Hayallerimin toprağa verilişini de izleyecektim yani.
Sakin adımlarla kapıya yönelip, ürkek bakışlarla gelenlere baktım. Yaşlı bir kadın. Celil Amca ve onun yaşıt duran bir kadın. Sanırım eşiydi. Orta yaşlı bir adam ve onunla yaşıt bir kadın. Onlarda büyük ağabey ve eşi olmalıydı. Ama o yoktu. Fırat Bey.
Gözler birden bana çevirilince gayriihtiyari gülümsemek zorunda kaldım. Ama zoraki gülümseme olduğunu yoldan geçen biri bile fark edebilirdi. Tam dudaklarımı aralamış hoş geldiniz diyecektim ki avlu kapısı açıldı. Elindeki formalite icabı çiçek ve çikolatayla Fırat Bey içeri girdi. Yüzü de aynı benim yüzüm gibi sirke satıyordu. Bakışlarını benden çekip annemle babama çevirdiğinde gülümsedi.
“Aziz Amca…” dedi babama doğru yaklaştığı esnada.
“Hoş geldin evlat…” Babam bir elini onun omzuna attığında göz ucuyla bana baktı.
“Tijen Teyze…” derken anneme sarıldı dolu olan ellerine rağmen.
“Hoş geldin oğlum… Ne kadar zaman oldu görüşmeyeli?” dedi annem. Ne kadar zaman olmuştu?
“Sanırım 12 sene. Üniversite için bir çıktım evden, gelemedim bir türlü.”
“Kamelya da oturup çay içtiğin gün dün gibi…” dedi annem ona karşılık.
“Aksiyonu bol bir gündü. Gereken sonu yapmıştık.” Fırat Bey’in lafı biter bitmez herkes güldü. Ama ben gülmedim. Hangi günden bahsettiklerini bilsem belki bende gülebilirdim.
“İçeri mi geçelim yoksa,” dedi babam bahçedeki sediri işaret ederken.
“Hava sıcak be Aziz’im bahçede oturalım.”
Celil Amca önden geçince geride kalan herkes ona ayak uydurdu. Herkes oturacağı yere yerleşince olduğum yerden ayrılıp onlara doğru gittim. Hepsi bana güler yüzle bakarken Fırat Bey öldürecekmiş gibi bakıyordu. Ki kendince haklıydı.
“Hoş geldiniz…” dedim ortaya konuşarak. Teker teker ellerini öpmemi bekleseler de bunu yapmayacağımı bildiklerini bana gülümsemelerinden anladım.
“Hoş bulduk kızım. Suna ben, Fırat’ın annesiyim.” Başımı sallayıp hemen yanında oturan genç kadına baktım.
“Gözde ben, Baran’ın eşiyim.” Yanındaki genç adam gülerek baktı.
“Ben de Baran, ağabeyiyim.”
“Rahşan…” dedi yaşlı kadın. Onun ardından da Celil Amca konuştu.
“Annem…” dedi. Yani şu durumda olmamızın sebebi. Bana ne yumuşak ne de sert gözlerle bakıyordu. Ama tepeden baktığı belliydi. Aşiret hanımı havası veriyordu. Gözlerim Fırat Bey’i bulduğunda selam verme amaçlı kafasını sallayıp elindeki çiçekle çikolatayı uzattı.
“Gerek yoktu…” dedim soğuk bir sesle.
“Adet yerini bulsun diye zaten,” dedikten sonra hızla babaannesine baktı. “Yani… rica ederim.” Babaannesi tatminkar bir bakışla kafasını sallarken Fırat Bey bakışlarını benden çekti. Zaten gergindim, ortam gerilince daha da gerildim.
“Havalarda malum, çok sıkkın. Şerbet içer miyiz?” dedi babam, Celil Amca’ya bakarken.
“Zaten şerbet içmeye geldik.”
Rahşan Hanım’ın gülen yüzünün altındaki o, aşiret havasını tam da o an anladım. Sohbete gerek yok, yapılacak olan yapılsın diyordu resmen. Hafifçe gülümsedim.
“Şekeriniz falan yoktur inşallah…” dedim gözlerinin ta içine bakarken. O an, tam o an Fırat Bey bana baktı ve bakışlarındaki anlamsız manayla gülümsedi. Ne demek istiyordu., anlamamıştım.
“Sen getir kızım şerbeti. Şekerimi, tansiyonumu şu kapıdan içeri girerken bıraktım bir kenara. Dert etme.”
Cevap vermeden hızla eve yönelip seri adımlarla içeri girdim. Elimdeki çiçekle çikolatayı mutfaktaki masanın üzerine fırlatırken bağırmamak ve ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Tezgaha yönelip yumruk yaptığım ellerimi tezgaha yapıştırdım ve biraz da olsa sakinleşmek için içimden saymaya başladım.
Bir.
İki.
Üç.
Dört.
Beş.
“Pişt!”
Kulağıma gelen sesle irkilip kapıdan tarafa döndüm. Fırat Bey ne yaptığımı sorgularcasına bana bakıyordu.
“Ne vardı?” dedim önüme dönüp, tepside hazırda duran küçük bardakları düzeltirken. Üç adım. Sadece üç adımda yanıma geldi ve tam yanı başımda durdu.
“Su içecektim…” dedi yüzüme bakarken. Eline vermemi bekliyordu sanırım.
“Bardaklar ikinci çekmecede, sürahi masada.” Üç saniye. Bu seferde üç saniye baktı sadece. Sanırım sayıyordu içinden. Çekmeceye yönelip bir tane bardak aldı ve masada duran sürahiden su doldurdu. Buzdolabında duran şerbeti alıp bardaklara şerbet doldurmam lazımdı. Ama beni olduğum yere mıhlayan bir şey vardı. Adını bilmediğim bir şey.
“Sen ne şekil cevaplar veriyorsun öyle, aferin…” Ona doğru döndüğümde elindeki bardağa yine su doldurdu.
“Dürüst olunca ne şekil cevaplar veriyorum mu olacak? O zaman ben hep şekilli cevaplar vereceğim…” dedim hareketlenip dolaba yönelmeden önce.
“Dürüst olman hoşuma gitti, onu demek istedim. Ben sanıyordum ki her lafa kafa sallayacaksın.”
“Tabi işine gelirdi değil mi Fırat Bey?”
Elindeki bardağı daha sıkı tuttuğunu fark ettim o an. Sinirlenmiş miydi? Ceketinin iç cebine uzandı ve telefonunu çıkarıp bana uzattı.
“Numaranı yaz.”
Tam ağzımı açıp başka emrin, diyecektim ama eninde sonunda numaramı ona vereceğim aklıma geldi. El mecbur telefona uzanıp numaramı yazdım. Kulaklarıma gelen ayak sesleriyle beraber telefonu ona hızla uzatıp kapıya doğru döndüm. Fırat Bey zaten kapıya bakıyordu. Annem mutfağa girip de Fırat Bey’i görünce gözbebeklerine şaşkınlık yerleşti.
“Su içmeye gelmiştim de Tijen Teyze…” Fırat Bey amma da çekingendi. Utanmış mıydı annemi görünce?
“İyi yapmışsın oğlum.”
“Müsaadenle.” Fırat Bey’in mutfaktan çıkmasıyla annem bana baktı.
“Ne söyledi sana?” dedi sakin bir şekilde.
“Numaramı istedi.” Bir yandan da söz şerbetimi bardaklara dolduruyordum.
“Niye istedi?” dedi bana yaklaşırken.
“Hani evleneceğiz ya, ondandır herhalde.” Annem sinirli sinirli bakıyordu ama birden bakışları durgunlaştı.
“Bir anlığına evleneceğin çıktı aklımdan.”
“Benim her an aklımda…”
Neden bunu söylerken sesim titremişti? Akşama kadar her şey normalken neden şimdi şerbet doldururken ağlayasım gelmişti ki? Tepsiyi elime alıp mutfaktan çıkacağım esnada annemin sesi yine kulaklarıma doldu.
“Kızım…”
“Beklemesinler. Malum, şerbet içmeye gelmişler. İçsinler.”
Annem konuşmak için dudaklarını aralasa da hızla mutfaktan çıkıp bahçeye yöneldim. Annemde arkamdan geliyordu. Onun önden gidip babamın yanına oturması için adımlarımı yavaşlattım. Annem oturur oturmaz yanlarına gittim ve tepsiyi Rahşan Hanım’ın önüne tuttum. Şerbeti ilk ona ikram etmem hoşuna gitmiş olacak ki gülümsedi. Sonra Celil Amca’ya, eşine, anneme, babama, ağabeyine ve onun eşine de verip Fırat Bey’in önünde durdum.
“Teşekkürler…” dedi sessizce. Sadece kafa sallayıp ilerisinde bir yere oturdum. Rahşan Hanım şerbetinden bir yudum alıp damağını şaklattı. Sanırım şerbeti beğenmişti.
“Aziz oğlum, ben öyle lafı uzatmayı seven bir insan değilim. Bilirsin. Biz sizi biliriz, sizde bizi bilirsiniz. Celil’imin arkadaşısın. Canımsın, kanımsın. Seni hiçbir zaman oğlumdan ayırmadım. İsterim ki ocağımız bir yansın,” dediğinde avuç içlerimin terlediğini hissettim. “Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kızın Türkü’yü torunum Fırat’a isteriz.”
Babamı ısrarlarıyla bunaltmamış gibi, sanki beni bu evliliğe zorlamıyormuş gibi konuşması midemi bulandırmıştı. Fırat Bey’in bana göz ucuyla baktığını hissetmiş olacağım ki başımı çevirmeden ona baktığımda bana baktığını gördüm.
Acı çekiyor olmamı seyrediyordu.
“Allah utandırmasın diyelim o zaman…”
Babamın dakikalarca süren suskunluğu derin bir nefes alıp konuşunca bozulmuştu. Annemin zoraki gülümseyişiyle beraber bir bana bir de Fırat Bey’e bakıyorlardı.
“Hayırlı uğurlu olsun…”
Celil Amca’nın ayağa kalkmasıyla hepimiz ayaklanmıştık. Önce Rahşan Hanım’ın elini öpmem gerekiyordu ama ben babama doğru ilerledim. Elini öpüp ona sarıldıktan sonra anneme geçtim. Rahşan Hanım eli havada bekliyordu ama daha çok beklerdi. Çünkü Celil Amca’yla eşi Suna Hanım’ın da elini öpecektim. Bu yaptığım şey Fırat Bey’in hoşuna gitmiş olacak ki yüzünde büyük bir gülümseme vardı. Utanmasa aferin deyip sarılacaktı. O kadar…
Rahşan Hanım’ın karşısına geçtiğimde bana anlamını bilemeyeceğim bir ifadeyle baktı. Elini öperken fark ettim ki, elleri şu sıcak havaya rağmen buz gibiydi. Tam karşısında durmuş ne yapmam gerektiğini düşünürken birden kollarını açtı ve sarılmak için bir adım öne çıktı. Gözlerim Fırat Bey’e gitti o an. Şaşkınlıkla bakıyordu. Herkes, en az benim kadar şaşkındı bu duruma. Neden bilmiyorum.
“Sen ileride ben olacaksın…” diye fısıldadı kulağıma. “Seni gören duyan herkes yeni Rahşan bu diyecekler…”
“Demesinler…” dedim acımasızca.
“Diyecekler…” dedi benim sesimdeki acımasızlığa inat sakin bir dille. Kollarından ayrıldığımda bana biraz önce nasıl baktıysa öyle bakmaya başladı.
“Takalım o zaman yüzükleri, Fırat?” dedi Fırat Bey’e bakarken. Fırat Bey, cebindeki büyük kutuyu çıkarıp açınca kırmızı kurdeleye bağlanmış iki alyans göründü. Biri diğerine göre çok zarifti. Diğeri ise tam bir Fırat Bey yüzüğüydü. Rahşan Hanım yüzükleri parmaklarımıza takarken asla ama asla birbirimize bakmıyorduk. Kaşlarım çatık, yüzüm asık bir şekilde şu anın gerçekliğini sorguluyordum. Rahşan Hanım makasla kurdeleyi tam kesecekken Tuna’nın sesi geldi.
“Aa, makas öyle hemen keser mi kurdeleyi?” İlerleyen yıllarda bugün, bu an aklıma geldiğinde sırf bu cümle için gülecektim. Tıpkı şu an güldüğüm gibi.
“Kızım, ayıp!” Annem sessizce konuştuğunu sansa da hepimiz duymuştuk söylediğini ve yine gülmüştük. Acının tatlı tebessümü bu olsa gerek.
“Al bakalım,” Fırat Bey elini cebine attı ve bir tomar, evet bir tomar para çıkarıp Tuna’ya uzattı. “Şimdi keser mi makas?”
“Sadece bu kurdeleyi bugün dünya üzerinde kesilen bütün söz kurdelelerini keser bu!” dedi, Tuna gülerek.
“Desene hayırlı bir şeye vesile oldun…” Rahşan Hanım’ın yalandan öksürmesiyle Fırat Bey’in yüzündeki gülümseme azaldı. Duruşunu ciddileştirdi ve gözlerini parmağıma dikti.
“Allah bir yastıkta kocatsın, hayırlı uğurlu olsun inşallah…” dedi ve kurdeleyi kesti.
Hayallerimi toprağa vermiş, cenaze namazını kılmış bulunuyordum. Elimi kendime doğru çekip yüzüğe dokundum. Gerçekti. Kurdeleyi okşadım, yumuşacıktı. Gözlerimi Fırat Bey’e diktim. Öldürücüydü. Canım yanmıştı ama acısını hissedemiyordum. Hissedemeyecek kadar acı içindeydim çünkü. Rahşan Hanım keyifle nefesini verdi.
“Yarın da nikah işlemlerine başlasınlar. Tez zamanda kızımızı evimize gelin olarak sokalım.”