Bölüm 2

2726 Words
Kan Kırmızı Bölüm 2 - "Yeni Dünya" Yerden kalkıyor,yavaşça...Nerede olduğu hakkında en ufak bir fikri yok.Tek bildiği dengesi bozuk,ve gözleri çok fazla acıyor.Belki de bu yüzden,doğrulmak için kalktığı ilk hamlede ayakları birbirine çarpıyor,dizlerinin üzerine kapaklanıyor.Üzerinde gelinliği var,kana bulanmış.O an bunu önemsemiyor ya da önemseyemecek kadar yorgun.Bilmiyor.Elleriyle toprağı avuçluyor.İngiltere'nin,Starsbugh'un bereketli toprağı değil avuçlarındaki.Kurumuş,rengi de sarıya çalıyor.Ayrıca sıcak.O an bir şey hissedemeyeceğini düşünürken,parmaklarının ucunda bu bereketsiz toprağın sıcaklığını hissediyor.Derin nefes alıyor,ciğerleri el verdikçe.Bu dümdüz,kurak arazide hava onun nefes almasına izin vermiyor.Ümitsizlikle başını havaya kaldırdığında,gördüğü görüntü akıllara zarar verebilir.Ama o hiçbir tepki vermiyor.Kıpkırmızı olmuş gökyüzüne bakıyor ve gözlerini kırpıştırıyor.Héloise kendini yorgun hissediyor,korkuya kapılamayacak kadar yorgun,ayaklarının üzerine tekrar kalkamayacak kadar yorgun. Vücudunun her hücresi neredeyse çığlık atıyor,sıcak toprağa uzanması için.O da karşı koyamıyor bedeninin bu isteğine.Bacaklarını uzatıyor boylu boyunca,sert parçacıklar beline batıyor.Ama göz kapakları kapanmakta bu kadar istekliyken,o beline batan taşları düşünemiyor. Ne kadar olduğunu bilmediği kadar uzun bir süre orada öylece kalıyor.Zaman kavramını mı yitirdi ? Anlamıyor,uğraşmıyor da.Gözlerini açmasına yetecek enerjiyi bulduğu an,koyu kırmızı,hatta kan kırmızı denilebilecek renkteki güneş gözlerini yakıyor.Kör olmuş gibi hissediyor kendini,zaten acıyan gözleri isyan ediyor,Héloise'den bağımsızlarmış gibi hemen kapanıyorlar.Tam nerede olduğunu düşünmeye başlayacakken,bir sarsıntı hissediyor.Avuçlarını toprağa doğru değdirdiğinde,taşların hareketliliğini fark ediyor.Bir müddet tepki vermese de,sarsıntı artıyor.Héloise yavaşça doğruluyor dizlerinin üzerine.Gözleri acısa da neler olduğuna bakmak zorunda.Gördüğü şeyle,sonunda adrenalini hissediyor.Toprak çatlayarak ilerliyor,önünde kocaman yarıklar oluşuyor.Bulunduğu çorak ve boş arazi ikiye ayrılıyor.Ayağa kalkıyor,birden ve hızlıca.Ama toprak o kadar çok sarsılıyor ki,dengesini kaybetmesi de o anda oluyor.Ve tekrar kalkmasına fırsat kalmadan,yarık onu da buluyor,çatlak onun olduğu yerde de kocaman yarık oluşturup ilerliyor.Héloise'in kalbi ağzında.Korkuyu hissediyor,uyuşuk hali kayboluyor.Elleriyle,tüm gücüyle tutunuyor toprağa.Bedeni yarıktan aşağı doğru sallanıyor.Kafasını eğip bakmakta gafletinde buluyor.Gördüğü görüntü dehşet verici.Yarığın dibinde kandan bir göl var,içinde cansız insan bedenleri yüzüyor.Ve eğer elleri kayarsa,o da düşüp onlara katılacak.Daha güçle tutunuyor,tırnaklarını geçiriyor pürüzlü toprağa,fakat gözünü akan