Uyurken çok fazla rüya görmezdim. Gördüğüm rüyalarda çok fazla çıkmaz zaten. Çocukken anneanneme rüya gördüğümü söylediğimde bana eğer kötü bir rüya gördüysem suya anlatmamı söylemişti. Küçücük bir çocuk için bu anlaşılması güç bir söylemdi. Bende bunu ilk duyduğumda ne yapacağımı şaşırmış ama anneannesini çok seven bir velet olarak söylediğini yapıp koştura koştura Su adındaki arkadaşıma gitmiş gördüğüm rüyayı anlatmıştım.
Beş yaşındaki bir kız çocuğu için yaptığım mantıklıydı ama benimle aynı yaştaki bir arkadaşıma hırsızların ve kötü adamların başrolde olduğu, korkunçluk dolu rüyamı anlattığımda onunda bu kadar korkacağını ve koşup anlattıklarımı annesine yetiştireceğini düşünmemiştim. Annesi gidip benim anneanneme bunları söylediğinde ise pamuk anneannem beni karşısına almış bahsettiği suyun insan olan Su değil akarsu olduğunu anlatmış eskiden insanların rüyalarını suya anlattığını akarsuyun da bu anlattıklarını uzağa götürdüğüne inandıklarını söylemişti. Bu anlattıklarını dinledikten sonrada saçma gelmişti ama sonuçta anneannem benden çok daha büyüktü ve daha çok yaşamıştı, bir şeyleri benden daha çok bildiği de ortadaydı. O yüzden söylediğine inandırmıştım kendimi.
Kötü rüyalarımla baş edişim bu şekilde başlamıştı. Ama iyi rüyalarla nasıl baş edeceğimi hala bilmiyorum. Uykumda gördüğüm birbirinden güzel her şeyin uyandığımda yok olması beni hala biraz sarsar. Aynı şimdi olduğu gibi.
Dün eve geldiğimde yaşadığım yorucu ve saçmalık dolu günü ılık bir duş ile atmaya çalışmıştım. Ne var ki bedenimin ve zihnimin yorgunluğu vücudumdan akan su damlaları gibi akıp gitmemişti. Kurulanıp bütün gün onun hayalini kurduğum mavi üzerinde sarı ördeklerin olduğu pijamamı giyindim ve bana iyi geleceğine dair büyük bir inanç besleyerek oturup ara ara şevke gelip ama hiç devamını getiremediğim cilt bakımı ürünlerini topladım. Arka planda çalan müzik eşliğinde güzel bir bakım yapmıştım. Daha sonra kendime mis gibi bir papatya çayı demleyip en sevdiğim komedi dizisinden rastgele bir bölüm açıp bütün geceyi hiç bir şey düşünmeyerek geçirmiştim. En azından denemiştim.
Pilim bitmiş bir halde yatağa devrildiğimde uykuya dalmam çok kısa sürmüştü. Çok yorgunken rüya görmezdim ama bu gece öyle olmamıştı işte. Rüyamda zengindim. Evet sadece bu kısım bile rüyamı güzel kılıyor ama birde devamını dinleyin. Kocaman, yemyeşil bahçeli bir evim vardı. Hem de sadece benim değil. Acayip yakışıklı bir herif ve benim! İkimizin! Acayip yakışıklı bir herifle aynı evde yaşıyor olmamın tek açıklamasının ne olduğunu tahmin etmişsinizdir. Evet, o acayip yakışıklı herif benim müstakbel eşimdi. Dıdıdıdı! Doğru bildiniz alkışlıyoruz.
Yanlış anlaşılmasın kesinlikle para veya yakışıklı koca avcısı birisi değilim. Sadece olsaydı sizce de çok iyi olmaz mıydı? İşte bilinç altımda 'bu kızcağız zaten malum iğrenç bir hayat yaşıyor bari rüyasında güzel bir hayat yaşadığını düşünsün. Hem fakiri sevindirmek sevaptır.' demiş. Tabi fakir demese de olur ama konumuz o değil zaten.
Ben bahçedeki masaya kurulmuş, kimin kurduğuyla ilgili hiç bir fikrim yok, kahvaltıya oturduğumda çizgi filmde pepenin evinin içi gibi simsiyah gözüken kapının ardından acayip yakışıklı herifim Konya ovasını andıran omuzlarına yaslanmış küçük bir kız çocuğu ile geliyor yanıma. O kız çocuğunun kim olduğunu tahmin etmişsinizdir artık.
