O.S.V 04

2154 Words
Sınavları başarıyla bitirmenin bize verdiği yetkiye dayanarak bölüm sınıfımızda parti düzenlemiştik. Kolalar alındı, müzikler açıldı. Önümüzde t cetvellerimizle çizim yaparken bir yandan hepimiz ayakta şarkıya eşlik ediyorduk. Bizim de partimiz böyleydi. Masaların arası 60 cm olduğu için t cetvellerimizi birbirimize uzatarak halay çekiyorduk. Kolanın kafa yaptığı kızlar olarak bunlar bize çok normal geliyordu. Bizim keyfimiz fazla yerindeydi. Ama Dilara bugün çok suratsızdı. Murat'la tartışmışlar. Ben diyorum onlar elektrik erkeği, hayır gelmez ama dinlemiyor ki. Kolasını fondip yapıp anırıyordu. "Murat, gözünü ağlatacağım senin. Oyacağım o ela gözlerini, hayvan." Kola kafa yapıyor derken çok ciddiydim. Çünkü el kol hareketleri olsun, ses tonu olsun votka şat yapmış gibiydi. Bize enerji veriyor, bu kızcağıza tartışmadan dolayı üzüntü. Utanmasa ağlayacaktı. Demet ablam giderlenirken, Dilara'ya da giderlenmesi için kafasına t cetvelimle patlattım. "Vurma lan," dedi ağzını yamultarak. "Zaten canım sıkkın." "Bir şey olmaz. 10 molasında barışırsınız. Tabii reisinin yanından ayrılırsa." Padişahımız Kutay reis, Murat da sadrazam paşaydı sanki. "Muratgilin damından atlatacağım o şerefsizi." Ne için kavga ettiler acaba, çok merak ettim. "Sebep neydi gülüm?" "Karlar yağdı şerefsiz dağlarına." Takmış bizim kız kafayı o türkülere. Kafaya her şeyi taka taka gençlik elden gidiyordu da haberimiz yoktu. Bunu ne zaman anlardık acaba, Bilmiyordum. Ama elbet bit gün her şeyin, en azından şu an üzüldüğümüz her şeyin bomboş olduğunu anlayacaktık. O günü görmeyi istiyordum. Bir an önce şu saçma sapan olayların arasından sıyrılıp gerçek hayata giriş yapmak istiyordum. Böyla kollarımı açıp gerine gerine, 'Ben geldim amk,' diyesim vardı mesela. Saçmalayanlarda bugünsün Ezgi. Hiç susmayanlarda her günsün Sebastian. Bugün Pazartesi ve okul çıkışı müzik gurubunun seçmeleri için konferans salonuna toplandık. Çiğdem, Dilara, Sebasfidan, Ayşenur, Gülcan da benimle beraber gelmişlerdi. En azından bir sürü insan arasında tek başıma şarkı söylemeyecektim. Zaten ben bu kızlarla söylemeye alışkınım anam. Yalnızken söylemem ki. Bölümümüze yakın olduğu için konferans salonuna ilk biz girdik. Kızlar arka tarafa kurulduğu zaman ben sahneye doğru ilerledim. Nuri hoca ve rehberlik öğretmenimiz, adını bilmiyorum, sahnede konuşuyorlardı. "Ezgi, kızım bak şu şarkıyı bir dinle. Hepiniz birer paragraflarını okuyacaksınız. Gelenler arasından seçme yapılacak." İnşallah ben seçilmem. Kulaklıklarımı takıp ön sırada şarkıyı dinlemeye başladım. Herkese mi şarkı veriyorlar diye düşünürken kendimi şarkıya verdim. Karadeniz şivesi vardı. Nuri hoca Karadenizli olduğu için bu şarkıyı seçmesine hiç şaşırmadım. Üst üste dinlediğim şarkının sonuna doğru Nuri hoca seslendi. 16 dakika 20 saniye geçmişti ve ben şarkıyı 3 kez dinlemiştim. Kulaklıklarımı çıkarıp kafamı kaldırdığım zaman salonun ve sahnenin dolduğunu gördüm. "Ezgi, gel kızım sen de." Yerimden kalkıp sahneye doğru giderken bilgisayar bölümünden bir kızın sesini duyduk. "Hocam ilk ben söyleyebilir miyim?" Aman da heyecana bakın hele hele. Al gülüm, sahne senin olsun. Onayı aldıktan sonra sahnenin ortasında yerini aldı. Mikrofon kullanmayacaktık sanırım. Sahnenin arkasında kucağına gitarı alıp oturan elektrik erkeği Murat vardı. Beyimiz pek bir romantik ya, gitar çalıyor demek ki. Aga anlamadığım şey, meslek lisesinde okuyup, ailelerinin durumları normal olan insanlar bu aletleri çalmayı nereden biliyordu? Bir tanesinin elinde keman vardı mesela. Bir diğerinin önünde adını bile benim bilmediğim, 6 tane tencere kapağına benzeyen bir alet. Vurarak çalınan, onun adı ne acaba? Ben herkes aynı şarkıyı söyleyecek diye beklerken kız Hande Yener'den Sebastian şarkısını söylemeye başladı. Şunu da merak ettim, bu kız sesinin neyine güvenip de gelmiş acaba? Havada ne karga kaldı, ne güvercin. Serçeler intihar etti, o derece bir ses. Herkes gülerken hocalar kendini tutuyordu. Ayıp tabii, nasıl gülsünler? "Tamam kızım," dedi Nuri hoca. "Biz seçmelerden sonra haber vereceğiz." O arada 3 kişi daha çıkıp şarkı söyledi. Arkadakilerin önüne notaları koymuşlar, onlar çalmaya çalışırken, solist olması gereken şahıslar söylüyordu. Aralarında sesi çok güzel olanlar vardı. Ama maalesef sıra bana geldi. Benden daha heyecanlı ressamlık kızları ve Nuri hoca ben sahnenin ortasına geldiğimde gözümün içine bakıyorlardı. "Giderim dalga gibi, bir ileri bir geri..." diye başladığım zaman Nuri hoca durdurdu. Aga nasıl bir cümle bu? Dalga gibi ileri geri falan gidiyor. Çok tövbelercesine. "Ezgi ama şarkıda Karadeniz şivesi var." Olsun hocam. Şarkı da var, ama bende yok. "O şekilde söylemeye çalış." "Giderum dalga gibi, bir ileri bir geri..." Nuri hoca bir daha durdurdu. Şarkıyı kendisi söylemeye başlayıp araya şiveyi kattı. Gözlerimi bir saniye kapatıp açtığımda onun söylediği gibi söylemeye başladım. Bilin bakalım kimi gördüm? Kavak ağacı en arka sıraya konuşlanmış, sadrazam Murat paşayı bekliyordu sanırım. Yayıla yayıla oturmuş beni izliyordu. Bok elektrik erkeği seni. Kavak ağacı. Dalları kırılasıca. "Koca Karadeniz'in yok midur bana da yeri?" Ben araya şive katınca çok abes bir şey çıkıyordu. Şart mıydı uşağım bu şarkı? Başka bir şey olaydı mesela. Ezberleyebildiğim yere kadar şiveyle okumaya çalıştım. Olduğu kadar, olmadığı kader be gülüm. İnşallah ben seçilmem. Bir de bununla uğraşamam hani, ne gerek var? "Ezgi sesin süper," dedi adını bilmediğim rehberlik öğretmeni. "Bu şarkıyı da özellikle Nuri hocamız seçti." Sebep? Orta yaşlarda mavi gözlü kumral saçlı bu adama, "Hocam ben şiveyi beceremem ki, doğma büyüme Bursalıyım," dedim. "Olsun kızım olsun," dedi Nuri hoca yanıma gelerek. "Sesin şarkıya çok yakıştı. Şive işini halletmemiz lazım. Hem sahnedekilere, hem oturanlara hitaben sordu. "Çocuklar bende öğretirdim ama işim yoğun. Şiveyi bilen bir arkadaşınız Ezgi'ye yardımcı olabilir mi?" Amk seçme dediler, çoktan seçtiler. Ben. Neden? Karpuz değiliz ki kafamıza vurup anlasınlar. Ne ara beğendiler, ne ara karar verdiler? Seçmece bunlar gel. Kesmece bunlar gelme. Ben içimden bin bir türlü laf söylerken salonun en arkasından bir ses gelince kafamı oraya çevirdim. "Ben öğretirim hocam." Şimdi ne diyeceğim bakın. Ananı s*kiyim. Bunu söyleyen bizzat kavak ağacıydı. Kavak ağacının ta kendisiydi. Kavak ağaçlarının efendisiydi. Ormanın reisi, reislerin kavağıydı. Daha nasıl anlatayım bilemedim. Ayağa kalkıp kendisi Nuri hocaya gösterdi. "Ben öğretebilirim hocam." Sahneye doğru adım atmaya başladı. 