kanlı nehirden alamıyor.Alamıyor çünkü yüzen bedenlerin arasında bir beden görüyor.Dikkatli bakıyor,bütün dikkatiyle.Bu o.Aklına bu kadar geç geldiği için kendine kızıyor.Nasıl unutur onu ? Nasıl aklına gelmez ? Hayatının aşkı,ruhu,nefesi Albert orada,kanların arasında sürükleniyor.Ellerini yukarıya doğru açmış ona bağırıyor,yardım için haykırıyor.Bunları duymak yetiyor genç kıza.Erkeğinin çağırısına kayıtsız kalamaz.Gözlerini kapayıp,ellerini bırakıyor.Kısa bir an,vücuduna bir rüzgarın değdiğini hissediyor.Fakat sonra biri onu tam dirseğinden yakalıyor,sertçe çekiyor.Ayakları kuru toprağa bastığında açıyor gözlerini.Karşısında duran adam ondan uzun,başını kaldırmadığı sürece sadece göğsünü görebiliyor.Üzerinde siyah,kadife,çeket tarzı,koyu kırmızı düğmeleri solda olan bir şey var.Yüzünü görmeden onu incelediğinde,göğüsünün genişliğine şaşırıyor.Güçlü biri olmalı.Kasları giydiği şeylere rağmen kendini gösteriyor. Başını yavaşça kaldırıyor.Kıvırcık,açık kahverengi saçlar.Adamı sevimli göstermesi gerekli.Ama hiç öyle olmuyor.Yüzü oval,ama keskin ve köşeli bir çeneye sahip,ortasında da bir çukur var.Sivri sayılabilecek türden olan burnu,yüzündeki uyumu kısmen bozuyor.Ama yeşil,ateş parçası gibi parlayan gözleri her şeyi unutturuyor. Bir şey fark ediyor kız.Bu gözler yabancı değil.Adamı daha önceden hatırlıyor.Nereden olduğunu bilemiyor ama bu adamı kesinlikle gördü.Bu parlak gözler onunkilerle bir kez daha kesiştiler,emin. Kendinden geçmiş,bitkin bir sesle konuşuyor,Albert'ın hala kanlı nehirde aktığı o zaman aklına geliyor. “Gitmem gerek.Benim Albert'la olmam gerekli.” Geriye doğru,yavaşça ve dikkatlice bir adam atıyor.Ortam,sarsıntı ve her an oluşan yarıklara rağmen çok sessiz.O kadar sessiz ki,ayağının altında ezilen taşların seslerini duyabiliyor.Yarıklar çoğalıyor.Héloise'in arkasındaki koca yarık olduğu gibi duruyor,bir tane de adamın arkasında oluşuyor.Şimdi çizgi gibi bir hattın üzerindeler.Kız geriye doğru bir adım daha attığı an,adam bileğinden tutup onu kendine doğru çekiyor. “Gidemezsin,sen buraya,bize aitsin.” Konuşurken,kafasını sollarında kalan tepeye doğru çeviriyor.Kız o zaman fark ediyor.Tepenin üzerinde siyah bir şato var,sivri kuleleri neredeyse göğü yarıyor.Kızıl gökyüzüne yükselişi tüyleri ürpertiyor.Burada ne işi var ? Evinde olmalı,burada güvende olmadığı çok bariz. Héloise bunları düşünürken,adam elini onun çenesine koyuyor.Bu bir ilgi göstergesi değil,adamın gözleri de bunu yeterince net bir şekilde anlatıyor.Bunu sadece kız onun yüzüne baksın diye yapıyor.Ve konuşurken,sesindeki tını kibarlıktan çok uzak.yorgunluk,bıkkınlık dolu. “Seni uzun zamandır bekliyoruz,küçük aklının alamayacağı kadar uzun.” Yarıkları unutuyor.Karşısındaki adam daha tehlikeli.Yavaş yavaş parçalar kafasında birleşiyor.Adamı hatırlıyor,gözlerini daha önce de gördü,çünkü bu adam Albert'ı öldüren adam.Bir an gözleri hınçla,öfkeyle büyüyor.Ne yapacağından emin oluyor.Kıvırcığın ellerinden kurtulup geriye hızlı birkaç hamle yapıyor. Derin yarıktan içeriye doğru düşerken gördüğü şey,katil herifin kızgın yüzü.Bu kızı mutlu ediyor,gülümsüyor adamın fark etmesini ümit ederek.Kollarını açmış bir şekilde,hızla kanlı nehire düşerken,duyduğu son sesle irkiliyor.İrkiliyor çünkü bu sesin sahibi yok.Nerden geldiğini bilmiyor. “Uyan Héloise.Lanetli ve kırmızı güne uyan.” * * * Uykusundan sıçrayarak uyandı kız.Öylesine korkmuştu ki,nefes nefeseydi.Kabusunun etkisi ile vücudu terden sırılsıklam olmuştu.Elinin tersi ile alnını sildi.Bir müddet ciğerlerindeki havanın düzenlenmesini bekledi.Kalbinin düzensiz atışlarını,bütün hücrelerinde hissediyordu. Yanıbaşındaki kıpırdanmayla irkildi .Ve o zaman fark etti,bulunduğu yer hakkında hiçbir fikri yoktu.En son Albert'ın cansız bedeninin devrildiğini,başının yuvarlandığı gördüğü an,geceyi yırtan acı bir çığlık atmıştı.Çok geçmeden de yerde sürüklenirken kendinden geçmişti. Odayı neredeyse güneş gibi aydınlatan dolunaya baktı Héloise.Hala akşamsa çok az bir zaman baygın kalmış olmalıydı.Saten,kırmızı yatak örtüsünün arasından telaşla sıyrıldı.Üzerinde hala toza bulanmış gelinliği vardı.Topuzu da dağılmış,altın sarısı saçları tutam tutam serbest kalmıştı. Ayağa kalktığında dizlerinin acıdığını hissetti kız.Vücudunun her yeri ince ince sızlıyordu,ama dizlerindeki acı bir başkaydı,inlemesine neden olduysa da durmadı.Tahta karyolanın etrafında dolanıp,eğreti bir sandalyede oturan solgun yüzlü kadına yöneldi.Onu tanımıyordu.Gerçi bu taş duvarları da bildiği söylenemezdi.Elleri titreyerek,onu soğuk gözlerle izleyen kadının koluna dokundu. “Hanımefendi,lütfen bana yardım edin.Nerede olduğumuzu bilmiyorum ama beni muhtemelen tanırsınız,Héloise Lingston,Starsbugh'daki Lingston'lardanım.Yolda önümüzü kestiler,kocam Albert'ı öldürdüler.Lütfen yardım edin,buradan çıkabileyim.Çıkabileyim ki katilleri adalete teslim edeyim.” Kadın,solgun teninin tam zıttı bir şekilde,koyu kahverengi gözlere sahipti.Héloise'e alaycı bir şekilde baktı,dudakları da bu doğrultuda büküldü.Kıza cevap vermek yerine,ürkütücü bir şekilde gülümsedi.Héloise,o güne kadar tebessümün bir tehdit olarak kullanılabileceğini düşünemezdi.Kadından yardım alamayacağını anladı.Nerede olduğunu bilmese de,ona yardım edecek birileri muhakkak olmalıydı.Açık cama doğru kaydı gözleri.Koyu kırmızı alev motifleri ile süslenmiş vitraylı camın kanatları iki tarafa doğru açılmıştı.Hızla kendini o tarafa doğru attı,avazı çıktığı kadar bağıracaktı ki,önündeki sonsuz gibi görünen denizi fark etti.Dalga sesini yeni algılayabildiği için kendine kızdı.Buradan kimseye ulaşamazdı.Çok yüksekti,ve bu şey – kale ya da şato olmalıydı – denize sıfırdı,herhangi bir sahil şeridi yoktu. Arkasını döndü,kadın hala alaycı bir şekilde onun çırpınışlarını izliyordu.Bu seferde kapıya doğru atıldı.Çift kanatlı,siyaha boyanmış,kırmızı menteşeli kapıya avuç içlerini kullanarak,bütün gücüyle vurdu. “Yardım edin ! Kimse yok mu ?! Tanrı aşkına yardım edin ! ” Arkasındaki kadının kahkahası duyuldu.Héloise,kısa bir an dönüp ona baktı.Büyük bir keyifle kıza gülüyordu.Anlamayamamıştı,kendini çok fazla korkmuş hissetse de yarım istemeyi bırakmadı.Solgun kadının uyarılarına rağmen. “Kimse yardıma gelmeyecek.Güzel sesini boşuna yorma.” “Edecek,edecekler ! Burada kalmayacağım ! ” “Nerede olduğumuzu biliyor musun ? ” “Bilmiyorum,umrumda da değil.Kocamı öldürdüler diyorum sana kadın ! Bundan ilerisi var mı ?! ” Héloise yumruklarının yetersiz geldiğini görünce,tekmelerini de kapıya yöneltti.Vurdukça dizleri daha fazla acıyordu.Bunu umursamadı.Hiçbir acı kalbindeki acıdan daha fazla değildi. “Lunapolis'tesin.Bu şehiri bilir misin ? Ya da şu an bulunduğun şatoyu ? ” O yerinde duramıyor,kapıya tekmeler sallıyor,avaz avaz bağırıyor,kapıyı yıkmak istercesine ellerini geçiriyordu.Karşısındaki kadın ise sadece oturduğu yerden sakin sakin konuşuyordu.Daha fazla bu ironiye katlanamadı.Kapının hemen yanındaki sehpanın üzerindeki kristal vazoya baktı.İçinde kan kırmızı,dolgun güller vardı.Eline aldığı gibi kadına doğru geçirdi.Çatallaşmaya başlayan sesiyle gücünü tamamiyle kullanarak bağırdı. “Bilmiyorum ! Hiçbir şey bilmiyorum ! Neden benim zavallı sevgilim Albert öldürüldü bilmiyorum ! Neden bu lanetli yerdeyim bilmiyorum ! Ve sen fahişe,neden bana sürekli güldüğünü bilmiyorum !” Héloise'in boğazındaki damarlar bağırmaktan belirginleşmişti.Fakat attığı vazo,kadının eteklerine gelebilmişti sadece.Bu zarar vermekten çok öteydi.Amak adının gözlerindeki alayı silmeye yetmişti.Şimdi ciddiyetle kıza bakıyordu.Héloise nefes nefese kalmıştı,düzensiz nefesleri ile göğsü inip kalkıyordu.Kadını umursamadan bir tekme daha geçirip,yardım için bağırmıştı ki kapı birden açıldı,kız geri çekilmek zorunda kaldı.Tahta karyolaya kadar gerileyince,içeri giren adamı tanıdı.Kıvırcık adamdı,rüyasında gördüğü ve Albert'ı öldüren.O an,ona karşı bir hamle yapmak istedi fakat daha o bunu yapamadan adam odadaki soluk yüzlü kadını azarlamaya başladı.Gözleri yine alev gibi parlıyprdu. “Sana kıza göz kulak ol demedim mi ben ? ” “Çok özür dilerim lordum,birden oldu her şey.” “Bütün şato bir saattir bu kızın bağırmaları ile inliyor ve sen aniden mi oldu diyorsun ? Çık dışarı,gözüme gözükme Sheria.” Kadının soluk yüzü,adamın azarlamaları ile kıpkırmızı olmuştu.Eğilerek odadan çıktı.Ve katil ile Héloise yalnız kaldılar. Kız bakışlarını sakınmadan adama dikmişti.Nefesleri yine hızlanıp ritimsizleşiyordu ama bu sefer nedeni başkaydı.İçinde yükselen öfkeyi hissedebiliyordu.Albert'ın kanları hala onun elindeyken,Héloise sakin kalamazdı.Karyolaya sürtünerek gerilemeye devam etti.Adam da yavaş adımlarla ona doğru geliyordu. “Korkma,sana zarar vermeyeceğim.” Bu yalana inanmadı kız.Sırtı soğuk taş duvara değene kadar geriledi.Gözleri hala adamın üzerindeydi.Garip bir şey fark etti.Rüyasında adamı gördüğünde,üzerinde o an giydiği şeyler vardı.Kadife tarzı siyah çeket,sol tarafta olan kırmızı düğmeler...Saçmaladığını düşündü.Nerede olduğunu bilmiyordu,Albert öldürülmüştü,ve o böyle aptalca br şey için kafa yoruyordu. “Benim adım Lenard.Ne düşündüğünü biliyorum ama bana inanabilirsin,sana zarar vermem.” Héloise cevap vermemekte ısrar ediyordu,adam da konuşmakta.Gözüne yan tarafındaki konsolda duran kristal sürahi çarptı.İçi boştu,süs olmalıydı.Biraz daha yaklaştı konsola.Planını uygulaması için daha çok beklemesi gerekti.Adam ona doğru biraz daha yaklaştı,konuşmaya devam etti. “Az önce çıkan kadın,Sheria,sana nerede olduğunu söyledi mi ? ” Adam ona doğru yaklaşırken,Héloise'den yine ses yoktu. “Benimle konuşmamanı anlıyorum,gerçekten.Ama ben sabırsız biriyim ve genelde bu kadar sakin değilimdir.Sinirlendiğimde neler olduğunu zaten gördün.O yüzden sorularıma cevap-” Ve doğru zaman gelmişti.Lenard denen herif ona iyice yaklaştığı zaman,Héloise bir hamle ile sürahiye uzanmış ve adamın kafasına geçirmişti.İlk önce zarar verip veremediğini anlayamadı,adamın kıvırcık saçları kızın bir şey görmesini engelliyordu.O an,bu o kadar da önemli değildi zaten,içinde ona vurmuş olmaktan oluşan huzur kıza yetiyordu. Lenard eğik olan kafasını kaldırdığında,Héloise yaptığı şeyi görebildi.Adamın alnına doğru,odanın loşluğunda simsiyah gözüken kanlar akıyordu.Eliyle kanlı başını okşadı,saçlarını geriye doğru çekti.Canı yanmış gibi gözkmüyordu ama Héloise gözlerine baktığında öfkesini görebilmişti.Kıza daha fazla yaklaştı,sinirle aldığı sık nefesler Héloise'in yüzüne vuruyordu.Kız korkuyl a gözlerini kapadı.Nasıl bir darbe alacağını düşünüyordu.Boğazını mı sıkacaktı ? Ya da Albert'a yaptığı gibi üst üste yumruklar mı geçirecekti ? Belki yere yatırıp öldürene kadar karnına yumruk atardı.Bilemedi,korku içinde bekledi. Düşündüklerinin hiçbiri olmadı.Lenard'ın kandan ıslanmış koca elleri yüzünde gezdi.Bunu hissettiği gibi gözünü açtı,sinirle adamın ellerini yüzünden savuşturdu.Lenard,yüzünde zevk alan bir ifadeyle geri çekildi.Kızın yüzü tamamiyle adamın kanıyla bulanmıştı.Midesinin bulandığını hissetti.Bu yumruktan veya tekmeden daha kötü olmuştu. Bir şey fark etti Héloise.Adamın kafasından yüzüne doğru akan kan durmuştu.Bir an inanamadı,gözlerini kırpıştırdı.Biraz önce oluk oluk kan akarken şimdi hiçbir şey yoktu.Sormadan edemedi. “Ama senin kafan...” “Kan akmıyor değil mi ? Lunapolis'e hoş geldin.” Héloise Lunapolis nedir,nedesidir bilmiyordu.Adama öfkeli bakışlarını gönderdi.Koca sürahiyi adamın kafasına geçirmişti ama adamın neredeyse canı hiç yanmamış,bir iki dakika da kanaması olmuştu.Uğradığı şiddetten,yüzünden kan izleri kalmıştı,o kadar.Bu Héloise'i deli etmişti.Kendini tutamadı,sürahinin yanındaki cam kadehi de eline aldı,adama doğru fırlattı.Bu sefer tutturamamıştı.Karyolaya dayanmış adam kafasını küçük bir hamle ile yana eğince,kadeh yatağa düşmüştü. “Şu saçmalığı kes.” “Sen Albert'ı öldürdün ! ” “Evet,öyle bir şey yaptım.” “Neden ?! O sana ne yaptı ?! ” İşte o an Lenard'ın gerçekten sinirlendiğini gördü.Adam derin bir nefes aldı,kanlı yüzünde bir çift alev parçası gibi duran gözleri daha da alevlendi.Dayandığı karyoladan çekildi,doğruldu,sesinin tonu her şeyi anlatıyordu. “Senin o küçük beynin için büyük sorular bunlar.” Sesindeki tiksinti,küçümseme o kadar sinir bozucuydu ki,Héloise'in yüreğinde yeni br öfke dalgası oluştu.Etrafına bakındı,küçük masanın üzerinde demir,geniş bir kase vardı.Oraya doğru yöneldi,kaseyi kaptığı gibi adama doğru fırlattı.Lenard'ın kucağına gelmişti,yine canı acıyor gibi gözükmüyordu.Eliyle kavradı ve kaseyi kıza geri fırlattı.Tam dizine isabet etmişti.Uyandığından beri acıyan dizi,o an o kadar acımıştı ki kız acıyla inleyerek yere çöktü.Kendine geldiği andan itibaren ağlamamıştı ama şimdi dizindeki acı,kalbindeki acıyla birleşmiş,içini çeke çeke ağlamasına neden olmuştu. “Beni senin dilinde konuşmaya zorladın.” Héloise ağlamak istemiyordu.Bu katil herifin gözünün önünde zayıflığını belli etmemeliydi.Ama canı o kadar çok yanıyordu ki...Albert yoktu,ölmüştü.Nerede olduğunu bilmiyordu ama kesinlikle ailesine uzaktı.Bunlara ilaven,o an bunun için üzülmesi onu sığ bir kız gibi gösteriyordu fakat dizindeki o müthiş acı onu inletiyordu. O ağlarken,içeriye sarışın,saçları kızınki kadar uzun bir adam girdi.Héloise kafasını kaldırıp bir an baktı ama oralı olmadı.Hala dizi ile uğraşıyordu.Canı çok fazla yanıyordu. “Lenard,yüzünün hali ne böyle ? ” “Hiç.Sadece Héloise ile tanıştık.” Kız kafasını kaldırdı.Adam karşısında o kadar rahattı ki onu parçalara ayırmak,lime lime etmek,Albert'a yaşattığının bin kat daha beterini yaşatmak istiyordu.Yapacaktı da.Lenard bunların hepsinin bedelini ödeyecekti. Sarışın adam ona doğru yaklaştı,diz çöküp onun hizasına geldi.Elini kızın çenesinin altına koydu.Héloise,ona dokunduğu an adamın elini kendinden uzaklaştırdı.Ona tekme atarak kendini geriye doğru sürükledi.Ağlarken yüzünden yaşlar kırmızı kırmızı dökülüyordu,Lenard'ın kanı hala kızın yüzündeydi. Sarışın,Lenard'dan daha sabırlı bir tip olmalıydı.Kız tekme atınca hiçbir tepk vermedi,ellerini havaya kaldırıp geri çekildi.Sakin ve yumuşak bir ses tonu ile konuştu. “Héloise,ben Sorel.Arkadaşım için özür dilerim,o insan ilişkilerinde pek iyi değildir.” Adam Héloise'e gayet ihtiyatlı ve şevkatle bakıyordu.Héloise yüzündeki ıslaklıklardan kurtulmaya çalışırken,çatlak sesi ile konuştu. “Benimle dalga mı geçiryorsun ? ” “Hayır.Özür dilerim seni anlamadım.” “Senin arkadaşım dediğin herif benim kocamı öldürüyor,sen de gelmiş benden özür diliyorsun.” “O konu oldukça karışık.Şimdi konuşabileceğimizi zannetmiyorum.Acını anlıyorum,gerçekten.Sevdiğin bir insanı kaybettin.İstediğin kadar yas tut.Gerçekleri öğrenmek istediğin zaman her şey sana anlatılacak.” “Ben burada mı kalacağım.” “Evet,bundan sonra bizimlesin.” “Ama neden ? Benden ne istiyorsunuz ? ” “Hiçbir şey.Şunu iyice kavra,biz sana kötülük yapmayız,tersine seni koruyoruz.Bunları konuşmak için çok erken.Birazdan sana yeni bir hizmetçi yollayacağım.İstediğin her şeyi söyle,yapacaktır.Dinlen,kafanı topla,yasını tut.Dediğim gibi,hazır olduğunda her şeyi öğreneceksin.” Kız kendini sakinleşmiş hissetti.Karşısında ki adamın -Sorel- sesinde anlayamadığı bir dinginlik vardı.Yüz hatları da Lenard gibi keskin ve erkeksi değildi.Yumuşak,yuvarlak hatları olan bir yüze,insana huzur veren bakışlara sahipti.Sesi akıcı ve aynı sakinliğe sahipti.O konuştuğu zaman sesi bir kumaş gibi sizi sarmalıyordu. “Biz Lenard ile çıkalım,sen de kafanı topla,dinlen.Dediğim gibi,birazdan yeni bir hizmetçi gelecek,isteklerini ona çekinmeden söyleyebilirsin.” Adam bir müddet mavi gözleri ile Héloise'e baktı,sonra hızla doğrulup kapıya yöneldi.Lenard da onun peşinden ilerlemişti.Sorel çıkmadan önce kıza iyi günler diledi,gülümsedi.Héloise şaşkınlıkla pencereden sadece bir parçası gözüken kocaman dolunaya baktı.İyi günler gecenin bu saatinde ne demekti ? * * * Heybetli şatonun taş sütunları arasında üyürüyordu iki adam.Aralarında bir sessizlik vardı,ikisi de hissediyordu.Ayakları sesleri,dışarıda esen rüzgarın fısıltılı tınısı o an ikisini de rahatsız etmişti.Lenard,hiçbir şey olmamış gibi gözükmeye çalışıyor,amaçsızca etrafına bakıyordu.Sorel ise her zamanki gibiydi.Hafif öne eğilmiş başı ile,düşünceli gözüküyordu.Sonunda o,çok nadir duyulan eleştirel ses tonunu kullanarak konuştu. “Aferin sana.Gerçekten.Koskoca Lunapolis Lordu Lenard Aleron gidip aciz bir kızla kavga ediyor.” “Ben kimseyle kavga etmedim.” “Demek öyle ? O kız keyfinden mi yerde ağlayıp inliyordu ? ” “Onu ben de anlamadım,sadece demir kaseyi fırlatmıştım.” Sorel aniden durdu.Yüzünde Lenard'ı ayıplayan bir ifade vardı.Bir müddet onaylamayan gözlerle adama baktıktan sonra ilerlemeye devam etti. “Kızın yüzüne ne yaptın öyle ? ” “Ah,o mu ? Benim yeni yöntemim,kadınlar üzerinde uyguluyorum.Kız kafama sürahiyi geçirdi.Ben de kafamdaki kanları onun yüzüne sürdüm.Bilirsin,kadınlar kan görmeye dayanamaz.” “Bunu yapmak zorunda mıydın ? ” “Evet,yoksa ben onun kanını yüzüme sürüyor olurdum.” “İnsan ilişkilerinde kocaman bir sıfırsın.” “Belki de insan olmadığım içindir.” “Bizimkilerle de aranın süper olduğunu söyleyemeyiz Lenard.Hepsi senin karşında konuşurken yaprak gibi titriyor.” “Bana saygı besliyorlar.” “Hayır mankafalı arkadaşım,senden korkuyorlar.İsyanda neler yaptığı gördüler.Ve sonrasında.” Lenard daha fazla yürümedi.Vitraylı camların birine yaslandı.Gözüyle taş duvarlarda çok sayıda asılı duran kandillere baktı.Sorel de yanına gelmişti. “Beni tartışmayı keselim.Asıl o kız ile ne yapacağız ? ” “Bilmiyorum.Haline bakılırsa harap olmuş.Sen o herifi öldürürken,o sizi gördü mü ? ” “Evet,her şeyi izledi.” “İşte bu kötü olmuş.Bizim onun iyiliği için uğraştığımızı asla anlamayacak.” “O adi herif zavallıyı kendine aşık etmiş.Belki de büyüyle yaptı,bilmiyorum.” “Bu konuda haklı olabilirsin.Eğer ortada bir büyü varsa işler daha da karışır.Ama öncelikli olarak kıza neden onu öldürdüğünü anlatmalıyız.” “Hayır.Bu kesinlikle olmayacak.” “Neden ? ” “Kimsenin gözünde kahramana dönüşmek istemiyorum Sorel.” “Peki o zaman nasıl kıza olanları anlatacaksın ? ” “Ona aslında her zaman buraya ait olduğunu,küçükken yaşadığı talihsizliği anlatırım,olur biter.” “Bitmez Lenard.Kız kocasını kaybetti.Ve o herifin gerçek yüzünü bilmiyor.” “Bu benim meselem.O adi herifle sorunlu olan bendim,öldüren de bendim.Anlatılmayacak diyorsam anlatılmayacak.” Sorel derin bir nefes aldı,uzun yıllardır arkadaş olduğu,birlikte koca bir vampir şehrini yönettiği arkadaşına bıkkınlıkla baktı. “İyi,tamam.Demek bu konuyu çözmekle bu kadar ilgilisin,bundan sonra da Héloise'le sen ilgileneceksin.” “Sen bana emir mi veriyorsun ? ” “Evet,tıpkı senin sık sık bana yaptığın gibi.” “Ben ? Koskoca Lunapolis Lordu Lenard Aleron bir kızla mı uğraşacağım ? Hah ! ” “Hatta hizmetçin Lydia onun için çalışacak.Birazdan yanına yollayacağım.” “Bunu sana ödettiririm Sorel.” Sorel,yüzünde gevrek bir gülümseme ile Lenard'a bakarken,şatodaki uşaklardan biri koşarak yanlarına geldi.Korkudan ya da heyecandan vücudunu tir tir titriyordu. “Lord Aleron,Lord Busqué,böldüğüm için beni bağışlayın ben nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.” Lenard ile Sorel bir müddet birbirlerine baktılar.Sorel'in yüzü düştü,ciddileşti.Lenard,gür sesi ie konuştu. “Ne oldu ? ” “Efendim dün getirdiğiniz kız,az önce kendini odanın camından aşağı attı,hiçbirimizin bir şey yapmaya vakti olmadı.” Çok kısa bir an,iki adamda şok geçirdiler,boş gözlerle birbirlerine baktılar.Şoku çabuk atlatan kişi Sorel olsada,Lenard ondan önce koridoru koşarak arşınlamıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD