10. Bölüm

2127 Words
Yapmayı sevdiğim şeylerden birinin tavanı izlemek olduğunu biliyorsunuz. Bomboş bir şekilde tavanı izlemek ve hiç alakası olmayan şeyler düşünmek bir hobi benim için. Özellikle o an asla yapmak istemediğim bir şey varsa hemen yatar gözlerimi tavana çeviririm ve insanlar yeryüzünde değil de su altında yaşasaydı nasıl olurdu gibi saçma şeyler düşünürüm. İşte şimdi de o meçhul anlardan birindeyiz sevgili okur arkadaşım. Aile evimizde salon halısının üzerinde öylece yatıp tavanı izlemekte ve saçmalıkta çığır açmış şeyler düşünmekteyim. Bu sefer ki bu varoluşsal sorgulamaların yaşandığı kendimi soyutlama seansımın sebebi ise bir gün sonra hatta resmen saatler sonra düşündüğümde bile karnıma kramplar sokan toplantım. Hayatımda hiç toplantıya katılmamış, toplantıda sunum yapmamış değilim elbette. Ancak herkesin sahi bildiği çakma sevgilimin arkadaşının şirketinde çoğunluğunu benim yürüteceğim bir projenin sunumunu yapmak bambaşka bir şey. Oradaki insanların pamuk gibi insanlar olduğunu ve beni sevgili torpiliyle işe alındığımı düşünüp yargılamadıklarını biliyor olmam içimden bu hissi söküp atmıyordu ne yazık ki. Kendimi kanıtlamak için gecemi gündüzüme kattığım tek bir sandalye çizimi için bile günlerimi harcadığım ilk projemiz çok beğenilmişti. Bunun üzerine patronum Ozan Bey, Selen Hanımın beni övmeleri sonucu yeni projenin başında benim olmamı istemişti. Elbette tek başıma bir projeyi yönetmeyecektim. Selen Hanım ile birlikte çalışacaktık ama kendisi yetkinin çoğunun bende olmasını istiyordu. Bana bu kadar çok güvenmesi ise omuzlarıma daha çok yük bindiriyordu. Bütün bir hafta boyunca saatler sonra yapacağım sunuma hazırlanmıştım. Sunumum çok güzel olmuştu. Defne'nin her kelimesini ezberlemesine yetecek kadar çok prova yapmıştım. Elimde afili bir konuşma vardı ve başlı başına projemiz zaten harikaydı. Bunlara rağmen bana bu kadar güvenen insanların önünde proje sunumu yapacak olmak olduğum yerde kıvranmama engel olmuyordu. "Abla! Lütfen biraz sakin olmayı dener misin?" diyor saçma sapan hareketler yaptığımı fark eden biricik kardeşim. Onu çok fazla başıboş bıraktığımı düşündüğüm için fırsat buldukça yanında olmaya çalışıyorum. Ancak son zamanlarda hayatım o kadar yoğun ki yanındayken bile yanında olamıyorum bazen. Tıpkı şimdi onun yanında olmak için gelmeme rağmen yaşadığım bu saçma hislerle kıvranıp durduğum gibi. "Senin için söylemesi kolay tabi. Yarın sunum yapacak olan sen değilsin." Saçma bir pozisyonda tavanı izlemeye devam ediyorum. Ona bakmasam bile bu söylediğim üzerine göz devirdiğini tahmin edebiliyorum. "Hayatında yaptığın ilk sunummuş gibi davranmayı keser misin artık." diyor Defne bıkkınlığı sesinden anlaşılıyorken. "Hayatımda yaptığım ilk profesyonel projemin sunumunu yapacağım." Sola doğru yatmaktan kolum uyuşmaya başladığı için aynı saçma yatış pozisyonumu sağa dönerek yapıyorum. "Orada olan insanların hepsi benden çok umutlular Defne. İlk defa profesyonel bir projenin başındayım. Onlara kendimi kanıtlamam lazım." Önce derin bir iç çekiyor sevgili kardeşim. "Senden umutlular çünkü sana güveniyorlar. Onlara kendini kanıtlamışsın ki seni bir projenin başına geçirmişler. Kendi kendine, kendi üzerinde baskı kurmayı bırak artık." sitemle söylediklerinden sonra koltuktan kalkıyor ve yanımdan geçerken ayağıyla beni dürtükleyip yerden kalkmamı söylüyor. Söyledikleri bir noktada doğruydu. İnsanlar bana güvenmeseydi bu projenin başına geçirmezlerdi. Ancak bunu biliyor olmak beni rahatlatmaya yetmiyor ne yazık ki. Duyduğum bildirim sesi ile yattığım yerden kalkıp televizyonun yanına koyduğum telefonumu alıyorum. Gelen mesaj Melihtendi. Artık onun beklenmedik anlarda beklenmedik mesajlar atmasına alışmıştım. Kendisiyle en son Dinçerlerin şirket yemeğinde görüşmüştük. O gece çekilen birkaç fotoğrafımız magazini bir süre meşgul etmişti. Elbette ki bunu gören annem soluğu telefonda almıştı. Ona olan biten her şeyi anlattım. Bir süredir rahat rahat konuşamadığımız için son olan şeylerden habersizdi. İş hayatımın oldukça başarılı ama bir o kadar da yoğun gittiğini bildiği için de bir şey diyemiyordu. Tabi ki alttan alta laf sokmaktan, bazı imalarda bulunmaktan geri kalmıyordu. Aile bireylerimin söylenecek sözlerini pek sevgili damatlarıyla tanışma anına sakladığını biliyorum. Melih'in nasıl olduğumu soran mesajına yarınki sunum hakkındaki gerginliğimi ve Defneyle konuşmalarımızı özetleyen bir mesaj ile cevap veriyorum. Bu konuyu çözdüğümüzü düşünüyordum Özge. Oradaki kimse senin torpilli olduğunu düşünmüyor. Ayrıca Defne'nin de dediği doğru. Sen kendini kanıtlamışsın ki seni projenin başına geçirmişler. Evet bu söyledikleri doğruydu ama bunu biliyor olmam böyle düşünmemi engellemiyor ne yazık ki. İçimdeki bu saçma gerginlikten kurtulamıyordum. Bununla ilgili mesaj yazıp gönderdiğim sırada elinde iki buzlu limonatayla Defne geldi. Bardaklardan birini bana uzatıp kalktığı yere tekrar yayıldı. Bende yerde oturmayı bırakıp onun ayak ucuna kuruldum. Birde benim sana söylemem gereken şeyler var. Heh belli bir şey var sende. Dökül hadi. Yarın toplantıdan sonra buluşalım mı? Bu saçma gizem yaratma merakına göz deviriyorum. Meraklı bir kurtçuk içimi kemirmeye başladığında kaşlarım çatılıyor. Hayır sen niye beni meraktan kıvrandırmaya bu kadar meraklısın Dinçer çocuğu? İçimde bir kurtçuk olduğunu düşünmek ise birden tiksinmeme sebep oluyor. Kurtçukları sevmem. Meraklı kurtçukları da sevmem. İçimde meraklı bir kurtçuk olduğunu düşünmek ise midemi alt üst ediyor. Öyle olsun bakalım sevgilim kişisi. Telefonumu sinir bozukluğuyla gelişigüzel atıyorum koltuğa ve Defnenin açtığı filme odaklanıp kardeşimle vakit geçirmeye adıyorum kendimi. --------------- Elimde tuttuğumu bile unuttuğum bardaktaki sıcak çay tenime döküldüğünde hatırlıyorum avucumdaki çay bardağını. Canımın acısıyla yüzümü buruşturup bardağı masaya bırakıyorum. "Özge!" diyor Melih telaşla. Bardağı parmaklarımın arasından alıp hemen bir peçete koyuyor yerine. Elimi sildikten sonra da masadaki soğuk su şişesini yanan yere koyuyor. Şu an pek sevgili çakma sevgilim ile boğaz manzaralı bir çay bahçesinde oturmuş karşılıklı çay içiyoruz. Düşününce ne kadar romantik değil mi? Keşke bende sadece bu romantik kısmını düşünüyor olsam. Elimin acısıyla neden bu sıcakta çay içmeye karar verdiğimizi sorguluyorum. Sunumum biraz heyecanlı buna rağmen oldukça güzel geçmişti. Toplantı boyunca özellikle dikkat etmeme rağmen kimsenin yargılayıcı bakışlarıyla karşılaşmamıştım. Aksine ben projeyi anlattıkça hepsinin gözleri beğeniyle ışıldamıştı. Sunumum bittiğinde ise tebrik yağmuruna tutulmuştum. Kimse heyecanıma takılmamıştı. Bu kendimi daha iyi hissettirirken o gergin telaş üzerimden çekilmiş yerini tatlı heyecana bırakmıştı. İşlerimin hepsini düzenledikten sonra ise Ozan beyden izin alıp Melih ile buluşmuştum. İkimizde aç olmadığımız için boğaz kenarında bir çay bahçesine gelmiş ve iki tane çay söylemiştik. Buraya kadar her şey normaldi. Ama hayat bizim normallik kavramının yakınlarında dolaşmamıza bile izin vermiyor sevgili arkadaşım. Melih beni meraktan kıvrandıran derdini anlatmaya başladığında olmuştu ne olduysa. Elimde sıcak bir bardak çay varken bana beni şoka sokacak şeyler söylemesi ne kadar doğru siz söyleyin. Ben tam bir yudum alacakken pek sevgili çakma sevgilim, sadece birkaç gün sonra cemiyetten oldukça önemli bir ismin verdiği davet için bize davetiye gönderildiğini söylemişti. Cemiyetin ünlü kişisi bize, bana ve Melih'e, ikimize, davetiye göndermiş. Yemin ederim aklımı tırlatıcam. Hayatı boyunca sadece 'Gediz Ailesi' ithafıyla davetiye alan bana ilk davetiyemin Cemiyetin çok ünlü kişisinden gelmesi şoku. Ben böyle şeylere alışık birisi değilim. Açıkçası Melih'in de bu işlerin bu kadar içinde olduğunu bilmiyordum. Böyle söyleyince de karanlık işlerle ilgileniyormuş gibi bir anlama çıktı. Hoş Melih Dinçer'den bahsediyoruz. Kendisinin bir mafya çetesiyle ilişkisi olsa buna pek şaşırmazdım. Yine de Allah korusun tabi. Bu işler havalı falan ama mafyalık müessesesi gereği kaç insanlar ölüyor sonuçta. Bir mafyacılık çatışmasına kurban gitmeyi kim ister? Ben istemem. Sende isteme çiçeğim. Yine de kendimi bir mafya olarak düşünmeden ve bu düşünceye kahkahalar basmak istemeden duramıyorum. Simsiyah kombinimi deri ceketimle tamamladığımı ve belime de bir silah sıkıştırdığımı düşünsenize. Sarı saçlarım ve ufacık tefecik boyumla bu racona ne kadar ters olduğumu ve bu terslikten oldukça zevk aldığımı fark ediyorum. Aslında benden güzel mafya olurmuş. Ay aman ne diyorum ben? Konuyu dağıtıyoruz ama şekerim. Böyle bir haberi pat diye söylerse olacağı bu tabi. En azından son gün bu haberi vermediğine şükrediyorum içten içe. Melih'in bu tür konularda her şeyi son anda bana söylemeyi akıl ettiğini hepimiz biliyoruz artık neticede. "Cemiyete davetliyiz öyle mi?" kendi sesimi duyduğumda bunun benden çıktığına inanmakta zorluk çekiyorum. "Tam olarak cemiyete değil. Cemiyetten birinin verdiği bir davete davetliyiz." Melih'in yüce gönüllülükle yaptığı açıklamaya karşılık sinirle pataklıyorum onu. "Ay gerçekten tek sorunumuz buydu şu an çok sağ ol ya." gelişigüzel vurmaya devam ederken bileklerimden yakalıyor beni. "Özge! Biraz sakin olur musun lütfen?" dediğinde daha da sinir ediyor beni. "Melih!" diyorum onu taklit ederek. "Zevzeklik yapmaz mısın lütfen?" Ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıyor. Aferin Dinçer. İşte böyle adam olursun. Dirseklerimi dizlerime yaslayıp bakışlarımı gökyüzüne çeviriyorum. Küçük iskemlenin üzerinde iyice küçücük kaldığımı biliyorum. "Cemiyetin çok içinde değiliz ve bu tür davetlere katılmam için özel davetiyeler gelmez. Genelde gidilmesi gereken bir organizasyon olursa annem ve babam bu görevi üstlenirler ama bu daveti veren kişi, Kadir bey babamın çok eski arkadaşı. Bizi de çok sever ve sevgilim olduğunu öğrenince ikimizi özel olarak davet etmiş." Yaptığı açıklama karşısında sakince başımı sallayarak onaylıyorum onu. O da başını sallıyor ve karşılıklı baş salladığımız saçma bir an yaşanıyor. "Diğer pek çok şey gibi bu cemiyet işlerinin içinde bile uzak ama asla pasif değilsiniz? Bunu nasıl başardığınızı asla anlayamıyorum." diyorum içimde tutamayıp. "Leman Dinçer. Başka bir açıklamaya gerek bırakmıyor sanırım." bu söylediğini büyük bir inançla onaylayıp kıkırdamadan edemiyorum. "Resmen bir cemiyet davetine katılacağız. Şu an sakinliğimi korumak için oldukça fazla uğraşıyorum ama bu habere daha fazla ne kadar sakin kalabilirim bilmiyorum." bu sefer yanmamaya özen göstererek çayımdan bir yudum alıyorum. "Bu şaşalı hayatı ben seçmedim." diyor Melih ufak bir gülümsemeyle kollarını hafifçe iki yana açıp. Zaten geniş olan omuzları bu hareketiyle daha da geniş gözükürken söylediğine sesli gülüyorum. "Cemiyet davetine uygun giyecek bir şeyim yok." diyorum hala sakinliğimi korumayı başararak. "Daha da kötüsü bir cemiyet davetinde ne giyilir onu bile bilmiyorum." kocaman açılmış gözlerimi Melih'e çevirirken acı bir ifade yüzüme yayılıyor. Elindeki ince belli bardağa dikkat ederek gelişi güzel sallayıp "Annemle konuşabilirsin. Sana yar-" cümlesini bitirmesine izin vermeden atlıyorum hemen. "Hayır!" ellerimi ortamızda telaşla sallarken başımı da aynı hızla iki yana sallıyorum. "Hayır. Kesinlikle annene bundan bahsetmeyeceğiz. Bak Leman hanım harika bir insan ama bir kıyafet seçimini bile yapamıyormuş gibi gözükmek istemiyorum." tam bir şey söyleyecekmiş gibi olduğunda onu susturup devam ediyorum. "Biliyorum annen asla böyle düşünmez ama olan bu olacak. Bunu kendimiz çözeceğiz. Söz ver bana. Bu işte birlikteyiz unutma." İşaret parmağımı yüzüne doğru sallamaya başladığımda küçücük parmağımı avucunun içine alıyor ve yüzünden uzaklaştırıyor. "Tamam başımın sarı belası tamam. Gözümü oyacaksın şimdi." söylediği hitap şekline gözlerimi kısıp tehditkar bakışlar atarak karşılık veriyorum ama o bunu hiç de umursamıyor. "Bu işte birlikteyiz evet ama sana nasıl yardım edebilirim ki?" diye sorduğunda ise yüzümde şeytani bir gülümseme doğuyor. Melih'in ise gözlerinin büyüdüğüne kalıbımı basabilirim. "Sakın bana birlikte alışverişe gideceğiz deme." ben küçük neşeli bir kahkaha savururken hüsranla omuzlarını düşürüyor Dinçer veledi. Çaylarımızı içip kalkıyoruz. Nereye gideceğimiz hakkında ufak bir kararsızlık yaşasak da en sonunda Melih'in bir kaç kez annesini aldığını veya bıraktığını söylediği mağazalarla dolu bir caddeye geliyoruz. Arabayı park edip indiğimizde meraklı gözlerle etrafı inceliyorum. Birlikte bize en yakın mağazaya giriyoruz. Daha ilk andan büyük bir ilgiyle karşılanıyoruz. Nasıl bir elbise istediğim hakkında en ufak bir fikrim bile olmadığı için ne diyeceğimi de bilemiyorum. Görevliye katılacağımız davetten biraz bahsettiğimde buna uygun elbise aramaya koyuluyor askıların arasında. "Ee Dinçer, o davetlerde kadınlar nasıl giyinir? Ne tür bir model seçmeliyim? Yardımcı olsana biraz." diyorum Melih'i kolundan tutup askıların arasına çekerken. "Ne bileyim kızım, kadınların elbiselerini mi inceliyorum ben?" diyor çatılmış kaşlarıyla durmayı sürdürürken. "Oyunbozanlık yapma! Yardım etmek zorundasın." diye azarlıyorum yanında minicik kaldığım adamı. Mağazadaki birkaç gözün üzerimizde olduğunu hissetsem de umursamamaya çalışıyorum. Görevli iki elbiseyle yanımıza gelip ellerindeki en uygun modellerin bunlar olduğunu söylüyor. Elbiseler ile deneme kabinlerine gitmeden hemen önce Melih'e ortadan kaybolmamasını tembihliyorum. Fermuarını çekmekte biraz zorlansam da ilk elbiseyi üzerime geçirmeyi başarıyorum. Kırmızı ve dizlerimin hemen üzerinde biten bir elbiseydi bu. Vücudumu sarıyordu ve üzerinde parıltılar vardı. Kabinden çıktığımda Melih'i hemen karşıdaki koltuklarda oturmuş buldum. Halinden memnun gözükmüyordu ama oynadığımız oyundan dolayı buna mecbur olduğunu da biliyor. Çıktığımı fark edince bana dönüyor. Elbiseyi incelerken etrafımda bir tur atıyorum. "Kırmızı sana yakışıyor." diyor. Bu yorumla beni keyiflendirmeyi de beceriyor. "Ama aradığımız konsepte uygun değil." diyorum aynadan kendime bakarken. Beni onaylıyor ve diğer elbiseyi denemek için kabine giriyorum. Bu seferki kurbanımız şeker pembesi renginde uzun ve ince askılı bir elbise. Baktığınız zaman çok hoşunuza giden bir model ama ne yazık ki ben üzerime geçirdiğimde o akıllarda oluşan görüntü olmuyor. Elbise bana o kadar uzun geliyor ki aynadaki yansımama şaşkınlıkla bakıyorum. Askılarının uzunluğundan dolayı üst tarafı da sarkıyor ayrıca. Askılarından tutup dışarı çıktığımda Melih bana bakıyor ve kahkaha atmaya başlıyor. Bu tavrına bozulurken eğlencesinin bitmesini bekliyorum. Ama o gülmeye devam ediyor ve o buna devam ettikçe benim sinirim artıyor. "Ay sen büyüyeceksin de davete mi katılacaksın?" dediğinde ise dayanamayıp kenardaki askıda duran çantayı kafasına fırlatıyorum ve o daha çok gülüyor. "Senin kafanı kırarım Melih! Çıldırtma beni." dişlerimin arasından tıslayarak savurduğum tehdit ile bir hışımla kabine girip elbiseden kurtuluyorum ve kendi kıyafetlerimi giyip çıkıyorum. Sinirim hiç azalmazken ve anlımda bir kırışıklık çıkacağından şüphe uyandıracak kadar çattığım kaşlarım ile başka bir mağazaya yürürken hemen yanımdaki Melih'in ne kadar keyifli olduğunu anlamak hiç zor değil. Daha 10 dakika önceki halimizi düşünüyorum. Sanki silah zoruyla duruyordu o mağazada. Onun bütün keyifsizliğinden zevk aldığımı da inkar etmeyeceğim size canlarım ciğerlerim. Ve sadece 10 dakika içinde ruh halimiz tamamen değişmişti. Yalnız kararlılık ve tutarlılık deyince de biz. Omzuma kendi omzuyla hafifçe dokunup ona dönmemi sağlıyor. "Pişt." bezgin bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde gülmemek için kendini sıktığına şahit oluyorum. "Küstün mü?" diye soruyor. "Senin ve sevimsiz şakalarının malzemesi olmayacağım." deyip önüme dönüyorum ve kapısına geldiğimiz mağazadan içeri giriyorum tüm hızımla. Madem Dinçer kaşınıyor bizde gerekeni yaparız. Onun canına okumak bu günkü yegane görevimdir. Tabi birde davet sorunumuz var ama bunu düşünmesek o kadar germez ha?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD