Öfkeyle korumalara bağırdım, kaşlarım çatılmış, sesim gürledi:
"Arabamı getirin lan!"
O ara Erdal ile Ada geldi. Erdal, endişeyle kaşlarını kaldırıp sordu:
"Abi bir sorun mu var?"
Dişlerimi sıkarak cevapladım:
"Nazlı yok ortada."
Ada şaşkınlıkla gözlerini büyüttü:
"Nasıl? Nazlı yengem mi kayıp?"
Başımı iki yana salladım, nefesim kesik kesikti:
"Bilmiyorum."
Erdal öne doğru eğildi, sesi titriyordu:
"Kayıp mı, kaçtı mı?"
Öfkeyle yumruğumu sıktım:
"Geri zekalı Fatih’i aradım, bir saat önce kayboldu dedi. O adam bu eve gelmesin, kafana sık dedim. Sıkmamışsa git bul sen, sık!"
Tam o sırada arabam geldi. Erdal, arabanın önüne geçip gergin bir sesle söyledi:
"Ben de geleyim abi."
Ada başını salladı, gözleri endişeli:
"Bana da haber verin Savaş abi."
Ada devam etti, sesi daha ciddi çıkıyordu:
"Yengem kaçmaz bence, kaçırıldı."
Bu ihtimali ben de düşünmüştüm. İçimdeki sıkıntı büyüdü. Kaşlarımı çatıp derin bir nefes verdim. Arabaya binmek üzere kapıyı açtığım anda bahçe kapısından lüks bir Range Rover girdi. Çenemi sıktım, gözlerim keskinleşti.
Korumalara dönüp azarladım:
"Niye içeriye aldınız!"
Kapıdaki korumalardan biri telaşla:
"Savaş Bey, yenge geldi."
Arabanın kapısı açıldı. İçinden küçük, asi karım çıktı. Kapıyı havalı bir şekilde kapatıp yanımıza doğru yürüdü. Herkes donmuş gibi ona bakıyordu.
Nazlı gülümseyerek söyledi:
"Selam, ben geldim."
Şaşkınlıkla önce arabaya, sonra ona baktım:
"Ne oluyor? Sen neredeydin? Korumaları atlatıp kaçmışsın, ne haltlar yiyordun sen?"
Diğer korumaları başımla işaret edip yollamıştım. Sadece Erdal, Ada ve ben vardık.
Nazlı omuzlarını dikleştirip gözlerime baktı:
"Geldim sevgili kocacım, işim vardı. Koca sözü dinliyordum." Dalga geçiyor olmalı.
Kaşlarımı çatıp öne eğildim:
"Ne sözü?"
Nazlı dudaklarını bükerek, meydan okur gibi söyledi:
"Sen demedin mi, sen Savaş Demirhan’ın karısısın, ona göre davran diye? Ben de ona göre davrandım. Savaş Demirhan’ın karısı oldum işte."
Sesim sabırsız ve sert çıktı:
"Ne zırvalıyorsun Nazlı!"
Nazlı başını geriye atıp kahkaha attı:
"Koskoca Savaş Demirhan’sın, işte karısına bir araba almamış mı desinler. Sana, söz getirmedim işte, zahmet de olmaz. Bununla gidip gelirim."
Sakinlik ve öfke arasında bakışlarım sertleşti:
"Bu arabayı satın mı aldın? Nasıl aldın! Baban mı para yolladı?"
Sesim oldukça yüksek çıkıyordu ama Nazlı sanki fısıldıyormuşum gibi umursamıyordu. Omuz silkti:
"Yoo, sen sabah Savaş Demirhan’ın karısı gibi ol diyordun. Şeref Yılmaz’ın kızı gibi demedin ki. Gittim beğendim aldım. Ben Savaş Demirhan’ın karısıyım, o ödeme yapacak dedim, verdiler."
Bu kız beni delirtmeye çalışıyordu. Sinirlerimle oynuyordu. Yumruğumu sıktım.
Nazlı çenesini kaldırdı:
"Nasıl yani? Aslı Savaş Demirhan’ın karısıyım deyince verdiler. Nereden emin oldular?"
Çantasından nikah cüzdanını çıkardı. Sabah yukarı çıkmasının sebebi bu muydu. Elimi yüzüme sertçe çarptım, ovdum:
"Kızım sen nikah cüzdanıyla mı geziyorsun! Korumaları nasıl atlattın hem geri zekalı! Ya biri sana bir şey yapsaydı!" Diye kükredim adeta.
Nazlı bir an şaşkınca baktı, ardından adım adım yaklaştı. Gözleri parlıyordu:
"Savaş, sen iyi misin? Sana 40 milyonluk araba aldım kendime diyorum, senin derdin düşman mı?"
Dişlerimi sıktım:
"Banane arabadan! Söylesen alırdım zaten. Ne diye aksiyona giriyorsun, bir de oyunlar oynuyorsun!" Öfkeden gözüm döndü nasıl bu kadar dikkatsiz olur?
Nazlı’nın bakışları değişti, iyice üstüme geldi:
"Savaş Demirhan, sen beni düşmanının kızı olarak gördüğüne emin misin?"
Kaşlarımı çatıp öne eğildim:
"Ne saçmalıyorsun sen!"
Nazlı güldü, gözleri meydan okurcasına parlıyordu:
"Sen her düşmanına böyle mi davranıyorsun? Güya masumluğuma da inanmıyorsun ya, şimdi canımdan mı endişe ediyorsun? Bana bak Savaş Demirhan, benim aklımla oynama. Suçsuzluğuma inanıyorsan bırak gideyim, hayatıma bakayım. Sen önce bunu bir düşün."
Ardından kendinden emin adımlarla içeriye girdi. Arkasından baka kaldım. Ada ve Erdal’ın dudaklarını birbirine bastırıp gülmemek için zorlandığını görünce iyice gerildim.
Öfkeyle bağırdım:
"Ne gülüyorsunuz lan! Gidin gözümün önünden!"
İkisi hızla içeri girdi. Kafamı çevirip arabaya baktım. İçimden geçirdim: Manyak… Bu kız gerçekten manyak.
Aslı demir
Evi tertemiz yaptım. Annem titiz bir kadındır; onlar için bir oda hazırladım, temiz çarşaf serdim. Banyoya girip orayı da temizledim. İşim bitince aynada kendime baktım; zayıflamıştım. Üstelik iştahım çok olmasına rağmen zayıflıyordum. Sürekli kustuğum için olabilir; yiyordum ama geri çıkarıyordum.
İşlerim bitince mutsuzca oturdum. Hayatımız birden bire nasıl da değişmişti. Mert hayatıma girdiğinde çok mutluydum; neşeli, mutlu, aynı zamanda aklı bir karış havada bir kızdım. Ona ölesiye bağlandım. Nazlı defalarca uyardı, dinlemedim. Onu çok seviyordum. Nazlı hep ketum, sert bir kız olmuştur; aklına eseni yapan, korkusuz, bazen fazla korumacı. Kesinlikle yaşının kadını değildi. Yine fazla korumacı davranıyor sandım. İlk şiddetimi yediğimde bile bırakamadım Mert’i. Her özrüne, her “bir daha olmayacak” yalanına kandım. Onu kaybetmekten ölesiye korktum.
Ama yavaş yavaş değiştim. Her acıda biraz daha hayata bakışım değişti. En büyük darbesinde, yani bebeği kabul etmeyip bir de kendinden olduğuna inanmadığında ise hayat bana en büyük darbesini atmış oldu. “Acı insanı olgunlaştırır” derler, ben de öyle oldum. Artık eskisi gibi değilim; biraz daha sakin, daha temkinli, hayata bakışı farklı bir insana dönüştüm.
Mert Adanalı bir aşiretin oğluydu. Onunla evlenmek bile istemiştim. Belki de evlensem daha kötü olacaktı, bunu bilemeyiz. Nasıl bir aşiretti hiç bilmiyordum. Sadece görüşmediğini ama ailenin tek varisi olduğunu söylemişti. Onu da sarhoşken demişti.
Düşüncelerimden çalan kapıyla sıyrıldım. Ne ara aktığını fark etmediğim gözyaşlarını silip kapıyı açtım. Karşımda annemle babamı görmeyi beklemiyordum. Erken geleceklerini tahmin etmiştim ama bu kadar da değil.
Annem şaşkınlığımı fark edip gülümseyerek sordu:
"Kızım, sevinmedin mi bizi gördüğüne?"
Şaşkınlığımı atıp sıkıca sarıldım:
"Hoş geldin anne, ben şaşırdım sadece."
Babamın elini öptüm, sarıldım:
"Buyurun, geçin içeri."
Onları içeri alırken korku bütün bedenimi ele almıştı. Sakin ol Aslı, sakin ol. Biraz kalacaklar, fark ettirmezsin, anlamazlar. Kendime telkinler veriyordum.
Annemle babam koltuğa geçmişti. Ben de yanlarına oturdum:
"Aç mısınız, bir şeyler ister misiniz?"
Annem kolunu omzuma doladı, gözleri dolmuştu:
"Yok kızım, biraz seni göreyim, özledim seni."
Babamın zorla getirdiği bavula baktım. Antebi buraya getirmişlerdi resmen. Bir süre sohbet ettikten sonra gözüm yine valize takıldı. Acaba kuru patlıcan getirmişler miydi? Mis gibi dolma yapardık şimdi.
Annem bakışımı görmüş olacak ki gülerek söyledi:
"Patlıcan getirdiler mi diye bakıyorsun değil mi güzel kızım? Getirdik tabi. Biz yokken de yap diye çok getirdik. Maşallah yetişmiyor sana."
Gülerek cevap verdim:
"Ne yapayım anne, çok seviyorum."
Annem kalkıp bir poşet getirdi. İçinde tencere vardı. Ona sakinlikle bakınca annem kahkaha attı.
Heyecanla ayağa kalktım:
"Yaa anne, kuru patlıcan dolması!"
Resmen saldırdım. Birkaç taneyi ağzıma tıktıktan sonra bana gülümseyen aileme baktım:
"Çok güzel olmuş anne, ellerine sağlık."
Temizlikten sonra yorulmuştum da. Gece saat geç olmuştu. Artık getirdiklerini yerleştirmiş, valizlerini odalarına koymuştum. Onlar odalarına giderken ben kendi odama geçtim. Umarım bir şey anlaşılmadan bu birkaç günü atlatırdık. Yorgunlukla gözlerimi uykuya teslim ettim.
---
Sabah mide bulantısıyla açtım gözlerimi. Kendimi banyoya zor attım. İçimde ne varsa çıkardım. Çok kötü olmuştum. Bu hamilelik böyle bir şey mi? Ya herkes mi böyle?
Kısa bir süre sonra sırtımın ovulduğunu hissettim. Annem endişeyle sordu:
"Aslı kızım, iyi misin?"
Bir süre sonra geçince ayağa kalktım. Daha ilk günden ilk potu kırmıştım işte. Yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım.
Annem endişeyle baktı:
"Ne oldu Aslı, ne bu halin?"
Omuzlarımı düşürerek cevapladım:
"Üşütmüşüm anne ya, midem birazcık kötü."
Annem kaşlarını kaldırdı, sesi sertti:
"Ee, sağlıksız şeyler de yiyiyorsundur şimdi sen."
Başımı salladım. Annem gülümseyerek ayağa kalktı:
"Gel, sana bir nane kaynatayım."
Mutfakta ben kahvaltıyı hazırlarken annem nane limon yaptı bana. Her şey hazır olunca babamı kaldırdık. Ailece kahvaltı yapmayı çok özlemiştim ama yüzlerine bakamıyordum, utanıyordum. Güvenlerini boşa çıkarmıştım.
Kahvaltıdan sonra hazırlandım. Bugün staj vardı. Annemlerle vedalaşıp çıktım. İş yerinde tam kendimi toparlayamadım, bir türlü korkuyordum. Kendi canımdan değil, karnımdaki günahsızın canından korkuyordum. Akşamı nasıl ettiğimi bilmiyorum. Hızla eşyalarımı topladım ama eve gitmek istemiyordum. Ne yüzlerine bakabiliyordum ne de yalan söyleyebiliyordum.
Tüm gün ara ara Emir Bey’in bakışlarıyla karşılaşmıştım ama mesafemi hep korumuştum. Mert’ten sonra hiçbir konuda başka bir erkeğe güvenemezdim. Nazlı için ne planlıyorlar ya da benimle ne işleri var bilmiyorum ama bu kadar başımda dert varken bir yenisini daha ekleyemezdim. Emir Bey çıkışta çok ısrar etti ama eve otobüsle geldim.
Annem mis gibi yemekler yapmıştı. Her yer anne yemeği gibi kokuyordu. Annem gülümseyerek seslendi:
"Hoş geldin kızım, git bir elini yüzünü yıka da gel."
Gülümseyerek sordum:
"Babam nerede anne?"
Annem cevapladı:
"O içeride kızım, televizyon izliyor."
Odama gidip bir duş aldım, üzerimi değiştirdim. Telefonuma baktığımda Emir Bey’den üç cevapsız arama olduğunu gördüm. Tam arayacaktım ki kapı çaldı. Telefonu yatağın üzerine koyup dışarı çıktım. Kapıyı açınca Emir Bey’i görmeyi hiç beklemiyordum. Bir an panikledim:
"Emir Bey… ne… ne oldu? Neden geldiniz? Nazlı’ya bir şey mi oldu?"
Başını iki yana salladı, sesi endişeliydi:
"Hayır, seni merak ettim. İyi görünmüyordun, aradım açmadın. Ben bir şey oldu sandım."
Onun böyle düşünmesine şaşırdım:
"Hayır Emir Bey, bir sorun yok. Ben iyiyim. Duymamışım telefonu."
Kaşlarını çattı:
"İyi olduğuna emin misin? Öyle görünmüyorsun. Bir sorun mu var?"
Başımı hızla iki yana salladım:
"Yok Emir Bey."
Kolundan tutup azıcık daha kapıdan uzaklaştırdım:
"Siz gidin Emir Bey.” Babam bir görse kırk saat sorguya çekerdi.
Bir bana, bir de onu çekiştiren elime baktı. Elimi hızla çektim:
"Şey… kusura bakın ama iyiyim."
O an korktuğum başıma geldi. Babam kapıya doğru geldi, sesi sertti:
"Ne oluyor Aslı, kim bu adam?"
Hızla arkamı döndüm:
"Şey… baba…"
Emir Bey öne çıkıp kendini tanıttı:
"Ben Emir, Aslı’nın patronuyum."
Babam dik durdu:
"Ben de Selçuk, babasıyım."
Ardından ekledi:
"Hayırdır, bir sorun mu var?"
Emir Bey sakin görünmeye çalıştı:
"Yok, ben sadece merak ettim."
Gitgide batıyorduk. Babam kaşlarını çatıp sertçe baktı:
"Niye merak ediyorsun Aslı’yı? Hayırdır? Sen her çalışanını böyle merak ediyor musun? Alt tarafı bir stajyer. Ne ara bu kadar yakın oldun?"
Babam ard arda sert sesiyle konuştukça ben küçülüyordum. Emir Bey ise rahat görünüyordu ama ses tonundan anlıyordum, değildi.
Emir Bey açıklamaya çalıştı:
"Genellikle ilgiliyimdir ama Aslı’nın yakın arkadaşıyla benim yakın arkadaşım. Evliler, o yüzden de daha sık görüşüyoruz."
Babam hızla bana döndü:
"Nazlı mı evlendi? Kimle evlendi, ne zaman evlendi Aslı?"
Şaşkınlıkla cevapladım:
"Biraz hızlı gelişti baba… ben sana sonra anlatırım."
Babam biraz gerilmişti. Ne anladı, neden şüphelendi bilmiyordum. Başım feci derece dönüyordu. Babam Emir’e sert sert bakıp duruyordu.
Babam sesini yükseltti:
"Geç içeri Aslı. Senin sanki bana anlatacakların var."
Gerçekten çok gerilmiştim:
"Tamam baba."
Aynı anda dengemi kaybedip kapıdan tutundum, neredeyse düşüyordum. Babamla Emir Bey aynı anda koluma dokundu. Babam Emir Bey’e öldürücü bakışlar attı. Emir Bey ise sinirlenmiş olacak ki sesini yükseltti:
"Neden bu kadar sert davranıyorsunuz? Sonuçta kızınız ha…"
Sözünü kesip sertçe çıkıştım:
"Ya tamam Emir Bey, lütfen gidin!"
Neredeyse söyleyecekti pat diye. Kaşları iyice çatılmıştı. Uzun uzun baktı, ne düşündü bilemiyorum.
Emir Bey gidince babamla içeri girdim. Şimdi ne yapacaktım? Babam çok şüpheci biri, sonuna kadar didiklerdi.
Nazlı yılmaz
İyice evli bir çift gibi olmuştuk. Bu adam beni delirtecek, ne evlilik meraklısıymış. Salonda beraberce oturmuştuk bir de karşımda çay içiyordu. Dün ne güzel kudurtmuştum ama onu tam istediği gibi bir Demirhan oldum işte. Bu adam güya kaçırdı beni, evcilik oynuyoruz. Ama son zamanlarda “Baban nerede?” diye sıkıştırmayı bıraktığı için daha rahattım. Babam ise yeni numaramı bulmuş, bir kere aradı. Onun olduğunu anlayınca kapattım, bir daha da bilmediğim numarayı açmadım. Benim canımı düşünmeyen babama dosya çalacak hâlim yoktu. Savaş’ın gönlünü edebilsem eski hayatıma dönecektim. O da ne istediğini bilmiyordu ki. Süs, eşyası gibi duruyorum. Arabayı geri vermemişti, gerçekten vermedi. Bugün okula onunla gitmiştim ama arkamda ve önümde başka arabalarda korumalar vardı. Bu dünya üzerinde kaçırdığı kadını koruyan bir tane akıl hastası varsa o da Savaş’tı.
Ama Emir Bey’in dediği doğruydu; eğer gerçek bir kötü olsaydı şimdiye neler yapardı.
"Ne düşünüyorsun gene sinsi sinsi?" Diyen savaşa döndüm.
Kaşlarımı kaldırdım, alayla cevap verdim:
"Seni öldürme planları yapıyorum. Baktım sen beni öldürmüyorsun, bari sen seni öldüreyim dedim."
Gözlerini devirdi:
"Ben sana on numara büyük gelirim, yapamazsın." Dedi
Dalga geçer gibi gülüyordu.
“Evcilik oyunun bittiyse yüksek müsaadenizle odama gidebilir miyim? Çalışmam gereken dersler var da."
Oda dalga geçer gibi karşılık verdi:
"Evcilik oynamıyorum. Gözümün önünden kaybolunca bir şeyler karıştırıyorsun. En son bana gelen telefonu açıp büyük bir toplantının yerini değiştirmiştin ve ben geç kalmış, işi kaybetmiştim."
Gülerek omuz silktim:
Evet, bu sabah öyle bir şey oldu. Yerini teyit etmek için aranmışlardı, ben de değiştirmiştim. “Ne var, sen de ortalarda bırakmasaydın telefonunu."
Ellerimi göğsümde bağladım.
Savaş adımı kullandı, pek yapmazdı:
"Nazlı."
Dönüp baktım. Kaşları çatılmıştı:
"Sabrımı zorlama."
Tam bir şey söylemeden kapı çaldı. Melek abla kapıyı açtı, içeri giren Emir burnundan soluyordu.
Savaş kaşlarını çatıp sordu:
"Ne oldu lan, ne bu yüzünün hali?"
Emir ellerini kaldırdı:
"Bir şey yok ya” Bana döndü.
“Aslında… Nazlı, sen hiç Aslı’yla konuştun mu?"
Kaşlarım anında çatıldı, yerimde dikleştim:
"Hayır, bugün hiç konuşmadım."
Doğruydu, konuşmamıştım. Ben nasıl aramam.
“Bugün bir şey mi oldu?” diyip ayağa kalktım.
Emir Bey sakin olmaya çalıştı:
"Yok, bugün biraz yorgundu da. Ben de merak ettim, bir bakayım dedim, evine gittim."
Olabilir miymiş gibi kaşlarım iyice çatıldı:
"Birincisi sen niye Aslı’yı merak ettin? İkincisi evine niye gittin? Üçüncüsü ise nedir bu halin?"
Emir saçma bir savunma sundu:
"Ne demek niye merak ettim, çalışanım değil mi?"
Ardından ekledi:
"Babası evdeydi ama Aslı hiç iyi görünmüyor. Rengi solmuştu, sanki korkuyor gibiydi. Babasıyla ilişkileri nasıl bu kızın?"
Duyduğumla bir anda gerildim. Selçuk amcamı gelmiş… Aslı niye bana haber vermedi? Eğer öğrenirse öldürür kızı. Ben ne yapacağım? Yanına gitmem lazım.
Hiçbir şey dememiştim. Bu halim Emir Bey’i telaşlandırdı. Ayağa kalkıp önümde durdu:
"Nazlı, ne oluyor? Bir sorun mu var?"
Savaş da ayaklanmıştı, kaşları çatık duruyordu. Savaş gitmeme izin vermez ki.
Koşarak yemek masasına gittim, telefonu alıp Aslı’yı aradım. Her çalışta daha da geriliyordum. Odanın içinde oradan oraya dolanıyordum.
Savaş sesini yükseltti:
"Nazlı bir şey söyle."
Telefon kapanmıştı. İkinci kere aradım, yine açmadı. Savaş’ın önüne geçtim, gözlerim dolmuştu:
"Savaş, benim Aslı’nın evine gitmem lazım."
Savaş sertçe sordu:
"Ne oluyor?"
Of çekerek yalvardım:
"Savaş, lütfen… Bak.” Ne diyecektim şimdi… Ben ne… “Savaş, okula gidince geri dönüyorum biliyorsun. Yine dönerim, söz veriyorum. Kaçmayacağım. Hemen gidip görmem lazım."
Emir Bey daha da telaşlandı. Buna ne oluyor? Bunu sonra düşünecektim.
Savaş derin bir nefes aldı:
"Aslı neyse, söyle gidelim."
O arada telefonum çaldı. Hemen ekrana baktım, Aslı arıyordu. Açıp kulağıma götürdüm.
Aslı’nın sesi zor çıkıyordu:
"Nazlı…"
Endişeyle sordum:
"Ne oldu, iyi misin?"
Aslı ağlayarak söyledi:
"Nazlı… babam öğrendi. Öldürecek beni…"
Olduğum yerde dona kaldım. Aslı’nın babası öğrendiyse onu yaşatmaz. Ben şimdi ne yapacaktım?
---