3. Bölüm

3500 Words
İyi okumalar dilerim... Sibel Ateş'ten anlatım... İnsan psikolojisi uçsuz bucaksız bir okyanus misali. Kimi zaman durgun, kimi zaman ise dev dalgalara sahip bir umman. O dev ve hırçın dalgalara dayanamaz bazen ruh ve soluk soluğa bırakır kendini en dibe batmak için. Ölmek böylece daha kolay olur diye düşünülür. İnsan ölmeği neden arzular ki? İçini ısıtan, tenini yakan güneş varken, iyot kokusunu içine çekip dalgalara karışan martı seslerini dinlemek varken ve daha nice adına şarkılar, şiirler yazılan objeler varken ölüm neden? İnsan tükenir ve insan nefesinin kesildiği o yerde sadece onu bekleyen sona erkenden kavuşmak ister. Ne demişti Oğuz bey? 'daha yeni başlıyoruz'. Sonu olmayan bir yolculuğa çıktığımın farkında değildim. Hale ile yaşadığımız evde bana verdiği odada, yatağımda öylece uzanıp o anları tekrar düşündüm. Yeni başladığını söylemiş ellerimi arkaya birleştirerek sabit durmamı sağlamıştı. Dudaklarını göğsümün üzerine değdirip hafifçe sürttükten sonra "çok güzelsin" demişti kısık bir sesle. Ardından dudaklarını göğsümden boynuma kadar sürtüp kokumu içine çekmişti. Onu nutkum tutulmuş bir halde izlerken o bir anda çatık kaşlarla yüzüme bakıp "ağlama" dedi. Kesik bir iç çekip "b-bırakın artık" demiştim. Oğuz bey ise beni kendine çekip "üzerine bir tişört vereceğim. Bir daha beni zorlayacak hiçbir şey giymeyeceksin" dedi. donuk bir ifade ile onun gözleri içine bakarken Oğuz bey dişlerini sıkarak "anladın mı?" diye sordu. Sesi içimi ürpertirken başımı sallayıp "t-tamam" dedim. Başını sallayıp göğüme krem sürdükten sonra elimden tutarak yatak odasına oradan da en az yatak odası kadar büyük bir giyinme odasına götürdü. Onun yanında bu halde ve yarı çıplak vaziyette olmak daha çok sinirlerimi bozmuştu. Onun verdiği tişörtü üzerime dikkatle giyip saçlarımı düzelttim. Tişört fazla bol olduğu için yandan eteklerini toplayıp büzerek burktum. Oğuz bey "kes şunu ve serbest bırak" dediğin de elim duraksamıştı. Gözlerim ağlamaktan kızarırken burnumu çekip "pazartesi günü yapacağım il şey istifa etmek olacak" dedim ve ardıma bakmadan koşar adımlarla odadan çıkıp aşağı indim. O günü bin bir kaosla atlatıp misafirler gittikten hemen sonra Oğuz beye hiçbir açıklama yapmadan öfke ile çantamı alıp çıkmış ve evime gelmiştim. Dediğim gibi pazartesi günü erkenden işe gidip istifa dilekçemi masasına bırakmış, kişisel eşyalarımı toplayıp kimseye hiçbir şey söylemeden eve gelmiştim. Olan konuları haleye anlattığım da ise oldukça şaşırmış ve çok öfkelenmişti. Yaklaşık iki haftadır iş bulamamakla birlikte bitmeye az kalan param canımı fazlasıyla sıkıyordu. Hale Oğuz beyin hala daha bir asistan almadığını söylediğin de çok şaşırmıştım. Düşünceleri bir kenara bırakıp yattığım yerden kalktım. Üvey babam olacak adam her gün elli kere arayıp paralarının bittiğini söylüyordu. Onun ve beni doğuran o kadının sesini duymak midemin kasılmasına sebep oluyordu. Yüzümü buruşturup odadan çıktığım da dış kapının açıldığın gördüm. Hale telaşla içeri girip "salona geç" dedi. Şaşkınca bir süre ona bakıp "neyin var senin?" diye sordum. Hale sıkkın bir nefes alıp "Sibel Oğuz bey sabah beni yanına çağırdı" dedi. Merakla yerimde doğrulup "ee anlatsana Hale" dedim. Hale ellerini saçlarına geçirip "Sibel adam senin istifanı kabul etmeyip iki hafta mazeret izni yazdırmış. Bir de sen bir sözleşmeye imza attın mı?" diye sordu. Kaşlarımı çatıp "ne demek mazeret izini? Ben birkaç evraka imza attım ama sözleşme değildi" dedim. Hale ayaklanıp "pazartesi günü işe mecburen dönüyorsun Sibel. Adam seni istifanı kabul ederse tam bir milyon tazminat ödeyeceğini söyledi" dedi. Duyduklarımla beynimden vurulmuşa dönerken dolan gözlerimle "nasıl?" diye sordum kısık çıkan sesimle. Hale ayağa kalkıp "adam kafayı sıyırmış gibiydi. İki haftadır sen kafana bir şey takma diye anlatmıyorum ama hepimizin canına okudu. Serkay ile yumruk yumruğa gireceklerdi bir toplantı esnasında. Sibel anlam veremiyorum tüm bu olanlara" dediğin de ağırca yutkunup "ben ne yapacağım?" diye sordum. Hale "bak her şeyi bir kenara koy Sibel. Benim düşündüğüm yalnızca sensin canım benim. Bu meblağı ödeyecek ne senin ne de benim durumum yok. Adam resmen imkansızınla beni tehdit etti" dediğin de dudaklarımdan bir hıçkırık çıkmıştı. O adamı görmek istemiyordum ve istemediğim bir şeyi şuan için yapmak zorunda bırakılıyordum. Hale "sakinleş Sibel bu akşam Serkay ile Oğuz beyin davetlisiyiz" dediğin de şiddetle başımı sallayıp "istemiyorum ben o adamı görmek istemiyorum" dedim. Hale "ne yapalım peki? Önerin var mı?" diye sorduğun da büyük bir çığlık atıp "yok bir önerim yok" dedim. Hale sıkıca boynuma sarılıp "hadi bir duş al ve sakinleş. Bu adamın nasıl bir karı ağrısı var ancak sen çözeceksin. Ama kaçarak değil" dedi. Gözyaşlarımı silip "onunla yalnız görüşeceğim" dedim. B u sefer hale bana şaşkınca bakarken odama doğru yürüyüp kapıyı açtım. Yatağımın üzerinde olan telefonumu elime alarak Oğuz denilen adi adamın numarasını bulup üzerine bastım. Birkaç çalıştan sonra "nihayet" diyerek açmıştı telefonu. Öfke ile "neredesiniz Oğuz bey?" diye sordum. Oğuz bey "evimde birazdan çıkacağım" dedi. Derin bir nefes alıp "bu yaptığınız kalleşlik Oğuz bey. Sizinle çalışmak istemediğimi bildiğiniz halde bana bunu nasıl yaparsınız?" diye sordum. Oğuz bey "o sözleşmeye imzayı atman için seni zorlayan ben değilim Sibel. Yanımda çalışan herkese uygulanan bir prensip bu, kimseye taviz veremem" demişti. Dişlerimi sıkıp "ben böyle bir sözleşme imzalamadım" dedim. Oğuz bey ise kahkaha atıp "görev tanımı ve seyahat programlarının en altında buluna maddeyi okumamak senin ihmalkarlığın. Bu nedenle akşam yanımda, Pazartesi günü ise işinin başında olacaksın" diyerek telefonu yüzüme kapatmıştı. Sinirle çığlık atıp telefonu yatağa fırlattım. Hale açık olan oda kapısına yaslanıp "ben de senin kadar şaşkın ve öfkeliyim ama yüzleşmeden de bilemeyeceğiz" dedi. Sıkıntıyla soluk alıp "Hale mantığım almıyor yaptıklarını. İlk beni asistanı seçti hadi ona tamam. Ya ilk toplantıda bana karşı olan tutumu kızım bacağım günlerce mosmor dolaştım. Yetmedi evine çağırdı gün bilerek elime vurup kaynar kahveyi üzerime dökmeme sebep oldu. Bir şeyler var ama ne?" dedim. Gerçekten akıl karı değildi bu adamın sergilediği davranışlar. Canım yanıyordu bana karşı bakışları bile aklıma geldiğinde. Gözlerimi kapatıp "Hale ben bunca zaman katil olmadım ama bu saatten sonra olacağım sanırım" dedim. Hale "hadi sakinleş ve hazırlan neymiş bu adamın karın ağrısı öğrenelim artık" dedi. Ne olacaktı? Kendine yeni bir oyuncak arıyordu piyango bana çarpmıştı işte. Sıkkın bir soluk verim gözlerimi açarak "nefret ediyorum o ibneden" dedim. Hale kıkırdayıp "alemsin ya hadi hazırlan" diyerek odadan çıkmıştı. Sinirle giysi dolabını açıp ne giyebilirim diye baktım. Hiç abartmaya gerek duymadan beyaz haki yaka gömlek ve altına da kot pantolon çıkarttım. Üzerimdeki kıyaferleri sinirle çıkartıp yere attıktan sonra ilk olarak gömleği üzerime geçirip altına da dar pantolonumu giydim. Saçlarımı kendi halinde hafif dalgalı bırakırken makyaj yapma gereği duymamıştım. Yüzüme hafif nemlendirici sürüp odadan çıktığım da Hale "ne bu hal?" diye sordu. Gözlerimi devirip "bir de o ahmak için tam tekmil hazırlanacağımı söyleme bana" dedim. Hale dudaklarını birbirine bastırıp başını sallarken ben de mutfağa geçip su içtim. Bakışlarım güzel İstanbul'un ışıldayan manzarasına dönerken bu şehre siyahı hiç yakıştıramadığımı fark ettim. Karanlık bu şehrin üzerini kapattığın da sanki koca binalar mezar taşıymış ve bu siyah gök yüzü kaldırılamayacak bir kara toprakmış gibi geliyordu. Hal bu ki güneşin doğuşu, mis gibi boğaz havası, mısır çarsının o büyülü kokusu, kanlıcanın yoğurdu daha sayamadığım bir çok şey güneşin altında altın gibi parlıyordu. Kimi gece ışıldayan bu ışıkları sevse de ben siyahı değil gözlerime tüm güzelliği ile görünen beyaz ışıkla seviyordum bu şehri. Derin bir nefes alıp mutfaktan çıkarak odama geçtim. Telefonumu ve çantamı alarak tekrar salona döndüm. Hale "hazırsan çıkalım" dediğin de şaşırmıştım. Yüzümü buruşturup "asla hazır değil ve bir ömür böylece kalabilirim" dedim. Hale kıkırdayıp "neler olacağını ben de fazlasıyla merak ediyorum hadi çıkalım artık" dediğin de yanaklarımı içime çektiğim hava ile doldurup dudaklarımı büzerek geri çıkarttım. Hale "çocuk gibisin ve inanılmaz inatçısın" dedi gülümseyerek. Başımı sağa sola doğru sallayıp "bitsin bu gece" dedim. evden çıkmadan önce salaş beyaz hırkamı da yanıma almayı ihmal etmemiştim. Her ne kadar belli etmesem de hasta olacak gibiydim. Bu mevsim geçişlerinde maalesef sene de bir kez muhakkak hastalanır ve kilo kaybederdim. Özellikle yoğun öksürük ve ateş beni yaşamaktan soğuturdu. Günlerdir zencefil ve karanfil çayı içiyordum. Küçükken annem muhakkak tarhana çorbası yapar içine biraz tulum peyniri kırıkları atıp pul biber ile süslerdi. Rahmetli babam ise meyve kabukları, kabuk tarçın, karanfil ve biberiye ile kış çayı hazırlayıp içine bir çay kaşı bal koyarak zorla içirirdi. O günler aklıma gelince gözlerim sulanmıştı. Aile olmak bambaşka bir şeydi ve ben babamı kaybedene kadar bu güzel günleri doyasıya yaşamıştım. Ama annem hayatımız cehenneme çeviren o kararı verdiği gün benim için ölmüştü zaten. Öylesine yaşadıkları aşkı bir çırpıda unutup başka bir adamla yetmezmiş gibi bir de üzerine babamdan kalan ne varsa hepsini o adama yedirmişti. Her anne kutsal olabilir ama beni dünyaya getiren kadın o kutsallığını babamın ölümünden kısa bir süre sona yaptığı o evlilikle yitirmişti. İlk zamanlar çok ağlamıştım çok üzülmüştüm. Babamın yatağında o adamın yatması, hatta babama ait ne varsa onun kullanması zoruma gitmişti. Bir gece odama gelmişti. Gözlerimi kapatıp uyuyor numarası yaptığım da onun yutkunma sesleri ilişmişti kulağıma. Sonra üzerimi örtüp dudaklarımı okşamış, kokumu birkaç kez içine çekip gitmişti. Bu bir babanın evladı gibi gördüğü çocuğa sergileyeceği davranış değildi. Anneme ne kadar anlatmak istesem de anlatamamıştım. Sonra daha çok kapanmıştım içime derslerime vermiştim kendimi. Zaten çorap söküğü gibi bir bir gelmişti felaketler. Annem ilk önce yazlığı satmış edindiği paranın bir kısmı ile o adamın borçlarını ödemiş gerisini de bankaya koymuştu ama sadece kendine iş çıkartmıştı. Her gün bankadan çektiği paralar sadece on gün yetmişti. Sonrasında ben mecburen çalışmaya başlamıştım. Sözüm ona bana şefkat gösteren o adam para getirmediğim her akşam beni odaya kilitleyip bir güzel dövüyordu. Korkudan çığlık dahi atamıyordum. Çünkü attığım her çığlıkta daha çok vuruyordu. İşin en mide bulandırıcı yanı alkolden arındığın da hala daha baygın bir halde yatan beni inceleyip vurduğu yerleri öpmesiydi. O kadar güçsüz ve acizdim ki bırakın onu üzerimden atmayı kolumu kaldıracak dermanım kalmıyordu. Ani bir fren sesi ile başımı Hale'ye çevirip "ne oldu?" diye sordum. Hale çatık kaşlarla yüzüme bakıp "neyin var senin? Yola çıktığımızdan beri ağlıyorsun" dediğin de şaşkınca gözlerimi açıp ağzımı aralamıştım. Hemen ellerimle yüzümü silip "şey eski anılar geldi aklıma" dediğim de sinirle bakan gözleri yerini şefkate bırakmıştı. Yanaklarımı ıslatan yaşları özenle silip "unut artık o günleri. Kimse değil ben varım yanında ve bir daha o günleri yaşamayacaksın" dedi. Başımı usulca sallayıp "geldik mi?" diye sordum. Gözleri ile dışarıyı işaret ederken ben de merakla candan mekanı incelemeye başladım. Sonra üzerime bakıp "dilenci sanmazlarsa iyi" dedim. Hale ile aynı anda güldüğümüz de aracın yanına vale gelmişti. Derin bir nefes alıp araçtan indiğimiz de vale araca oturmuş ve arabayı otoparka götürmüştü. Hale "hadi bakalım gelmiştir beyefendiler" dediğin de başımı salladım. Birlikte yan yana yürüyerek mekana giriş yaptık. Uzun canlı koridordan geçtiğimiz de görevli bayan "rezervasyonunuz?" diye sormuştu tebessümle. Hale "Oğuz Dağhan" dediğin de kız "buyurun efendim size eşlik edeyim" diyerek önden ilerleyip yer gösterdi. Bu gösterişe gözlerimi devirmek istedim fakat Hale uyarı dolu bakışlarla bakınca yutkundum ve omuz silktim. Birlikte kapalı alanın dışına çıktığımızda Serkay bey ve Oğuz beyin koyu bir sohbete daldığını gördüm. İşin kötü yanı ise yan yana değil karşı karşıya oturuyorlardı. Derin bir nefes alıp ilerlemeye devam ettiğimiz de bizi ilk fark eden Oğuz bey olmuştu. Yüzü gerilirken hafif çatık kaşlarla beni incelemiş ardından bakışlarını Hale'ye çevirerek selam vermişti. Serkay bey ve Hale kucaklaşırken ben de elimdeki çantamı sıkıyordum. Oğuz bey elini uzattığın da nefretle bakmıştım gözlerinin içine. Parmak uçlarımla elini sıkıp bakışlarımı ondan çekerek Serkay beye yöneldim. Serkay bey "hoş geldiniz hanımlar. Nasılsın Sibel?" diye sorduğun da tebessüm ederek "teşekkür ederim siz nasılsınız Serkay bey" diye karşılık verdim. Serkay bey Hale'ye bakıp "ışığıma kavuştum daha nasıl olabilirim ki?" dediğin de tebessümüm koca bir gülümsemeye dönmüştü. Oğuz bey yanındaki sandalyeyi çekip "ayakta kalma" dediğin de öfkeli bir soluk verip yanına oturdum mecburen. Karşıma Hale onun yanına da Serkay bey otunca garsonlar sipariş almadan başlangıç servislerini yapmaya başlamışlardı. Oğuz bey genellikle Fransız mutfağı tercih ettiği için gelen ilk servis niçoise salatası olmuştu. Yanına servis edilen beyaz şarabın kokusu şeker aromalıydı ve tahmin ettiğim gibi elli yıllık bir şaraptı. Bu salatayı o kadar çok seviyordum ki yanına getirilen kişiye özel özel sosu her bir ürünün üzerine gelecek şekilde döktüm. Bu adamdan nefret ettiğim doğruydu fakat önümde duran lezzetli salataya asla hayır diyemeyecektim. Serkay bey "afiyet olsun" dediğin de gözlerimi nihayet tabağımdan alıp her birinin yüzüne baktım. Hale muzip bir ifade ile gülümserken dayanamayarak "kusura bakmayın ama bu salata favorim" dedim. Hale kıkırdarken Serkay bey de tebessüm etmişti. Oğuz beye bakma gereği duymadan salatamdan bir çatal alıp ağzıma attım. Damağımda bıraktığı o mayhoş lezzete bir yudum şeker aromalı beyaz şarap eklediğim de ayaklarım yer yüzünden kesilmişti adeta. Serkay bey "mazeret iznin bitmiş Sibel. Pazartesi günü sahalara dönüyorsun" dediğin de tüm iştahım yerle bir olmuştu. Elimdeki çatalı tabağın kenarına bırakıp "aslında bir milyon lira bulabilirsem gelmeyeceğim" dedim. Serkay bey şaşkınca yüzüme bakarken Hale ufak bir kaş işareti yapıp bilmediğini ima etmişti. Başımı önüme eğip tebessüm ederek kaldırdığım da "Serkay bey ben mazeret izni kullanmadım. Anladığım kadarıyla haberiniz yok. Ben istifa ettim" dedim. Serkay bey şaşkın bakışlarını Oğuz beye çevirdiğin de "bu ne demek?" diye sordu. Oğuz bey gayet rahat bir şekilde "evet istifa etti ama ben kabul etmedim. Ancak bir milyon sözleşme bedeli karşılığın da holdingden çıkışını veririm" dedi. Serkay bey "çalışanlara ne zamandır tazminatlı sözleşme imza attırılıyor?" diye sordu sert çıkan sesiyle. Oğuz bey ise masaya kollarını dayayarak "o sıradan bir çalışan değil Serkay. Benim kişisel asistanım ve bu konu tartışmaya açık bile değil" diyerek nokta koymuştu. Serkay bey "sen neden istifa etmek istedin? Üstelik beşinci yılına girmiş ve bizlerle çalışmayı bu kadar severken!" diye sordu. Derin bir nefes alıp daha fazla rezil olmamak adına "başka planlarım vardı mesela bu şehirden tamamen gitmek gibi ama nasip olmadı" dedim. Serkay bey "sen iyi bir çalışansın Sibel. Çok şaşırdım açıkçası hiç beklemiyordum böyle bir durumu" dedi. Ardından bakışlarını Hale'ye çevirip "sen neden söylemedin?" diye sordu. Hale "bu benim sana anlatabileceğim bir durum değildi Serkay. Sonuç olarak Sibel'in kendi hayatı için almış olduğu bir karar ve bizim ilişkimizle bir alakası yok" dedi. Başımı sallayıp "üstelik ben kimsenin bilmesini istemedim" diyerek de ekledim. Arkadaşım benim yüzümden ilişkisinde problem yaşasın istemiyordum. Serkay bey derin bir nefes alıp "peki şimdi ne yapacaksın?" diye sordu. Öfkeli bir soluk alıp "Pazartesi günü görevimin başında olacağım. Fakat bu meblağı bulduğum an işten ayrılacağım" dedim. Serkay bey "aslında bu görüşmeyi yalnız yapmalıydınız" dediğin de "hayır görüşme yapmaya gerek bile yok" dedim. Gelen servis elemanı yiyemediğim salatamı götürdüğün de iç çektim. Ardından ara sıcak olarak gelen baharatlı peynir toplarına baktım. İştahım kaçmıştı ve bu yüzden servis istemeyecekken Oğuz bey kulağıma eğilip "sana bunların hepsini zorla yedirmemi istemezsin değil mi?" diye sordu kısık çıkan sesi ile. Serkay beye rezil olmamak adına başımı ona çevirip olumsuz anlamda başımı salladım. Bu adam tam bir pislikti hem de en kalitelisinden. Bakışlarımı önüme çevirip peynir toplarına bir süre baktım. Yavaşça peynir çatalını elime alıp bol zeytin yağı ve limon ile servis edilen peynir topundan bir tane ağzıma alarak çiğnemeye başladım. Lezzeti hoşuma gitmişti ama daha güzel bir gecede bu lezzetleri tüketmek isterdim. Serkay bey "bak kraker ile denemeni tavsiye ederim" dediğin de tebessüm ederek başımı salladım. Hale Serkay beyin kulağına eğilip kısa bir şey söyledikten sonra birlikte masadan kalkıp "hemen geliriz" demişti Serkay bey. Şimdi bir de bu adamla yalnız kalacaktım. Sıkıntıyla nefes alsam da tebessüm ederek başımı sallamıştım. El ele yanımızdan uzaklaşan ikilinin ardından öylece bakarken omzuma konulan kol ile vücudum kas katı kesildi. Oğuz bey "bu kadar uzak durma ve bana karşı bakışlarındaki o nefreti sil" dedi. başımı dikleştirip gözlerinin içine bakarak "içimden sana kaliteli bir pislik olduğunu söylüyordum ama yok yanlış tespit etmişim. Sen baya düpedüz aşağılık bir pisliksin" dedim. Oğuz bey erkeksi bir kahkaha atıp kulağıma eğilerek "sen bu düpedüz pislik olan adama mahkumsun damla" dedi. Gözlerinin içine bakıp "Damla mı?" diye sordum. Oğuz bey çarpık bir gülümseme ile yüzüme bakıp "isminin anlamı henüz yere düşmemiş yağmur damlası. Bir de eski Türklerdeki tanrıça" dediğin de hayretle yüzüne bakmıştım. Oğuz bey anlını anlıma yaslayıp "yunan tanrılarını kıskandıracak kadar güzel ve yere düşmemesi gereken nadide bir esersin Sibel" dedi. Ağırca yutkunup onun cenderesinden kaçmaya çalışırken ensemden tutup kısık bir sesle "sen gökten henüz düşmemişken ben avuçlarımın içine aldım seni" dedi. Sonrası yoktu benim için. Öylesine ters köşe olmuştum ki ruhumu bedenimden çekip kendine hapis etmişti. Söylediği her söz anlamlı olsa da bana acı vermiş ve ağlama isteğimi çoğaltmıştı. Serkay bey komik hikayeler anlatırken ben sadece yüzüme yerleştirdiğim sabit tebessümle onları izliyordum. Algılayamıyor ve başka bir tepki veremiyordum. Çalan telefonum ise tüm düşüncelerimi kenara bırakmama sebep olmuştu. Çantamdan telefonu çıkartıp arayana baktığım da yüzümü buruşturmuştum. Arayan annemdi ve midem haddinden fazla kasılmıştı. Yerimden kalkıp "hemen geliyorum" diyerek masadan uzaklaştım. Mekanın içine girip boş koridorda en sona giderek telefonu açıp "ne var?" dedim. Kısa bir süre ses gelmese de nefes sesleri geliyordu. Dişlerimi sıkarak "alo" dediğim de "benim güzel kızım baban seni çok özledi" diyen Asım'ın sesi ile yerimde dona kalmıştım. Boşta kalan sol elimi yumruk yapıp "sen benim babam falan değilsin pis iblis. Ayyaş aşağılık herif. Ben babamı on sekiz yaşımda toprağa verdim ve bana bir daha sakın kızım deme pislik" dedim. Onun iğrenç kahkahaları kulağıma ilişince yüzümü buruşturup "ne için aradın?" diye sordum. Asım "seni özledim Sibel. Geceleri uyurken seni izlemeyi, kokunu içime çekmeyi özledim güzel kızım" dediği an "Allah senin gibi adamın belasını versin. Allah annem olacak o kadının da belasını versin" diyerek telefonu kapattım. Derin derin nefesler alırken belime dolanan kollar ile hemen arkamı döndüm. Oğuz bey elimden tutup beni çıkışa doğru sürüklerken tutmaya çalıştığım yaşlar gözlerimden akıyordu. Anında araba önümüze gelince beni araca bindirip "beni bekle ve sakın bir yere gideyim deme" dedi. Şuan öyle yenilmiştim ki başımı sallayıp çaresizce koltuğa oturdum. Kısa süre içerisinde elinde çantamla araca girip binen Oğuz bey yüzüme bakıp çantamı arka koltuğa atarak üzerime doğru eğildi. Emniyet kemerimi takıp yüzüme baktı. Dişlerini sıkıp "ağlama" diyerek yerine geçip öfke ile gaza basmıştı.  Nereye gittiğimizi bile soramadan öylesine ağlamaya başlamıştım ki ellerimle yüzümü kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. O kadar zoruma gitmişti ki söyledikleri kendimi çamura bulanmış kirli bir bez parçası gibi hissetmiştim. Allah'ın belası şerefsiz resmen bana olan iğrenç tutkusunu anlatmıştı. Midemin kasılmasıyla "durdur arabayı" dedim. Oğuz bey yüzüme anlık bakıp aracı sağa çekince hemen emniyet kemerini çıkartıp kapıyı açtım. Aynı anda büyük bir öğürtü ile kusmaya başladığım da saçlarımın yanlarımdan çekilmiş ve sırtım sıvazlanmaya başlamıştı. Şuan gökten yere düşen o damla tanesi olup toprağa karışarak yok olmak isterdim. Midem tamamen boşaldığın da eğildiğim yerden doğrulup Oğuz beyin uzattığı suyu elime alıp yüzümü yıkadım ve ağzımı çalkaladım. Oğuz bey yüzümü avuçlayıp "iyi misin?" diye sordu. Gözlerimden hala daha yaşlar akarken başımı sağa sola doğru salladım. Oğuz bey beni kendine çekip "şşşşttt ağlama artık" dese de her yanım yara bere içindeydi. Kendimi geri çekip "beni evime götürür müsünüz?" diye sordum. Oğuz bey hiçbir şey söylemeden beni araca bindirip yine emniyet kemerimi taktı. Kapımı kapatıp o da yerini alınca pencereleri biraz açıp hızla yol almaya başladı. Başımı koltuğa yaslayıp dışarıyı izleyerek devam ettim ağlamaya. Nasıl bir kaderdi bu? Bir hata bir evladın bu kadar mı hayatını allak bullak eder? Senelerce o adamla aynı evde kaldım ben. Şimdi düşünüyorum da ya o zamanlar bana tecavüz etmeye kalksaydı? Ben o zaman ne yapacaktım? Öz annem, beni dünyaya getiren kadın bile onu koruyup 'baban seni özledi kızım sevse ne olur?' diyen o aşağılık varlık o mu koruyacaktı beni? Bu düşünceler beynimi kemirirken babamı benden alan kadere bir kez daha lanet ettim. Can yanması, kan kokusu ne demek diye soracak varsa gelsin ben anlatayım. Bir insanın nasıl kalbi kanar da her soluğunda kan kokar iyi bilirim çünkü. Annem bana hayatı öğretecek, beni yetiştirecekken o acı çektirmeyi ve süründürmeyi tercih etmişti. Ben annemle yemek yapmaya çalıştığım babamın ise bizi kahkahalarla izlediği o günlere geri dönmek istiyordum. Benim annem bu kadar vurdum duymaz, bu denli bencil bir kadın değildi. Yıllardır içimi kavuran, yakan beni bu dünyaya getiren, saçlarımı özenle tarayıp her gece ören, öpücüklerle uyutup, koklayarak uyandıran kadın olamazdı. Benim annem bu kadın değildi. Yine hıçkırdığım da araç durmuş ve Oğuz bey emniyet kemerimi açıp "bu gece benim misafirim ol bu halde tek başına gitme eve" demişti. Sesi ne kadar yumuşaksa yüzü bir o kadar sert duruyordu. Sıkkın bir soluk alıp "eve gitsem daha iyi olur aslında" dedim. Oğuz bey sıkkın bir soluk alıp "bir şey yapmayacağım sadece yalnız kalma. Bu gece Serkay ve Hale birlikte plan yaptılar" dediğin de onunla mücadele edecek dermanı bulamamıştım kendimde. Öylesine yıkılmıştım ki başımı sallayıp yorgunca çıkmıştım araçtan. Oğuz bey çantamı ve telefonu eline alıp kapıyı açtırırken başımı bir an olsun yerden kaldırmamıştım. Birlikte evine girdiğimiz de yine bana yaşattıkları gelmişti aklıma. Oğuz bey eşyalarımı kenara koyup "sen salona geç ben üzerimi değiştirip geliyorum. Sana da rahat yatabileceğin bir şeyler vereyim" dedi. Başımı usulca salladığım an telefonum yine çalmıştı. Sert bir soluk alıp geriye döndüğüm de pufun üzerine koyduğu telefonuma baktım. Bilmediğim bir numaranın aradığın görünce şaşırmıştım. İçimden açmak gelse de duraksadım. Sıkkın bir soluk aldığım da telefon elimden alınmış ve Oğuz bey tarafından açılmıştı. Karşı tarafın sesini dışarı verdiğin de "kızım" diyen annemin sesi ile tüylerim diken diken olmuştu. Derin bir nefes alıp "hangi yüzle beni arıyorsun?" diye sordum. Annem ise "zor durumdayım kızım yardım et" dedi. Sinirlerimin bozukluğuyla kahkaha atıp "ne zaman olmadın ki?" diye sordum alayla. Annem "kirayı ödeyemedik" dedi ve ağlamaya başladı. Öfke ile "sus Allah'ın cezası sus. Sen bu hayata hepimizi mahkum ettin anladın mı? Şimdi ne yapıyorsan yap hatta mümkünse, biraz şerefin kaldıysa öl" dedim ve Oğuz beyin elinde olan telefonumu alıp kapattım.  Oğuz bey "üzerini değiştir ve bilmediğim ne varsa her seyi anlat" dedi. Başımı olumsuzca sallayıp "yapamam" dedim. Oğuz bey bir adım atıp elinin tersi ile yanağımı okşayarak "seni kimsesizleştiren bu hayatı bana anlat"... Bölüm bitti...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD