Birden bir bağırma sesiyle olduğum yerden sıçradım. Ne olduğunu anlayamadan karşımda Gerard’ın hızla nefes alıp vererek ellerini başının arasında tutmuş bir şekilde durduğunu gördüm. Sadece bakıyordum. Uyuyakalmıştım, sanırım o da uyumuştu ve kabus görmüştü. Ona nasıl baktıysam, birden elleriyle ellerimi tutup
“Özür dilerim Elisa, kabus gördüm. Seni korkuttum üzgünüm” dedi. Bense sadece bakıyordum. Birden uzaktan gelen ve giderek yaklaşan seslerle birlikte birbirimize baktık. Sesler orman tarafından geliyordu. Gerard hızla mumu söndürdü ve “Onlar” dedi fısıltıyla.
Buraya girerlerse Gerard’ı öldürürlerdi, hatta beni de öldürürlerdi. Araba için çok geçti, kaçamazdık. Gerard yaralıydı ve onu garaja taşıyıp arabaya bindirene kadar adamlar çok tan gelmiş ve tepemize binmiş olurlardı. Tek şans onları burada olmadığımıza inandırmaktı. Birden aklıma evin kapısındaki asma kilit geldi. Önce koşarak mumları söndürdüm. Sonra da fırlayarak dışarı çıktım. Gerard arkamdan ne yaptığımı anlayamadığı için sadece “Hayır, yapma! Ben kötü bir şey yapmadım. Yapma Elisa!” diye haykırıyordu. Ona açıklama yapma işini sonraya bıraktım çünkü zaman yoktu. Dışarı çıkıp asma kilidi kapıya takıp kilitledim. Camlardaki kilitler zaten duduyordu, yalnızca biri açıktı. Onun da kilidini taktım. Garaj kapısına koştum onu içerinden kilitlemiştim zaten. Ön tarafı kontrol ettikten sonra arka tarafa geçtim. El fenerlerinin ışıkları gitgide yaklaşıyordu. Köpek seslerini duyduğumda korkum daha da artmıştı. Gerard yaralıydı ve kan kokusunu alabilirlerdi. Koşarak evin arkasındaki eski ahıra ulaştım. Stres anında salgılanan şu salgı cidden insanın kafasını hızlı çalıştırıyordu. Ahıra ulaştım. Burada geçen yıl atlar bakılıyordu, bu yıl ise çok izbe olduğundan kimse kullanmak istememişti kasabadaki akrabalarımızdan. Neyse ki geçen senenin kalıntıları hala duruyordu. Koşarak içeri girdim, ay ışığı bana yardım ediyordu ve ben de ona teşekkür ediyordum içimden. Atlara su verilen büyük tahta fıçıyı alarak içine at dışkılarını doldurmaya başladım. Hayatımda duyduğum en iğrenç kokuydu bu ama yapacak bir şey yoktu. İyi tarafı dışkılar eski olduğu için ıslak ve yapışkan değillerdi. Topladığım dışkıları evin etrafına, arabanın geçtiği yerlere ve Gerard’ın kokusunun sinmiş olabileceği her yana öbekler halinde döktüm. Işıklar iyice yaklaşmıştı. Tahta fıçıyı ahıra bırakarak arka tarafa koştum. Göle bakan balkonun alt kısmında gizli bir eve giriş kapımız vardı. Ağabeyimle birlikte yapmıştık, babam bile bilmezdi. Dışarıdan bakıldığında evin ahşap duvarı gibi dursa da gizli mandalı çekildiğinde hareketlenen tahtalar sayesinde bir kapı oluşuyordu ve içerideki odalardan birine açılan bir kapıyla eve bağlanıyordu. İçeriden ve dışarıdan kilitleyip açmak mümkündü. Bu kapıyı ağabeyim planlamıştı. Geceleri ata binmek için ya da yüzmek için izin vermeyen babamdan kaçış yoluydu. Kapıyı biraz zorlanarak da olsa buldum ve içeriye girdim. Sesler iyice yakınlaşmıştı ve daha anlaşılır olmaya başlamıştı. Gerard’ın ne halde olduğunu bir an önce öğrenmek istiyordum ve gizli geçitten geçip bağlandığı odadan yukarı çıktım. Neyse ki hala merdiven duruyordu.
Gerard’ın yanına ulaştığımda başını ellerinin arasına almış çaresizce bekliyordu. Beni gördüğünde yerinden hızla kalktı ve kollarımı sıkmaya başladı.
“Sen ne halt ettiğini sanıyorsun?”
“Burada olduğumuz anlamasınlar diye...” dedim ürkekçe.
“Ne yaptın?”
“Kapının asma kilidini dışarıdan kilitledim. Köpekler konuyu almasın diye de at dışkısı döktüm geçtiğimiz yerlere”
“Korkunç kokuyorsun” dediğinde sinirlendim
“Dışarıdakilerden korkunç değildir herhalde”
“Peki içeri nasıl girdin?”
Ben cevap veremeden sesler evin önünde toplanmıştı. Gerard ağzımı eliyle kapayıp birlikte koltuğun arkasına, yere uzamamızı sağladı. Adamlar kendi aralarında konuşuyorlardı:
“Burası terk edilmiş gibi reis”
“Gidip arka tarafa bakın başka kapı var mı?”
“Köpekleri salın!!” diye haykıran adamın sesinden sonra vücüdum kaskatı olmuştu. Yaptığım şey yeterli miydi bilmiyordum ve korkuyordum. Gerard vücudumun bu ani kasılmasını farketti ve kulağıma eğilerek “Korkma Elisa, bir şey olmayacak” dedi.
O sırada sırtımda sıcak bir ıslaklık hissediyordum. Sanırım korkudan terlemiştim.
“John! Arka taraftaki kapının dışında da asma kilit var. Oldukça paslanmış. Burası Tanrı’nın unuttuğu lanet bir çiftlik evi dostum!”
“Buradaki kapıya da bakın ne durumda! O lanet herif hangi cehenneme girdiyse bulacağım! Fare deliğine bile bakacaksınız!”
Adam bağırdığında ben de aniden Gerard’ın elini tuttum. Elini ağzımdan çoktan çekmiş, bir eli boynumun altında diğer karnımın üstüne duruyordu. Korkumu anlamış gibi beni daha çok kendine çekti. Balkonda duyduğum ayak sesleriyle birlikte nefesimi tuttum. Bir süre sadece ayak sesleri duyuldu. En sonunda bir adam yine bağırarak:
“Reis, bu lanet evin camları bile asma kilitlerle kilitlenmiş. O pislik buraya girmek istemişse bile Tanrı bu kez ona yardım etmemiş! Ne dersin John” dedi ve kahkahayı patlattı.
John denen adam lider olmalıydı, komut veren ses hep aynıydı ve herkes ona bildiriyordu durumu.
“Haddi gidiyoruz, buraya saklanamadığı belli. Fazla uzaklaşmış olamaz. Ormanda izini kaybettirmek istemiştir, ormanın diğer tarafına yürüyün!!!” diye haykırdığında yine sıçradım. Gerard’ın güçlü kolları beni yine sıkıca sardı başını saçlarımın arasına gömdü. Bu halimiz beni heyecanlandırmış ve anlamadığım şekilde mutlu etmişti.
Yerde bir süre bekledik. Adamların gittiğinden tamamen emin olmak için kalktım ve ormana doğru baktığımda ışıkların bizden gitgide uzaklaşarak gözden kayboluyordu. Gerard ise hiç kıpırdamıyordu. Ona seslendim
“Gerard, gittiler. Artık kalkabilirsin”
Gerard tepki vermedi. Sesi çıkmıyordu. Mumu alıp yaktım ve yanına yaklaştığımda yerdeki kanları gördüm. Elimi sırtıma götürdüm, geriye çektiğimde yine kandı. Tanrım adam ölüyordu. Tekrar koşarak ışıkların ne durumda olduğuna baktım. Artık neredeyse görünmüyorlardı. Diğer mumu da yakıp kolonun arkasına koyarak Gerard’ı yerden kaldırdım. Ondan gelen iniltiyle ölmediğini anlamış ve biraz olsun rahatlamıştım. Önce gidip ellerimi iyice temizledim ve sonra koşarak mutfağa gittim ve oradaki dolaptan pamuk, sargı bezi, alkol ne bulduysam alarak salona koştum. Yavaş yavaş gün ağarmaya başlamıştı ve daha kolay hareket ediyordum. Gerard’ın karnını açtım ve eski sargı bezini çıkardım. Yaraya baktığımda enfeksiyon kapmaya başladığını gördüm. Hemen açtım. Önce suyla etrafını temizleyip sonra alkolü yaranın üzerine döktüm. Gerard acıyla kıvranıyordu. Elimden acısını dindirecek hiçbir şey gelmiyordu.
Yarasını elimden geldiğince temizleyip yeniden sardım. Alnındaki terleri silmek istediğimde ateşinin çıktığını fark ettim. Bu enfeksiyonun arttığını gösteriyordu. Buna bir çözüm bulmalıydım acilen. Tek çare kasabaya inip ilaç almaktı. Saatin geçmesini beklemek zorundaydım çünkü bu kadar erken saatte ilaç almak için eczane aramam dikkat çekebilirdi. Önce at pisliği sinmiş olan bedenimi temizlemek için duşa girdim. Her yerimi temizledikten sonra üzerime bir kot ve bir bluz geçirdim. Zaman geçmiyor gibiydi. Evde volta atıyor, kafamda planlar tasarlıyor arada da Gerard’ın alnında biriken terleri silerek ateşini kontrol ediyordum. Bunlarla oyalanarak vaktin ne kadar geçtiğini anlamak için saate baktığımda artık saat normal sayılırdı. Yolda geçireceğim zamanı da sayarsak kasabaya inebilirdim artık. Zaten daha fazla bekleyemeyecektim. Ölmesine izin veremezdim. Gerard’ı orada bırakıp ölmemesi için dua ederek koşup garaja inip kapısını açtım ve arabayı çıkardım. Yolda deli gibi gidiyordum. Kasaba çok uzak sayılmazdı, ben de bildiğim kestirme bir yoldan gidiyordum. 1 saatten fazla süren yoldan sonra sonunda kasabadaydım. İlaç alabilecek bir yer aradığımda eczanenin kapalı olduğunu gördüm. Henüz açılmamıştı. Evet saat erkendi kabul ediyorum ama evimde ölümle pençeleşen bir adam vardı ve her dakika onun aleyhinde işliyordu. Eczanenin yanındaki dükkana daldım. Terzi atölyesiydi burası. İçeride duran 60lı yaşlarındaki sevimli adama selam vererek içeri girdim. Eczanenin açılıp açılmayacağını sordum. Adam bu saatte açılması için erken olduğunu fakat haber verirsek gelebileceğini söyleyerek yanındaki çırağı çağırdı. Ona bir şeyler söyleyip gönderdi. Çok geçmeden kapıda şişmanca, kısa boylu ve çok sevimli bir kadın belirdi. Bu kasabaya göre oldukça modern duruyordu. Sanırım evi yakındaydı, oldukça çabuk gelmişti çünkü.
“Merhaba Louis, ilaca ihtiyacı olan bu tatlı bayan mı?” dedi.
“Merhaba. Evet ilaca benim ihtiyacım var, kardeşim bir kaza geçirmişti. Onun için ilaç gerekli. Yardımcı olabilirseniz çok sevinirim” dedim en nazik tavrımla.
“Buralardan biri gibi değilsiniz” dedi kadın ve peşinden gitmemi işaret ederek yürümeye başladı.
“Buralı sayılırım” diyerek onu takip ettim ben de.
Dükkana geldik ve kapıyı açtı. İçeriye girdiğimde dışarıdan görünen küçük haline inat oldukça zengin ilaç raflarının olduğunu gördüm.
“Kardeşinizin neyi var?”
“Sormayın, motosikletle kaza yapmıştı. İnat etmiş hastaneye gitmemekte ama kesilen yerlerinde enfeksiyon olmuş. Ben de onu görmek için izin aldım. Buradan 3 kasaba sonra Redding kasabası var biliyor musunuz?”
“Gitmedim ama duydum tatlım” dedi oldukça samimi bir şekilde. Kadın konuşmuyor sanki şakıyordu. Kısa kesilmiş, kıvırcık saçları kahverengi içinde beyazlarıyla oldukça gür ve canlıydı. Minik bir burnu ve yuvarlak bir ağızı vardı. Gerçekten buraya ait olmadığı her halinden belli oluyordu.
“Orada yaşıyor ailem. Ben uzun süredir burada değilim ve eczane görünce başka olup olmadığını bilmediğim için almak ilaç istedim” dedim. Ne kadar yalancıydım Tanrım!
“Haklısın tatlım, başka eczane bulamazsın. Evet, ilaç ismi var mı, yoksa ben mi belirleyeyim?” dediğinde endişemi belli etmemeye çalışarak:
“Siz daha iyi seçersiniz diye tahmin ediyorum. Enfeksiyon baldırında. Yumuşak doku olduğu için hangisi daha etkili olursa ondan istiyorum. Ayrıca alkol, tentürdiyot, pamuk, sargı bezi, ağrı kesici ve ateş düşürücü de olsa iyi olur. Enfeksiyon ateş yapar malum” dedim ve gülümsedim.
“Tabii tatlım. O zaman hepsinden 2şer kutu yapayım, ya da 3. Redding uzak. Gelmeniz zor olursa kullanmanız için” dedi. Nasıl sevinmiştim içten içe.
“Ahi olur evet, çok iyi olur hanımefendi, çok teşekkürler” dedim.
Kadın bütün ilaçları paketledi ve parasını uzattım. Tam çıkarken
“Sen çok iyi bir kardeşsin tatlım. Kardeşine iyi bak” dediğinde ona dönerek:
“Evet kardeşim çok değerli ve ona bir şey olacağından çok korktum. Yardımlarınız için gerçekten teşekkürler” diyerek dükkandan çıktım.
Oradan market denilebilecek büyüklükte olan yere girdim ve yiyecek içecek, Gerard’a iyi gelebilecek meyve, sebze, et ve işimizi görecek başka ne bulduysam aldım. Her ihtimale karşın 2 düzine mum ve 20 kadar pil alıp bagaja yerleştirdim. Yola çıkmak için sabırsızlanıyordum
Redding’e gitmediğim anlaşılmasın diye gideceğim yolun tersine doğru sürdüm. İleriden bir yol gideceğim tarafa bağlanıyordu. Buralarda çok at binmiştik ve çok iyi biliyordum. Sürmeye devam ederken bir kalabalık gördüm. Gördüklerim karşısında kalbimin duracağını hissetmiştim. Bunlar o adamlar olmalıydı. Ellerinde tüfekler ve yanlarında da köpekler vardı. Bana durmam için işaret ettiklerinde yanıma duran ilaç paketini alıp koltuğun altına doğru sakladım. Yanlarında durdum ve camımı açtım.
“Merhaba bayan, üzgünüm yolunuzdan alıkoyuyorum ama size bir soru sorabilir miyim?”
“Tabii buyurun” dedim doğal davranmaya çalışarak. Bir yandan da köpeklere bakıyordum. Adam korktuğumu anladı ve “Korkmayın bir şey yapmaz size” dedi. Aman ne rahatlamıştım.
“Bayan biz bir arkadaşımızı arıyoruz. Avlanıyorduk ve o yaralandı. Sonra da onu kaybettik. Yaralı kimseye rastladınız mı?” diye sordu.
“Ah hayır, arkadaşınız için çok üzüldüm ama kimseye rastlamadım” dedim inandırıcı olmaya çalışan bir ses tonuyla.
“Siz buralı mısınız?” dedi şüpheci bir tonda. Ya da ben heyecan ve korkudan böyle algılıyordum.
“Reddingliyim aslında ama burada yaşamıyorum. Aile ziyaretine geldim” dedim.
“Anlıyorum. Teşekkürler, lütfen yolunuza devam edin. Yolda yaralı birini görürseniz buralarda olacağız biz. Sizi alıkoydum bağışlayın” dedi. Bu gangsterin nezaketi karşısında şaşırmıştım.
“Eğer görürsem size haber vermek için elimden geleni yaparım. İyi günler” dedim ve camımı kapatıp yola devam ettim. Geri dönüş için bildiğim kestirmeye daldım. Yolu uzatmıştım ve aklım Gerard’daydı. Yolun kötü oluşuna aldırmadan deli gibi sürdüm.
Eve vardığımda yine arkamdaki izleri yok ederek içeri koştum. Koltuğa baktım Gerard yoktu. O an bayılacağımı hissettim. Gitmişti. Gideceğini söylemişti zaten. Ama kendinde değildi. Nasıl gidebilirdi ki? Olduğum yerde koltuğa çöktüm. Battaniyesini aldım ve kollarıma doladım. Gözlerim dolmuştu. Neden bu kadar üzüldüğümü anlayamazken banyodan gelen boğuk sesle yerimden kalktım ve koşarak oraya gittim. Gerard! Gitmemişti ve sanırım kusuyordu. Yanına gidip onu tuttum. Bütün bitkinliğine rağmen kaşlarını çatıp bana döndü:
“Sen neredeydin?!” dedi gergin bir şekilde
“Sana ilaç almaya gittim Gerard” dedim ve elimi suyun altına sokarak yüzünü yıkadım. Yardıma ihtiyacı olmadığını ve bu iğrenç görüntüye bakmamamı söylese de onu dinlemedim. Midem bulanmamıştı. Havluyu alıp yüzünü kuruladıktan sonra elimi beline dolayıp onu salona doğru götürdüm. Gerard ise sessizce bana itaat etti.
Onu yatırdıktan sonra önce yarasını kontrol etim. Aynı görünüyordu ama en azından kanaması yoktu. Ben onunla uğraşırken o da dikkatle beni izliyordu.
“Elisa dışarı çıkman tehlikali bunu biliyorsun” dedi oldukça hassas bir ses tonuyla.
“Ama yaran enfeksiyon kapmış ve kan kaybettin. Buna seyirci kalamazdım” diye yanıtladım.
“Ben kusarken bile yanımda durdun. Sen nasıl bir kadınsın”
“Birinin kusmasından etkilenmeyen tek insan olmadığıma neye istersen bahse girebilirim. Abartılacak bir şey değildi. Şimdi sessizce dinlenmeye bak olur mu? Birazdan yemek yiyeceğiz.”
Yarayı yeniden kapadıktan sonra yemek hazırlamak için mutfağa geçtim. Güç toplaması için yemek yemeliydi. Mutfakta geçirdiğim yaklaşık 1 saatin sonunda yemek hazırdı. Yemekten önce midesini rahatlatmak için nane ve limon kaynatıp içirdim. Bu kadar zaman kaçmıştı ve gece üşütmüş olabilirdi. Nane limon içirdikten sonra yemekleri tepsiye koyup yanına geldim. O kadar güçsüz duruyordu ve o kadar yardıma muhtaç bir hali vardı ki, peşindeki adamlara rağmen ona yardım etmek için ne gerekiyorsa yapabilirdim. Yemeğini kendi yiyemeyeceği için ben yedirdim yine. İtiraz etmeden ne uzattıysam yedi. Sonra ilaçlarını getirdim ve içirdim. Yarasını açtım pansumanın yeniledim ve onu yeniden yatırdım. Hemen uykuya dalmıştı. Bense önce bir şeyler atıştırdım ve sonra başına çektiğim tek kişilik koltuğa tüneyerek beklemeye başladım. Hiçbir şey yapmadan onu izliyordum. Yatan bu adamın bana bağırıp çağıran adam olduğuna inanmak mümkün değildi. O kadar masum uyuyordu ki…
Gün aydınlanmaya başlamıştı ve ben hiç uyumamıştım. Gerard hafif iniltiyle gözlerini araladığında ona gülümsedim.
“Sen… Uyumadın mı?” dedi gözlerini ovuştururken
“Hayır. Nasıl hissediyorsun?”
“Daha iyi, sanırım gidebilirim artık” dediğinde göğsümün ortasına bir şey saplanmış gibi hissettim.
“Hayır!” dedim. “Gidemezsin”
“Anlamadım?” dedi şaşkınca.
“Daha iyileşmedin Gerard. Bu halde kaçamazsın, seni yakalarlar.”
“Ama burada daha fazla kalamam Elisa. Seni de belama bulaştıramam daha fazla.”
Gözlerim ne ara dolmuştu bilmiyorum ama kendimi kontrol edemeden ağlıyordum.
“Elisa, neden ağlıyorsun?” diye sordu gerçekten şaşkın bir ifadeyle.
“Gitme” diyebildim sadece. Tanrım ben neden böyle davranıyordum. Sevgili mantığım hala gezintisinden dönememişti anlaşılan.
“Elisa, ağlama lütfen. Gitmem gerek biliyorsun. Bu benim sorunum” dediğinde itiraz ettim.
“Hayır Gerard! Ben seni bu halde bırakacak birine mi benziyorum? Gitmene izin vermiyorum. O adamlar hala etrafta. Kasabaya indiğimde yolumu kestiler” dedim birden.
“Ne?” diyerek yerinden doğruldu. “ Elisa ne demek yolumu kestiler? Sana bir şey yaptılar mı? Elisa sana zarar verdiler mi?”
“Hayır hayır. Sadece avda yaralanıp kaybolan arkadaşlarını aradıklarını söylediler. Rastlayıp rastlamadığımı sordular. Endişelenme” dedim onu yatıştırmak için.
“Ah lanet olsun!” dedi. “Tamam Elisa bir daha dışarı çıkmıyorsun anlaşıldı mı?”
“Sen?” dedim vereceği cevabı nefesimi tutarak bekledim.
“Tamam, ben de gitmiyorum. Sen haklısın iyice iyileşmeden gidersem yakalanmam kolay olur. Bu halde seni de koruyamam” dedi.
Sevinçle huyumdan nefret ediyorum. Bu nefrete rağmen hala aklıma geleni söylüyordum ne yazık ki.
“Gerard” dedim sakince. “Seni kanlar içinde görünce çok korktum ve inan bir an öldüğünü düşündüm. Bu korkunç bir duyguydu. O yüzden senin bu sabah iyi uyandığını görünce iyi hissettim” diye açıklama yaptım. O ise bu açılamamdan ikna olmadığını ima edercesine yamuk bir şekilde güldü. Sonra da:
“Gel biraz uyu” diyerek battaniyesini kaldırdı ve beni yanına çağırdı.
“Ama ikimiz… Rahat yatamazsın” dedim.
“Yatabiliriz, rahatsız olmam, gel” dedi.
İnadı bırakarak yanına uzandım. Battaniyeyi örttü ve kollarını bana doladı. Öyle garip bir huzurdu ki hissettiğim, birkaç dakika içinde uykuya daldım.