Savaşın öfkesi

1926 Words
Nazlı şeytanı nı kucağıma alıp yatağına yatırdım. Umarım uyanınca “Beni sen mi taşıdın?” diye cırlamaz diye geçirdim içimden. Onunla uğraşacak gücüm yoktu. “Erdal!” diye bağırdım kapıdaki adama. İçeri girip bana baktı. “Buyurun, Savaş Bey.” “Doktoru çağır, baksın şuna. Ölüp kalacak elimde. Eğer ölecekse ben öldüreceğim, bayılacaksa ben bayıltacağım. Kendi kendine yapamaz bunu. İzin vermem. Babası şerefsiz… Şeref elime geçmeden olmaz.” Doktor gelip muayene etti. Tabii ki açlıktan bayılmıştı. Serum takıp çıktı odadan. Yatağın kenarına oturup ona baktım. Neden yaptığımı ben de bilmiyordum. Uyurken bile masum numarası yapabiliyor. Uyurken bile masum görünüyor bu kız. “Erdal!” diye tekrar bağırdım. İçeri giren Erdal’a sertçe baktım. “Mutfakta hafif bir çorba yapsınlar, al getir.” Erdal aşağı inince odanın içinde dolandım. Öfkelenmiştim. Ona dokunacağımı düşündüğünde bu kadar kormasınamı? O kadar nefret etmesi mi beni öfkelendiriyordu? Kadınların hep üzerime atlamasına alışığım. Bu zamana kadar hep böyle olmuştu. Ama küçük yılan benden tiksinircesine bakıyordu. Herkesten farklı olduğu gözlerime bakabilmesinden belliydi. Zaten adamlarım bile gözlerime bakamaz. Bu kız hem korkuyor hem bakıyor. Ben düşünürken Erdal elinde çorba tepsisiyle içeri girdi. Masayı işaret ettim, bıraktı ve çıktı. O ara nazlı şeytanı kıpırdanmaya başlamıştı. Gözlerini usul usul açtı. Bir an bekledi, sonra şokla gözleri açıldı. Doğruldu, ardından başı dönmüş olacak ki başını tutup geri çöktü. Öylece durup baktım. Bir süre sonra kendine gelip bana baktı. “Ne oldu bana?” dedi kısık sesle. “Bayıldın. Ne olacak? Yemek yemezsen sonu ne olur sanıyorsun?” Bağırmak istiyordu, belli oluyordu ama gücü tükenmişti. Bir şey demedi, başını yastığa yerleştirdi. “Git buradan.” “Bana mı dedin?” Gözlerini devirdi. “Senden başkası mı var burada? Git.” “Benim evimde nereye gideceğimi sana mı soracağım, küçük yılan? Canım burada durmak istiyor, duracağım.” “Neden?” dedi meraklı bir sesle. “Neden burada durmak istiyorsun?” “Neden olacak? Senin bu halin beni keyiflendiriyor. Acı çekmen hoşuma gidiyor. Başka neden olacaktı ki sanki.” “Manyak mısın sen? Bir de serum taktırmışsın. Niye taktın o zaman?” “Ölme diye. Ölünce işime yaramazsın çünkü.” Derin bir of çekti. Gözlerini yumdu, beni görmemek için. Beni görmek için birbirini parçalayan kızlar var. Bir de bu nazlı şeytana bak. “Kalk! Kalk, bu gidişle sabaha çıkmayacaksın.” diyerek çorbayı götürdüm. “İç şunu.” “Istemiyorum. Açlıktan ölmeyi tercih ederim. Senin yemeğini yemem.” “Yiyeceksin küçük yılan. Ölü halin işime yaramaz. Kaç kez söyledim sana? Eğer kendin yemezsen ben yediririm. Hem unutma, sen geberip gidersen babana ulaşamayacağım için sana çok sinirlenebilirim. Sonra sırf can sıkıntısından Aslı’yı ziyaret edebilirim.” Gözleri öfkeyle parladı. “Pislik herif!” “Sen dua et de geberiyorsun. Yoksa o lafı sana yedirirdim. Şimdi ya şunu ye, ya da ben zorla yedireyim.” İstemeye istemeye doğrulup çorba tepsisini kucağına aldı. Ben karşıdaki koltuğa oturdum, ellerimi göğsümde birleştirip onu izledim. “Sen git, ben içerim.” Kaşlarımı yukarı kaldırdım. cık. “Gitmeyeceğim. Gideyim de gidip tuvalete dök değil mi?” “Ne dökeceğim be tuvalete? Günah, günah. Nimet. Çarpılırım.” Bir an söylediğiyle neredeyse gülecektim. “Ye.” dedim sert sesimle. İlk iki kaşığı isteksiz aldı. Sonrasında ise aç aslanlar gibi yedi. İyi ki istemiyormuş. İstese nasıl yermiş acaba? Tabağın dibini sıyırırken dalga geçer bir tonla sordum: “Bir tane daha ister misin? Sevdin sanki.” Yaptığının farkına yeni varıp bana baktı. Açtı istediğini her halinden belli ediyordu, doymamıştı. “Yok, istemez. Günah olmasın diye yedim ben. Bir de tehdit ettin, unuttun mu?” Ona cevap vermedim. “Erdal!” diye bağırdım. Bağırtımla sıçradı yerinden. Erdal içeri girip, “Buyurun, Savaş Bey.” dedi. “Bir kase daha çorba getir.” Erdal gidip getirdi. Eski kaseyi eline alıp çıktı odadan. “Ye.” dedim yine sert sesimle. Bu kez bir şey demedi, bitirdi çorbasını. Tepsiyi alıp masaya bıraktım. “Şimdi yat, zıbar. Babana ulaşabileceğim bir kişi var mı, düşün. Onu bulmadan buradan gidemezsin.” “Ya sen angut musun? Sence ben babamı bulabilecek olsam bulmaz mıydım? Hadi diyelim ki biri var. Sana niye söyleyeyim? Babamı öldür diye mi?” Bu kız benimle böyle konuşabileceğini nasıl düşünüyordu, anlamıyordum. Öfkeyle yanına gittim. Yatakta sırtını başlığa dayamış oturuyordu. Bir an irkilse de bir şey demedi. İyice yaklaşıp bağırdım: “Bir daha benimle böyle konuşma! Yoksa sana hak ettiğin gibi davranırım. Bu halimi mumla ararsın. Anladın mı, beni?” Ardından yumruğumu tam başına değil, yanındaki yatak başlığına geçirdim. Gerçekten çok korkmuştu. Korksun zaten. Bir gün öfkeme hakim olamam, babasını bulmadan öldürürüm diye korkuyorum. Kapıyı öfkeyle çarpıp çıktım odadan. Çıktığımda Erdal kapının önünde değildi. Aşağı merdivenlerden indim. Kesin bizim cimcime yine sıkıştırıyordu oğlanı. Alt kata indiğimde tam tahmin ettiğim gibi buldum onları. “Yav kızım, bir git işine. Şimdi baban görecek zaten, korkmuyor musun?” dedi Erdal, sıkılmış bir sesle. “Ya Erdal, ne diyecek babam görürse? Evleniriz, güzel olmaz mı?” Cimcime dudaklarını büzüp nazlı nazlı konuşmuştu. Nazlı mı? Bu kız nereden geldi yine aklıma… “Evlenmeyiz ada, evlenmeyiz. Kızım ben senden büyüğüm. Bana abi de, git. Başımı belaya sokacaksın.” dedi Erdal, sabırsızca. “Ya altı üstü üç yaş var Erdal, abartma. Seviyorum ben seni. Evlenicem ben seninle.” dedi Ada, gözleri parlayarak. Bu cimcime adam olmazdı. Deli dolu, cıvıl cıvıl bir kızdı. Yirmi üç yaşında, oldukça da güzel. Bahçıvanın kızıydı. Burada iş yapmıyordu ama annesi mutfakta çalıştığı için bazen ona yardım ederdi. Emir ve beni abisi gibi sever, sayar; biz de onu çok severdik. Ama işte… Çocukluktan beri Erdal’a aşıktı ve vazgeçmiyordu. Erdal kalbini kırmamaya çalışıyordu ama istemediğini de defalarca belli etmişti. Ben de Ada’yı çok uyardım ama hiç dinlemedi. Bana da kalp söz dinler mi? “Savaş abi, seviyorum.” diyordu, hiç utanmadan. “Ya ne var, ne yaptım sanki? Oynamayacağım seninle. Söz, basacağım sana nikahı Erdal.” dedi birde. Gülmemek için kendimi zor tuttum. “Ne oluyor burada?” dedim sert sesimle. Erdal gerildi, ama cimcime hiç istifini bozmadı. “Savaş Bey, ben şey… Bir şey yok. Ben de uyumaya gidecektim. Bir isteğiniz var mı?” dedi Erdal, gözlerini kaçırarak. “Yok Erdal, git.” Ada hemen atıldı: “Ya ne bir şey yok Erdal! Az önce benimle evlenmek istediğini söylüyordun hani? Babamdan beni isteyecektin. Duygularımla oynuyorsun benim!” Erdal bana baktı. “Savaş Bey, ben gideyim.” “Git Erdal, git.” dedim. Erdal çıkınca Ada’ya döndüm. Saçlarını tepeden toplamış, şımarık şımarık dudak büküyordu. “Adaa…” “Efendim, Savaş abicim?” dedi sevimli bir sesle. “Uğraşma şu adamla kızım, yeter artık.” “Napayım Savaş abi, seviyorum onu.” dedi gözlerini kaçırmadan. “Abicim, kendi hayatına bak artık. İstemiyor seni. Siz birbirinize uygun değilsiniz zaten.” “Nedenmiş o?” “Ada, sen hâlâ büyüyememiş bir çocuksun. Farkında mısın?” “Ya Savaş abi, ben sadece Erdal’ın yanında böyle oluyorum. Napayım?” dedi, dudaklarını büzerek. “Yeter Ada. Git odana. Erdal’a da yaklaşma.” “Sen aşktan ne anlarsın zaten! Savaş abi aşkımın katili olmanıza izin vermem. Bu ponçik duygularımı hiçe sayamayacaksınız!” diyerek hızla gitti. Zevzek bu kız ya… Burada değildi, daha bugün gelmişti. Gelir gelmez de Erdal’a saldırmış olmalı. Ona küçük yılanın burada kalacağını, evlilik meselesini ve uzak durması gerektiğini anlattım. Küçük şeytan cimcimeyi kandırıp birilerini aratsa bile kimse ona yardım etmezdi. Hiçbir güç karşımda duramazdı. --- Nazlı Yılmaz Tam bir haftadır burada hapistim. Hâlâ odadan bile çıkarmamışlardı. Neyse ki o manyak sadece arada ve çok kısa geliyordu. Yine tehdit edip gidiyordu. Bayıldığım gece beni gerçekten çok korkutmuştu. Kendimi ezdirmiyordum ama çok da üstüne gitmiyordum. Yalnız şöyle bir sorunum vardı ki… Dün gece yatakta uyuduğuma emindim ama uyandığımda karşıdaki koltukta buldum kendimi. Çocukluktan gelen bir uyurgezerlik problemim vardı. Uzun zamandır, yaklaşık bir buçuk yıldır olmuyordu. Fakat sabah koltukta uyanınca biraz gerildim. Kaç gündür yaşadıklarımdan sonra yoğun stres tetiklemiş olmalı. Yıllarca tedavi görmüştüm ve geçmişti. Şimdi Savaş ayısına daha da öfkeliyim o yüzden. Ben bunları düşünürken Savaş ayısı yine dingonun ahırı gibi odaya daldı. Ses çıkarmadım. “Ne o, cırlama yok mu bugün?” dedi alaycı bir sesle. Yine cevap vermedim. Ona bakmıyordum. Telefon gözümün önüne getirildiğinde istemsizce baktım. Şaşkınlıkla gözlerimi büyüttüm. Karşımda duran Savaş ayısı alaycı bir sesle, dudaklarının kenarında küçümseyici bir kıvrımla konuştu: "İstemiyor musun? Al. Ama kimseyi arayıp yardım istemeyeceksin. İstesen de faydası olmayacak. Aslı’yı ya da yardım istediğin kişiyi aynı gün leşini yere sererim. Bunu biliyorsun." Titreyen ellerimle telefonu aldım. "Aslı’yı arayabilir miyim?" dedim, sesim ince bir çizgi gibi titreyerek. Savaş gözlerini kısarak, ağır bir nefes verdi: "Evet… Ama burada zorla tutulduğunu söylemeyeceksin. Bundan sonra sen, ben, adamlarım ve baban dışında kimse bilmeyecek. Adamlarım mecburen gördükleri için bilecekler. Hatta onları da bu evliliğin gerçek olduğuna inandıracaksın. Plan değişti." Kaşlarım çatıldı, öfkeyle baktım bu mağara adamına. "Ne demek plan değişti? Ne oluyor? Hem bu saçmalık… bu evcilik oyununun kime ne faydası var?" Savaş dudaklarını büzerek, gözlerindeki öfkeyi bastırmaya çalıştı: "Bilmek ve anlamak zorunda değilsin. Ama yine de bilmen gereken kadarını anlatayım. Baban sadece babamı öldürmekle kalmadı, bize ait çok önemli bir dosyayı ve bazı belgeleri çalmış. O belgelerin bazı kişilerin eline geçmemesi lazım." Sabırsızca öne eğildim. "Ee? Bunun evlilikle ne ilgisi var?" “Baban aradı” dedi "Ne? Ne zaman? Ne dedi? Babam iyi mi?" Diye sordum telaşla. Savaş alaycı bi sesle. "İyi… domuz gibi şerefsiz." Öfkeyle bakıyordum hâlâ. "Baban şerefini korumaya çalışıyor sanırım. Oyununuzu güzel oynayın dedi. Birkaç ay sonra anlaşamadık, ayrıldık dersiniz dedi” Sözleri beynimde yankılandı. "Ne… ne diyorsun sen? Babam öyle bir şey demez! Yalan söyleme. Beni senin elinde bırakmaz." Savaş başını yana eğip küçümseyici bir gülümseme takındı: "Sen bu kadar saf mısın gerçekten, yoksa gerizekâlı mısın?" Sadece baktım ona, gözlerim öfke ve inançsızlıkla dolu. Savaş ağır adımlarla yaklaştı. "Sen o evde otururken babanın nasıl bir hayatı vardı biliyor musun? Sadece babamdan kazandıkları bile ikinizi paşalar gibi yaşatırdı. Ama sen kıt kanaat geçiniyordun, değil mi?" Başımı hızla iki yana salladım. "Benim babam bir fabrika işçisi! Yalan söyleme. Git buradan, git! Beni sana bırakmaz, yapmaz." Savaş birden kollarımı iki yandan tutup sertçe sarstı. "Bana bak kızım! Zaten asabım bozuk, bir de senle uğraşmayayım." Sesi boğuk bir tehdit gibi kulaklarımda çınladı. "Babanın bu camiada bir ismi var artık. Babamı öldürmek ona fazlaca şan şöhret kattı. Yer altındaki masada artık yeri var. Kimlerle çalışıyor belli bile değil. Şimdi ise ‘düşmanım kızımı kaçırdı, zorla evlendi’ dedirtmemek için ‘severek evlendiler’ imajı vermeye çalışıyor. Kaçırıldığın duyuldu, yalan olduğunu göstermemizi istiyor." Savaş kapıya yönelirken birden durdu, sesini alayla yükseltti: "Biliyor musun, baban ‘kızım nasıl’ diye bile sormadı. Sen onun umurunda bile değilsin. Bu kadar umursamadığını bilsem, Seni kaçırmazdım…" Savaş çıkınca neye uğradığımı şaşırmış bir halde oturuyordum. Elimde telefon, söyledikleri gerçek olamazdı. Bir umutla babamı aradım. Telefon çalınca kalbim hızla çarptı. "Alo, kızım." Heyecanla ayağa fırladım. "Baba! Baba… neredesin, nasılsın? Olanlardan haberin var mı? Bu savaş ayısı…" Babamın sesi aceleyle geldi: "Dur kızım, sakin ol. Fazla zamanınız yok. Beni iyi dinle. Bu evlilik bizim işimize bile geldi. Kaçırılmanı istemezdim. Kimliğim farklıydı, seni bulacaklarını tahmin etmedim ama oldu. Şimdi boşanamazsınız. Ben şerefin kızı kaçırılmış, zorla evlendirilmiş dedirtmem. Oyun oynayacaksınız." Öfkeyle bağırdım: "Ne diyorsun sen baba! Bu psikopatın yanında mı bırakacaksın beni?!" Babamın sesi sertleşti: "Nazlı, kızım… sakin ol. Elimdeki belgelerle senin kılına bile dokunamaz." Dilim tutuldu. Gözlerimden yaşlar boşalırken dizlerimin üzerine çöktüm. Babam devam etti: "Nazlı, şimdi beni iyi dinle. Bu sürede ne yap et, Savaş’ın çalışma odasındaki kasayı aç. Orada mavi bir dosya olacak. Ben onu alamamıştım. Onu bana getir. Kasanın şifresi 726263. Değiştirmişlerse bir yolunu bul, aç." Şaşkınlıkla bağırdım: "Ne diyorsun baba? Ne kasası, ne dosyası? Ya sen iyi misin? Bana ‘nasılsın’ bile demedin, bir de hırsızlık mı yaptıracaksın!" Babamın sesi keskinleşti: "Nazlı, yeter! Önemli diyorum sana. O dosyayı al. Hayatım söz konusu." Telefon elimde titrerken içimdeki ses yankılandı: “Savaş haklıydı… Babamın umurunda değildim.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD