Bugün günlerden cumartesi. Saat yediyi çeyrek geçiyor. Odamdaki boy aynasının önünde kendimi izliyorum. Üzerimde Defneyle birlikte seçtiğimiz mürdüm bir elbise var. Diz kapağımın hemen üzerinde biten elbise şık olduğu kadar hanım hanımcık da duruyor. Bu aileyle tanışma yemeği için o kadar heyecanlanmıştım ki bir ara iş için aldığım renkli pantolon ceket takımlarından birini giymeyi düşünmüştüm. Ama biricik kardeşim hemen konuya el atmış hazırlanmama yardım etmişti.
Kısa kollu düz yaka elbisemin özerinde gümüş renk kolyem parlıyor. Defne saçlarımı yarım örgü yapmış salık kalan kısımları saç kremiyle biraz hareketlendirmişti. Doğal durmasıyla ilgili bir ton uyarıda bulunduğum makyajım ince bir eyeliner, elbisemle uyumlu renkte bir far, kirpiklerimi renklendiren rimel ve dudağımı kemirip durduğum için daha evden çıkmadan silinen açık renk bir rujdan oluşuyor. Defne bütün akşam sürekli kızarıp bozaracağımdan dolayı yanaklarımın doğal allık oluşturacağını söyleyip çok hafif bir parlaklık getirmişti sadece elmacık kemiklerime. Ne kadar da vefalı bir kardeş ama değil mi?
Melih'in ailesinden bahsettikleri dışında birde Defne'nin internetten araştırmalarıyla bazı bilgilere ulaşmıştık Dinçer ailesi hakkında. Babası Fatih Bey otoriter bir adam olduğunu biliyorum mesela. Ama o filmlerdeki gibi korkutucu sağa sola bağıran babalardan değil elbette. Sadece çocuklarını zapt etmeye çalışan bir baba otoritesi bu. Ayrıca oldukça kuralcı ve sert bir patron olduğunu da biliyorum. Kendisinin eskilere ne kadar düşkün olduğunu da öğrenmiştim. Nostaljiyi seviyor olması daha tanımadan onu sevmemi sağlamıştı.
Annesi Leman Hanım ise kesinlikle beklediğim gibi değildi. Babasının aksine oldukça sakin ve daha anlayışlı olduğunu söylemişti Melih. Kaynana gazabından korkan ve çeşitli senaryolar üreten zihnimi de böylece susturmuştu. Ya beni köşeye sıkıştırıp 'oğlumun peşini bırakmak için ne kadar istiyorsun' diye sorup çek defterini çıkartsaydı ne yapardım? Sağ ol teyzecim ama oğlun daha fazlasını teklif etti mi diyecektim. Tövbe estağfurullah tövbe Allah'ım çok tövbe. Böyle saçma şeyler yaşamayacağımız için ne kadar mutlu oldum anlatamam.
Birde kardeşi Meriç var. Melih ondan bahsederken tipik bir ağabey gibiydi. Bana saçma sapan şeyler sorup garip imalarda bulunabileceğini, onu çok dikkate almamam gerektiğini, değişik bir insan olduğunu söylemişti. Akşam yemekte olmazsa hiç şaşırmayacağını düşündüğünü söyledi ancak sonradan sırf kendisinin sinirini bozmak için, dalga geçecek malzeme çıkartmak için bile geleceğini eklemişti. Büyükleri sinir hastası etmek kardeşlere daha doğmadan yüklenen bir özellik olduğu için onu hiç yadırgamıyorum.
Defne araştırmalarından -açık açık bütün aileyi stalklamıştı ama araştırma deyip gizem yaratmayı seviyor kendisi- Meriç'in ailenin yaramaz çocuğu olduğu öğrenmişti. Magazinin peşinde koştuğu bir adam değil belki ama bulduğunda sıkboğaz etmeden bırakmayacakları birisiymiş. Ayrıca gecelerin aranan ismi olduğunu da eklemişti Defne magazin muhabiri seslendirmesiyle bulduklarını okurken.
"Çok güzel oldun he." diyor kardeşim beni aynadan süzerken. Sonra birden yaşlı teyzeler gibi maşallah çekip tükürmeye başlıyor. Neredeyse tamamen onun çabalarıyla hazırlandığım için direkt bana değil ama aynadaki yansımama bol tükürüklü maşallahlarını çekerek bakıyor. Biz bu kızı kesin hastanede karıştırdık.
"Tükürüklerine sahip çıksana kızım. Mahvettin aynamı." diye çemkiriyorum. Bu hale getirip bırakıp gidiyor sonra ben uğraşıyorum temizleyeceğim diye. Dilini damağında şaklatarak kınarcasına bakıyor bu defa. "Ben ne kadar güzel olduğundan bahsedeyim sen kalk bana aynanı batırıyorum diye kız. Yok anam yok vefa falan kalmamış sende. İnsan bir teşekkür eder hani yapacağından değil ama nezaketen bekliyor insan." Kesin karıştı bu hastanede. Başka açıklaması olamaz yani.
Gözlerimi devirirken teşekkür de ediyorum kendisine. Ne kadar kızsam da şu an üzerimde iş takımlarıyla yemeğe gitmiyorsam bu kendisinin sayesinde. Bazen işe yarıyor işte.
Yatağın üzerindeki telefonum çalmaya başladığında yan yana durmuş aynadan birbirimize bakışıyorduk Defneyle. Telefonuma uzanıp Melih'in aramasını cevaplıyorum. Beş dakikaya kapıda olacağını söylüyor. Çantamın içine telefonumu atıyorum, rujumu tekrar tazeliyor ve kendimi bildiğim için onu da çantama koyuyorum. Ayakkabı konusunu hiç düşünmediğimi kapıyı açıp parmak arası terliklerimi görünce fark ediyorum. Tam telaşa kapılacakken Defne portmantonun ayakkabılarımı koyduğum dolabından kısa topuklu siyah tek bantlı ayakkabılarımı çıkartıyor. Bu kız bazen gözlerimi yaşartıyor. Ayakkabılarımı giyip yanağına bir öpücük konduruyorum ve aşağıya iniyorum. Kapıyı açmamla Melih'in arabası kapının önünde duruyor. Zamanlamam için kendimi de ayrıyeten tebrik ediyorum.
Ön koltuğa oturup kemerimi takıyorum. Stresim dışarıdan da hissediliyor olacak ki Melih herhangi bir alayda bulunmadan arabayı çalıştırıyor ve evimin önünden ayrılıyoruz. Cuma günü iş çıkışı benim evimde toplanmıştık ve kafa kafaya verip kendimize bu gün için bir kılıf uydurmaya çalışmıştık. Toplandık dan kastım ben, Melih ve elbette her an her delikten çıkabilecek yeteneğe sahip kız kardeşim. Daha ben eve gelmeden aramış ve kapıda beklediğini söylemişti. Aslında onu göndermeyi düşünsem de belki bir yararı dokunur diye kalmasında sakınca görmemiştim. Ben üzerimi değiştirip kendime gelmeye çalışırken çay demlemişti bu bile bir şeydir.
Bize sorulabilecek her türlü soruya kompleksli cevaplar bulmuş her ayrıntıya dikkat ederek hikayeler kurgulamıştık. Bir ara kendimi kitap yazarı ve ya senarist gibi hayal etmiştim. Eğer mesleğimi bu kadar sevmeseydim bu alanlarda da gayet başarılı olabileceğimi fark ettim.
"Nasılsın?" diye soruyor Melih kırmızı ışıkta durmamızdan faydalanıp yoldaki bakışlarını bana çevirirken. "Stresli." tek kelimelik cevabım her şeyi özetliyor. Onunda en az benim kadar stresli olduğunu biliyorum ama bunu kamufle etmeyi o kadar iyi başarıyor ki başkası görse buna ihtimal vermez. Bense burada ellerimin titremesini engellemeye çalışayım.
"Bir yararı olur mu bilmem ama çok güzel olmuşsun." yeşil ışık yüzünü aydınlatırken gözleri tekrar yola dönüyor. Zaten yaşadığım stresten dolayı beyin fonksiyonlarım düzgün çalışmıyorken bu söylediğini algılamakta güçlük çekiyorum. Beni gerçekten güzel bulduğu için mi güzel olduğumu söylemişti yoksa sadece stresimi azaltmak için öylesine iltifat mı etmeye çalışmıştı?
Bazen sadece ufak bir iltifat duymak kendimizi iyi hissetmemiz için yeterlidir. Melih'in güzel olduğumu söylemesi de bana kendimi iyi hissetmem için yetiyor. "Teşekkür ederim." diye mırıldanıyorum sebebini düşünmeyi boş verip. Sonuçta güzel olduğumu söylemişti ve ben şu an sadece bunun verdiği keyfi yaşamak istiyorum.
Başka bir şey konuşmadan varıyoruz Dinçer ailesinin evine. İki katlı, gösterişten alabildiğince uzak bir evin önünde duruyoruz. Evin zarifliği gecenin karanlığında arabanın içinden bile belli oluyor. Açıkçası daha kendisini tanımamış olsam bile Leman Dinçer den başka türlüsünü bekleyemezdim.
"Biraz sakin olmayı dene." diyor Melih benim gibi inmek için hiç bir hamle de bulunmazken. Bana kalsa bütün akşamı burada geçirebilirim. "Söylemesi kolay tabi." diye tersliyorum onu.
"Her şeyi konuştuk zaten. Resmen finale hazırlanır gibi hazırlandık Özge. İyi geçeceğinden eminim. Sadece sakinleşip, heyecandan bildiği her şeyi unutan öğrenciye dönüşmemen gerekiyor." diye bana takıldığında burun kıvırıyorum söylediklerine. Aklınca dalga geçiyor birde. Sonra da çocuk olan ben oluyorum.
Bu tepkime nefesini seslice verirken kıvrılmak için hazır görünen dudaklarıyla başını iki yana sallayarak karşılık veriyor. Kemerini çözüp kapısını açtığında bende kemerin tokasına uzanıyorum. Arabadan inip kapıyı kapattığımda evi daha rahat görebiliyorum. Yakından daha güzelmiş dostlarım. Resmen hayran oldum eve.
Melih eve olan hülyalı bakışlarıma bir şey söylemeden -ki kesinlikle akıllıca olanı- belimden tutup beni yönlendiriyor. Kısa topuklu ayakkabılarımın sesi eşliğinde evin önüne geliyoruz. Zili çaldıktan sonra kapıyı benden birkaç yaş daha büyük olduğunu düşündüğüm bir kadın açıyor. Melih kadına gülümseyip selamlaşıyor. Gülay abla diye hitap ettiği kadın Melih'in üzerindeki ceketini alırken tüm sıcak kanlılığıyla karşılıyor bizi. Bende olabildiğince kibar bir şekilde kendisiyle selamlaşıp Melih'in peşinden eve giriyorum. Ayakkabılarımızı çıkartıp salona geçtiğimizde bütün aileyi bir arada görüyoruz. Bütün bakışlar bize dönerken Feriha gibi düşüp bayılacağımdan endişeleniyorum. Bir de bayıl istersen Özge.
Bir yerlere tutunma ihtiyacı sarıp kuşatıyor bütün bedenimi. Eğer bir yerlere tutunmazsam yeri boylayabilirim çünkü. Ne yaptığımdan bir haberken elim Melih'in eline uzanıyor. Onun elinin yanında küçücük kalan elim serçe parmağına sarılıyor. Kaybolmamak için babasının parmağına tutunan küçük çocuklardan hiç bir farkım kalmıyor o an. Yan yana durduğumuz için birleşen ellerimiz arkamızda kalıyor da bu halimi Dinçer ailesinin diğer fertleri görmüyor.
Kendimi buna inandırdığım için mi yoksa somut olarak bir yere tutunmamdan dolayımı bilmiyorum ama birden Feriha'yı aratmayan bir bayılma sahnesi sergilemeyecek kadar iyi hissediyorum kendimi.
"Hoş geldiniz." diyor herkesten önce ayaklanan Leman hanım. Onun peşinden diğerleri de kalkarken salonun girişinde put gibi dikilmeye son verip Melih'in yönlendirmesiyle yanlarına ilerliyoruz. Daha ilk dakikadan rezil olmamak için Melih'in parmağına sımsıkı tutunan elimi çekiyorum.
Sırayla dedesinin, babasının ve annesinin ellerini öpüyorum. Hepsinden güler yüzlü bir karşılama görmek içimdeki gerginliği hafifletiyor. Meriç ise uzanıp elimin üzerine bir buse konduruyor. Centilmen bir edayla tanıştığımıza memnun olduğunu söylerken aynı şekilde karşılık veriyorum kendisine. "Hadi masaya geçelim o zaman." diyen Fatih bey ile salondaki yemek masasına geçiyoruz. Masanın bir ucuna Melih'in dedesi Rasim Bey diğer ucuna babası Fatih Bey geçiyor. Annesi Leman Hanım ve Meriç karşımıza otururken biz de Melih ile yan yana oturuyoruz. Karşımda oturan Leman Hanım elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırmama sebep olsa da daha yemeğe başlamadan masayı devirmemeyi başarıyorum.
Bizi kapıda karşılayan Gülay abla çorbalarımızı servis ederken Fatih Bey hali hatırımı sorarak sohbet konusu açıyor. Bir ara evinizin parkelerini yalayacak şekilde düşüp bayılacak gibi olmuştum ama şimdi iyiyim sizler nasılsınız efendim demedim tabi ki. "Çok şükür iyim sizler nasılsınız?" diyorum yüzümdeki hanım hanımcık gülümseme ile.
"Allah iyilik versin güzel kızım. Bizde iyiyiz çok şükür. Ev iş uğraşıyoruz. Sen ne işle meşgulsün?" diyor. Sohbet benim mesleğimden, çalıştığım şirketten ve mesleğimin detaylarından bahsederek akarken hem yemeğimizi yiyor hem konuşuyoruz ve bana olan bu denli iyi yaklaşımlarından ötürü o ilk stresim oldukça azalıyor. Ta ki o malum soruya kadar.
"Boş verin şimdi bu sıkıcı konuları, nasıl tanıştınız onu anlatsanıza." diyor Meriç alaycı bakışları abisinin üzerinde oyalanırken. Dönüp Melih'in nasıl karşılık verdiğine bakamıyorum ama Meriç'in gözleri beni odak alırken kardeşine pek de iyi bakmadığı belli. Diğerlerinin de meraklı bakışları bize dönerken Melih güven verircesine elimi tutuyor masanın altından. Ya da sadece konuşmaya benim başlamamı söylemeye çalışıyor. Bu sorunun sorulacağını zaten biliyorduk ve hazırlıklıydık. O yüzden boğazımı hafifçe temizleyip Meriç'e bakarak anlatmaya başlıyorum.
"Bir gün ofise giderken bir adam önüme atlayıverdi. Az kalsın onu eziyordum. Sonra bana ne kadar dikkatsiz olduğumu söyledi. O kadar sinirlendim ki inip adamla kavga etmeye başladım. Polisler gelip tutanak tuttuktan sonra oradan hızla ayrıldım." kendi hikayemizden çok uzaklaşmadan uydurduğumuz tanışma hikayemizi anlatırken herkes o adamın kim olduğunu anlamıştı. "Daha sonra aradan bir kaç gün geçmişken bizim şirket bir davete katıldı. O davette sıkıntıdan patlamak üzereyken tanıdık bir sima gördüm. Kim olduğunu hatırlayamıyordum ama tanıdıktı. Ozan bey o adamla yanıma gelip bana kendisini tanıttığında o tanıdık simanın kim olduğunu hatırlamıştım. Benim az kalsın ezecek olduğum adam patronumun en yakın arkadaşıydı."
Masadakiler yüzünde ufak bir tebessümle beni dinlerken Meriç, "İstanbul zaten kutu gibi bir yer. Herkes birbirinin tanıdığı çıkar hep." dedi imalı gülümsemesiyle ve kıstığı gözleriyle bize bakarak. Yüzündeki sırıtış bir an silinip bakışları abisini bulduğunda Melih'in masanın altından bir takım şiddetlerde bulunduğunu anlamıştım. "Tesadüfler." diye mırıldanıyorum ölçülü tebessümüm ile.
"O akşam kendisiyle konuşacak vakti bulamamıştım ama daha sonra onu sık sık görür oldum. Şirkette, iş yemeklerinde, toplantılarda. Her yerde karşıma çıkmaya başlamıştı. Ondan ne zaman hoşlanmaya başladım bilmiyorum ama bir iş davetinde serin bahçede tek başıma gökyüzünü izlerken omuzlarıma bıraktığı şalın sıcaklığı gözlerindeki bakışlardan daha soğuk kalmıştı. O gece orada bana âşık olduğunu söylediğinde zaten çoktan ona tutulduğumu biliyordum." Cümlemin sonunda bakışlarım Melih'in benim üzerimdeki bakışlarıyla buluştuğunda ikimizde hafifçe gülümsedik.
Önüme döndüğümde Leman Hanım ile göz göze geldim. Gözleri nemlenmiş içten bir tebessümle bana bakıyordu. Aynı şekilde karşılık verirken birden masadan kalkıp ona sarılmak istedim. Yılışık gelin kaynana ilişkilerindeki gibi değil. Sadece bakışlarındaki bir şey kalbime dokundu ve ben birden ona sımsıkı sarılmak isterken buldum kendimi.
Yemeklerimizi yerken sohbet devam etti. Meriç abisinden gördüğü tepkilere rağmen bize sataşmaya devam etti ve bundan zevk aldığını saklama gayretine girmedi bile. Sohbet çok başka yerlerde akarken masa toplandı, koltuklara geçtik. Elimizde kahvelerimizle Dinçer ailesinin salonunda geniş ikili koltukta Melih ile yan yana otururken hala biraz gergindim ama artık edilen sohbete katılırken, şakalara gülerken ve arada Melih ile göz göze gelirken o ilk stresi çoktan atmıştım üzerimden.
"Anneannemin en sevdiği şeylerden biridir bahçede yenilen uzun yemekler. Bütün aileyi sofrada görmeyi çok sever. O yüzden oradayken çok önemli bir işin yoksa yemek vakti geldiğinde herkes sofrada olmak zorundadır. Babamın koyduğu bir kural." İzmir'de anneannemlerin yanında geçirdiğimiz zamanlardan bahsederken gülümsemem yüzümden hiç eksilmiyor.
"Ne kadar güzel." diyor Fatih bey benimkine eş bir gülümsemeyle. "Bütün aile birlikte olmanız çok hoş. Biz yazlığa gittiğimizde herkes başka tarafa dağılıyor. Bırak yemek vakitlerinde bir araya gelmeyi, bu iki haytayı görebilen şanslı sayılıyor." iki oğluna bakıp kınayarak söylediklerine kıkırdıyorum. O andan sonra ufak bir atışma alevleniyor. Dinçer kardeşler bunun tamamen yanlış bir bilgi olduğunu söylerken, Fatih bey ise karısını kendi safına çekmeye çalışıyor.
Fatih beyin şakasına sataşmalarına Melih ve Meriç gayet ciddi bir şekilde karşılık verirken Leman Hanım ise ikili oynayıp iki tarafında gönlünü hoş tutmaya çalışıyor. Rasim bey ve ben ise bu ufak aile atışmasını gülerek izliyoruz. Ailesinin bu komik atışmasını izlemek onu keyiflendirirken yine de bir miktar hüzünlendiğini fark etmiştim.
Yüzünde yaşanmışlıkların izi olan bu adamın her zaman yüreğinde sızlayan bir yarası vardı. Evet hayattan geri kalmıyordu. Şakalaşıyor, gülüyor ve ailesinin yanında dimdik duruyordu fakat bir köşesi hep kanayan bir yara gibiydi. Ne hissettiğini asla tam anlamıyla anlayamazdım evet ama düşünmek bile yüreğimi sızlatıyordu. Ama aradan geçen bunca zamana karşın karısına olan sevgisi ve özleminin bu kadar canlı olması ise etkileyiciydi. Göz göze geldiğimizde buruk bir tebessüm belirdi yüzüm de. Bakışları hüzünle dolarken aynı şekilde karşılık verdi.
Leman hanımın müdahalesiyle durulan tartışmanın sonunda Fatih Bey alayla sırıtarak oğullarına bakarken iki koca adamın bu atışmayı oldukça ciddiye almışlardı. Leman hanım hala daha üç çocukla uğraştığından dert yanarken onu çok ciddiye almamıştım sayın okur. Ama kadın haklıymış. Üçü de yaşlarına tezat tam bir çocuk gibiydi.
Gecenin geri kalanı sakin geçiyor. Çay içerken Meriç'in abisine sataşması ve Melih'in de bardağının dibinde kalan ılımış çayı kardeşinin üzerine dökmesi ve yanlışlıkla olduğunu savunması dışında. En sakin anımız bile olaylı geçiyor canımın içi. Leman hanım koltuğunun batmış olduğunu düşünüp telaşa kapılırken Fatih Bey annesi için koltuğun daha önemli olduğunu söyleyip Meriç ile dalga geçmişti. Ve ben bütün bunlar yaşanırken kendimi o ana ait hissediyorum. Sanki o salonda Dinçer ailesiyle oturmam Dünyanın en normal şeyi gibi geliyor. Stresten karnımı ağrıtan bu gece beklediğimden çok daha iyi geçmişti.