Giriş
Başka birisinin benden şüphe duyacağı kadar uzun süre izlediğim tavanda artık hayali şeyler görmeye başlamama ramak kalmış gibi hissediyordum. Fakat bunu hissedebiliyor olmama rağmen asla kendimi yataktan kalkmaya hazır bulmuyordum. Önümde düşününce bile başımı döndüren yoğunlukta bir gün vardı ve benim kolumu kımıldatacak mecalim yoktu. Sabah uyandığımdan beri yataktan çıkmamış ve günümün ilk yarısını böyle geçirmiş olmam tamamen bu yüzdendi.
Size şimdi anlatacaklarımı anlamanız için öncelikle biraz gerilere gitmem gerek sevgili dostlar. Sizinle çok da uzak olmayan geçmişimden günümüze hıphızlı kısa bir yolculuk yapacağız. Ki neden kendimi bu kadar kastığımı, bu kadar stres yaptığımı, uyandığımdan beri yataktan çıkmamak için neden bu kadar çabaladığımı daha iyi anlayın.
Üniversitenin üçüncü senesinin başında yaptığım bütün yalvarmalar, duygu sömürüleri, yağcılıklar işe yaramış ailemi ayrı evde yaşamaya ikna etmiştim. Aslında bu karara varmaların da benimle birlikte birkaç kişinin daha kaldığım yurdun yemekleri yüzünden zehirlenmemiz ve hastaneye kaldırılmamız da baya etkili olmuştu. Ben daha hastaneden çıkmadan babam yurttan kaydımı sildirmiş ve yemekhaneyi şikayet etmiş. Duyduğum kadarıyla sonrasında baya güzel bir ceza ödemek zorunda kalmışlar. Hastaneden taburcu olduğumda benim hasta halimle üç gün içinde çöktüğüme dair endişelenen babama biraz oyunculuk sergileyip tekrar eve dönmeyeceğime ikna etmiştim. Çocukluğumdan beri bana hiç kıyamayan babamın ikna olması çok zor olmamıştı.
Okula yakın küçük bir ev kiralamıştık. Okulum bitene kadar annemin beni gurbete göndermiş gibi davranmasına, babamın evimde uyurken gelip beni kaçıracaklarına olan inancıyla, kardeşim Defne'nin evimi bir kaçamak gibi kullanmasıyla baş etmiştim. Pek sevgili ailemin okulum bitince tekrar baba ocağına döneceğime dair bir inançları olduğunu öğrendiğimdeyse kolları sıvamış bu ihtimali tamamen yok etmek için okulum biter bitmez kendimi kabul ettirdiğim ilk işe girmiştim. Aslında okuduğum bölümle pek alakalı olmayan bir konumda çalışıyordum ama işe girerken ki düşüncem en alttan başlarsam kariyerim için daha iyi olacağıydı. Kariyerim için çalışırken birde kendi evimden, düzenimden ayrılmayacak olmanın güzelliği ve artık büyüdüğümü hissetmenin, kendi ayaklarım üzerinde durduğumu bilmenin tarifsiz hissi vardı tabi.
Fakat sevgili patronum benimle aynı fikirde değildi. İşe ilk girdiğimde aynı konumda olduğum diğer herkesten daha çok çalıştım. Ancak patronum bütün azmimi ve başarımı görmezden gelmişti ve terfi alamamıştım. Bu bir süre böyle gitmişti. Bırakın takdir almayı üst kademedeki çalışanların zorbalıklarına bile maruz kalmıştım. Bardağın taşmasına neden olan o son damla ise haksız yere suçlanmam olmuştu. Üniversiteden yakın bir arkadaşım rakip konumlarda olduğumuz bir şirkette çalışmaya başlamıştı. Bu kendini bana rakip belleyen sevimsiz çalışma arkadaşlarımın kulağına gittiğinde patronumuza yetiştirmiş ve büyük bir ihale öncesi sızdırılan dosyayı benim ifşa ettiğimi söylemişti.
Ona inananlar olduğunu fark ettiğimdeyse kendimi tutamamış ağzıma ne geldiyse sıralamıştım. İşe girdiğim ilk günden beri içimde kalan her şeyi patronumun ve sevimsiz çalışma arkadaşlarımın yüzüne haykırmak iyi hissettirmişti. Bütün sinirimi kustuktan sonra patronum bir süre yüzüme bakmış ve bana kovulduğumu söylemişti. Ona bu şirkette bir dakika daha durmayacağımı ama tazminatımın her kuruşunu alacağımı söyleyip eşyalarımı toplayıp şirketten çıkmıştım.
Haksız yere işten çıkartıldığım için depresyona girecek değilim. Kendimi buna ikna etmem biraz zor oldu tabi ama aynı günün akşamında eski sevgilimi yeni flörtüyle iş davetinden paylaştığı fotoğrafları görmüştüm. Ben bütün yıkılmışlığım ile bir başıma kalmışken herkesin evlilik yolunda yürüdüğümüzü düşündüğü muhteşem bir ilişkimiz varken benden ayrılan eski sevgilim koluna taktığı esmer bir hatunla partiliyor. Takdir edersiniz ki bunun üzerine güçlü kalmayı sürdürmem epey zor. Ani bir krizle evin altını üstüne getirmiştim. Sonra geçmeyen sinirimle bütün evi gecenin bir yarısı demeden temizlemiştim. Kime bu denli sinirlendiğime dair en ufak fikrim yok. Ben galiba bütün sinirimi stresimi tek seferde aradan çıkartmışım.
Bu gün ise işsiz kaldığımdan sonraki beşinci iş görüşmem. Bu işte olmazsa yapabileceğim hiç bir şey kalmıyor. Neyse ki umudum çok yüksekti ve bu sefer olacağına dair bir inancım var. İş için bu kadar pozitifken neden yataktan çıkmak istemediğimi sorgulayabilirsiniz elbette. Onun cevabı bambaşka bir konu. Benim canım, ciğerim, her şeyim deyip bağrıma bastığım pamuk anneannemin dünya gözüyle benim mürüvvetimi görmeden göçüp gitmek istemediğini anlatan uzun bir konuşmanın arkasından arkadaşlarından birinin torunuyla ayarlanmış ve düşündükçe mideme kramplar girmesine sebep olan bir randevum vardı. Sanki otuzumda evde kalmışım gibi davranan anneannem ve onun kankaları yüzünden yani bu iğrenç ruh halim. Bahsettiğim şereften yoksun eski sevgilimin arkasından yaşadığım üzüntüye ilk elden şahit olduğu için de yaralarımı kendince sarmaya çalışıyor biriciğim.
Sessizlik canımı sıkmaya başladığı dakikalarda açtığım ve konuşulanları hiç dinleyemediğim podcast'i bölen arama sesiyle biraz korkmuştum. Artık o kadar dalmışım ki tavana yıllardır kullandığım zil sesinden bile irkiliyorum. Darmadağın olmuş yatağın içinde ufak bir arama kurtarma çalışması sonucu bulduğum telefonun ekranında gördüğüm isim kendimi telefonu ararken ayak ucuma attığım yastıkla boğmak istememe sebep oluyordu. Çıkardığım ağlama seslerinin, daha çok can çekişen bir hayvanı andırıyor da olabilir, bana hiç bir yardımı olmadığını kabul edip kapanmak üzere olan aramayı cevapladım.
"Sakın bana hala boş boş yattığını söyleme!" hattın diğer ucundaki sevgili anneciğimin sesi resmen odayı doldururken çocukken yaptığım gibi kendimi yorganımın altına saklayıp bu azardan kurtulmayı diledim. Ama ne yazık ki her dileğimin gerçek olamayacağını öğreneli çok olmuştu.
"Annecim, hazırlanıyordum o yüzden açamadım." Hani bir söz vardı ya; kim ölmüş yalandan. Bence güzel bir söz.
Bir süre annemden hiç ses gelmedi. "Gerçekten mi?" şaşkınlıkla sorduğu sorudan benden böyle bir şey beklemediği anlaşılıyordu. Onu bir mırıltıyla onayladığımda benim garip anam inandı. "Niyeyse ben senin görüşmeye gitmek istemediğin için bir yere gitmek istemediğin zaman yaptığın gibi yataktan çıkmayı reddettiğini düşünmüştüm." görüyorsunuz değil mi beni ne kadar iyi tanıyor canım anam.
"Aşk olsun anne." dedim biraz kırgın bir sesle. "Çocuk muyum ben? Hem söz verdim sana randevuya gideceğim diye. Sözümden dönüp seni üzecek kadar düşüncesiz, hayırsız, vefasız bir evlat mıyım ben?" Sesimdeki kırgınlık ve yaptığım duygu sömürüsü işe yaramıştı. Annem hemen geri adım atıp kendini affettirmek için uğraşmaya başladı.
Annem Yeşim Gediz adı gibi yeşim taşını andıran gözleriyle özünde pamuk gibi bir insandır. Onun söylediğine göre ailecek bir olup onu zıvanadan çıkarmadığımız sürece yani. Kendisini ailesine adamış ama sosyal hayattan elini eteğini çekmeden devam edebilen, gizli süper güçleri olduğunu düşündüğüm harika bir kadındır kendisi. Ama bazen fazlasıyla sinirlendiği ve acısını çok güzel çıkarttığı zamanlar da olmuyor değil. İşte tamda bu yüzden biricik anneme hatırladıkça sinirlendiğim bir takım olaylardan dolayı işten çıktığımı söylememiştim. Hala daha söylemeyi düşünmüyorum açıkçası. Kendimi bu yüzleşmeye hazır hissedemiyorum. Annemin gelip önce beni haşlamasını ardından hızını hiç kesmeden çalıştığım yere gidip herkesi sıra dayağına çekmesini istemeyiz sonuçta.
Annemin ben böyle söyleyince üzülmesinden korkup lafı biraz evirip çevirdikten sonra daha fazla konuşursak anlayacağından emin olduğum için telefonu çabucak kapattım. Söylediklerimden sonra kalkıp hazırlanmaktan başka çarem olmadığını kabul ederek yataktan kalktım.
Önce banyoya gidip duş alabileceğim süreyi tavanımla bakışarak geçirdiğim için elimi yüzümü yıkamakla yetindim. Biraz daha ayılmış olmanın sağladığı dinçlikle dolabımın karşısına geçip giyecek bir şeyler bakındım. İş görüşmesinde şık olmak istiyordum. Randevuya ise üzerimdeki mavi renk sarı ördekli pijamalarla bile gidebilirdim.
Babamın bu randevudan bir haber olduğunu tahmin etmesi zor değildi ve eğer ona haber uçurursam kuvvetle muhtemel bu randevuyu iptal ederdi ve bende bu stresli halden kurtulurdum. Fakat daha sonra annemle karşı karşıya gelmek midemi değil kramplar, ufak tipsiz kemelerin kemirerek yok ettiğini hissettiriyordu. Bu yüzden uslu bir kız olup randevuya gitmeyi kabul etmiştim. Ancak bu kendi randevumu baltalamak için hiç bir şey yapmayacağım anlamına gelmiyor.
Haki rengi kısa kollu düz kesim bir elbise aldım ve aynanın karşısına geçip üzerime tuttum. Kumaşından dolayı olduğunu düşündüğüm farklı bir havası vardı. Hem iş görüşmesi için uygun bir şıklıkta hem de istemediğiniz randevu da giyilebilecek bir sadelikteydi. Ayağıma düşük topuklu sandaletlerimi giymeye karar verdim. Daha fazla oyalanırsam iş görüşmesine geç kalacağımın farkına vardığımda oyalanarak sadece kendime yaptığım işkenceye son verip çabucak üzerimdeki pijamalardan kurtuldum. Elbiseyi giyip beline sandaletimle uyumlu bir kemer taktım ve görüntüsünden memnun kalınca gözlerimin altında, dün akşam geç yattığımı ifşa etmeye meraklı olan siyahlıkları ve yüzümdeki solgunluğu makyajla kapattım. Yüzüme biraz olsun renk gelmesi için yanaklarıma yedirdiğim allığı biraz da parmaklarımla dağıttım. Saçlarımı gece yatarken örmüştüm bu yüzden örgüyü çözdüğümde oluşan dalgaları elimle düzeltip başımın üzerinde topladım.
İşim bittiğinde aynadaki görüntüm beni tatmin etmişti. Odanın dağınıklığına gözümü bile değirmeden küçük kol çantamı alıp çıktım. Kahvaltıyla uğraşmamak için geçen gün pastaneden aldığım limonlu kekten iki dilimi peçetenin içine sarıp yanıma aldım. Yolda içmek için giyinmeden önce çalıştırdığım makine kahvemi hazırlamıştı. Termosun kapağını kapatıp evden ayrıldım.
Arabaya bindiğimde çıkmam gereken saati çoktan geçtiğimi biliyor olmama rağmen gerçekten görmek biraz daha kötü olmuştu. Tek yapabileceğim şey ara sokaklara olan aşinalığıma ve şoförlüğüme güvenmekti. Aslında çokta iyi bir şoför olduğumu söyleyemem. Hatta annem tam bir trafik magandası olduğumu söyler hep. Ama o kadar da kötü değilim. Gerçekten. İnanın bana.
Önce sokağı ardından mahalleyi arkamda bıraktığımda radyoyu ve camları açtım. Esen tatlı rüzgar saçlarımı uçuştururken radyoda tanıdık bir melodi duydum. Modum çabucak yükselirken peçeteye sardığım keklerimden bir parça bölüp ağzıma attım. Enfes tadın damağıma yayılıp beni etkisi altına alması hiç uzun sürmezken vitesin arkasındaki boşluğa koyduğum kahvemden bir yudum aldım. Çantamın içine attığım telefonum çalmaya başladığında tek elimi uzatıp çantanın garip tokasını açmaya çalıştım.
Belki de bugün o kadar da kötü değildir. Ben kendi kendimi strese sokmuşumdur. Bence bunlar düşünülmesi gereken ihtimaller. Sabahki huysuzluğum ve enerjisizliğim kuş olup uçarken bu günden keyif almaya başladığımı bile söyleyebilirim. Kendimi güzel hissediyordum, kahvaltı menüm çok lezzetliydi, radyoda en sevdiğim şarkı çalıyordu. Bir gün bu kadar güzel olabilir miydi sevgili dostum?
Bu gerçek bir soru değildi esasen. Cevap bekleyerek sormamıştım. Ama anlaşılan evren böyle düşünmemişti. Bu yüzden şarkıya eşlik ederek gittiğim keyifli yolum çalan telefonumu açmak için gözlerimi yoldan ayırdığım o saniyelik zamanda bir anda bölünmüştü. Neden mi? Çünkü...
Kaza yapmıştım.
Bir adama çarpmıştım.
Sabah tavanla olan melankolik dakikalarımı unutup, kendimi şarkıya mı, kahvemin lezzetine mi yoksa aslında güzel bir gün geçiriyor olduğum fikrine mi daha çok kaptırmıştım bilmiyorum, ki aramızda kalsın sonuncu fikre daha yakınım, ama her mutlu olmak üzereyken 'al sana mutluluk.' deyip popoma bir tekme savuran evren veya anneannemin beni ikide bir baş göz etmek için uğraşan arkadaşının gizli gizli ettiğine inandığım bedduaları tutmuş mutlu olmamı istememişlerdi. Senin neyine keyifli olmak demişlerdi. Vurmuşlardı kırbacı. Bir dakika ne? İyice kaptırdım ben kendimi.
Israrla çalan telefonumu boş verip hemen arabadan indim. Yolun üzerinde sere serpe yatan adamın yanına koşturdum. Dizlerimin üzerine çöküp adama yaklaştım tam olarak beklediğim neydi bilmiyorum ama birden kalkıp iyi olduğunu söylese ve yürüyüp gitse hiç fena olmazdı.
Fakat bu bir hayal olmaktan öteye gidememişti. Kıpırdamadan yatan şahıs bunu sürdürmeye devam etti. "Pişt." oldukça saçma seslenişim karşısında hiç bir cevap alamadım. "Beyefendi?" dedim korkmuş bir sesle adamın kolunu dürterken. "Beyefendi iyi misiniz?" Birkaç kez daha dürttüm ama adam hiç kıpırdamıyordu. Tam o anda aklıma gelen ihtimalin gerçek olabileceğini fark ettiğimde donup kaldım.
Ben birini öldürmüştüm!