bc

Ağanın külkedisi Verda +18

book_age18+
2.1K
FOLLOW
27.6K
READ
love-triangle
contract marriage
family
HE
fated
forced
opposites attract
second chance
friends to lovers
confident
stepfather
mafia
heir/heiress
drama
sweet
bxg
mythology
office/work place
pack
magical world
cheating
musclebear
love at the first sight
friends with benefits
like
intro-logo
Blurb

Verda.... Bir intikamın kurbanı. Törenin yok ettiği bir hayat, bir ağanın elinde yeniden doğuş. Mutluluğun imkansız olduğunu düşündüğü anda hayatına bir güneş doğacaktır. Verda kimseyi kırmak üzmek istemezken en çok o üzülüp kırıldı, yaralandı. Hayatı elinden alınmış bir kız....

chap-preview
Free preview
VERDA ❤️❤️
Verda..... Güzel, zarif ve merhametli bir kızdı. Aktaş Konağı’nın en değerli kızı olarak bilinirdi. Herkes onu öyle görürdü; nazik, sessiz, edepli, terbiyeli bir genç kız… Oysa gerçeği bilen biri olsaydı, Verda’nın gülümsemesinin ardında ne kadar derin yaralar taşıdığını hemen anlardı. Bu konak onun için bir yuva değil, bir zindandı. Her köşesi gözyaşıyla ıslanmış, her duvarı sessiz çığlıklarla doluydu. Babası Bilal Ağa, onu hiçbir zaman sevmemişti. Sevememişti de… Kimse nedenini sorgulamamış, bu soğukluğu normal karşılamıştı. Üvey annesi Zühre Hanım için de bu durum bulunmaz bir nimetti. Ne de olsa Verda ne kadar ezilirse, kendi çocuklarının yolu o kadar açılacaktı. O sabah da diğer sabahlardan farksız başlamıştı. Gün doğmadan kalktı Verda. Henüz güneş bile kendini göstermemişti, ama o çoktan ayağa kalkmıştı. Üzerine sade, açık renkli bir elbise giydi. İnce parmaklarını saçlarının arasından geçirip dağınık örgüsünü düzeltti. Aynadaki solgun yüzüne kısa bir bakış attı; gözlerinin altındaki mor halkalar gecenin uykusuzluğunu ele veriyordu. Derin bir nefes aldı. “Bugün de bitecek,” dedi kendi kendine. “Yeter ki kahvaltıyı zamanında hazırlayayım.” Zühre Hanım gelmeden sofrayı kurması gerekiyordu, yoksa bütün gün yemek yemeden konağı temizlemek zorunda kalacaktı. Sessiz adımlarla mutfağa indi. Ocaktaki suyu koydu, çayı demledi. Ardından peynir, zeytin, bal ve kaymağı özenle masaya dizdi. Bir yandan da içinden şükrediyordu, “Bugün kahvaltı yetişti çok şükür…” İnsan böyle bir şeye şükreder miydi? Ama Verda ediyordu. Bir tek abisi Polat, onu koruyup kollar, Zühre Hanım’ın sertliğine karşı siper olurdu. Ancak Polat iş gereği şehir dışına gidince, bütün yük Verda’nın üzerine kalırdı. Zühre Hanım, onun yokluğunda adeta nefes aldırmıyordu. Ev halkı da bunu olağan görüyordu artık. Sanki Verda’nın eziyeti bu evin yazılı kuralıydı. Verda, sahanda yumurta yapmak için bakır tavayı ocağa koydu. “Herkes gelince sıcak sıcak yaparım,” diye düşündü. Az sonra tahmin ettiği gibi, merdivenlerden ayak sesleri gelmeye başladı. Önce Zühre Hanım indi, ardından Bilal Ağa. Sonra abileri Polat ve Acar, en sonda da kendi yaşıtı olan Helin. Herkes masadaki yerini aldı. Verda, son olarak sahandaki yumurtayı getirip masaya koyduktan sonra usulca Polat’ın yanına oturdu. Sessizlik içinde kahvaltı başlarken, Bilal Ağa her zamanki buyurgan sesiyle konuştu, “Akşam Doğan Aşireti’nin düğünü var. Hep birlikte katılacağız.” Zühre Hanım kaşlarını hafifçe kaldırıp nazik bir sesle cevap verdi, “Tamam bey, akşam Helin’le birlikte hazırlanırız.” Verda bu planın içinde yoktu. Ne ismi geçmişti ne de yüzüne bakan olmuştu. Ama Bilal Ağa, birden kaşığı elinden bırakıp sert bir tonla konuştu, “Verda da gelecek! Herkes, annesi öldükten sonra kızıma nasıl sahip çıktığımı görecek. Herkes bilecek ki Bilal Ağa, kızına değer veriyor.” Zühre Hanım’ın yüzüne belli belirsiz bir rahatsızlık oturdu. Fakat karşısında kocasına söz söyleyecek cesareti yoktu. Sadece başını öne eğip, dudaklarının kenarına sahte bir tebessüm yerleştirdi, “Peki bey, nasıl isterseniz.” İçinde fırtınalar kopuyordu ama belli etmedi. Çünkü o da yıllar önce bu konağa bir gece yarısı getirilmişti. Kocası, hamile karısının elinden tutup kapıya kadar getirmiş, ardından Zühre’yi içeri iterek, “Kumanla tanış,” demişti. Mihriban… Verda’nın annesi… O gece konağın sessiz koridorlarında yankılanan ağlayışı, Zühre’nin kulaklarından hiç silinmemişti. Şimdi aynı sessizlikle kabulleniyordu her şeyi, tıpkı o zaman olduğu gibi… ama içinde bir öfke vardı, büyüyen, derinleşen bir öfke. Zühre Hanım’a göre Verda bu evde olmayı hak etmiyordu. Aktaş soyadını taşımak, onun gözünde bir onurdu ve Verda bu onuru hak edecek bir kız değildi. Onun gözünde Verda yoktu; sadece kendi çocukları vardı. Kahvaltı bittiğinde, Polat ve Acar işe gitmek üzere evden ayrıldılar. Bilal Ağa ise bugün evde kalacaktı. Kasayı açıp düğün için karısına ve kızlarına takacakları altınları verecekti. Verda sessizce masayı topladı, bulaşıkları yıkamaya başladı. Ellerinin derisi sıcak sudan hafifçe kızardı ama yüzünde bir şikayet ifadesi yoktu. Aynı sırada Zühre Hanım ile Helin, odalarına çekilmişti. Düğünde ne giyeceklerini, hangi takıları takacaklarını konuşuyorlardı. Bir süre sonra Bilal Ağa karısını çağırdı. “Zühre, gel bakalım. Takıları ayarlayalım,” dedi. Kasa açıldı, içinden altınlar birer birer çıkarıldı. Bilal Ağa, Verda için aile yadigârı olan altın kemeri uzattı. Ardından Helin için birkaç bilezik ve Urfa akıtması gerdanlık çıkardı. Zühre Hanım’ın yüzündeki gergin ifade hemen dikkat çekti. “Bilal,” dedi, sesindeki rahatsızlık gizlenemiyordu. “Verda neden aile yadigârı kemeri takıyor da, benim kızım takamıyor?” Bilal Ağa, göğsünü kabartıp gururlu bir şekilde cevap verdi, “Herkes bizim ne kadar güçlü bir aile olduğumuzu görecek. Senin de Verda’ya nasıl sahip çıktığını düşünecekler. Sana imrenerek bakacaklar, Zühre.” Zühre Hanım dudaklarını ısırdı, ama hiçbir şey demedi. İçinde, Verda’ya karşı daha da büyüyen bir nefret vardı artık. O gün, Verda farkında olmadan bir fırtınanın merkezine doğru sürükleniyordu. Ve bu fırtına, o gece Doğan Aşireti’nin düğününde başlayacaktı. DEMİRHAN KONAĞI Demirhan Konağı, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte her zamanki görkemli sessizliğini bozmuştu. Geniş avludan içeriye dolan taze ekmek ve çay kokusu, büyük sofranın etrafında toplanan kalabalık aileyi selamlar gibiydi. Zozan Demirhan, başköşedeki ağır ceviz sandalyeye oturmuş, oğulları, gelinleri ve torunlarıyla birlikte kahvaltıya başlamıştı. Yüzünde derin çizgiler, gözlerinde ise yılların biriktirdiği kin ve hırsın gölgesi vardı. O sabah da, her sabah olduğu gibi, gözlerindeki o intikam ateşi sönmemişti, tam tersine, yıllar geçtikçe daha da büyüyordu. Masada kimse yüksek sesle konuşmaya cesaret edemezdi. Zozan Hanım’ın sessizliği bile emir gibiydi. Büyük oğlu temkinli bir şekilde başını kaldırıp sordu, “Ana, akşam Doğanların düğünü var. Hepimiz gidecek miyiz, yoksa sadece ben mi gideyim?” Zozan Demirhan çayından bir yudum aldı, ardından başını kaldırmadan soğukkanlı bir sesle cevap verdi, “Hangi aşiretler ailecek geliyor?” Oğlu hemen yanıtladı, “Hemen hemen hepsi, ana.” Kadının dudakları belli belirsiz kıvrıldı. “Aktaşlar peki?” diye sordu, sanki cevabı önceden biliyormuş gibi. “Evet ana, onlar da ailecek katılacaklarmış.” Bir anlık sessizlik oldu. Sonra Zozan Demirhan’ın yüzünde sinsice beliren bir tebessüm görüldü. “Güzel,” dedi kısık bir sesle. Ardından masadan kalkarken “Baran, benimle gel,” diye emretti. Baran hemen arkasından yürüdü. Masada kalanlar ne olduğunu anlayamadı. Gençlerden biri, Yusuf, merakını bastıramayıp sordu, “Amca, bizim Aktaşlarla bir kan davamız yok ama yadem neden bu kadar düşman bu aileye?” Amcası sertçe kaşlarını çattı, Yusuf’a dönmeden cevap verdi, “Bu seni ilgilendirmez. Anamla Baran’ın işine karışmayın.” Sofrada derin bir sessizlik oluştu. Sadece çatal ve bıçak sesleri yankılandı. Herkes biliyordu ki, Zozan Demirhan bir şey diyorsa mutlaka bir bildiği vardı. Onun sözleri sorgulanmaz, emir sayılırdı. Zozan Demirhan odasına girdiğinde ağır kadife perdelerden süzülen ışık yüzüne vurdu. Derin bir nefes alarak koltuğuna oturdu. Baran kapıda göründüğünde başını hafifçe kaldırdı. “Kapıyı kapat, kimse duymasın.” Baran itaatle kapıyı kapattı ve yavaş adımlarla yanına geldi. “Yadem, şimdi ne yapacağız? Bu zamana kadar işlerini bozduk ama bir şekilde hep düze çıktılar,” dedi endişeli bir ses tonuyla. Zozan Demirhan gözlerini Baran’a çevirdi, bakışları buz gibiydi. “Bu sefer öyle bir darbe yiyecekler ki... ciğerleri sökülse daha az acı çekerlerdi. O kadar canları yanacak, Baran.” Baran, kadının kararlılığından etkilenmişti. “Emin misin yade? Hem...” Kadın sözünü kesti, sesi kararlıydı. “Eminim. Sen merak etme, kimse sana dokunamaz. Ben izin vermem.” Baran başını eğdi, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. “Yadem, sen ne dersen yaparım, bilirsin. Ama bu iş bitince... senden bir şey isteyeceğim. Özel bir mesele.” Zozan Demirhan, elini havaya kaldırıp sert ama sevgi dolu bir sesle konuştu, “Anladım. Olacak o da, torunum. Olacak.” Baran başını sallayıp ayağa kalktı. “Ben gideyim yadem, akşam için hazırlık yapmak gerek.” “Yolun açık olsun, torunum...” Kapı kapandıktan sonra Zozan Demirhan derin bir sessizlikle baş başa kaldı. Yüzünü pencereye çevirdi, dışarıda esen rüzgâr perdeyi hafifçe savurdu. Kadının gözleri bir noktaya kilitlendi, dudaklarından neredeyse fısıltıya yakın bir ses döküldü, “Artık zamanı geldi... Bana bunu yaşatanlar, bunun bedelini ödeyecek.” Yavaşça elini, yıllar önce kendi isteğiyle yaptırdığı “Dêg” motifinin üzerine götürdü. Ay ve yıldız desenli bu dövmeyi, intikam yemini ettiği gün gece'yi simgelemek için yaptırmıştı. O zaman kendine bir söz vermişti, İntikamını aldığı gün, bu motifin yanına bir de güneş ekleyecekti. Ancak bilmediği bir şey vardı, Zozan Demirhan, intikam hırsıyla ateşe körükle gitmişti. O ateş, sonunda sadece düşmanlarını değil, onu yakacaktı. Ve gün geldiğinde, ciğeri sökülen aslında kendisi olacaktı…

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

30 Days to Freedom: Abandoned Luna is Secret Shadow King

read
310.4K
bc

Too Late for Regret

read
287.7K
bc

Just One Kiss, before divorcing me

read
1.7M
bc

Alpha's Regret: the Luna is Secret Heiress!

read
1.2M
bc

The Warrior's Broken Mate

read
137.8K
bc

The Lost Pack

read
399.2K
bc

Revenge, served in a black dress

read
147.5K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook