"Acıma," diye fısıldadım aşağıdan ona bakarken. Dişlerini sıktı. "Yapma şunu."
"Neden elinde değil ki?" dediğimde derin bir nefes aldı. "Hayatım hakkında hiçbir şey bilmiyorsun."
"Anlat da bileyim o zaman," dedim aynı çekici ses tonuyla. O ise kafasını kaldırdı ve birkaç saniye düşündü. "Tehlikede olmanı istemiyorum. Seni korumaya çalışıyorum ben."
"Seni benden kim koruyacak peki?" dedim gülerek. O da hafif gülümsedi. "Çok kaşınıyorsun Hazal. Dikkat et de bir gün bunların sana geri dönüşü olmasın."
"Geri dönüşü olacaksa daha çok yapayım o zaman," dediğimde eli çenemi kavradı ve hafifçe kendisine doğru çekti. O da yukarıdan yüzüme doğru eğilmişti. Yüzüme doğru fısıldadı. "Hazal."
Cazibeli bir gülümsemeyle bir mırıltı çıkardığımda dişlerini daha çok sıktı. "Beni bitiriyorsun."
Onun bu kadar etkilenmiş olduğunu görünce istediğimi almış olmanın verdiği zaferle gülümsedim ve ayağa kalktım. Onun afalladığını görmem ise beni daha çok güldürmüştü. "Haydi gidelim senin şu harika yerine."
Sinsi bakışlarıma meydan okuyan bakışlarla karşılık vermişti. Yanıma gelip elini belime koydu. "Gidelim."
Odadan çıkıp bara indiğimizde hala oranın aktığını görmüştüm. Ben şaşırırken Tuğkan çok normal karşılamıştı bu görüntüyü. kesinlikle ona bu yer hakkında sormam gereken çok soru vardı. Tabi ki en çok merak ettiğim şey neden bu barda onun bir odasının olduğuydu.
Arabaya geçtiğimizde bara girmek üzere olan Aslı'yı görmüştüm. Ona selam vermek istemiştim ama beni fark etmemişti. Daha sonra ona yazmayı kafama not ederek emniyet kemerimi taktım. Tuğkan arabayı sürmeye başladığında telefonumu arabaya bağlayıp bir müzik açtım.
Dünyanın en güzel kızı şarkısı çalarken Tuğkan alayla güldü. "Komik kızsın sen."
"Hazal beni bitiriyorsun," dedim sesimi kalınlaştırıp onun taklidini yaparak. Bana sertçe bakmakla yetindi. Ben ise buna karşılık bir kahkaha attım. "Zoru oynaman çok komik Tuğkan."
"Erkekler istediğini almak için böyle şeyler söyler Hazal. Senin gibi saf kızlar da gerçek sanarak inanır." Sinirle ona baktım. "Ama istediğini alamayacak olman ne kadar üzücü."
Bir şey demeden arabayı sürmeye devam etti. Ben ise yolu izlemeye başladım. Neymiş istediğini almak için yalan söylemiş ben de saf gibi inanmışım. Görecekti o, ona gösterecektim. Benim için adeta bir köpek olması için elimden geleni yapacaktım.
Araba durduğunda geldiğimiz yere baktım. Mükemmel bir manzarası olan restorana gelmiştik. Kocaman olan bahçe, ışıklarla donatılmıştı. Gülerek Tuğkan'a döndüm. "Herkesi buraya mı getiriyorsun?"
"Sadece annemi getirdim," dediğinde daha çok gülmek istedim. Tabi tabi ben de yedim. Arabadan inip Tuğkan'ın da bana yetişmesini bekledim.
Yanıma geldiğinde onun koluna girdim ve restorana doğru yürümeye başladık. Kıyafetimin sade kaldığını hissetmiştim ama star parçamın yüzüm olduğunu düşünerek kendimi rahatlattım. Biliyordum ki çuval bile giyerek bir saraya gitsem bende sırıtmazdı çünkü her parçayı en güzel şekilde taşıyabilirdim. Cam kenarında bir masaya geçince Tuğkan'ın sandalyemi çekmesine izin verdim. Ortam müsait olsaydı kesinlikle köpeğim diye dalga geçerdim onunla.
Yerime iyice yerleşip karşıma oturan Tuğkan'a imalı bir ifadeyle baktım. Alaycıl bir şekilde güldü. "Ne düşünüyorsun Hazal?"
"Nefesimi kesecek kadar yakışıklı olduğunu," dediğimde muzhip bir şekilde gülümsedi. "Hazal, senin bu aşk oyunların baydı artık. Devam etme sen."
"Ciddi söylüyorum. Senden etkileniyorum, sadece kalıcı olacak kadar tarzım değilsin," dediğimde kasları hafifçe çatıldı. "Tarzın neymiş?"
"Maskülen, güçlü, zeki, yakışıklı, karizmatik, fit, karakterli, eğlenceli, romantik ve ateşli," dediğimde yaramaz gülümsemesi geri dönmüştü. "Olması gereken."
"Ama işte sen öyle değilsin," dedim camdan dışarıyı izlerken. Birden çenemi tutan eli yüzümü kendisine çevirdi. "Neden?"
"Eğlenceli değilsin. Sıkılırım senden." Kaşları tekrardan çatılırken bir şey demesine izin vermeden ayağa kalktım. "Dana bonfile ve kırmızı şarap söylersin."
Çantamı alıp lavaboya gittim ve aynadan kendime baktım. Kırmızı rujumu tekrardan tazelemem gerekiyordu. Saçlarımdan bir iki tel kabarmış halde çıkmıştı. Onları da elimle tarayıp düzelttikten sonra harika göründüğümden emin oldum. Tam lavabodan çıkacağım sırada Gökalp'in beni aradığını görmüştüm. Kaşlarımı çatarak aramayı açtım ve lavabodan çıktım. Biraz ilerimdeki masada duran Tuğkan beni izliyordu. "Ne oldu Gökalp?"
"Hazal nasılsın?" dediğinde gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. "İyiyim."
"Hayat nasıl gidiyor? Benden sonra yani," dediğinde bir elimi saçıma götürüp bir tutamıyla oynamaya başladım. "İyi gidiyor."
"Akşam müsaitsen seninle yüz yüze konuşmak istiyorum," dediğinde gülümsedim. "Gerek yok."
"Hazal bak ben kötüydüm. Senin bazı dengesizliklerin vardı. Ayrılmakla yanlış yaptık sadece ara vermemiz gerekiyordu. Senin olmadığın zamanda seni o kadar çok özledim ki. Olmuyor, Hazal. Ben devam edemiyorum," dediğinde adeta şişen egomla etrafa bakınmaya başladım. At gibi gidenlerin it gibi dönmesi muazzam bir duyguydu. Ama tabi ki bana yaptığını affedecek kadar aptal değildim, o defter çoktan kapanmıştı. Üstelik videomu çekip tüm okula dedikodumu yayacak kadar şerefsiz bir insanla aynı havayı bile solumak istemiyordum. "Öyle bir niyetim yok, teşekkürler."
Telefonu yüzüne kapatıp büyük bir enerjiyle masamıza doğru yürümeye başladım. Tuğkan'ın sert ifadesinden, tavırlarıma karşılık meraklandığını, hatta kuruntu bile yaptığını anlayabiliyordum. "Çok neşelisin, ne oldu?"
"Önemli bir şey yok, sevgilim," dedim sevgilim kelimesini vurgulayarak. Kaşları iyice çatılmıştı. "Bu role devam ettiğimiz sürece başka kimseyle görüşemezsin biliyorsun, değil mi Hazal?"
"Öyle saçmalık mı olur?" dedim ona şaşkınlıkla bakarken. Dişlerini sıktı. "Görülür, duyulur. En iyisi bir süre başkalarıyla görüşmemek. Bir süre sonra ayrılmış gibi oluruz. Zaten ben gideceğim."
"Nereye gidiyorsun?" dediğimde suyundan bir yudum aldı. Tam konuşacağı sırada garson servis yapmak için gelmişti. Yemekleri masaya bırakıp ayrılırken kibarca teşekkür ettim. Tuğkan ise konunun dağılmasından memnun bir şekilde yemeğini yemeye başladı. Tek kaşımı kaldırıp ona baktım. "Nereye gidiyorsun dedim."
"Başka bir okula," dedi gözlerini gözlerime dikerken. Garip bir şekilde içimde acı hissettim. O gittiğinde içimde oluşacak olan o boşluk hissini şimdiden hayal edebiliyordum. Neden gidecek olması beni bu kadar üzmüştü bilmiyordum ama kesinlikle gitmesini istemediğimi biliyordum. Ruhsuzca mırıldandım. "Hayırlı olsun."
"Yeni okulumdaki veletlerin sizin gibi olmayacağını umuyorum. Bu okuldakilerle baş edemiyoruz," dedi hafif gülerek. Ona sorarcasına baktım. "Edemiyoruz derken?"
"Ceren de ben de sıkıldık artık. O yüzden başka bir okula gideceğiz," dediğinde sinirle güldüm. Ceren Hoca tabi ya, mesajını da yakalamıştım. Aralarında net olarak bir şey vardı ve beraber gideceklerine göre kesinlikle ciddi bir boyuttaydı. Bu adamın hiçbir şekilde bana sevgi anlamında yanaşmamasının da nedeni buydu. Onu etkilemek için her şeyi yapmıştım hatta kimi zaman başarmıştım bile ama hiçbir şekilde oralı olmamıştı. Sinirle dişlerimi sıktım. "Ceren Hoca iyidir ya hakkınızda hayırlısı olsun."
Telefonuma gelen bildirim sesiyle telefonumu elime alıp bildirime baktım. Gökalp mesaj atmıştı.
Ben çok büyük eşeklik ettim. Söz telafi edeceğim. Lütfen beni affet ve hediyelerimi kabul et.
Mesajı gülümseyerek ve saçımla oynayarak okumuştum. Tabi ki bunu Gökalp'ten etkilendiğim icin değil, Tuğkan'a nispet olsun diye yapmıştım. Tuğkan sert bir ses tonuyla konuştu. "Hayırdır?"
"Gökalp benimle barışmak istiyormuş akşam buluşacağız sanırım," dediğimde elini yumruk yaptı. "Gidemezsin. Beni unutuyorsun galiba."
"Neden? Aramızda bir şey yok ki bu sadece bir oyun," dediğimde bana doğru yaklaştı ve adeta tısladı.
"Çünkü öyle ya da böyle benimsin ve gidemezsin."