Cam Kırıkları
Bazı geceler diğerlerinden daha ağır olur.
Ve bazı sabahlar... hiç gelmeyecekmiş gibi.
Alara, bar tezgâhının ucuna dirseğini dayayıp çalan müziğin ritmine başını sallıyordu.
Dışarıda sırılsıklam bir İstanbul gecesi, içeride ise sarhoş kahkahalar ve terlemiş tenlerin kokusu.
Gözleri dans eden kalabalığı taradı, ama aklının başka bir köşesinde hep bir şey vardı.
Bir eksik. Bir çatlak.
Sanki kendi hayatına misafir gibi.
“Alara, shot'ları uçur bebişim!” diye seslendi Doruk.
Her zamanki gibi... sesi fazla gür, esprisi fazla bel altıydı.
Alara gülümsedi.
Zoraki.
Ama ustaca.
Tezgâhın altından tepsiyi çıkardı, içine yeşil sıvıları dizdi. Şekerli, güçlü, kafa karıştıran cinsten.
Tam bir shot dizisini müşteriye doğru uzatırken, gözleri bir an için kaydı.
Köşede oturan biri.
Kıpırdamıyor.
Sadece izliyor.
Sıradan biri olmalıydı... ama öyle hissettirmiyordu.
Gözleri fazla dikkatli. Fazla sabırlı.
Sanki onu tanıyor.
Sanki çoktan tanımış.
Alara'nın boğazı kurudu.
Sebepsiz.
Kalabalığın uğultusu bir anlığına kesildi gibi hissetti.
Sanki bardaki herkes sahteydi ve sadece o adam gerçekti.
Ona yürümek, “Tanışıyor muyuz?” diye sormak istedi.
Ama yapmadı.
Çünkü bilmediği bir şey vardı içinde, kıpır kıpır.
Bir ses fısıldıyordu sanki:
“Sakın yaklaşma.”
Kafasını çevirip işine döndü.
Ama o geceden sonra her şey değişecekti.
Cam kırıkları gibi saçılacaktı hafızası.
Ve her parçada, biraz daha az kendisi olacaktı.
Alara kapıyı tek eliyle kapattı. Diğer elinde montu vardı, ayakları buz gibiydi.
Bütün gece boyunca zihninde dolanan o bakış—köşedeki adamın sessiz gözleri—hâlâ ensesinde geziniyordu.
Ama belki de sadece yorgundu.
Belki de biraz fazla shot içmişti.
Yatağa kendini attığında, saat sabaha karşı 4:07’yi gösteriyordu.
Gözleri ağırlaştı.
Karanlık, onu içine çekti.
Ve sonra...
---
RÜYA
Tavanda dönen lambanın sarı ışığı, duvara gölgeler çiziyordu.
Nefes nefese bir kadının sesi duyuluyordu.
Ve bir erkeğin... bastırılmış, inleyen bir ses.
Alara kendini yukarıdan izliyor gibiydi.
Bir yatakta, yabancı bir adamın üzerinde... çıplak, terli, vahşi.
Ama yüzü ifadesiz.
Tutkudan çok, kontrol vardı bakışlarında.
“Beni sevdiğini söyledin,” dedi adam.
Sesi çatallaştı.
Biraz korkmuştu sanki.
Alara—ya da o versiyonu—gülümsedi.
Elini yavaşça yastığın altına götürdü.
Ve sonra...
Bir bıçak.
Keskin, ince, cilalı bir çelik.
Tam adam boşalırken, Alara bıçağı sapladı.
Bir.
İki.
Üç.
Dört.
Adamın gözleri yuvalarından fırladı. Kan, göğsünden fışkırdı.
Çırpındı.
Ama Alara’nın yüzünde tek bir mimik oynamadı.
Sanki bunu daha önce de yapmıştı.
Sanki bu onun ritüeliydi.
---
Uyanış
Alara çığlık atarak uyandı.
Ter içindeydi.
Göğsü zonkluyordu, kalbi ağzından fırlayacak gibiydi.
Ellerine baktı.
Temizdi.
Ama içinde, avuçlarının arasında hâlâ o bıçağın soğukluğu vardı sanki.
“Ben... ben kimim?”
Soruyu yüksek sesle sormamıştı ama beyninin içinde yankılandı.
Ve sonra cep telefonu titredi.
Bilinmeyen bir numaradan mesaj:
> “Seni izliyorum Alara.
Ne kadarını hatırladığını merak ediyorum.”
Alara’nın gözleri büyüdü.
Titreyen parmaklarla mesajı tekrar okudu.
Ama ne yazık ki, asıl korkması gereken şey o mesaj değil,
bir sonraki rüyaydı.
---
“Bu kadar mı kötü uyanılır lan bir insana?”
Doruk, dişinin arasına sıkıştırdığı simidi çiğnerken, ağzından parçalar fırlatıyordu.
“Suratın morg gibi Alara. Yoksa sabah boşalamadan mı kalktın?”
Alara gözlerini devirdi.
“Senin beynin kesin vajinal kanal gibi Doruk. Dar, sıcak ve içinde bok var.”
“Yavrum bak sen bana vajina diyorsan ben seni seviyorum demektir. Hani insan sevdiğine benzetirmiş ya...”
Selin araya girdi. “Siz ikinizin sabah sabah bu seviyesizliğine ne gerek var? Daha kahvaltıya yeni oturdum, turşuya basmadan kusturacaksınız.”
“Ee kızım hayatın kendisi bel altı değil mi?” dedi Doruk, göz kırparak. “Yani düşün... hayat dediğin şey iki bacak arası başlıyor, sonra da bok gibi devam ediyor.”
Baran sessizdi.
Her zamanki gibi... ama bakışları Alara'nın ellerine kaymıştı.
Titriyordu. Hafif.
Ama bir polisin gözünden kaçacak türden değildi.
Alara hızla elini çekti, kahve kupasına sarıldı.
Dudaklarını değdirdi ama içmedi.
Rüya hala zihninin arkasında titreşiyordu.
Kan. Ten.
Boşalan bir adam ve bıçağın keskinliği.
“İyi misin?” diye sordu Selin, sesini yumuşatarak.
Onda bile endişeyi nadir duyarsın.
“Uyuyamadım pek,” dedi Alara. “Garip rüyalar.”
Doruk hemen atladı.
“Yoksa gene o klasik rüya mı? Koşuyorsun, koşuyorsun ama çıplaksın ve herkes sana bakıyor ama sen sadece ‘ay bu donum ne zaman çıkmış’ diye düşünüyorsun?”
Alara gözlerini kıstı.
“Senin rüyalarında Freud kafayı yerdi, yemin ediyorum.”
Baran ilk defa konuştu.
“Rüyalar bazen unutmak istemediğimiz şeyleri hatırlatır.”
O an masada birkaç saniyelik sessizlik oldu.
Doruk bile ağzındaki zeytini çiğnemeyi unuttu.
Baran’ın sesi her zamanki gibi donuktu ama... altında başka bir şey vardı.
Alara onun bakışına baktı.
Göz göze geldiler.
Ve o an...
Kafasının içinde bir flash.
Bir anlık görüntü.
Bir erkek, yerde kanlar içinde.
Aynı gözler Baran’a benziyordu.
Gözlerini hızla kaçırdı.
Kalbi yine hızlandı.
Ama belli etmedi.
“Rüyalar mı?” dedi Alara, alaycı bir gülümsemeyle. “Ben genelde onları hatırlamam. Uyandığımda hayatın gerçekliği yeterince kabus zaten.”
Doruk yeniden devreye girdi.
“Benim kabusum geceleri yalnız yatmak. Biri gelsin de bu yatağı şenlendirsin be! Selin? Ne diyorsun bak, senin kafan karışık zaten, bir de benimle karıştıralım mı?”
Selin bıkkın bir şekilde Doruk’a tost attı.
“Seninle ancak domatesleri karıştırırım Doruk. O da salatalık yoksa.”
“E yani sonuçta ben de salak değilim, salatalığım...”
Doruk dudaklarını ısırdı.
“...var.”
Kahkaha istemsizce patladı.
Hatta Alara bile güldü.
Ama içindeki sarsıntı geçmemişti.
Çünkü rüyalar geçici olabilir.
Ama bazı görüntüler, insanın içine kazınır.
Ve bazı sabahlar, sadece kahvaltıyla bitmez.
---
Kahvaltı sonrası herkes dağılmıştı.
Selin bir çağrı için ofisine gitmişti.
Doruk, kafede bir garsonla flört etmeye başlamıştı.
Baran ise... hâlâ oradaydı.
Sigarasını yaktı, gözlerini Alara’dan ayırmadan içti.
“İyi misin?”
Ses tonunda polis değil, insan vardı.
Ama Alara şüpheliydi.
Herkesten.
“Gayet iyiyim. Sen bana iyi olmadığımı mı söylüyorsun?”
“Hayır. Sadece... ellerin titriyordu. Uyandığında da sol elinle boğazını tutuyordun.”
Alara'nın içi buz kesti.
“Beni mi izliyorsun Baran?”
Baran gözlerini kaçırmadı.
“Ben dikkatliyim. Aramızda bir şeyler oluyor Alara. Ve sen ne olduğunu bilmiyorsun. Ama hissediyorsun.”
“Aramızda mı?” Alara kalktı. “Seninle aramda sadece şüphe var. Hem benim, hem senin tarafında.”
Baran gülümsedi.
Acı bir gülümseme.
“Hatırlayacaksın.”
Alara çıkarken telefon titredi.
Bilinmeyen numara yine.
"Hazır mısın?"
Altında bir video.
Alara istemsizce tıkladı.
Ve sonra...
Görüntü açıldı.
Aynı yatak.
Aynı çarşaf.
Aynı adam.
Aynı an.
Ama bu bir rüya değildi.
Bu bir kamera kaydıydı.
Gerçek bir görüntü.
Birisi onu izliyordu.
Ve rüyası, bir başkasının ekranında çoktan oynatılmıştı.
Alara’nın dudakları kurudu.
Görüntüdeki kadın... kendisine çok benziyordu.
Tam videoda bıçak saplanırken...
Bir mesaj daha düştü ekrana.
> "İzlemeye devam et Alara.
Çünkü bu sadece birinci bölüm."