1,2,3,4,5,6...22 adım atıp sahneye çıkarak benim yanıma, Nuri hocanın karşısına dikildi. "Tabi ya," dedi Nuri hoca böbürlenerek. "Sen de Karadenizliydin." Demek kavak ağacı reis efendi Karadenizliymiş. "Annem oralı hocam, babam buralı." "Süper," dedi adını hala öğrenemediğim rehberlik öğretmenimiz. Benden başka herkes burada şu anda benim hakkımda konuşuyordu. "Ezgi, Kutay sana yardımcı olacak kızım." Olmasaydı iyiydi. "Kutay oğlum siz Ezgi'yle anlaşın, sen ona bu şarkının içindeki şiveli yerleri öğret." Nuri hoca rehberlik öğretmenine döndü. "Ne dersiniz Fikret hocam, iyi oldu bu iş?" Bence hiç iyi olmadı. Bu kasıntı, bu elektrik erkeği, bu bir kaç tane sevgilisi olan, bu kendini beğenmiş, bu egolastik reis bok kafalısıyla muhatap olmak zorunda mıyım? "Hocam," dedim bir anda. "Ben ne ara seçildim? Seçme dediniz ama değerlendirmeye bile almadınız diğerlerini. Ne ara ve neden ben seçildim?" Söylediğime Fikret hoca cevap verecekken Nuri hoca cevap verdirtmedi. Salondaki herkesin dağılabileceğini söylediğinde kızlar benim seçilmemden çok memnundu. "Yılan yap karşim," diye bağırdı Ayşenur salondan çıkarken. Sebasfidan elinde yaptığı yılanı görünce fazla sesli, "Tövbe bismillah," diye bağırıp salondan koşarak çıktı. "Ressamlık kızının duruşu yeter be gülüm," gibisinden bir sürü söz söyleyerek salondan çıktılar. Murat Dilara'nın gönlünü almak için arkasından koşarak gitti. Mahkeme duvarından beter, işeme duvarına benzeyen suratımla arkalarından bakarken yanımdaki kavak ağacının güldüğünü fark ettim. "Naber ressamlık kızı?" Az önce adımı kaç kere duydu, ama hala ressamlık kızı diyor. "Sana ne reislerin efendisi, sana ne?" Tersliyorum azıcık reis gibi davransana. Niye yavşak yavşak gülüyorsun? Hoşuna mı gidiyor ters yapmam, it? "Bana bir şey değil ama sana çok şey." "Niye kabul ettin? Ben seçilmek şarkı söylemek falan istemiyordum. Niye öğretirim falan dedin? Öğrenecek olsam şarkıyı dinleye dinleye de öğrenirim o şiveyi..." Bilmiş bir yüz ifadesi yapıp ellerini arkasında bağladı. "İşini kolaylaştırdım." "Aksine," dedim tersleyerek. "Zorlaştırdın. Yeterince işim vardı, bir de bu şarkı muhabbeti çıktı." Sinirle kafamı 90 derece sağa çevirdim. "O işi değil ressamlık kızı. Hani bana çok aşıksın ya, öyle diyorsun. Ara sıra yanına geldiğim zaman belki, bir ihtimal cesaretini toplar ciddi ciddi söylersin, beni sevdiğini." Utanmadı. Yemin ederim söylediklerine utanmadı, bir de kahkaha falan atıyor. Ama öyle olmaz reis efendi. Sen benimle alay etmeye kalkarsan ben de seninle alay edebilirim. "Ah be reis, diyorum da inanmıyorsun. Çok seviyorum diyorum, daha ne diyeyim?" 10 saniye sesli güldüm. "Ah be ressamlık kızı, diyorum da inanmıyorsun. Kaç tane var senin gibi, sana nasıl sıra gelsin?" Yemin ederim kaç tane olduğunu merak ediyorum. 10 saniye yapmacık bir sesle güldü. "Diyorum ki Kutay reis," dedim gülerek. Sonra kendimi tutamayıp ciddi ciddi sordum. "Kaç tane var?" Bir anda o da ciddileşti. "Ne oldu, çok mu merak ettin?" "Tabii ki hayır." Valla merak ettim. Sayısı nedir amk? "Belli canım," dedi gülerek. "Ondan ciddi ciddi soruyorsun..." O bunları söylerken ben onun kirpiklerini saymaya başlamıştım. "38 tane, uzunluğu 1 cm." Ne dediğimi anlamadı, doğal olarak. "Ne diyorsun sen?" diye sordu kaşlarını çatarak. Hakikaten. Ne diyorum ben? Bu kadar kola içmeyecektim. Kafa yapıyor bizde. "Kirpiklerin," dedim pat diye. Bok Ezgi. Çük Ezgi. Beynin dağılsın Ezgi. "Ne?" Kesinlikle haklı. Kim bugüne kadar kirpiklerini sayan bir insan evladı görmüştür ki, benden başka? Bence sayısını bilemediğim sevgilileri bile bilmiyordur. "Kirpiklerin 38 tane. Boyları 1 cm." "Var ya," dedi tebessüm ederek, "Ressamlık kızlarına deli derlerdi de bu kadarını da tahmin etmiyordum..." "Siz de şerefsiz elektrik erkeklerisiniz," dedim 2 cm yüzünü yakınlaştırıp. Göz bebekleri 2 milim. Allah belamı verecek benim. Çok kafiyeli oldu yemin ederim. Bak gene oldu. "Delisiniz," dedi 2 cm yaklaşarak. 4 cm geri çekilip eski pozisyonumu aldım. "Şerefsizsiniz..." Eşhedü enla ilahe illallah. Allah'ım sen konuyu biliyorsun. Beni öldürecek korkusu her an içimde yaşasam da kendimi tutamıyorum. Ne olur sen affet. "İstediğini de, bana ne?" dedi gülerek. Harbi şerefsiz. Katıksız herif. Salak salak gülmesine ve sevgililerinin sayısını öğrenemediğime sinir oldum. "Öleceğim ya." "Geç bile kaldın. At kendini köprüden aşağıya..." "Komik değil," dediğimde 5 saniye sustu. "Sen şimdi bana her seferinde sevdiğini söylüyorsun ya, bir kere de ciddi ciddi söyle bakayım. Belki inanırım." Mal reis. Bok reis. Hayır böyle kıt akıllı bir salağı nasıl reis yapmışlar anlamam ki. Benim gibi kafası çalışmıyor. Hatta hiç çalışmıyor. "Saçmalıyorsun," dedim ciddi ciddi. "Seninle dalga geçtiğimi anlamayacak kadar saf mısın?" "Her karanlığın içinde bir aydınlık. Her aydınlığın içinde bir karanlık var derler ressamlık kızı." Çin atasözü. Seni çakma Ceki Cen seni. "Ee?" dedim devamını dileyerek. "Her şakanın altında da bir gerçeklik payı yatar, bil istedim." "Peki," dedim gülerek. "O zaman şu şakayı da yapmak istiyorum. Seni bir gün elektrik teliyle gerçekten boğmak istiyorum." Al sana şaka. Bak şaka yaptım. Ama altında gerçeklik payı da var. "Yok ya," dedi mal herif. "Bu şakayı beğenmedim." "Sen beğenesin diye yapmadım zaten. Altında yatan gerçeklik payından ne kadar nefret ettiğimi belli etmek istedim sadece." 6 saniye gülümsedi. 4 saniye gülüşü azaldı. Kafasını 2 kere sağa, 2 kere sola çevirip yüzüme 5 cm yaklaştı. "Bir gün eline geçerse, hiç bekleme olur mu? Bir kere de boğ beni. Son söylediğin şakayı uygula, ama ilkini uygulama." Neden be çük beyinli reis? Diğerlerinden sıra mı gelmez? Aman ne üzüldüm, ne üzüldüm. Şimdi oturup ağlayacağım. 15 saniye boyunca aynı pozisyonunu korudu. Gözümün içine bakıp bakıp arkasına dönüp salon çıkışına doğru 2 adım attı. Neden böyle bir şey dedi onu da anlamadım. Baya baya ciddi dedi hem de. Manyak mıyım lan ben elimi senin buğday teninin içinde akan kana bulayacağım? Kavak ağacı seni. Arkasını dönüp mandallı kaşıyla ters bir bakış attı. "Bir daha söyle bakayım." "Neyi?" dedim hayret ederek. "Az önce söylediğini." İki adım atıp önümde durdu. "Belli etmek istedim." En son bunu demiştim brolar, değil mi? "Son söylediğin!" dedi dişlerini sıkarak. Ne dedim lan? En son belli etmek istedim dedim. "Tamam işte..." "Kavak ağacı seni dedin." Oha ben onu dışımdan mı söyledim? "Kavak ağacı ne lan? Odun muyum ben?" Yemin ederim size, şu anda alkışlamak istiyorum. Tebrikler Iphone 11 kazandınız. Kişiliğinizi doğru bildiniz, dememek için zor tutuyorum kendimi. Boynuna madalya takmak istiyorum. Bu sefer beni 10 saniye içerisinde boğarak öldürür. Yapar bence. Çünkü neden yapmasın? Babam alıştırdı bu lafları bana. "Yo, demedim," dedim ciddi ciddi. "Hiç der miyim?" Böyle de döneklik görülmedi. Madalya gönder Sebastian. Söylesene kız kahvaltıda yürekli peynir yemiş deli ressamlık kızı. Söyle de şehadetinin sonunu getir. "Dedin lan." Demedim demek istemiyorum. Çünkü dedim. Şehadetini tamamla Ezgi. Sizlerle de cennetin ücra köşelerinde buluşup hikayenin devamını anlatırım artık. Kutay reis beni boğarak öldürdü, geldim burada takılıyorum falan. "Dedim, tamam dedim ama sor bakalım neden dedim?" Gözlerini kısıp 40 derece açıyla eğildi. "Neden dedin?" "Böyle sürekli yaklaşıyorsun ya, parfüm kokun geliyor. Odunsu bir koku bu..." Battın Ezgi. Bataklıktan son kez el salla. Elveda ressamlık kızlarım. Mezarıma orkide dikin. "Tam erkek kokusu. Adı ne parfümünün? Babama da alayım, güzelmiş..." Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü... "Çok beğendiysen sana vereyim?" dedi gülerek. Yavşak yavşak gülüyordu. "Yastığına sıkar, geceleri beni hayal edersin. Belki rüyanda bile görürsün. Çünkü anca rüyanda görürsün..." Kahkaha attı lan. Resmen kahkaha attı. Seni adi düzenbaz kavak ağacı seni. Sebastian giderimi getir. "Yaklaş," dedim parmağımla işaret ederek. Boynuna doğru eğilip kokusunu çekiyormuş gibi yaptım. "Seni gördüğüm geceler, anca kabus olur Kutay reis. Geceleri görsem, dünyayı zombiler bastı diye ortalığı ayağa kaldırırdım. Ve emin ol, seni öldürmek için ilk ben saldırırdım..." Kahkaha atarak geri çekildiğimde çok ters bir tepki bekledim. Çünkü sinir olması gereken bir şey söyledim, ama sinir olmadı. İfadesiz bir yüzle gülüşüme baktı baktı sustu. 15 saniye sonra kahkaha atmayı bıraktım, tebessüm ediyordum. 5 saniye gözlerime baktı, 5 saniye yanaklarıma baktı, 5 saniye dişlerime ve dudaklarıma baktı, 7 saniye gözlerime tekrar baktı. "Görüşürüz, ressamlık kızı..." Ses tonunda da yüzündeki gibi bir ifade yoktu. Boştu. Yada doluydu. Ama ne doluydu? Onu çözemedim işte. Saniyede bir attığı adımlarını seyredip salondan çıkmasını izledim. Gitti. 20 saniye içinde salondan çıktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD