Nikah

1606 Words
Nazlı yılmaz Sabaha kadar uyumadım. Odada bir ileri bir geri gidip duruyordum. Neyse ki depo gibi bir yere kapatmadılar, elimi ayağımı bağlamadılar ama kapımı kilitlediler. Bulunduğum oda fazlasıyla genişti; içinde banyosu olan bir oda. Çift kişilik yatak, karşısında iki kişilik bir koltuk, küçük bir masa ve birkaç sandalye vardı. Bir de balkon... Balkona çıktım. Kapıyı kilitlememişlerdi. Ama ne yazık ki evin üçüncü katındaydım ve çok yüksekti. Ayrıca ana yola uzak, hemen bahçenin bitiminde bir orman var. Kaçsam bile ne yapacağımı bilemiyorum. Aslı delirmiştir meraktan. Babanın haberi var mı acaba? Hava buz gibiydi. İçeriye geri girip kapıyı kapattım. Bir adam girdi. Elinde kahvaltı tepsisi vardı; içinde normal kahvaltılıklar. Tepsiyi masaya bıraktı. “İstemiyorum,” dedim. “Geri götür.” “Savaş Bey kahvaltısını yapsın dedi,” dedi. “Ne yiyeceğime de mi karar veriyor Savaş Bey’iniz? İstemiyorum!” diye bağırınca bir hışımla yanıma gelip kolumu sıktı. “Bana bak, beni uğraştırma! Zıkkımlan şunları!” Kolumu öyle sıkmıştı ki canım çok yanmıştı. İnce bir inleme çıktı dudaklarımdan. Adam dalga geçer gibi konuştu: “Bana bak, bir sıkımlık canın var. Bize kafa tutmayı bırak!” Daha da sıktı kolumu. O an yüzüne tükürdüm. Asla boyun eğmeyecektim. Ne yaparlarsa yapsınlar, onlara istedikleri zevki tattırmayacaktım. Adam öfkeyle elini kaldırıp sert bir tokat attı. Başım yana savrulurken dudağımın patladığını hissettim. Başımı kaldırmamla, aralık duran kapıdan içeri Savaş Demirhan girdi. Dün hatırlamamıştım ama sonra hatırladım: Demirhan Holding’in sahibi bu adam. Demek ki mafyaymış. Gözlerinde büyük bir öfkeyle yanımıza geldi. Ben doğrulup dudağımdan akan kanla bile dik durmaya çalışıyordum. Bir anda o bariton sesiyle bağırdı: “Sen ne yaptığını sanıyorsun lan!” Adamın konuşmasına fırsat vermeden bir yumruk savurdu. Tek yumrukla adam yere serildi. Ne şimdi bu? Dün de kendisi vuracaktı. Sadece kendisi mi eziyet edebilir bana? Bu adam hiç normal değil. Gösterdiğimin aksine, damarımın içindeki kanı titretecek kadar korkuyorum ondan. Ama göstermemekte ısrarcıyım. Ona istediğini asla vermeyeceğim. Kapıdaki diğer adam gelip yerdeki adamı kaldırdı, dışarı çıktılar. Savaş Demirhan’ın kahve gözleri yine öfkeyle dolmuş bana bakıyordu. Sonra bir an bakışları dudağımın kanayan yerine durdu. Bana doğru geldi. Ben geri gittim. O geldi, ben gittim. Sırtım duvara gelene kadar devam etti. “Söz dinle, küçük yılan. Söz dinle,” dedi. Sonra bakışını masaya çevirdi. “Kahvaltını yap. Yarın nikah var. Bayılıp kalma başıma.” Kalbim kaburgalarımı yumruklarken zorlukla konuştum: “O nikah olmayacak. Seninle asla evlenmem. Duydun mu beni? Senin yemeğini yemem!” Kolumu sertçe sıktı ama az önce adamın sıktığı yere denk gelince elimde olmadan seslice inledim. Gözlerim doldu. Hayvan herifler... Bir an şaşırdı. Ne kadar güçlü olduğunun farkında değil bu dağ ayısı. Bileğimden tutup kazağını yukarı sıyırdı. Fazla kızarmıştı, moraracağı belli oluyordu. Gözlerine baktım, belki içinde biraz merhamet vardır diye. Ama gözlerinde hâlâ saf öfke vardı. Kolumu elinden çekip sertçe söyledim: “Bana bir daha sakın dokunma!” “Bana bak küçük yılan,” dedi. “Şimdi kahvaltını et. Sakın benim sabrımı da zorlama. Yoksa pişman olursun.” Tehditler savurup çıktı. Angut bu adam. Anlamıyor söylediklerimi. Geri zekâlı. Bütün gün odada oturdum. Arada yemek getirdiler. Hiçbirini yemedim. Savaş ayısı hiç gelmedi. Açtım aslında, fazlasıyla açtım. Ama yemeyecektim. İnat etmiştim bir kere. Ölene kadar yemezdim. O pisliğin yemeğini yemezdim. Yakışıklı yüzünü gören de adam sanır. Hayvan herif. Ne ara uyuduğumu, ne ara sabah olduğunu bilmiyorum. Ama kapımın sertçe çalınmasıyla yataktan fırladım. İçeriye giren adam yüzüme bakmıyordu, diğeri gibi. “Nazlı Hanım, Savaş Bey bunları gönderdi,” dedi. Elindeki kutuyu koltuğa bırakarak ekledi: “İki saate nikah varmış. Hazırlanmalıymışsınız.” “Ne nikahı! Asla evlenmem ben o senin sahibinle! Duydun mu beni? Git söyle!” diye çığlık attım. Adam bir şey demedi. Yüzüme de bakmadı. Çıktı. Kendimi banyoya atıp yüzümü yıkadım. Çok acıkmış ve susamıştım. Musluktaki sudan biraz içtim. Aslında bağıra bağıra ağlamak istiyordum ama yapmayacaktım. İçeri geçince, nezaketten nasibini almamış dağ ayısı yatağımda oturmuş bana bakıyordu. Gözleri her zamanki gibi öfkeli. Beni baştan aşağı bir süzdü. Üzerimde ilk gün giydiğim kıyafetle duruyordum. Bir sürü kıyafet getirmişler ama hiçbirine elimi sürememiştim. Ayı hem esir ediyor hem kıyafet alıyor. “Kokmuşsundur artık. Bir duş mu alsan?” diye alay eder gibi konuştu benimle. “Sana ne benim kokmamdan! Daha ne kadar tutacaksın beni burada, hayvan herif!” Sertçe yerinden kalkıp karşıma geçti. Bu defa kolumu sıkmadı. Hayret ettim doğrusu. “Bana bak küçük yılan. Sana fazla iyi davrandım herhalde. Kendine gel. Sesini, konuşmanı düzelt. Benimle hayatım boyunca kimse bu şekilde konuşmadı. Konuşanlar ise şimdi mezarda!” Tehdit miydi şimdi bu? “İyi ya, o halde hadi beni de öldür o zaman,” dedim. Bakışlarında bariz bir şaşkınlık vardı. Sanırım istediği yalvarmamdı. “Sen on dokuz yaşında olduğuna emin misin? Ya da ölümün nasıl bir şey olduğunu bildiğinden?” Yine alay ediyordu benimle. “Sen beni boş boş tehdit etmeye devam mı edeceksin, yoksa beni rahat bırakıp gidecek misin?” dedim netçe. “Hazırlan. Nikaha az kaldı,” dedi. Sesi çok sertti. “Hayır,” dedim. “Daha kaç kere söyleyeceğim?” “Bana bak küçük şeytan. Bir saate sana aldığımı giy. Aşağıda seni bekliyorum. Nikah memuru aşağıya gelecek. Ya hazırlanıp inersin ya da...” Kaşlarım çatıldı. “Ya da?” “Neydi? Beni merak eder dediğin arkadaşın Aslı mıydı?” Dedi. “Yapamazsın!” dedim. Sesimde kontrol edemediğim bariz bir korkuyla. “Yapacaklarımı tahmin bile edemezsin. Ya hazırlanıp inersin ya da arkadaşının cenazesine yetişirsin,” dedi. Gözlerimden engel olamadığım iki damla yaş yanaklarımdan süzülürken yumruklarımı sıkıyordum. Aslı... Babamdan sonra ikinci ailem. Üstelik hamile. “Şimdi, sana aldığımı giy, aşağı gel,” deyip çıktı odadan. Ben bu adama güvenmiyorum. Korkuyorum. Baba... Neredesin? Ne yapacağım şimdi ben? --- Savaş Demirhan Bu kız iki günde beni deli etti. Hayatımda böyle inatçı birini daha görmedim. Yemiyor, içmiyor. Böyle devam ederse zorla yedireceğim. Babasını bulana kadar ölmemesi lazım. Kendini açlıktan öldürmeye çalışıyor sanırım. “Gel, vazgeç şu inadından. Kızı rahat bırak. Buluruz babasını bir şekilde,” dedi Emir. Herkesin vicdanını da bu adam taşıyor. İki gündür konuşmuyordu benimle. Konuşturana kadar ne diller döktüm. “Emir, yeter. Aynı şeyleri konuşmayalım.” “Eğer babası gelmezse, kızına keserim hesabı. Ama gelirse, tırnağına zarar gelmez. Farkındasın. Kız yukarıda misafir odasında, gayet rahat,” dedim. “İstersen şu depoya götürelim. Bir güzel de dövdürürüz,” dedi Emir. Ters ters baktım. “Şimdilik gerek yok.” Hayretle bana baktı. “Dalga geçiyorum lan? Ne demek şimdilik gerek yok? Bana bak, o kıza böyle bir zarar verirsen karşında beni bulursun. Öfkelisin, sonra pişman olacaksın.” “Ben pişman olacağım şeyi yapmam, Emir. Rahat bırak beni.” Emir bana ‘sen adam olmazsın’ bakışları atıp kalktı, yanımdaki koltuktan karşıdaki koltuğa geçti. Kapı çalınca adamlar kapıyı açtı. Nikah memuru gelmişti. “Hoş geldiniz,” deyip masaya oturttuk. Emir ve bir adamım şahit olacaktı. Ama küçük yılan hâlâ inmemişti aşağıya. Beyaz, sade bir elbise almıştım giymesi için. Hazırlanması için yeterince zamanı verdim ama bir türlü gelmemişti. Tam kalkıp bakacaktım ki ayak sesleri duyuldu. Yukarı döndüm. Mecburdu, kabul etmeye gelecekti tabii ki. Ama kısa süre sonra küçük yılanı görmemle kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Emir gülmesini bastırmaya çalışırken yan tarafa dönüştü. Adamların bazılarından gülme sesleri gelirken onlara ters bir bakış attım, sustular hemen. Küçük şeytan... “Aldığımı giy, gel,” demiştim. Siyah bir pijama takımı giymişti. Sarı saçlarını tepeden toplamıştı. Elindeki... neydi onun? Ayı mı? Nereden bulmuş onu? Gözlerime meydan okurcasına bakıyordu. Küçük şeytan... Ben sana sormaz mıyım? İki günde çökmüş. Göz altları morarmıştı, rengi beyazlaşmıştı. Ölü gelin gibi dolanıyordu. Hızla yanına gidip dibine girdim. “Bu ne hal? Ben sana bunu mu giy dedim?” dedim sertçe. “Hangisini giy demiştin? Ben ne giyilir bilemedim de... bu geldi elime. ‘Aldığımı giy’ diyince bunu anladım.” Bir de dalga geçiyor benimle. “Neyse, tamam,” dedim. “Bana fark etmez.” Masaya oturduk. Nikah memuru, “Kocanız olarak kabul ediyor musunuz?” diye sorduğunda o kadar uzun düşündü ki... gözleri doldu. Nikah memuru bana ters ters baktı. Zaten pijamasını görünce de şok olmuştu adam. Neyse ki kazasız belasız nikah bitti. Şimdi babası... yani o şerefsiz, şeref düşünsün. Derdine yansın. Tek kızı benim elimde. Nikah memuru gidince Nazlı şeytan koşarak odasına çıktı. Emir yedi sülaleme sövüp o da gitti. Bu da iyi alıştı ha sövmeye. --- Akşama kadar olan küçük işlerimi çalışma odamda halledip saatin epey geç olduğunu fark edince odama doğru yürüdüm. Küçük yılanın odası benimkinin yanındaydı. İçeriden hafif ağlama sesi gelince bir duraksadım. Bunca zaman hiç ağlamamıştı. Yine bir adamım bir şey mi yaptı acaba diye düşündüm. O günkü adamımın elini kırmıştım. Düşman da olsa benim olana kimse el uzatamazdı. Ben ne yapacağımı bilirdim ve sadece ben yapabilirdim. Bu adamlar babasının adamları olduğu için beni henüz tam tanımıyorlar. Ama o gün herkesi uyarmıştım. Biri beni dinlememiş olabilir miydi? Kapının önüne iyice gelip pat diye kapıyı açıp içeri girdim. Kendi evimde izin alacak halim yoktu. Minik vahşi yılan... Yatakta ayaklarını toplamış, başını dizine gömmüş ağlıyordu. Kapının sertçe açılmasıyla önce korkup sıçradı, sonra ayağa kalktı. Üzerinde siyah pijamasıyla, asi gözlerindeki yeşiller iyice kızarmış bana bakıyordu. Ben şaşkınca ona bakıyordum. Ne oldu da şimdi ağlıyordu? Ben bir şey demeden, işaret parmağını titreyerek sallamaya başladı. “Bana bak... sakın bana dokunma.” Ona doğru yürümeye başladım. “Ba... babam için evlendin benimle. Gerçek bir evlilik olmasına gerek yok,” dedi kekeleyerek. Ne yani... Ona dokunacağımı mı sanmıştı? Üstelik zorla? Ona dokunmamdan korktuğu için mi bu hale gelmişti? Ölüm tehditlerimden değil de... bundan mı? “Saçmalama! Ne dokunması?” dedim sertçe. Bir an gözlerinde şaşkınlık oldu. “Bu sahte bir evlilik. Düşmanımın kızına dokunacak değilim herhalde. Hem de zorla! Sen beni ne sandın?” Öfkelenmiştim. Hem de çok. Ama tam olarak neye... onu anlamadım. “Düşmanının kızıyla zorla evlenirsin ama... değil mi?” dedi. Tam cevap verecektim ki gözlerinin kaydığını fark ettim. Hızla tuttum onu. Günlerdir aç olmanın ve bu kadar korkunun sonunda... kollarımın arasında bayılmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD