “ Bir yere gitmene gerek yok Asya. “ dedikten sonra, hemen yanında duran Eylül’e çevirdi bakışlarını. “ Eylül,  Asya’nın hastam olma fikri her ne kadar hoşuma gitse de, gerçek manada hastam değil. Kız arkadaşım. “ Asya’ya baktığında, az önce çatılan çehresinin yerini tebessüme bıraktığını gördü. İçi rahatlayarak çekti sevdiği kızı yanına. Bir kolunu bel oyuntusuna yerleştirerek, iyice yakınına gelmesini sağladı. Saçlarına ufak bir öpücük bıraktıktan sonra, şaşkın gözlerle kendilerini izleyen Eylül’e çevirdi bakışlarını.  ““ Ne söyleyecektin Eylül? “ diye sordu. “ Bir hastamla ilgili senin görüşlerini almam gerekiyor. Bu, iki doktor olarak konuşulacak bir konu. Kız arkadaşının pek de bir şey anlayacağını sanmıyorum. “ “ Anlayıp anlamaması önemli değil. Önemli olan yanımda olması. “  Sözleri bittikten sonra, Asya’yı az önce beraber oturdukları çift kişilik koltuğa oturtmuş ve sonra da yanındaki yerini almıştı. Eylül’de tam karşılarına oturunca, ciddi bir yüz ifadesi takınarak Eylül’ü dinlemeye başladı. “ Hastamın adı Kumru. 54 yaşında. Bir kez kalp spazmı geçirdi ve kalp kasları çok zayıf. Ameliyat için ısrar ediyor. Bunun çok tehlikeli olduğunu, yaşama şansının çok az olduğunu söyledim ama beni dinlemedi. Boynundaki fıtıkta omuriliğe çok yakın. Bu yüzden bile felç kalabilir. Bir de sen konuş istiyorum. “  Altay, elleriyle çenesini sıvazlarken düşünmeye başladı. Kalp kaslarının zayıf olması yeterince riskliyken, omurilikte bulunan fıtık işleri iyice çıkmaza sürüklüyordu. Bu ameliyat her şekilde intihardı… Bu şekilde, en azından sağlıklı bir yaşam sürdürerek ömrünü biraz daha uzatabilirdi.  “ Hasta nerede şu an? “  “ Yatışını yaptırdı. O istediği için yapmak zorundayım ve ben bu ameliyatı yapamam. Göz göre göre ölecek. 2 güne kadar ikna etmemiz gerekiyor. Başhekim’e baş vuracağını söyledi eğer dinlemezsem. Yardım et bana Altay. Tek başıma yapamam… “ “ Peki. “ dedi daha fazla düşünmeyerek. “ Yarın ilk işim yanına gelmek olacak. “ “ Aslında ikna etmek kolay… “ diyen Asya’ya şaşkınlıkla baktı Altay. Nasıl kolay olabilirdi ki? Bilmediği bir konuda yaptığı bu yorum, Eylül’ün sorgularcasına bakmasına sebep oldu. “ O nasıl olacakmış? “ diye soran Eylül’ün sesi kesinlikle alay doluydu ve bu belli olmayacak gibi değildi. “ Kadın öleceğini biliyor. Söylediğinize göre ölmese bile felç kalma ihtimalinin çok yüksek olduğu bir ameliyatı göze alıyorsa bu; yaşamak istemediği içindir. Onu hayata bağlamak, hayatın güzelliklerini göstermek çok da zor olmasa gerek. “ Asya’nın sözleri, kesinlikle hafife alınmayacak türdendi. Asya haklıydı. Onunla bir doktor olarak değil, bir insan olarak konuşmalıydılar. Nefes almanın, yaşamanın, yeni güne uyanmanın mucizeliğini anlatmalıydılar.  Asya’ya aşk dolu bir gülümseme eşliğinde bakarken, Eylül’ün varlığını çoktan unutmuştu. Bu kız… Hiç hesapta yokken çıkmıştı karşısına ve şimdi tarifsiz bir mutluluğa ev sahipliği yapıyordu ruhu... Birini bu denli seveceğine, kalbini bu kadar kolay kaptıracağına inanmazdı Altay. Ama olmuştu. Gözlerine baktığında, kalbinden depremler oluşmasına sebep olan bu kızı seviyordu. Çok seviyordu hem de..  “ Yarın sabah ayrıntılı bir şekilde konuşuruz ne yapacağımızı. Şimdi bizim çıkmamız gerekiyor. “ diyerek ayağa kalktı. Önlüğünü çıkarıp askılığa astıktan sonra masanın üzerinde duran telefonunu aldı. Bilgisayarın kapalı olduğuna emin olduktan sonra Asya’nın yanına geldi.  “ Artık çıkabiliriz. “ dedi, ellerine uzandığı sırada.  Asya’nın peki dercesine başını sallamasıyla, Eylül’e çevirdi bakışlarını. “ Söyleyecek başka bir şeyin yoksa çıkacağız. “ dedi, hala yanlarında durduğunu ima ederek.  “ Ah… Yok tabi siz çıkın. “  Altay, Asya’yla beraber kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açıp dışarı çıktıklarında, Altay, kapıyı açık tutarak Eylül’ün de çıkmasını bekledi. Kadın bu bekleyişi fark etmiş olacak ki; dışarı çıktı. Başıyla selam verdikten sonra uzaklaşan kadına bir kez daha bakmadan sevdiğine çevirdi gözlerini. “ Hiç gitmeyecek sandım. “ diyen Asya’ya bakarak ufak bir kahkaha attı. Kadından hoşlanmadığını bu kadar açık bir şekilde belli edişi, Altay’ı şaşırttığı gibi mutlu da etti. Kıskanmıştı küçük sevgilisi. Bunu, birazcık alay konusu yapabilirdi ama Asya’nın üzülecebileceği düşüncesi, bu fikirden vazgeçmesini sağladı.  Hastaneden çıktıklarında nereye gidebileceklerini düşündüğü sırada, Asya’nın yemek yememiş olma ihtimali geldi aklına. Sormamıştı ki. Bunu şimdi düşündüğü için kızdı kendine.  “ Ne yemek istersin? “ diye sordu, elini tuttuğu sırada.  “ Sen ne istersen. “ “ Buranın yabancısı benim. O yüzden sen söylüyorsun nereye gideceğimizi. “  diyerek, karşı caddeye doğru yürümeye başladı. Avuçları arasındaki narin el, kalbinde tatlı bir dinginlik hissi uyandırıyordu ve Altay, bu histen son derece memnundu.  “ O zaman Adonis Amca’mın yerine gidelim harika yemekleri var. “  “ Beraber gittiğimiz yer mi? “ diye sordu, doğru hatırladığına emin olmak istercesine. “ Evet. “ Altay, başını sallayarak yürümeye devam etti. Yaz ayında olduklarından, bu küçük ilçe tatil yapmak için gelen insanlarla doluydu. Kalabalıklar arasında bir süre ilerledikten sonra, sahil yoluna girdiler. Uzun sayılmayacak bir yürüyüşten sonra daha önce geldikleri mekanın önüne geldiler. Mekana girerken, Asya’nın elini çekmesiyle kaşları hafifçe çatılsa da, üzerinde durmadı. Bir sebebi olduğunu düşünmedi. Dışarıda, boş bir masaya oturduklarında, Asya’ya gülümsemeyen garsonları gördü. Burada da sevildiği belliydi.  “ Ne alırsınız? “ diye soran adama cevap vermeden önce, menüyü aldı eline. Kapağını açamadan menü, Asya’nın ellerine geçmiş ve az önceki yerine bırakılmıştı. “ Bize iki tane iskender Fuat Abi. “  Uzaklaşan garsonun ardından, Asya’nın mahupça kendisine baktığını gördü. “ Buranın en güzel yemeği iskenderdir. Yemek istemezsen başka bir şey söyleyelim. “  “ İskender iyi. “ dedi, gülümseyerek. Hava iyice kararmış, meltemin tatlı esintisi kendini belli etmeye başlamıştı. Denizin kokusunu solurken, solumak istediğinin deniz olmadığını iyi biliyordu Altay. Ciğerlerini, yasemin kokusu ile doldurmak istiyordu. Sertap Erener’in Unutursun şarkısının melodisi kulaklarını doldurduğunda, bu sesin kendi telefonundan gelmediğine emindi. Asya’nın küçük el çantasına uzanıp telefonunu çıkarmasını gülerek izledi. Arayan her kimse, Asya’nın birden paniklemesine sebep olmuştu. Altay, oturduğu yerden dikleşerek ne olduğunu anlamaya çalıştı. “ Lütfen sessiz ol. “  Asya’nın uyarısını dikkate alarak sessizliğini korudu. Çalan telefonu açıp kulağına götürdüğünde, söylenenleri duymak için masaya biraz daha yaklaştı. Anladığı kadarıyla telefonun diğer ucundaki babasıydı. Ve yine anladığı kadarıyla babası geliyordu.  Telefonu kapattıktan sonra, rahatlayarak oturduğu sandalyeye geri yaslandı.  “ Özür dilerim. Seni rahatsız ettim mi? “ diye soran Asya’ya kaşlarını çatarak baktı. Niye rahatsız ettiğini düşünüyordu ki? Böyle doğal davranmasını sevdiğini bilmiyor muydu bu kız? “ Hayır rahatsız etmedin ve hiçbir zaman da etmeyeceksin. Böyle düşünmeni istemiyorum. “ dediği sırada yemekleri gelmişti.  “ Buranın sahibini tanıyorsun sanırım. “ diye sordu sessizlikten sıkılarak.  “ Evet. Babamın çok yakın bir arkadaşı. Oğluyla beraber büyüdük. Sarp’la tanışmıştın. “  Altay, o adamın adını duyduğu an gerildi. Ve bunu belli etmemek adına, yemeğine verdi kendini. Artık ciddi manada canını sıkıyordu o adam. Bu, basit bir kıskançlık değildi. O kadar değildi… “ Şu Sarp… Çok yakınsınız sanırım. “ dedi kendine daha fazla engel olamayarak.  “ Evet öyleyiz. Abim gibidir Sarp. Şu an İstanbul’da okuyor. Bu sabah geri döndü. “ “ İyi bari. “ dediğinde, Asya’nın şaşkınlıkla aralanan dudakları, sesli bir şekilde düşündüğünü ortaya sermişti.   “ Yani okulundan geri kalmaması iyi bir şey. “ diyerek toparlamaya çalıştı. Konuştukça batıracağını anladığında, konuyu kapatmakta buldu çareyi. Asya’dan gözlerini kaçırıp tekrar yemeğine döndü. Tadı gerçekten çok lezzetliydi.  “ Babanla mı konuşuyordun? “ diye sordu, az önceki telefon konuşmasını kastederek.  “ Evet. 2 gün sonra gelecekmiş. “ “ İstanbul’da mı yaşıyor? “  “ İş için orda. Sık sık beni görmeye gelse de orada kurulu bir düzeni var. “ diyen Asya’nın sesi, bu durumdan memnun olmadığını kanıtlar cinsteydi.  “ Seni neden götürmüyor? “ “ Ben istemiyorum gitmeyi. Buradan başka bir şehirde yaşayabileceğimi sanmıyorum. “ Altay, anladım dercesine başını salladıktan sonra yemeğini yemeye devam etti. Keyifli geçen bir yemeğin ardından çıkmışlardı mekandan. Altay, Asya’yı eve bırakması gerektiğini biliyordu ama bunu hiç istemiyordu. Biraz daha yanında kalmalıydı…  “ Gitmem gerekiyor… “ Hafifçe iç çektikten sonra başını salladı. Asya’nın diğerleri gibi olmadığını biliyor, bu yüzden yanında daha fazla kalması için ısrar etmiyordu.  Evin önüne geldiklerinde, bırakmak istemiyordu tuttuğu eli. Gözlerini gözlerine kenetlediğinde, gördüğünün aşk olduğunu biliyordu Altay. Asya’nın gözlerinde okuduğu, kendi gözlerinin yansımasıydı. Dile getirmeye gerek yoktu. Bakışları anlatıyordu ona olan sevgisini… “ Gireyim artık. “  Asya’yı son bir kez kendine çekerek kokusunu soludu. Alnına değdirdi sonra dudaklarını.  “ Biraz daha kalırsan eğer, gitme diyeceğim. Git Asya. “  Asya’nın ışıl ışıl gözlerine bakarken, yanağında hissettiği dokunuşla sersemledi. Ufak bir öpücükten sonra, koşarak eve girmişti Asya.  Derince bir iç çektikten sonra kendi evine doğru yürümeye başladı. Nihayet tuttuğu eve geçebilmişti. Eşyalı olduğu için ekstra masrafı da olmayacaktı. Eve gelir gelmez, balkonda olan koltuğun üzerine attı kendini. Gecenin karanlığı, içini daha önce hissetmediği bir şekilde huzurlu hissettiriyordu. Belki de az önce onun yanından gelmesiydi sebep, bilmiyordu. Bildiği tek şey, bu balıkçı kızına takılmıştı ağı, ve Altay, onda takılı kalmaktan son derece mutluydu…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD