11. Bölüm

2390 Words
Kolumdan düşmek üzere olan çantamı tutmaya çabalarken adamın verdiği para üstünü de düşürmeden almaya çalışıyorum. Yine bir çabalamanın, uğraşmanın, didinmenin esiriyim sevgili dostum. Şaşırdık mı? Asla. Bu sefer sizlere pazardan sesleniyorum canım benim. Evet bildiğimiz mahalle pazarından. Kimi yerde çarşamba, kimi yerde cumartesi, kimisinde kalan 5 günden birinde kurulan o meşhur mahalle pazarlarından kendi güzide mahallemin pazarındayım. Bizimkisi salı günü kuruluyor. Para üstünü cebime koyup aldığım domatesleri havaya kaldırıp süzüyorum. Pekte güzel gözüküyor canım çerilerim. "Biz şu an tam olarak neden buradayız?" diye soruyor hemen yanımda benimle birlikte yürüyen Melih. Evet şu an tam olarak Melih Dinçer ile salı pazarındayız. İşte buna şaşırdınız değil mi? Bende çok şaşkınım. Kendisiyle her aklıma gelişinde beni stresten kurdeşen dökmenin eşiğine getiren malum davet için konuşmamız gerekiyor. Sadece 4 gün sonra yapılacak bu davetin raconuna dair hiçbir bilgim bulunmamakta. Bu malum daveti her hatırladığımda acaba o gün, Melih'e çarptığım gün, onu yerde bırakıp kaçsa mıydım diyorum. O kadar vicdansız olmadığım için bunu asla yapmayacağımı hatırlıyorum ve bu sefer de keşke hastaneye götürdükten sonra kaçsaydım diyorum. Hayır o gün bir iyi niyetim tutmuş şimdi nelerle uğraşıyorum. "Gördüğün gibi mutfak alışverişi yapıyoruz Dinçercim." zaten ortada olan şeyi söylediğimde inanamaz bakışlar atıyor. Önünde durduğum tezgahtaki kabaklara şöyle bir bakıyorum ve pek hoşuma gitmedikleri için devam ediyorum. "Haberin var mı bilmiyorum ama bunun için birçok uygulama geliştirildi. İnanır mısın sen tek bir tuşa basıyorsun ve adamlar kapına kadar getiriyor." sanki gerçekten bilmiyor muşum gibi anlatmasına gözlerimi devirmekle yetiniyorum. "O sana çok taze diye kakaladıkları yiyecekler hiç de taze değil. Malın en tazesi pazardadır. Ve sağlıklı olan taze olanıdır." diyorum önemli bir şey söylediğimi vurgulayarak gözlerine çeviriyorum bakışlarımı. "Kendin gidip seçip alacaksın en iyisi budur. Anneannem bizi böyle yetiştirdi. Çocukken sürekli birlikte pazara giderdik. Yazın mahallenin bir ucundan diğerine uzanan pazarda birlikte gezmek ve zorla parkın hemen köşesinde taze yapılan pamuk şekerlerden aldırmak en sevdiğim şeydi." eskilere gitmek yüzümde o bilindik huzurlu ve özlem dolu gülümsemenin yeşermesine yol açıyor. Kısık bir sesle "Etkilendim." diyor. Gülerek elimin tersini koluna vuruyorum. Dolaşmaya devam ederken gözüme takılan güzel kabaklarla hemen tezgaha ilerliyorum. Seçtiğim 5 kabağı tartması için tezgahtara uzatıyorum. Parasını ödeyip ilerlemeye devam ediyorum. Listemi hemen hemen tamamlamış sayılırım. Sadece limon ve salatalık kaldı. Bu kutlu haberi vermek için arkamı döndüğümde Melih'i görmem gereken yerde göremiyorum. Kaşlarım çatılırken etrafı hızlıca tarıyorum ama dalyan gibi boyu olan, resmi ve şık birisini göremiyorum. Böyle bir ortamda öyle birisi hemen dikkat çeker zaten ama ben bu tasvire uzaktan yakından benzer birini bulamıyorum. "Ay resmen koskoca adamı pazarda kaybettim." diyorum kendi kendime. Sonra bu söylediğim şeyin farkına varınca kıkırdıyorum. "Valla kocaman adamı kaybettim." etrafta hala Melih'i ararken gülmemi de durduramıyorum. Birkaç meraklı bakış bana dönüyor bu sırada. İnsanlar deli olduğumu düşünüyorlar ve ben bu düşünceyi yalanlayamıyorum da. Ne tarafa doğru gideceğimi bilemediğim için saçma sapan daireler çizmeye başlıyorum Melih'i bulacağım diye. Ama kendisine dair tek bir iz bile bulamıyorum. Aklıma neden ilk başta gelmediğini sorgulamayı sonraya bırakıp elimdeki poşetlere inatla çantamdan telefonumu çıkartmaya çalışırken görüş açıma pembe bir şey giriyor. Pembe ve kocaman. Ayrıca da çok güzel kokuyor. Bu pembe kocaman ve güzel kokulu şeyi elinde tutup gözüme sokmak istiyormuş gibi gözüken şahsiyete yani pek sevgili çakma sevgilime bakmak için biraz geriye çekilmem gerekiyor. Az önce pazarda kaybettiğimi düşündüğüm koskocaman adam karşımda elinde bir pamuk şeker ile duruyor. Neşeli ve gür bir kahkaha savururken elindeki pamuk şekeri kapıyorum hemen. "Seni kaybettiğimi düşündüm." diyorum neşe fışkırdığına emin olduğum gözlerimle şekerime bakarken. Bu söylediğim onu da güldürüyor. "Nereden çıktı bu?" diye sorduğumda arkamdaki bir noktayı işaret ediyor. Önündeki makinede pamuk şeker yapan adamı fark ediyorum. Tıpkı çocukluğumdaki gibi. Gülümseme yüzümden hiç azalmazken bir parça ısırıyorum pamuk şekerimden. "Bu çok güzel." gözlerimi kapatıp damağıma yayılan tadın beni çocukluğuma götürmesine izin veriyorum. "O kadar mutlu ve özlemle anlattın ki adamı gördüğümde gidip almaktan başka bir seçeneğim yoktu." diyor Melih benim bu çocuksu neşemi izlerken. Göz göze geldiğimizde ve yüzündeki ifadeyi gördüğümde yutkunma ihtiyacıyla kuşanıyorum. "Teşekkür ederim." diyorum oldukça içten bir şekilde. Eve döndüğümüzde ikimizde oldukça yorulmuştuk. Melih aldıklarımızı mutfağa bırakırken bütün bir yol yiyip bitirdiğim pamuk şekerimin çubuğunu mutfağa bırakıp yapış yapış olmuş ellerimi yıkamaya gidiyorum. Hemencecik üzerimdeki iş kıyafetlerinden kurtulup şeker pembesi renginde üzerinde kediler olan rahat pijamalarımı giyiyorum. Melih ile bu evdeki ilk resmi tanışmamızda da üzerimde çok sevdiğim pijamalarımdan birisi vardı ve daha yeni uyandığım için şaftım kayıktı. Aklıma o zaman geldiğinde kendi kendime gülüyorum. İş hayatımda olduğunun tam tersi bir şekilde kendi özel hayatımda insanların beni nasıl gördüğü ve ya görünüşümü nasıl eleştirdiğiyle ilgilenmem. Bu konuda oldukça rahatımdır. Kendimi Melih'in yanında da rahat hissediyorum. Şık bir takımla, güzel bir elbiseyle ya da kedili pijamalarla hiç fark etmeksizin hem de. Geri döndüğümde Melih'i bir bardak soğuk su ile mutfak masasında buluyorum. Telefonunda bir şeylerle uğraşırken bende kendime masaya koyduğu soğuk şişeden bir bardak su alıyorum. Aldıklarımızı yerleştirmem gerekiyor ama biraz tembellik yapmak isteyen yanımı susturamayıp sandalyeye oturuveriyorum. Ayaklarımı yanımdaki diğer sandalyeye uzatıyorum. Telefonumu elime aldığımda annemden mesaj geldiğini görüyorum. Yaklaşık 5 dakika önce atılmış annemin Defne'yi aradığını fakat ulaşamadığını ve endişelendiğini anlatan mesajını okuduğumda çevrim içi olduğunu görüyorum. Mesajı okundu olarak bırakırsam daha çok telaşlanacağını bildiğim için arkadaşlarıyla sinemaya gittiğini o yüzden telefonu açamadığını söylüyorum ve hemen sonra Defne'yi arıyorum. 4. çalıştan sonra hala açmadığında ufak bir telaş benim de içime yayılıyor. Bir kez daha arıyorum ve yine açmıyor. Melih bir şey olduğunu fark ederek bana döndüğünde sinirle bir kez daha arıyorum Defne'yi ve bu sefer aradığım kişiye şu anda ulaşılamadığını söylüyor. İçimi zehir gibi bir korku kaplıyor tam o anda. "Ne oldu?" diye soruyor bir anda buz kesilmeme şaşıran Melih. Ağzımı açıp tek kelime bile edemediğim bir kaç saniyenin içinde burnumun sızladığını fark ediyorum. Kendimi kötü bir şey olmadığına ikna etmek için çabalarken Melih'in önüme ittiği suyumdan bir yudum alıyorum. "Özge ne oluyor?" sorusuna yine bir cevap veremezken bir kez daha arıyorum kardeşimi ve yine ulaşılamadığına dair aynı şeyleri söylüyor. Defne koskocaman kızdı, telefonunu açmamasının elbette mantıklı bir sebebi vardı. Kaybetmiş olabilirdi. O an çekmeyen bir yerden geçiyor olabilirdi. Şarjı bitmiş olabilirdi. Bunlar olağan şeylerdi hemen kötüden şüphelenmemem gerekiyordu. Ama bunları biliyor olmak içimdeki o korkuyu dindirmiyordu. Melih'in telefonu çaldığında kendi kendimi rahatlatmaya çalışırken içimdeki korkuyu yok edemiyordum. "Efendim Meriç?" diye cevaplıyor Melih gözleri benim üzerimdeyken. "Defne? Sen iyi misin?" dediğinde birden ona dönüyorum. Heyecanla ileriye atıldığımda "Evet yanımda bekle." deyip telefonu kulağından çektiğinde uzatmasını beklemeden elinden kapıyorum. "Seni gebertirim." diyorum onun tek kelime etmesine izin vermeden. "Seni doğduğuna pişman ederim." Melih ne olduğunu anlayamaz bir şekilde beni izlerken Defneye olan sinirimi göz ardı edemeyeceğimi biliyorum. "Eşeği suya gönderir bir güzel döverim seni." "Beni ne kadar çok seviyorsun sen ya teşekkür ederim gözlerim doldu." dediğinde kendisinin kafasını ısırmak gibi planlar yapıyorum. "O telefon neden açılmıyor?" diye soruyorum söylediğine cevap vermeyi es geçip. "Annem de aramış. Kadın sana ulaşamayınca ne kadar telaşlanmış biliyor musun?" sinirle söylediklerime özür dilemeye benzer bir şeyler gevelediğinde onu susturuyorum. "Neredesin sen?" "Dışarıdayım. Kimse beni çalmadı, başıma hiç bir iş gelemdi, bütün organlarım yerinde. Birazdan çocuklarla yemeğe gideceğiz. Meriç de yanımda. Telefonumu kaybetmiştim bulduğumda şarjı bitmiş o yüzden anca arayabildim." teker teker yaptığı açıklaması yeterince tatmin edici olsa da konu Defne Gediz olduğunda böyle şeylere inanmakta zorluk çekiyorsunuz. Kendisi böyle gizli saklı işler çevirip bizim yüreğimize indirmekte bir numara olduğu için. Arkadan Meriç'in onun anlattıklarını onayladığını duyduğumda biraz daha ikna oluyorum. Melih hemen karşımda güven verircesine bakarken bir hışımla kalktığım sandalyeme geri oturuyorum. "Arkadaşlarınla sinemadaydın telefonun sessizdeydi o yüzden aramaları duymadın. Telefonunun şarjını doldurup hemen annemi ara. Ayrıca yüz yüze geldiğimiz ilk anda kafanı kıracağımı da unutma." diyorum tavırlı bir sesle, telefonu kapatmadan hemen önce de Defne'nin benim ne kadar harika bir abla olduğumu ve beni ne kadar sevdiğine dair bir şeyler söylediğini duyuyorum. Telefonunu geri Melih'e uzatıyorum. "Aslında bir güzel dövmek var bunu anca öyle akıllanacak hanımefendi." diyorum bardağımdaki suyu içmeden önce. Sakinleşmek için kendime biraz zaman tanıdıktan sonra telefonumdan mesaj sesi geliyor. Annem haber verdiğim için teşekkür etmiş. Ona hızlıca bir cevap yazıyorum. "Rahatla artık. Yan yana gelince canına okursun zaten." diyor Melih alaycı bir sesle. Başka bir ihtimalin olmayacağını bilerek aldıklarımızı yerleştirmek için kalkıyorum yerimden. Melih'te gömleğinin kollarını katlayıp bana yardıma geliyor. O domates ve salatalıkları dolap düzenleyicisine yerleştirirken ben de yeşillikleri poşetleriyle dolaba koyuyorum. Bunları saklamanın daha sağlıklı veya vitaminlerini daha iyi koruyan bir yolu var mıydı bilmiyorum ve şu an bununla da ilgilenmiyorum açıkçası. "Elbisen geldi mi?" diye soruyor Melih domateslerin poşetini düzgünce katlarken. Bir de o konu var. Melih'i zorla alışverişe sürükleyip davet için elbise baktığımız gün çok fazla mağaza gezmiştik. Bazılarından gerçekten elimiz boş istediğimize yakın bir şey bile bulamayarak ayrılmıştık bazılarında ise beğendiğimiz modeller olmuştu ama ben o kadar kararsız ve tereddütlüydüm ki diğer mağazada daha güzel bir elbise bulursam diye düşündüğüm için bir çok mağaza gezmiştik. Melih bu yaptığımdan dolayı bana oldukça sinirlense de ya da orada olmaktan hiç hoşlanmadığını yüz ifadesi ve tavırlarıyla açıkça belli etse de bunu yapmak zorunda olduğu için elbiselere ciddi bir şekilde yorumlarda bulunuyordu. O ortama uygun olup olmadığını nedenleriyle söylüyordu. Ancak konumuz Melih olduğunda ciddilik elbette göreceli bir kavram oluyor. Dalga geçip eğlenebileceği ve tabi ki beni sinir edebileceği hiç bir fırsatı kaçırmıyordu. Bir mağazadan daha elimiz boş çıktığımızda yüzüm düşmüştü. Leman hanımın da alışveriş yaptıklarının dahil olduğu oldukça fazla mağazayı gezmiştik. Ama asla içime sinen bir elbise bulamamıştım. Melih bana biraz beklememi acil bir telefon konuşması yapması gerektiğini söylediğinde mağazanın önündeki merdivenlere çöküvermiştim. Elbette her kadın gibi alışveriş yapmayı seviyordum ama hiç bu kadar yorucu bir alışveriş yapmamıştım. Ayrıca hiç bir şey alamadığımız için bu bir alışveriş de sayılmazdı. Kollarımı karnıma çektiğim dizlerime sardım ve arka fonda hüzünlü bir müzik çaldığını düşünerek biraz efkarlandım. Ben Özge, en sevdiğim aktivitelerden biri hüzünlü müzikler çaldığını hayal edip kendi kendimi üzmektir tanıştığımıza memnun oldum. Melih tekrar yanıma geldiğinde beni hemen oturduğum yerden kaldırıp arabaya bindirdi. Ne olduğuna dair hiç bir fikrim yoktu. Neden birden az öncekinden daha iyi bir ruh halinde olduğunu da bilmiyordum. Ve o tek kelime bile etmemek konusunda fazla kararlıydı. Beni meraktan çatlatan yolculuğumuz bir kadın butiğinin önünde sonlandı. Hala tek soruma bile cevap alamazken Melih bizi kapıda karşılayan kadınla selamlaştı. Buranın sahibi olduğunu tahmin ettiğim kadın bana da selam verdiğinde gülümseyip aynı şekilde karşılık verdim. Her daim kibarlığımdan da ödün vermiyorum şekerim. Melih diğer mağazalardaki suratsızlığına tezat burada gayet sohbet ediyor ve arada gülüyordu bile. "Bu harika kadın Ozan'ın, sormadan söyleyeyim senin patronun olan Ozan'ın annesi. Kendisi bir süredir şehir dışında olduğu için butik de kapalıydı. Ancak gelmeden önce kendisinin buradan yaptığı bir paylaşımla erken döndüğünü öğrendim. Aradığımızı burada bulabileceğimize emin." yaptığı açıklama karşısında şaşkınlıkla kalakalmıştım. Patronumun annesi bir moda tasarımcısıydı ve şu an onun butiğindeydik. Ayrıca bu kadın Melih'i de baya seviyordu. Bunu neden daha önceden akıl edip ayaklarımız kopmadan hala adını bilmediğim patronumun annesini aramadığına anlam veremiyordum. Bu sefer daha içten ve coşkulu bir şekilde selamlaştım kadınla. Bu halime gülerken aradığımız modelle ilgili bir şeyler sormuştu. Benim hiç bir bilgim olmadığı için Melih katılacağımız nişan davetiyle ilgili bilgiler verdi kadına. Ayrıca o konuşurken kadının adının Ümran olduğunu öğrenmiştim. Aklımda bir renk veya model olup olmadığını sorduğunda hiç bir fikrimin olmadığını söylemiştim. Elbiselerin arasında kaybolup ellerinde bir kaç elbiseyle tekrar yanımıza dönmüştü. Onları elime tutuşturup beni kabine gönderdiği sırada bize de içecek bir şeyler söylemişti. İlk olarak açık mavi balık model elbiseyi giymiştim. Kabinden çıktığımda ikisinin de gözleri bana döndü. Elbise güzeldi ama hepimizin hem fikir olduğu bir konu vardı ki bu model bana göre değildi. Sadece kabinden çıkmaya çalışırken bile yürümekte o kadar zorlanmıştım ki Melih'in gülmemek için kendini kastığına yemin edebilirim. Oy birliğiyle bu elbiseyi eledik. Diğeri ise kırık beyaz renginde bir elbiseydi. Üst kısmı vücudumu tam sararken belden aşağısı biraz daha bollaşıyordu. Ayrıca eteğinde çiçekler vardı. Kabinden çıktığımda Ümran hanım da Melih de hiç bir şey söylemeden beni süzdüler. Açıkçası bu biraz rahatsız ediciydi ama ikisinin de amacı yardım etmekti sonuçta o yüzden yapacakları yorumu bekledim. "Çok güzel olmuş. Ama sanki" devamını getirmeden bana bakmaya devam ettiği sırada "Gelinlik gibi olmuş biraz." diye onu tamamladı Ümran hanım. Elbise çok güzeldi ama renginden dolayı sade bir gelinliğe benziyordu. Nişanlanacak kişi ben olmadığım için bu elbiseyi de eledik.Üzerimdeki elbiseyi çıkartıp bu sefer zümrüt yeşili elbiseyi giydim. Kalın tüllerden askıları ve çok açık olmayan bir dekoltesi vardı. Oldukça hoş bir elbiseydi. Kabinden çıktığımda Ümran hanımın yüzünde geniş bir gülümseme belirdi. "Çok yakışmış Özge." dedi içtenlikle. Onun da yorumunu merak ettiğim için Melih'e döndüğümde hiç bir şey söylemedi ama dudağının kenarındaki ufak gülümseme beni tatmin etti. Ümran hanım hemen bir iğnelik alıp yanıma geldi. Elbisenin etekleri biraz uzundu ve topukluyla yürümenin zaten zor olduğunu bildiği için eteklerin biraz kısalmasının daha iyi olacağını söyledi. Oldukça da haklıydı. Zaten bütün gece topuklularla dolaşmak zorunda kalacaktım birde uzun eteklere takılıp düşme korkusuyla baş başa kalmak istediğim son şey bile değildi. Ümran hanım bizzat kendisinin ilgilenip bana ulaştıracağı elbisemin ödemesini Melih'in daha önceden yaptığını öğrendiğimde ise arabanın yanına gelince onu biraz patakladım. Kendime aldığım bir elbisenin ödemesini onun yapmasına gerek yoktu sonuçta o elbise benimdi sadece bu nişanda giymek için alınmamıştı ve çok şükür kendime aldığım kıyafetlerin parasını ödeyebilecek durumum vardı. "Seni katılmaya çok da istekli olmadığın bir davete götürüyorum. Kalkıştığımız bu oyunda şimdiye kadar hep benim için bir yerlere geldin. Bırak da bunu yapayım." kendini savunma şekline gözlerimi devirdim. Biz bu oyuna ikimiz de sonuçlarını bilerek ve buna katlanarak kalkışmıştık. Kendini böyle şeyler yapmak zorunda hissetmesi saçmalıktı. "Daha gelmedi. Yarın gelir büyük ihtimalle." dedim poşetteki patlıcanlardan birkaçını yemek yapmak için kenara ayırırken. Eğer kendiniz yaşıyorsanız tartıda artan cüzdanınızda ise azalan sayıları gördükten sonra yemek yapmayı öğrenmek zorunda kalıyordunuz. İnternetten öğrendiğim bir çok tarifi yaparak geliştirdiğim el lezzetime güveniyordum. Gediz kadınlarının övündüğü şeylerden biride el lezzetleridir. Ancak bu yaşına kadar hiç yemek yapmak zorunda kalmadığı için Defne o konunun dışında kalır. Ancak kendisi yemek yeme konusunda oldukça iyidir. Tam bir armut piş ağzıma düş tipinde yani. Ben güzel bir patlıcan yemeği yaparken eşyaları dolaba yerleştirip dinlenmeyi planlayan Melih'i mutfaktan çıkmadan durduruyorum. "Hop. Nereye aslan parçası?" hitap şeklime gülerken salona gideceğini söylüyor. "Yok öyle yan gelip yatmak. Cacığı da sen yap hadi." diyorum dolaptan tencere çıkartırken. "Ne?" yüzündeki ifade o kadar komikti ki yakalaya bilseydim bir fotoğrafını çekip arada açıp kahkahalarla gülmek isterdim. "Nenenin burnunu ye Melih." dediğimde bu söylediğime anlam veremiyor. "Buz gibi bir cacık yapıver hadi." diyorum ve işime dönüyorum. El mecbur dolaba yerleştirdiği salatalıkları ve yoğurdu çıkartıyor. Daha bir buçuk ay öncesinde löp diye hayatıma dahil olan bu koca adamla küçük mutfağımda yemek hazırlarken her şey o kadar normalmiş gibi geliyor ki hemen yanımda yoğurt özerken bana bir şeyler anlatan bu adamla içinde bulunduğumuz bu anı garipseyemiyorum bile.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD