BÖLÜM 2

1181 Words
Evimin bahçesine girdiğimde otlar o kadar uzundu ki arabayı garaja almakta ciddi anlamda zorlandım. Park edip inmek üzereyken O’na baktım, uyumuştu. İç kanama riski aklıma geldiğine uyandırmak için kolumu uzattığımda yine bileğimden yakaladı. Gözlerini açmadan sordu: “Geldik mi?” “E-evet” dedim kekeleyerek. Bu defa korkmuştum. İlk kez birinden korkmuştum. Gözlerini açtı ve inmek için hamle yaptığında acıyla bağırarak açık kapıdan düştü ve yere yığıldı. Aşağıya inip yanına koştum. Kollarımla onu sardım ve yerden kaldırdım. Onu içeri taşımaya çalışırken bir yandan mırıldanmalarını duyuyordum “Arabayı sakla, izleri yok et. Sakla, yok et... Saklamalısın...” Neyden korkuyordu bu adam böyle? Başımı yeniden belaya soktuğumu söyleyen iç sesim beni iyice endişelendirmişti. Ama artık çok geçti. Onu evime getirmiştim bir kere. Bekleyip görecektim. Anahtarla kapıyı zar zor açıp onu ilk bulduğum koltuğa bıraktım ve dediklerini yapmak için geri döndüm. Bu sırada mantığımın nerelerde gezmekte olduğunu ve onun her dediğini yapmamam için bana neden engel olmadığını bilmiyordum, gerçekten… Dışarı çıkıp arabayı iyice içeri aldım ve garaj kapısını kapadım. Otlarla fazla uğraşmama gerek kalmamıştı çünkü çoktan ayağa dikilmişlerdi bile. Bu bahçenin inatçı otları ilk kez işime yaramıştı. Hızla içeriye koşup ışığı yaktığımda birden bağırdı: “Yakma! Kapat ışığı, hemen! Lanet olsun hemen!” Donup kalmıştım. Kendimi toparlayıp ışığı kapadığımda yine sesini duydum. “Bu gece karanlıkta kalacağız. Işık açmayacağız anlaşıldı mı?” Bu kez sinirim iyice tepeme çıkmıştı ve konuşmaya başladım. “Ne demek karanlıkta olacağız? Nesin sen? Ne tür bir manyaksın acaba? Sana çarptım ve bu yüzden vicdan azabı duyup seni evime getirdim. Hastaneyi tercih ederdim ama gizemli nedenlerinden dolayı istemedin. Senin sorunun nedir söyler misin?” “Söyleyemem. Sadece bu geceyi atlatmak zorundayım, yarın uyandığında beni görmeyeceksin” “Pekala, sormuyorum bir şey. Uyandığımda gidecek olmana da çok sevindim çünkü tatilimi senin gibi bir kaçıkla geçirmek istemiyorum. Ama sana bu gecelik de olsa bir uyarı: bana sakın bir daha sesini yükseltme! Anladın mı?” Umursamaz bir tavırla “Sen bu kadar uzun cümleler kurmazsan ben de sana bağırmayacağım” dedi. Cevap vererek kendimi sinirlendirmek istemediğimden sessizce garaja inip paketleri içeriye taşıdım. Taşıma işi bittiğinde mutfağa geçtim ve yemek hazırlamaya koyuldum.Sıkı sıkıya kapalı koyu renk perdelerden dolayı içeri ay ışığı bile girmiyordu. Dolabın içine yerleştirdiğim bir mumun varla yok arası ateşinde yemek yapma çabam taktire değerdi. Aperatif bir şeyler hazırlayıp ona tepsiyle götürdüğümde çok ilginç bir şey yapmışım gibi suratıma baktı. “Bana yemek mi hazırladın?” “Evet neden şaşırıyorsun buna?” “Bilmem. Yüzündeki ifade bana belindeki silahla beni vurmayı arzuladığını söylüyor da” “Belimdeki silahı  bu karanlıkta nasıl fark edebildin sen?” diye sordum.  “Beni buraya taşırken sana sarıldığımı unutuyorsun. Narin belindeki şişkinliği fark etmemek mümkün değildi. “ dedi pis pis sırıtarak. Benim onu buraya taşıyan kadar belim kopmuştu, onun gözlemlerine bakın. Pislik. Çorbasını içmekte zorlanınca kaşığı elinden aldım ve beklemesini söyledim. Mumla birlikte yukarı çıkıp 2 tane yastık ve bir battaniye alarak geri geldim. Önce ceketini yavaşça çıkarıp onu yastıkların üzerine yasladım. Oldukça rahat görünüyordu. Üzerine battaniyeyi örtüp çorba tepsisini elime aldım ve ona içirmeye başladım. Çorba bittiğinde gözlerinin kapanmaya başladığını fark ettim. Uyuması risk olabilirdi ve önce nesi olduğunu anlamam lazımdı. Konuşmaya başladım. “İsmini sorabilir miyim?” “Neden?” “Sana hitap etmek için, merak etme nüfusuma almayı düşünmüyorum” “Gerard, ama benden sonra bu ismi zikretme başına bela olur” “Nasıl yani?” “Boşver” “Peki Gerard, uykun geldi farkındayım ama önce kırık yada çatlak var mı diye bakmamız gerekiyor” “O neden?” “İç kanama riskin olabilir!” “Sinirlenme, iç kanamam falan yok” “Bunu nereden bilebilirsin ki? Sana çarptım” “Bana çarpmadın” “Nasıl? Bilincin mi kayboluyor, başına çarptıysam bu olabilir. Başında kan var zaten. Bak hastaneye gitmeliyiz” “Sana hastane yok dedim!!!” diye bağırdığında öyle korktum ki geriye doğru kendimi itince birden yere düştüm. Yine bağırmıştı. Bu adamın derdi neydi gerçekten. Ona  yardım etmek için uğraşırken o sürekli olarak bağırıyordu. Kendimi toparladığımda bana uzanan elini gördüm. “Hadi elini ver de yardım edeyim” “İstemiyorum” dedim ve kendi çabamla yerden kalktım. Pencereye doğru yaklaştım ve perdeyi hafifçe aralayıp dışarıya baktım. Hareket yoktu. Arkamda nefesini duyduğumda birden dönüp ona baktım. “Bak” dedi ciddiyetle “Benim başım belada. Bana sen çarpmadın bu konuda vicdan azabı duymana gerek yok. Ben vuruldum ve karın bölgemdeki ağrının nedeni de bu.” Anlattıklarından gözlerim büyümüştü. Şaşkınlığımı görünce konuşmaya devam etti: “Sana uzun uzun anlatamayacağım bazı şeyler geldi başıma. Vuruldum ve kaçmak zorunda kaldım. Buranın batı yakasında bir köye saklanıyordum. Orada kurşunu çıkarıp yaramı tedavi etmeye başlamıştım ama beni yine buldular ve yine kaçtım. 2 gündür kaçıyorum.” “Peki ya onlar?” “Peşimdeler hala. 2 gündür dinlenmeden kaçıyorum. Beni yakalamış olmaları gerekti ama sanırım onlar benim gibi durmaksızın devam etmediler ve bu yüzden arayı biraz açtım.” Yüzünün bu kadar güzel olduğunu yeni farkediyordum. Siyah saçları, yeşil gözleri ve kocaman beyaz dişleri vardı. Dudakları özenle çizilmişçesine güzeldi, dolgun sayılabilirdi. Çıkık elmacık kemikleri çekiciliğini perçinlemişti ve oldukça gür ve uzun olan kaşları bütün öfkesinin tersine uysal bir hava veriyor. Kirli sakalı ona ayrı bir yakışıklılık katmıştı. Sesinin tonunda büyü vardı sanki, uysallaşmış onu dinliyordum. Birden ayakta olduğumuzu hatırlayıp: “Oturalım, ayakta kalmamalısın. Ayakta kalırsan kanaman olabilir.” Dedim. “Tecrübeli gibisin?” dedi soran gözlerle bakarak. “Bir kaç kurşunla tanışmışlığım var, önemsiz” dedim. Şaşkındı ama soru sormadı. Koltuğa oturdu, ben de tek kişilik koltuğu yakınına çekeren ayaklarımı toplayarak koltuğa yayıldım. Sormaya devam ettim. “Seni çok yormak istemiyorum, sabah gideceksen uyuyup dinlenmelisin ama biraz daha anlatır mısın  neler olduğunu?” “Peki... şey... Ya senin adın nedir?” “Elisa” “Tamam. Bak Elisa, bilmeni istiyorum ki ben kötü bir şey yapmadım. Kimseyi öldürmedim. Birlikte yaptığımız bir işte bana ihanet ettiler, oyun oyandılar diyelim ve ben de bunun intikamını aldım. Sadece intikam ama kimseyi öldürmedim. Bana inan ve bu konuda başka soru sorma” dedi. O kadar katı duvarları vardı ki sürekli onlara çarpıp canımın acıdığını hissediyordum. Kabalığı, mesafesi ve soğukluğu, ha bir de öfkesi... O bağırdığında kanımın akmadığını hissediyordum. Ben kimseden korkmamıştım bugüne kadar. Babam öldükten yani öldürüldükten sonra geceleri tek başıma ata binmekten bile korkmamıştım. Bir çok tehlikeli şey yapmıştım ve bir defa bile korkmamıştım. Ama bu adama karşı dizlerimin bağı çözülüyordu korkudan. Bütün düşüncelerimin arasında birden kafamda bir lamba belirmişçesine durdum: “Bir dakika ya, bak konu değişti atladık. Peki ben sana çarpmadıysam seni bulduğum yerde arabama çarpan neydi?” “Bir odun parçası” dedi bütün özgüveniyle. “Arabama odun mu attın?!” “Durdurmanın başka yolu mu vardı?” dedi. Cevap vermeden öylece yüzüne baktım. “Odun parçasını durman için attım. Aslında durdurduğum kişinin arabasını alıp onu orada bırakıp gidecektim ama seni gördüğümde seni o izbe yolda yalnız bırakmak bana yanlış geldi. Bu yüzden şuanda bana katlanman gerek. Yarına kadar.” diye devam etti. Sinirlenmiştim ama iyi bir tarafını da olduğunu görmek biraz iyi hissettirmişti. Arabamı gasp etmemesi ve beni o yolda kaderime bırakmaması da iyiye işaretti değil mi? Salak mıydım ki ben? Bütün bunları düşünürken sessizleştim. Ellerimi koltuğun kolunda üst üste birleştirerek yanağımı üstüne yasladım ve düşüncelerimde boğulmaya bıraktım kendimi…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD