Dinçer ailesinin evindeki yemekten sonra hayatım biraz olsun normale dönmeye başladı. Normalin ne olduğu kişiden kişiye değişir elbet. Benim yeni normal anlayışımda oradan oraya koşturmadan, son zamanlarda çok içli dışlı olduğum stres duygusundan uzakta geçirebildiğim birkaç saat. Gün bile değil!
Ve şimdi tam da öyle bir zamandayım. Şirkette işler gayet tıkırında işliyor. Güzel bir çalışma temposu tutturduğumuz için çok fazla yoğunluk yaşamıyorduk. Defne ile bu sabah konuşmuştum ve okulu ile ilgi halletmesi gereken şeyler olduğu için oradan oraya koşturuyordu. Eğer yazın başında nispet yapar gibi tatile fırlamasaydı şimdi sınıfta kalmamak için bu kadar uğraşıyor olmazdı.
Melih ile ise dün mesajlaşmıştık en son. Onun işleri de oldukça yoğundu. Önemli bir toplantı için şehir dışına çıkması gerekmişti. Bu tür durumlarla genelde Meriç ilgileniyormuş ama bu sefer Melih'in de orada olması gerekiyormuş. Bunun için üzüldüğümü söyleyemeyeceğim. Melih burada değilken kendimizi birilerine göstermemize gerek olmuyordu. Ancak kendisi sürekli beni sinir etmek zorundaymış gibi hissettiği için aramızdaki bunca mesafeye rağmen yapacağını yapıyordu yine. En son konuşmamızda parmaklarını kesmekle tehdit etmiştim. Evet konuşmalarımız genelde kan ve vahşet içeren tehditlerle dolu oluyor.
Kucağımdaki dondurma kabından bir kaşık daha alıyorum. Limonun ekşi tadı damağıma yayılırken izlediğim dizi reklama giriyor. Hem dondurmamdan kaşıklıyor hem de ekrandaki bebek bezi reklamını izliyorken telefonumdan bildirim sesi geliyor. Koltuğun öbür ucuna attığım telefonuma uzanırken bir ünlünün çocuğu olmayı diliyorum. Annesi ünlü bir oyuncu olduğundan dolayı el kadarcık haliyle bir bebek bezi reklamında kameraya sırıtarak baktığı için binlerce lira alan bebeklerle var! Birde o paranın sadece yarısını alabilmek için bir ay malum bir yerlerini yırtan bizler. Where is the adalet?
Gelen mesaj Melihtendi. Antalya havaalanından çekilmiş bir fotoğrafını atmıştı. Planlarına göre yarın öğleden sonra geleceklerdi ama işleri erken bitmiş olmalı ki üzerindeki rahat kıyafetleri, başında Meriç'in şapkası ve yüzündeki çekici olduğuna dair çok büyük inançları olduğu gülümsemesiyle havaalanındaydı.
Bende evdeki paspal halimi umursamadan kucağımdaki dondurma kasem ile bir fotoğraf çekip yolladım. Çok gecikmeden cevap geliyor. Aynı bebek bezi reklamı tekrar oynarken gözlerimi devirip gelen mesajı açıyorum.
Bana da ayırsana
Aç ayı. Bir göz devirmede Melih'in mesajına yolluyorum. Sonra gözlerim kayacak göreceğim günümü.
Yetişirsen yersin.
Vişneli kısmından bir kaşık alıyorum bu sefer. Ekşi ve soğuk tat yüzümü gülümsetirken gözlerimi kapatıp dondurmama odaklıyorum kendimi bir süre.
Bir saate oradayım
Ben hızlı yiyorum
Bence hepsini kendin bitirecek kadar cimri değilsin.
Gülen surat emojisiyle birlikte attığı mesajına dondurmadan koca bir kaşık yerken çektiğim fotoğrafımla cevap veriyorum.
Beni sinir etmek için tam mesai çalışmasına rağmen ben iyi bir insan olduğum için iyi yolculuklar diliyorum. Daha fazla çocuk reklamı izleyip sinirlerimi bozmamak için odamdan bilgisayarımı ve dosyalarımı alıyorum. Masada çalışmak istemediğim için orta sehpaya yayıldım. Evde tek başına yaşamanın en iyi yönlerinden biriside buydu. Canım ne zaman isterse, istediğim yerde çalışabilirim. Buna engel olabilecek kimse yok çünkü evde yaşayan tek kişi benim.
Tam o anda çalan zil hayatın bana çok biliyorsun deme şekliydi galiba. Sinirle iç geçirip kapıya bakmaya gidiyorum. Elbette tahminleri yanıltmayarak kapıda beliren kişi sevgili kardeşim Defne. Ellerindeki abur cubur poşetleriyle beni kenara ittirip içeriye geçiyor. Ben buna zamanında çok yüz verdim. Hep ondan oluyor.
Peşinden giderken kendimle baş başa geçireceğim güzel akşamımın arkasından el sallıyorum. Mutfak masasına bıraktığı poşetlerin içinden aldığı içeceği dolaba kaldırıyor. Kendine bir bardak su dolduruyor ve onu içiyor. Çat kapı evini işgal ettiği ablasına selam vermek ise daha sonra aklına geliyor. Selamdan kastımda yanımdan geçerken yanağıma bir öpücük kondurup 'naber?' diye sormasından ibaret. Cevabımı bile beklemeden salona giderken kendime bir bardak su alıp bende salona gidiyorum.
"Her zamanki gibi. Senden naber? Hallettin mi okul işini?" diyorum orta sehpanın önüne otururken. Bilgisayarımın açılmasını beklerken dosyalarımı önüme alıyorum. "Hallettim sayılır. Birkaç pürüz kaldı sadece. Onları da ortadan kaldırmam yakındır." söylediği tanıma karşılık kaşlarım çatılırken anlık göz göze geliyoruz. Yayıldığı koltukta oturuşunu değiştirip ayaklarını uzatırken hafifçe omuz silkiyor.
"Bu ne demek şimdi?" kaşlarım çatılırken hemen ciddi bir ifadeye bürünüyorum. Defnenin üzerine bir tedirginlik yayıldığını hissediyorum ama bunu belli etmemekte oldukça usta davranıyor. "Halletmeme az kaldı demek. Biraz sorun çıktı ama halledemeyeceğim şeyler değil."
Yazlıktan döndüğünden beri bir haller olduğunu seziyorum ama kendi hayatım yolunda gitmezken kız kardeşim ile ilgilenecek vakti bulamıyordum. Artık ipleri ele almanın vakti gelmiş demek ki. Bir süre şüpheli bakışlarla bakmaktan fazlasını yapamamıştım. Çünkü ne dersem diyeyim beni başından savmayı becereceğini biliyorum bu yüzden bu konuyu biraz erteliyorum.
Bilgisayarım açıldığında önce gelen mailleri kontrol ediyorum. Hem çalışıp hem de Defneyle dizi izleyerek geçirdiğimiz yaklaşık bir saatin sonunda zil çalıyor. Benim evime misafir gelmez. Eve en çok gelen kişi Defne'dir ve o da zaten şu an burada. Tedirginlikle bana bakarken aklıma gelen ihtimal ile gözlerim kocaman açılıyor. Tepkilerime şaşıran Defne'de benimle birlikte ayaklanırken düşündüğüm şeyin saçma bir ihtimal olduğuna inandırıyorum kendimi.
Ancak kapıyı açtığımda karşılaştığım iki koca adam tahminimi doğru çıkartıyor. Melih ve Meriç kapıda dikilmiş bize bakarlarken bizde onlara bakıyorduk. Şaşkınlıktan yüzlerimizin oldukça komik bir hale büründüğüne eminim. Melih mesaj attığında böyle bir şeyi gerçekten yapacağını düşünmemiştim. Ama o söylediğinde gayet ciddiydi ve şu an kapımın önünde dikiliyordu.
"Sabaha kadar burada mı dikileceğiz?" diye soran kişi Meriç'ti. Bakışları bir benim bir abisinin üzerinde gidip gelirken onun oynadığımız oyundan haberinin olmadığını hatırladım. Bu aydınlanma yüzüme de yansımış olacak ki Melih "Her şeyi biliyor." dedi. Ben daha bir şey söyleyemeden Meriç atılıyor. "Çevirdiğiniz bütün oyunlardan haberim var yani canım yengecim." yüzündeki sinir bozucu yapmacık gülümsemesiyle ayakkabılarını çıkartıp içeriye giriyor. Söylediği hitap şekline burnumu kıvırırken Melih'e içeriye aldım.
Onların arkasından bizde salona geçtik. Meriç tekli koltuğa yayılmış, Defne tekrar üçlü koltuğa otururken onun ayaklarının hemen ucunda Melih vardı. Bende orta sehpanın yanına yere çöküyorum ve misafirlerim gelmeden önce dağıttığım dosyalarımı toparlıyorum. Bu sırada Defne ve Meriç'in birbirlerini tanımadıklarını hatırlıyorum. "Defne Meriç, Meriç Defne." diye saçma bir tanışma daha doğrusu tanıtma faslına giriyorum. Bunun yeterli olmadığını düşünüp "Meriç, Melih'in kardeşi. Defne benim kardeşim." şeklinde daha kompleksli bir açıklama sunuyorum ikisine de. Onlarda bu yaptığım tanıştırma seremonisini garipsemek yerine el sallamalı bir selamlaşma gerçekleştiriyorlar.
"Geleceğinizi beklemiyordum." diyorum dosyalarımı toparlarken. "Bir saate oradayım demiştim. Bunu da başımdan atamadığım için peşimden getirmek zorunda kaldım." ayağıyla Meriç'i gösteriyor bu sırada. Onların kardeş ilişkisini ilk defa gözlemleyen Defene'ye 'bak bak, gör de beni başının üstünde taşı' imalarında bakıyorum ama o bunu pek anlamıyor.
"Dalga geçtiğini düşünmüştüm." derken göndermem gereken mail i gönderip bilgisayarımı da kapatıyorum. Melih sesindeki alaylı neşeyle "O dondurmadan gerçekten yemek istiyorum." diyor. Bu söylediğine gülerken Meriç homurdanma ve tiksinmeyle karışık garip tepkilerde bulunuyor. Ama ortamdaki herkes onu itinayla görmezden geliyor.
"Şanslısın ki ben iyi bir insanım ve o dondurmadan size de ayırdım." Diyorum yapmacık bir gülümsemeyle. Mutfağa gidip buzluktan dondurmanın kabını çıkartıyorum. Daha az önce koca bir kâse yemiş olmama rağmen görünce canım çekiyor. Havanın sıcak olması bahanesine sarılıp kendim için de bir kâse çıkartıyorum.
Kâselere paylaştırdığım dondurmaları alıp tekrar salona dönüyorum. Bu sırada salonumdaki üçlüyü televizyonda açtıkları bir filmi dikkatle izlerken buluyorum. Öyle ki ellerimde dondurmalarla içeriye girdiğimi bile fark edemiyorlar. Meriç buruşturduğu yüzüyle ekrana bakarken, "Nasıl bu kadar salak olabilir ki?" şeklinde bir yorum yapıyor. "Adama âşık olduğu için olabilir mi?" diyor Defne ona gözlerini devirirken.
Meriç bu sefer de onun fikrine burun kıvırıyor. "Âşık olması onu kör ve salak mı yapar yani?" hala daha ne izlediklerini ve neden bu kadar kendilerini kaptırdıklarını anlayamamışken bu sefer Melih araya giriyor. "Hayır zeki kardeşim. Aşk sadece beyninle değil duygularınla hareket etmeni sağlar." Defne gözlerini ekrandan ayırmazken "Cahil olduğunu bu kadar belli etme bari." diye Melih'e destek çıkıyor.
Meriç bu sefer alaycı bir sırıtışla "Sen çok aşinasın galiba bu durumlara düşes?" diyor. Bunun üzerine ekrandan bakışlarını bir saniye bile çekmeyen Defne sinirle kolunun altındaki kırlenti Meriç'in kafasına atıyor. Meriç kırlenti kafasına çarpmadan yakalayıp tekrar Defneye atıyor. Onun gülmesi Defneyi daha çok sinirlendirirken Melih aralarına girip çocukluk yapmamalarını söylüyor. Meriç ve Defne'nin hangi ara bu kadar kaynaştığına anlam veremezken kapının yanında dikilmeye son verip içeriye geçiyorum.
Geldiğimi anca fark eden üçlü televizyondaki gözlerini ayıramadıkları filmi boş verip dondurmalara odaklanıyorlar. Herkese kasesini verip Orta sehpanın yanına çöküyorum bende. Dondurmamdan bir kaşık alıp tadını damağımda hissederken izledikleri filme bakıyorum. Adını daha önce duymadığım eski bir film. Kadınların kabarık saçları ve en az saçları kadar kabarık elbiseleriyle gezindikleri eski bir İngiliz filmi. Geçmişe ait pek çok şeyi sevdiğim gibi eski İngiliz filmlerini de çok severim. Ama bu filmi ilk defa görmüştüm.
Ortam tekrar sessizleşirken herkes filme odaklanmıştı. Meriç'in birden eleştiride bulunması ve Defne'nin de ona karşılık vermesiyle ufak ufak atışmaları dışında bir süre sadece filmi izledik. Film 18. yüzyılı anlatıyordu. Oldukça güzel bir düşesin, babası ile kaptanlık yapan bir oğlana âşık olmasını anlatıyordu. Ailesi kızlarının bir soyluyla evlenmesini isterken sevgili düşes kendisine söylenen hiçbir şeyi dinlemiyordu. Bir süre türlü bahanelerle çocuğu görmeye gidiyor. Daha sonra ise birbirlerine aşklarını itiraf ediyorlardı. Ama düşesin ailesinin bu durumu öğrenmesi uzun sürmüyor tabi ki.
"Sana getirdikleri görücü daha yakışıklıyken Allah'ın pasaklısında ne buluyorsun ki?" diyor Meriç. İlk başta sürekli araya girip yorumlarda bulunması sinir bozucu gelse de bir süre sonra alışıyordunuz. "Çünkü âşık. Sırf yakışıklı diye ona mı âşık olmalıydı yani?" diyor Defne. Meriç önce bıkkın bir nefes veriyor. "Madem başkasına aşık görücüyle nişanlanmayı kabul etmesin."
"Nişanlanmasını isterken kimse ona fikrini sormadı." Diyor Defne biraz sinirle. "O kadar aşıklar madem birbirlerine, kaçsalar ya." Meriç'in bu söylediğine bende biraz hak veriyorum. İstemediği biriyle evlenmeyi kabul edeceğine sevdiği adamla kaçması daha mantıklı. "Ailesini ve bütün hayatını bırakıp gitmesi o kadar kolay değil." Defnenin bu savunmasına şaşırıp kalıyorum. Kaşlarım anlıma havalanırken kardeşime bakıyorum. Ama o Meriç'e kendi fikrini kabul ettirme peşinde.
"Aşkının peşinden gitmeye cesareti yoksa kimseyi zora sokamaz." sadece bir filme bu kadar yükselmelerine şaşkınca bakakalıyorum. Bu sefer Melihten önce ben araya giriyorum. Basit bir fikir ayrılığını sakız gibi sürdürmemeleri için ikisini de susturuyorum. İyi bir ev sahibi olarak boşalan dondurma kaselerini toparlıyorum. Melih'te kalan ikisini alıp peşimden geliyor.
Bu içerideki ikilinin en başından beri arada sürtüşeceklerini ama iyi anlaşacaklarını tahmin ediyordum. Ama birden kendime ayırmak istediğim bir akşamda evimde belirip bir film karakteri üzerinden bu kadar tartışacaklarını hiç düşünmemiştim.
Defne'nin getirdiği atıştırmalıkları tabaklara boşaltıyorum. "Antalya'da karşılaştığım herkesin sana selamı var." diyor Melih dolaptan içecek koymak için bardakları alırken. Kaşlarım çatılırken neden böyle bir şey yaptıklarını anlayamayarak yüzüne bakıyorum. "Aleykümselam da neden?"
"İlişkimizi ve bizi tebrik ediyorlar hayatım." pişkince söyleyişine gözlerimi deviriyorum. "En yakın zamanda Dinçerlerin büyük veliahdının kalbini çalan o güzel kadınla tanışmak istiyor herkes." iltifatını kibar bir gülümsemeyle karşılayıp "Eksik olmasınlar." diye cevaplıyorum.
Cipsleri iki büyük kâseye boşaltıp paketi çöpe atıyorum. "Ayrıca söylemem gereken bir şey daha var." esas karın ağrısını beni uğraştırmadan yumurtlayacak olmasına içten içe seviniyorum. "Şirket bir davet organize ediyor. Öyle büyük bir olay değil. Güzel bir restoranda yemek daveti verilecek. Şirketin belli aralıklarla düzenlediği önemli bir organizasyon." elimdekileri bırakıp ona dönüyorum. Devamını getirmesine gerek kalmıyor. Ne demeye çalıştığını anlamıştım ama bu durumu düşünmek bile gerilmeme sebep oluyor. "Bizim de birlikte katılmamız gerekiyor." diyorum onu tamamlayarak. Başını sallayarak onaylıyor beni.
En başından yaptığımız anlaşma gereği bu tür olaylara katılmamız gerektiğini biliyorum. Ama bu durum gerilmemi engellemiyor. Hiç tanımadığım insanlarla onlar için önemi büyük olan bir olaya dâhil olmak insanı geriyor doğal olarak. "Yalnız bu anlaşma da sadece senin işine yarıyor he." diyorum dalgaya vurarak. "Lütfen bu anlaşmanın işime yarayan en büyük tarafı babanın tüfeğiyle vurulmaktan beni kurtarmış olman Gerçi hala tam olarak kurtuldum mu emin değilim." kahkaham mutfağı doldururken o da gülüyor. "Konu babamken sana bir güvence veremiyorum."
Atıştırmalıkları salona taşırken Defnenin aceleyle benim odama gittiğini görüyorum. Arkasından bakarken "Telefonu çaldı." diyor Meriç. Bu kız kesin bir işler çeviriyor ve benim bunu hemen öğrenmem gerek. Abla olmakta zor iş arkadaş. Peşinden gidip kiminle konuştuğunu dinlemek gibi bir fikir aklımdan geçiyor ama planımı uygulayamadan Melih bahsettiği yemek davetiyle ilgili açıklama yapıyor. Nelerin konuşulacağı nasıl bir ortam olacağını anlatıyor.
"İki gün sonra. Akşam yedi buçukta seni almaya gelirim ben." Söylediği zaman dilimiyle gözlerim kocaman açılıyor. "Sen her şeyi bana son anda açıklamaktan zevk mi alıyorsun?" Sohbet farklı bir şekilde şekillenirken ve Melih kendini savunmak için uğraşırken Birkaç gün sonra kafamı taşlara vurmak isteyeceğimi bilmeden Defneyle ilgili yapacaklarımı çoktan unutuyorum.