Çantamdan zar zor bulduğum anahtarlarım ile kapıyı açıp içeriye geçiyorum. Elimdeki eşyaları kapının kenarına bırakıp kendimi salona atıyorum. En yakındaki koltuğa devrilip kalıyorum yorgunlukla. Sizinle en son konuşmamızın üzerinden günler geçti dostlarım. Bu sürede çok fazla olay yaşamadım en azından. Ofiste işler biraz yoğunlaştı ama inanın bu tempoya da alıştım artık.
Bu gün akşam Melih ile birlikte şirketin yemek davetine katılacağız. Kendisi telaşımı almak için bu yemekten biraz bahsetmişti. Mesela son zamanlarda oldukça sık karşılaştığımız magazinciler orada olmayacakmış. Bu bilgi biraz olsun rahatlamamı sağlıyor. Yemekte sadece şirket çalışanları ve bazı yatırımcılar ile ortaklar olacakmış. Dinçer ailesi dışında orada olacak kimseyi tanımıyordum. Hiç bilmediğim bir ortamda bulunmak beni her zaman zorlamıştır. Ama Melih çok çabuk alışacağıma ve bütün akşam hiç yabancılık çekmeyeceğime o kadar emindi ki beni bile inandırmıştı.
Akşam ne giyeceğimi hala tam kararlaştırmamıştım ama aklımda birkaç alternatif vardı. Ofisten erken çıkmıştım o yüzden rahat rahat hazırlanabilirim. Önce üzerimdeki yorgunluğu atmak için ılık bir duşa ihtiyacım var.
Uzun, ılık ve dinlendirici bir duşun ardından bornozuma sarınıp aynanın karşısına geçiyorum. Biraz yüzümü inceledikten ve yeni çıkmış siyah noktalarımı fark ettikten sonra güzel bir bakıma ihtiyacım olduğuna karar kılıyorum. Yüzüme beni siyah noktalarımdan arındıracak bir maske yapıyorum. Saçlarıma doladığım sadrazam havlum ile banyodan çıkıyorum. Maskemin süresi bitene kadar keyif yapabileceğimi düşünüp kendime buzlu çay koyup salona geçtim. Hafif bir müzik eşliğinde telefonumda gezinerek geçirdiğim dakikalarda Melih’ten bir mesaj geliyor.
N’aptın?
Ona yüzümdeki maske, başımdaki sadrazam havlumla ve buzlu çayımla bir fotoğraf gönderdim. Yüzümdeki kömür içerikli siyah maskeyi gördüğünde vereceği tepkiyi düşününce elimde olmadan kıkırdadım. Tam o sırada gözleri kocaman açılmış emojiyle yanıtlıyor fotoğrafımı. Ve kıkırdamam sesli bir kahkahaya dönüşüyor.
Maskeyi çıkartma saatim geldiğinde telefonu bir kenara bırakıp bitmiş bardağımı mutfağa bırakıyorum. Maskeyi çıkarttıktan sonra yüzüme bir nemlendirici sürüp dolabımın karşısına geçiyorum ve giyecek bir şeyler seçmeye çalışıyorum. Gözüm bir an resmi iş takımlarıma kaysa da Melih bunun çok da resmi bir yemek olmayacağını söylemişti. Ve kendimi onların içinde oldukça resmi bir plaza kadını gibi hissettiğim için bundan vazgeçtim. Özel günler için aldığım elbiselerimin çoğuna hiç gözümü değdirmeden eliyorum ve o sırada gözüme takılan bir bluzum ile aklımda bir kombin şekilleniyor. Siyah kumaş eteğimi çıkartıyorum askıdan. Onu yatağın üzerine bırakıp Defne'nin aldığı lila rengindeki bebe yaka ince bluzu alıyorum elime.
Kıyafetlerimi giyinip aynanın karşısına geçiyorum. Uzun bir süre kendimi zorlayarak yaptığım sporların işe yaradığını görmek hoşuma gidiyor. Saçlarımı düzleştirme kararı alıyorum. Fişe taktığım düzleştiricinin ısınmasını beklerken makyajımı nasıl yapacağımı düşünüyorum.
Saçlarımı düzleştirdikten sonra birazını arkadan birleştiriyorum. Önden bıraktığım iki tutam yüzüme düşerken görüntüsünden memnun kalıyorum. Gözlerime ince bir eyeliner sürdükten sonra kirpiklerimi belirginleştiriyorum. Son olarak dudaklarımı rujumla renklendiriyorum. Aynanın karşısında gördüğüm görüntü tam da hayalimdeki görüntüydü.
Kalan vaktimi dağıttığım odayı toparlamak için kullanıyorum. En son makyaj malzemelerimi yerine kaldırdığımda odam gayet derli topluydu. Birden telefonum çalmaya başladığında tam zamanında hazırlanmıştım.
“Aşağıdayım.” Dedi Melih telefonu açtığımda. Ona hemen ineceğimi söyleyip kapatıyorum. Küçük siyah çantamın içine lazım olabilecek şeyleri koyuyorum. Ayağıma siyah tek bantlı topuklularımı giyiyorum. Apartmanın hemen önünde duran arabaya ilerleyip yolcu koltuğuna oturuyorum.
“Selam.” Diyorum son heceyi uzatarak. Kara gözleri üzerimde dolandıktan sonra gözlerime değiyor. “Selam.” Diye karşılık veriyor. Bende onu şöyle bir süzüyorum bu sırada. Lacivert bir kumaş pantolon, beyaz bir tişört ve lacivert bir ceket giymişti. Saçlarını geriye doğru taramıştı ve oldukça hoş göründüğünü itiraf etmeliyim. “Gergin misin?” diye soruyor.
Onun sorusuyla durup bir kendimi yokluyorum. Kendimi rahat hissetmiyorum ama öyle yoğun bir gerginlik de değil bu. Hiç tanımadığınız bir ortama girmeden önce yaşadığınız ufak bir heyecan olur ya işte tam da onu yaşıyorum. “Gergin değilim.” Diyorum. “Ama biraz heyecanlıyım. Hiç bilmediğim bir ortama girecek olmak biraz heyecanlandırıyor beni.” Bunda Melih’in de etkisi büyük tabi. Eğer bana bu yemeği anlatması için başının etini yediğimde anlatmasaydı kafamda farklı senaryolar kurup kendi kendimi strese sokacaktım.
“Bu iyi bir şey sanırım.” Diyor kısa bir süre bana bakarak. “Öyle sanırım” diyorum küçük bir tebessümle. Daha sonra aramızda sıradan bir muhabbet başlıyor. Kendisinin üç lafından ikisinde beni sinir ettiği klasik muhabbetlerimiz. Araba durduğunda geldiğimiz yeri inceliyorum. İlk başta düşündüğüm gibi şatafatlı bir mekân değil. Sade bir yer. Gereksiz bir gösterişi yok. Ayrıca nezih de bir yer.
Arabadan indiğimizde uzattığı koluna giriyorum. Hala bazen tuhaf geliyor böyle davranmak. Yani sadece bir aydır tanıdığım birisiyle sevgiliymiş gibi davranmak garip bir şey. Ama bir noktada baktığımda Melih’e alıştım. Yani normal bir şekilde tanışsak arkadaş olur muyduk bilmiyorum ama şu an beni sinir etmeye çalışmadığı zamanlarda gayet güzel anlaşıyoruz.
Restorana girdiğimizde bu gece için şirkete kapatıldığını fark ediyorum. Güzel bir yere konumlandırılmış büyük bir masa var. Bir an şaşkınlıkla Melih’e dönüyorum. “Restoran mı kapattırdınız?” yaşadığım şaşkınlık onu güldürürken ben hala buna inanamıyorum. Bir restoran kapattırmak çok da normal bir şey değil bence.
Masaya ilerlediğimizde hemen hemen pek çok kişi gelmişti. Göz aşinalığımın olduğu birkaç simaya karşı yüzümdeki ufak gülümsemeyle ilerliyorum. Önce Dinçer ailesi ile selamlaşıyoruz. Fatih beyin elini öpüp anlıma koyuyorum aynı şekilde Leman hanımla da selamlaşmayı düşündüğüm sırada kendisi beni kollarının arasına çekiyor. Bu sıcak sarılmayla kalbimin ısındığını hissediyorum.
Melih annesinin soğuk bir kadın olmadığını söylemişti. Ama beni bu kadar çabuk kabullenip bağrına basacağını da düşünmemiştim. Bizim hemen arkamızdan gelen Meriç'le de dostça bir sarılıyoruz. "Harika görünüyorsun en sevdiğim yengem." dediğinde ona baygın bakışlarım ile cevap veriyorum. Rasim beyin de elini öpüyorum ve masanın geri kalanıyla sadece sözlü olarak selamlaşıyoruz.
İtiraf ediyorum bu kadar sıcak bir karşılama beklemiyordum. Elbette bir iş yemeği otoritesi hakimdi büyük masada ama bu elinizi ayağınızı titretip bütün masayı devirecekmiş gibi bir gerginlik veren cinsten değildi. Herkes halinden memnun görünüyordu ve kimsenin rahatsız edici dik bakışlarını üzerimde hissetmiyordum. Bu, akşamın devamını atlatabilmem için motivasyon veriyordu.
Masaya oturduğumuzda bir yanımda Melih bir yanımda Meriç vardı. Karşımda benden birkaç yaş küçük olduğunu düşündüğüm kadını oturmadan hemen önce tanıtmıştı Melih. Şirketin saygıdeğer yatırımcılarından birinin kızıymış kendisi. Bir an nasıl selamlaşacağımı bilememiştim ama o kestane rengi saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp kocaman bir gülümsemeyle elini uzattığında bende aynı şekilde karşılık vermiştim. Gülümsemem onunki kadar tasasız değildi sadece.
Herkes kendi arasında sohbet etmeye başladığında Melih usulca kulağıma eğiliyor. "Ne yemek istersin?" diye sorduğunda oldukça büyük bir kararsızlıkla çevreleniyorum. Hayatımda hiç böyle bir yemeğe katılmadım ki ben ne yenir nerden bileyim? Kararsızlığım yüzüme yansımış olacak ki Meriç aynı abisi gibi diğer kulağıma eğiliyor. "Güzel soslu bir makarna, ya da et seçmeni öneririm. Balık da yiyebilirsin ama rahatça yiyemeyeceğin için biraz didikleyip gecenin sonunda aç kalacağını tahmin ediyorum sevgili yengecim." alayla söylediklerinin doğru olduğunu bildiğim için kulak ardı ediyorum. Ben hiç bir zaman ağzını yüzünü batırmadan soslu makarna yiyebilen birisi olmamışımdır o yüzden et yemeğe karar veriyorum.
Leman hanımın beni bir arkadaşına tanıtmasıyla sohbete dahil oluyorum. Bir süre sonra önüme bırakılan tabağım ile dikkatim dağılıyor. Heyecanım azaldıkça açlığımı daha çok hissediyorum. Tam bu sırada tabağımdaki etin küçük küçük dilimlenmiş olduğunu fark ediyorum. Tabağın adını bilmesem bile etin böyle dilimlenmiş servis edilmediğini biliyorum. O kadar da cahil değilim sevgili okur arkadaşım.
Melih'e baktığımda çaprazında oturan bir adamın söylediklerini onaylarken bakışları bana dönüyor. Bu güzel jestine karşılık ufak bir gülümseme ile teşekkür ediyorum kendisine. Gönlümce yemek yiyebileceğim bir ortamda değilken yemek yeme işlemi benim için biraz zorlaşıyor. Bunu ona anlatmamıştım ama birlikte geçirdiğimiz zamanlarda fark etmesi zor olmayan bir durum. Bir göz kırpış ile karşılık veriyor bana. Bir parçayı ağzıma attıktan hemen sonra bir sohbetin içinde buluyorum kendimi.
Birisi bana bir şey sormadığında ya da bir muhabbetin içine çekmediği dakikalarda Leman hanımı dinliyorum. Ve her dinleyişimde kendisine olan hayranlığım artıyor. Onunla daha tanışmadan önce öğrendiğim şeyler ile bile seveceğimi düşünmüştüm ama şu an arkadaşına çocuk esirgeme kurumuna en son ki ziyaretini anlatışını dinlerken hissettiğim şey tam olarak hayranlık. Oldukça ciddi ama bir o kadar da içten olmayı ve bunu asil bir şekilde yapmayı nasıl başarıyor bilmiyorum. Konuşurken otoriter bir hava yayıyor fakat 'yuva' diye bahsettiği çocuk esirgeme kurumunda yaşadığı bir olayı anlatırken gözleri şefkatle parlıyor. Az önce çakma kaynanama hayran oldum.
Tanışma yemeğimizdeki halinden çok da farklı değil. Aile içindeyken biraz daha rahat olduğunu fark ediyorum sadece. O akşam daha çok ve daha tasasız gülüyordu. Şimdi ise biraz daha usturuplu bir tavır sergiliyor.
Çakma kaynanan da idolün olmaz be Özge! Büyüyünnce Leman Dinçer olcam de tam olsun bari.
"Bir gün yuvaya Özge ile de gitmek istiyorum aslında." diyor kendisini dikkatle dinlediğimi farkında olan Leman hanım. Birden benden bahsetmesini beklemiyordum. Yüzüm içten bir gülümsemeyle aydınlanırken "Çok mutlu olurum." diyorum. Meriç'in bu tepkime karşılık gülmemek için şekilden şekle girdiğini fark ettiğimde kimseye sezdirmeden dirseğimi karnına geçiriyorum. Acıyla inlerken ve bunu yüzüne yansıtmamak için büyük çaba sarf ederken Melih onun bu halinden keyif alıyor. Bu ikisini gördükten sonra beni ablalığım için ödüllendirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Lütfen gerekli mercilere iletilsin bu.
"Sizin nasıl gidiyor çocuklar." duyduğum soruyla birlikte öksürme ihtiyacı ile kuşanıyorum. Hay Allah. Balık da yemedim, boğazımdaki bu kocaman kılçık nerden geldi ki? Melih'in de iki saniye önceki o keyifli hali gidiyor. Bu konuşmayı elbette daha önce pek çok kez yaptık. Tanıştığımız, konuştuğumuz herkes bize ilişkimizin nasıl gittiğini soruyor. Ama ne kadar çok tekrarlansa da asla alışamıyorum bu soruya. Hep bir pot kırma korkusuyla dolup taşıyorum. Bu yüzden ilk söz hakkını Melih'e tanıyorum. Kendisi benden daha gamsız olduğu için benim kadar yanlış bir şey söyleme telaşına kapılmıyor.
Melih'in bakışları bana döndüğünde ve yüzünü ufak bir gülümseme sardığında bende aynı gülümseme ile bakıyorum ona. Masadaki bir çok meraklı gözün bize döndüğünü hissederken bu karşılıklı gülümsemenin onlara romantik geldiğine inanıyorum. "Masal gibi." dediğinde bunun nasıl anlaşılacağından emin olamıyorum. İş yaptıkları resmi insanların ve şirket çalışanlarının olduğu bir masada güzel gittiğini söyleyip geçemez miydi sevgili çakma sevgilim?
Elini sırtıma attığında yüzünde aynı ufak gülümseme ile soruyu soran bey amcaya dönüyor. "Gerçekliğin içinde bir masal gibi." Bu söylediğinin içinde yalan olmadığını fark ediyorum. Biz tam olarak gerçekliğin içinde bir masalı yaşıyoruz. Her masalın kendince bir gerçekliği vardır aslında. Yaşanan, anlatılan olaylar kurgusaldır belki fakat duygular gerçektir. En başından beri herkese bir oyun oynuyoruz evet ancak birbirimize yaklaşımımız hep sahici olmuştu. Bu yüzdendir ki Melih'i hep arkadaşımmış gibi hissetmem hep çevremde olmasına alışmam zor olmadı.
Bunu kolaylaştıran bir diğer şey ise Dinçer ailesi ve çevresince çok çabuk kabul edilmem ve çabucak benimsenmem. İyi bir oyuncu olduğumu iddia ediyorum. Bu konuda pek mütevazı değilim de. Çocukken oynadığım tiyatro oyunlarında aldığım alkışlar kulağımda yankılanıyor sanki. İlkokul öğretmenimin yeteneğimi fark edip bilge bir ağaç olarak hızlı bir başlangıç yaptırdığı oyunculuk kariyerimin bu işlerden elimi eteğimi çektiğim zamanlarda böyle bir oyunun içinde kendimi bulacağım kimin aklına gelirdi ki?
Şahsen benim hiç gelmezdi. Hala bazen durup bir süre buna şaşırıyorum. Beni bu mecraların içine atan biricik öğretmenimin de aklına geleceğini pek sanmıyorum. İşte hayat, işte kader sevgili dostum. Bir zamanların çok bilmiş ağacı Özge Gediz'e bak sen.
Bu kadar çok övündüğüm bu oyunculuğuma rağmen düşündükçe soğuk terler akıtmama sebep olan bir durum var ki o da biricik ailemin karşısına müstakbel çakma sevgilim ile çıkacağım zaman.
Aile bireylerimden hiç kimse bir ilişkim olduğunu öğrenince büyük bir tepki vermemişti. Ancak hiç birisinin kendi halinde yaşayıp giden kızlarının birden ilişkisiyle magazine düşmesini beklemediklerini biliyorum. Bunu öyle kolayca sindirip göz ardı etmeyeceklerini çok iyi bildiğim gibi. Ve şu an ki sessizliklerini bir fırtına öncesi sessizlik olarak hissetmekten alıkoyamıyorum kendimi. Magazin durulup üzerimizdeki gözler çekilene kadar oynayacağımız bu oyun bittiğinde verecekleri tepkiyi hayal bile edemiyorum.
İşte o zaman ölümlerden ölüm beğen kendine Özge Gediz.