Böyle bir rüyadan uyandığımda yaşadığım boşluk hissini tahmin edebilir misiniz a dostlar? Örselendim ayol!
Birde bu güzel rüyadan çalan kapı sesi ile uyandığımı düşünün. Sizce de çıldırmam çok doğal değil mi? Bu evi, apartmanı ve hatta bütün bu semti kapıyı alacaklıymış gibi çalan o şahsiyetin kafasına geçirmediğime şükredelim.
Mavi renk üzerinde sarı ördeklerin olduğu pijamam ile yataktan kalktığımda yüzümde dünkü cilt bakımının etkilerini hissediyordum. Ama kuş yuvasına dönen saçım, şaftı kaymış pijamalarım, üzerine yatmaktan uyuşmuş kolum ve sabahın bu saatinde bu mide bulandırıcı, migren coşturucu ses ile uyandığım için zonklayan başım için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Gerçi yüzümde şu an yeni uyandığım için biraz şiş ve tahminimce yanağımda yastık izi var ama birde bunları düşünemeyeceğim şimdi.
Kapıyı kırmızı gösterilmiş bir İspanyol boğası gibi açtığımda o an dilimin ucuna gelen her türlü şeyi ağzımdan tükürükler çıkacak kadar sinirli bir şekilde karşımdakinin suratına söyleyebilecek potansiyeldeydim. Fakat kapının ardında alacaklaymış gibi kapıyı çalan o şahsiyetin kim olduğunu gördüğümde söyleyeceğim her türlü hakaret ve tehdit kuş olup uçmuş şaşkınlıkla kalakalmıştım.
"Defne?"
Sabah berbat bir şekilde uyanıp tatilsizlik den kemiklerimin sızladığı şu günlerde bronzlaşmış teni, tuzlu suya rağmen resmen parlayan cildi ve saçlarıyla kız kardeşimi ve kocaman bavulunu karşımda görmenin şaşkınlığını atamamışken kapının önünde öylece dikildiğimi fark edememiştim elbette. Ancak sevgili kardeşim en az benim kadar şaşkın bir şekilde dikilirken bir den kocaman valizini de tutup içeri giriverdiğinde ezilmemek için kenara çekilebilmiştim. Eğer bıraksaydınız ben ömrümün sonuna kadar kapıya yaslanıp şaşkın şaşkın beklerdim aslında.
"Günaydın sultanım. Sabah-ı şerifleriniz hayrolsun. Uykunuzdan ettiysek affola." diye sinirle çemkirerek salona giderken koca valizini bir köşeye attırıvermişti bile. Kapıyı kapatıp şaşkınca arkasından giderken uyku mahmurluğundan tam ayılamamış olduğum için olanları kavrama yetim hala sıfırın altındaydı.
"Bu saatte ne işin var senin burada? Niye çemkirip duruyorsun hem sen?" kendimi koltuğa yığılırcasına bıraktığımda yumuşacık ve güvenli yatağımla arama girdiği için kız kardeşimi boğazlama isteği doğmuştu içimde.
Kendisi oturmak yerine salonun ortasında volta atmaya başlamıştı. Sorduğum soruyla bir an durup umursamazca omuz silkmiş "canım sıkılmaya başlamıştı artık ayrıca okulla ilgili halletmem gereken işler çıktı." dedi sanki çok normal bir şeyden bahsedermiş gibi sakince. Biz tatil yoluna ölelim hanımefendi bulmuş da bunuyor. Nankör anam bu.
Az önceki sakin hali sanki elektrik süpürgesiyle vakumlanmış gibi yok olurken tekrar odanın ortasında elinde ne olduğunu anlayamadığım bir dergi sallayarak volta atmaya başlamıştı. "Ne sendeki bu sakinlik ya? Hayır bıraksam öğlene kadar uyurmuşsun. Kızım hiç mi dünyadan haberin yok senin?" diye resmen cırlayarak konuşmaya başladığında böyle bir sabaha uyanmak için ne günah işlediğimi sorguluyordum. Hayır yani ben kimsenin karısına kızına sarkmadım, öksüzü dövmedim, mazlumu hor görmedim neden bu kadar bahtsızım ben Allah'ım?
"Doğru konuş benimle Defne." dedim daha fazla ona katlanamayarak oturduğum koltuktan kalkarken. Kendisi bu ani çıkışımı hiç beklemiyor olacak ki sadece bir an öylece kaldı. Sadece kısa bir an. Bu halinden faydalanıp onu küçük salonumun ortasında bırakıp odama gittim. Gram uykum kalmamış olsa bile vücudum acayip yorgun olduğu için sırt üstü bıraktım kendimi yatağa.
Kız kardeşimin peşimden geleceğine ve master yaptığı dırdırcılık işine birazda burada devam edeceğinden hiç kuşkum yoktu ama o beni bu sabah bir kez daha şaşırtmış ve ardım sıra odaya dalmamıştı. Bu duruma sevinerek küçük olan yastığı kollarımın arasına alıp yan döndüm ve gözlerimi kapatıp dinlenmeye çalıştım biraz. Taş çatlasın üç dakika süren bu dinlenme seansım odamın kapısının duvara çarparak açılmasıyla bölündü. Hemen ardından Defne'nin resmen böğüren sesini duymak kafamı duvarlara vurma isteğimi arttırıyordu.
"Abla!" diyerek bağırmaktan çok başka şeylere benzetilecek sesi ile odaya girişinin üzerine bayrak diken kardeşim bana neden hala kardeş katili olup 3. sayfalara düşmediğimi sorgulatıyordu. "Kalk çabuk. Uyan hadi. Misafirin var."
"Ne misafiri kızım?" bir gözümü sorgularcasına açıp karşımda dikilen kardeşime çevirdim. "Kalk da kendin bak o kadarına." dedi nazlı bir edayla kapıya süzülürken. Sonra birden aklına bir şey gelmiş gibi durup yüzündeki sırıtışla bana döndü. "Yalnız harbi çok yakışıklıymış. Bu kadarını beklemiyordum." Söylediklerine anlam veremezken içimdeki merakla yataktan kalktım.
Odamdan çıktığımda Defne'nin salondan gelen sesi ile oraya çevirdim yönümü. Bu kıza tanımadığı insanları eve almaması gerektiğini öğretemedik mi biz? Aylak adımlarla salona girdiğimde tam olarak ne görmeyi beklediğimi bilmiyorum. Ancak küçük salonumdaki tekli koltuğa oturmuş kız kardeşimle sohbet eden bir Melih Dinçer görmeyi beklemiyordum. Hani şu az kalsın öldürecek olduğum Melih. Benim salonumda. Allah aşkına bu iki cümle nasıl bir araya gelebilir? Ne alaka diye sormazlar mı adama?
"Senin ne işin var burada?" şaşkınlıkla salonun girişinde dikilirken bıraksam saatlerce konuşabilecekmiş gibi gözüken ikilinin gözleri bana dönüyor. Defne çatık kaşlarıyla yüzüme bakarken Melih'in bakışları beni inceliyor ve o anda hatırlıyorum üzerimdeki şaftı kaymış civcivli pijamalarımı, kuş yuvasına dönmüş saçımı ve yanağımdaki yastık izini. Harika! Adam karşımda muntazam kumaş pantolonu, polo yaka tişörtü ve benimkinin aksine oldukça düzgün görünen saçlarıyla salonumda oturuyorken çarşamba cadısı halimle onun varlığını sorguluyorum. Hiç aynaya bakmadığımı bu kadar belli etmeseydim bari. Ayrıca beline kadar uzanan saçları ve güzel kıyafetleriyle onun çaprazında oturan kız kardeşimin de hiç yardımı dokunmuyor gerçekten.
Melih'in şaşkın bakışları gözlerimi bulurken bende en az onun kadar şaşkındım. Kız kardeşim ise bu şaşkınlık dolu bakışmadan sıkılmış olacak ki bir şeyler geveleyip salondan çıkarken hala öylece dikiliyordum. Sonunda sesimi bulabildiğimde "Neden bu saatte evimdesin?" diye sordum.
"Bende meraklı değilim burada olmaya." dediğinde tam ona çıkışacakken bana uzattığı, daha çok önüme fırlattığı, dergiyle susmak zorunda kaldım. Kaşlarım çatılırken iki gündür hayatımda olan biten her şeyi şaşkınlıkla izlediğimi fark ettim. Saçma sapan şeyler oluyordu ve bende inşaat izleyen yaşlı amcalar gibi bir köşeden öylece izliyordum.
Elindeki dergiyi aldığımda tam bu saatte bana magazin dergisi vermek için gelmiş olduğuna inanmak üzereyken uzanıp bir sayfayı açtı ve tekli koltuğa tekrar oturdu. Gözlerim sayfaya düştüğünde ise tam manasıyla öylece kalakaldım. Hayatımda yaşadığım en büyük şaşkınlıklardan birini yaşadığımı fark ettiğimde ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Kocaman açılmış bakışlarım Melih'e döndüğünde o da tepkimi ölçer gibi yüzüme bakıyordu.
Tekrar dergiye, Melih ile ikimizin hastanede çekilmiş fotoğrafına çevirdim. 'Gizli Aşktan İlk Fotoğraflar' yazan başlığın altında bizim hastanede çekilen bazı fotoğraflarımız vardı. Doktorla konuşurken, Melih'e ceketini giydirirken ve başka açılarda çekilmiş fotoğraflar. Koltuğa oturduğumda hareketlerimi kontrol edebilecek seviyede değildim. İki gündür yaşadığım olayları böyle kötü andığım için özür dilerim. Evet olaylardan. Çünkü bu hepsinin pabucunu dama atmış durumda.
"Bu... bu nasıl..?" devamını getiremediğim şaşkınlık nidalarıma cevabı sinirli bir 'bilmiyorum' idi Melih'in. Bu duruma olan siniri yüzünden bile okunurken ben ilk şaşkınlığı atlatamamıştım hala. Kim neden böyle bir şey yapar aklım almazken o anları yaşamış birisi olarak fotoğraflarda 'aşkla' diye bahsedilen o bakışların ve gülüşlerin esasen sinir krizine ramak kalmışken çekildiğini biliyordum. Ancak yazıyı okuyan diğer herkes tamda öyle anlayacaktı.
'Uzun zamandır objektiflerden uzakta kalan Melih Dinçer hakkındaki bütün dedikoduları tamamen yok etti. Hakkında çıkan nişan haberlerinin hepsinin yalan olduğunu ortaya seren fotoğraflarda Dinçer ailesinin ünlü veliahtlarından olan yakışıklı genç sevgilisiyle hastane çıkışında görüntülendi. Elinde ve kaşındaki bandajlar dikkat çekerken yanındaki kız arkadaşının da aynı şekilde yaralı olduğu görüldü. Kendisine ve sevgilisine geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor ve bu mutlu birlikteliğin devamını diliyoruz.'
"Manyak mı bunlar?" sinirle yerimden sıçrayıp birden bağırmam Melih'i korkuturken beynim hala olanların gerçekliğini kavramak istemiyorken "Nasıl yapabilirler böyle bir şeyi?" diye bağırdım bir kez daha. Ne kadar bunları algılamak istemesem de gerçekti işte. Bir magazin dergisinde adından başka hiç bir şeyini bilmediğim bu adam ile fotoğraflarımız vardı.
Çocukken yaptığım gibi hemen kızaran yüzümü sinirle büzüştürüp kırışan küçük burnum ve fazlasıyla çatılmış kaşlarım ile evde ayaklarımı yerlere vurarak mızıkçılık yapmak ve babama koşup tatlı tatlı konuşup dediğimi yaptıracak yaşı çoktan geçmiştim o yüzden sevgili beynim olanları algılasa çok güzel olacak. Zaten bu olay yüzümü kırıştırıp, bir kaç göz yaşı akıtmayla çözülecek bir olayda değil.
"Ben nerden bileyim? Gün aşırı magazin dergilerine çıkmıyorum!" diyerek yükselen Melih'in kafasını ezmek istiyorum. "Niyeyse magazinde aynı bu şekil bir izlenim verdiğinden bahsediliyor ünlü veliaht." sesimdeki alayın sinirini bozduğu apaçık ortadayken geri adım atmaya hiç niyetim yok.
"Bu ne demek şimdi? Hiç işim yokmuş gibi magazinlerde koştuğumu mu söylüyorsun sen?" diye ben gibi oturduğu koltuktan fırladığında resmen salonumun ortasında kavga ediyorduk.
"Ben öyle demedim. Ama nasıl anlamak istersen öyle anla. Malum aşina olduğun şeyler laf çarpıtmak falan."
"Laf mı sokuyorsun birde bana? Senin yüzünden düştüğümüz şu duruma bak ya! Birde gelmiş bır bır laf sokuyor hanımefendi."
"Benim yüzümden mi?" nasıl oldu da hala hayretle açılmış gözlerimin odağındaki herifin yüzüne bir yumruk patlatmadım bilmiyorum. "Bak benim asabımı bozma çok kötü olur! Asıl senin yüzünden oldu be her şey."
"Çok merak ettim ne olurmuş acaba asabını bozarsam? Ne yapabilirsin acaba şu kadar boyunla?"
"Yeter artık!" diye resmen cırlayarak salona gelen sevgili kardeşim ikimizi de sustururken beş yaşındaki bir çocuk gibi uzanıp saçını yolmak istiyordum Melih'in. Benim acilen içimdeki bu çocuğu terbiye etmem gerek. "Şu saçma didişmenizi bırakıp adam akıllı bir çözüm önerisi düşünmeye başlasanız iyi edersiniz çünkü şu an bütün magazin haberlerinde boy boy fotoğraflarınız var."
Söylediklerinin gerçekliği omuzlarıma binerken her şey bir rüyaymış gibi geliyordu. Daha dün sabah oldukça normal bir hayatım vardı. Klasik ve sıradan sorunlarım vardı. Oradan oraya koşturup iş arıyor, mürüvvetim ile oldukça yakından ilgilenen anneannemi idare etmeye çalışıyor, ailemle aramı iyi tutmak için çabalarken yaz sıcaklarıyla baş etmeye çalışıyordum. Aradan sadece bir gün geçmişti ve şimdi Türkiye magazininde hakkımda çıkan dedikoduların şaşkınlığını yaşıyordum.
Bir hışımla kalktığım koltuğa geri çökerken Defne de gelip yanıma oturdu. "Haberler dün akşam internette yayıldı. Bizimkilerin durumdan haberi yok ama biliyorsun ki çevrelerinde fazla boş boğaz var öğrenmeleri yakındır. O yüzden bir çözüm düşünmeye başlamalısınız." söylediklerinin elbette farkındaydım. Bizimkilerin kaldığı tatil şeridi küçük bir yerdi ve hemen hemen herkes birbirini tanırdı. Birinin annemlere gidip olanları anlatması an meselesiydi ve bu haber ailemde işsiz olmamdan daha büyük etki yaratırdı. Bir sabah ansızın kızlarının magazine çıkması ve bu haberlerde sevgilisiyle olmasını hiç iyi karşılamayacaklarından eminim.
Defne söyleyeceklerini söylemiş ve destek olmak ister gibi sırtımı sıvazlayıp salondan çıkmıştı. Ancak pekte işe yaradığını söyleyemeyeceğim çünkü hala yatağıma koşup bütün olaylar durulana kadar örtümün altından çıkmamak istiyordum.
"Yalanlayalım. Aslında hiç tanışmadığımızı söyleyelim." dedim bir umutla.
"Fotoğrafta sarılıyoruz. Sence kim inanır buna?" aslında sarılmaktan çok uzak olan bir ânı öyle bir açıdan çekmişlerdi ki buna altına yazılanlarda eklenince birbirini boğazlamak üzere olan iki yabancıdan çok aşkla sarılan iki sevgiliye benzetilmiştik.
"Gerçekleri anlatalım. Kazayı ve sonrasında olanları. O zaman inanırlar."
"O kadar saçma bir olay ki kimse inanmaz buna. Herkes yalanlamak için uğraştığımızı düşünür."
"Aman be! sende sürekli karşı çıkmasan olmuyor zaten. Daha iyi bir fikrin varsa dinliyorum." dedim agresif bir halde. Ondan ses çıkmazken kollarımı göğsümde toplamış aklıma gelen her ihtimali değerlendiriyordum. Öyle bir duruma düşmüştük ki bu işi buradan kotarmamız mucize falandı.
"Aslında bir fikrim var." dediğinde içimde çoğalmak için bekleyen umudumu durdurup çatılı kaşlarımı Melih'e çevirdim. Söyleyeceği şeyin mantıklı olmasına ihtiyacım vardı. Söyleyeceği şeyin bizi bu saçma durumdan kurtarmasına ihtiyacım vardı.
"Sevgilim ol!"