Bir daha anladım ki, Gülay teyzenin doğum gününde bizden olmayacak. O kadar uzaktık ki birbirimize… Göz göze bile gelmedik. Hep mesafeli, hep soğuktu bana karşı. Ben de artık ona aynı şekilde uzak davranıyordum. Bütün gece boyunca Selinle ilgilendi. Sadece o değil; Gülay teyze, annem, Neşe abla… Herkes Seline karşı çok ilgiliydi. Aile çoktan kabul etmişti onu. Tabii ki Poyrazın sevdiği, ailenin baş tacı olurdu.
Kendimi daha ne kadar üzebilirdim? Gözümün önünde olanlar canımı çok yakıyordu ama bu durumu kabullenmekten başka çarem yoktu. İçten içe tükeniyordum.
Okulun kafesinde Esini beklerken, Tunç yanıma geldi.
Nasılsın güzellik?
İyi, her zamanki gibi. Elif yok mu?
Sorma kalpsızım, bugün erken çıkması gerekti. Annesinin doktor randevusu varmış, yalnız bırakmak istemedi, dedi, iç geçirerek.
Tunç, herkes senin gibi keşke sevse, dedim.çünkü tunç o kadar güzel seviyordu ki
Güzelim, benden bir tane daha yok, dedi saçlarını savurarak.
Sonra ciddileşerek devam etti:
Aslında bir tane daha var ama onun kafası bu ara çorba. Ne yaptığını bile bilmiyor bence.
Anlamayarak yüzüne baktım.
Bakma öyle, kim olduğunu tahmin etmen zor değil bence, dedi.
Poyrazdan bahsediyordu.
Neden kafasının karışık olduğunu düşünüyorsun? Bence gayet net, dedim.
Tunç bana yaklaşarak:
Yorulmadın mı? diye sordu.
Neyden? dedim gözlerine bakarak.
Direk söyleteceksin değil mi? Poyraz diyorum, deli fırtına, dedi. Yardımcı oldu mu?
Telaşla,
Bak Tunç, düşündüğün gibi değil
Sakin ol Naz. Tam da düşündüğüm gibi. Şimdi değil, yıllardır farkındayım aranızdaki adını koyamadığınız bu durumun. Rahat ol Naz, görüyorum. Senin yıllardır onu sevdiğini biliyorum.
Nasıl? diye sordum mahcup bir şekilde.
Çünkü bakmasını biliyorum. Bebeklik, çocukluk arkadaşımın yıllar içinde nasıl değiştiğinin farkındayım. Aşkı tanıyorum, dedi.
Tunç beni yine şaşırtmıştı. Hep hiçbir şeyi takmıyormuş gibi görünürdü. Ama şimdi… Herkesten saklamak için delice çabaladığım duygularımın, onun tarafından fark edildiğini öğrenmek beni çok şaşırmıştı.
Nazım, güzelim… Ne kadar acı çektiğini, bu duyguları gizlemek için ne kadar çabaladığını görüyorum. Ama aşk kural tanımaz, bunu unutma. Onu sevmeyi sen seçmedin. İnsan kimi seveceğini kendi seçemez. O yüzden kendini asla suçlu hissetme. Poyraz benim abim, canımdan öte ama sen de öylesin. Kardeş olmak için kan bağına ihtiyaç yok, bunun en güzel örneği sensin. Üzülmeni asla istemem, dedi.
Sonra yanıma yaklaşıp beni kollarının arasına aldı. İçimde taşan duygularla, bir süre Tunç’a sığınıp sessiz sessiz ağladım.
İyi misin güzelim? Deyip çenemden tutup kafamı kaldırdı.
İyiyim, dedim başımı sallayarak.
Konuşmak istersen dinlerim, dedi.
Tunç, çok karışık her şey. Kendimi berbat hissediyorum. Abin başkasını seviyor biliyorum ama ben yıllardır kalbime söz geçiremiyorum. Onu sevmekten vazgeçemiyorum. Bana yasak, biliyorum ama yüreğim bunu kabul etmiyor, dedim.
Sana yasak olduğunu da nereden çıkardın? Bence çok uygunsunuz, dedi gülerek.
Onun beni mutlu etmek için söylediğini düşündüm ama sanki beynimi okumuş gibiydi.
Seni mutlu etmek için söylemiyorum. O Ateş ve sen Onu söndüren, dizginleyen tek şeysin. Onun suyusun, dedi.
Tunç, adam başkasına âşık…
Off Naz… Bakmasını bilmiyorsun. O kadar âşıksın ki gözünün önünde olanlardan haberin yok. Aç o güzel gözlerini ve abime bak, o zaman anlarsın, dedi göz kırparak.
Tunç, iyi ki varsın, deyip tekrar sarıldım ona.
O sırada, yüksek bir sesle:
Artık yeter ama! Bu kızdan çok sıkıldım!
Arkamıza döndüğümüzde kıskanç bir Esini gördük. Kollarını bağlamış bize bakıyordu.
Tunç kolunu açarak onu da çağırdı.
Gel kıskanç cadı!
Esin de gelince üçümüz birbirimize sarıldık, kantindekilerin bakışları altında.
Ne durumdasın Esin? diye sordu Tunç.
Çok iyiyim. Bugün Serkan’la buluşacağım. Beni idare görevi sizde, dedi. Hızlıca masadan kalkıp öpücük atarak uzaklaştı. “Hazırlanmaya gidiyorum!” diye bağırarak yürüyordu.
Tunçla biraz daha sohbet ettikten sonra, o da arkadaşlarıyla buluşmak için yanımdan ayrıldı. Ben de eve gitmek üzere arabamın yanına doğru yürümeye başladım. O sırada adımın söylendiğini duydum.
Kafamı çevirdiğimde yüzü hiç yabancı gelmeyen yakışıklı bir adamla göz göze geldim.
Pardon.
Naz, beni hatırlamıyor olamazsın, dedi öz güvenli bir sesle.
Doktor Bey… dedim mahcup bir şekilde.
Kusura bakmayın, aradan çok zaman geçti.
Sadece Emre… Nasılsın bakalım?
İyiyim. Siz de iyi görünüyorsunuz. Burada ne işiniz var?
Eğitim görevlisi bir arkadaşımı görmeye gelmiştim. Ve sonra… Ne büyük bir şans ki seni gördüm, dedi kocaman bir gülümsemeyle.
Bende ona tebessümle karşılık verdim.
Evet, güzel bir tesadüf.
Zamanın var mı? dedi.
Tam “Hayır,” diyecek oldum ki,
Hayırı cevap olarak kabul etmeyelim. Saat epey ilerlemiş, güzel bir yemek yiyelim mi? Hem biraz sohbet etmiş oluruz.
O kadar istekli ve mutlu görünüyordu ki “Hayır” diyemedim.
Tamam, olur, dedim.
Şık bir yere gitmeyi beklerken beni yol kenarındaki bir kokoreççiye götürdü.
Sever misin? dedi muzip bir gülümsemeyle.
Evet, çok severim ama beni şaşırttın, dedim.
Beni tanıdıkça daha çok şaşıracaksın ve asla pişman olmayacaksın. Bunun sözünü verebilirim, dedi.
Siparişlerimizi verdi. Buraya çok sık geldiği belliydi. O kadar konuşkan, esprili, güler yüzlü ve eğlenceliydi ki… Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile. Uzun zamandır bu kadar keyif alıp gülmemiştim. Daha önemlisi, uzun zamandır ilk defa Poyraz’ı düşünmeden bu kadar uzun bir zaman geçirmiştim.
Telefonum çalınca saatin farkına vardım. Neredeyse dört saattir küçücük taburelerde oturmuş sohbet ediyorduk. Arayan annemdi.
Kızım, neredesin?
Saat sekiz olmuştu. Anneme akşam evde olacağımı söylemiştim. Mahcup bir şekilde:
Anneciğim özür dilerim. Arkadaşımla birlikteydim, zamanın nasıl geçtiğini unutmuşum. Siz yemeğinizi yiyin, ben bir şeyler atıştırdım, dedim.
Emre beni gülerek izliyordu. Annem, “Evde konuşacağız, dikkatli ol,” deyip telefonu kapattı. Yüzüm kızarmıştı. Bunu nasıl unutmuştum?
Emre muzip bir şekilde:
Kızların aklını başından almak gibi bir özelliğim var, dedi.
Gülümsedim.
Sonra bana dönüp:
Senin aklını başından almayı gerçekten istiyorum, dedi pat diye.
Bu dürüstlük beni şaşırtmıştı ama içimde onunla tekrar görüşme isteği vardı.
Sonraki günler Poyrazsız geçti. Onu en son doğum gününde görmüştüm. O günden sonra hiç karşılaşmadık. Ama Emre’yi çok sık görmeye başladım. Hemen her gün arıyor, bulduğu her fırsatta plan yapıyordu. Onunla vakit geçirmek çok keyifliydi. Hayatıma girdiğinden beri Poyrazı daha az düşünür olmuştum. Yaklaşık üç haftadır hayatımda “Emre gerçeği” vardı.
Poyraz
Askeriyede geçirdiğim yoğun bir günün ardından eve dönüyordum. Fakat Selinden gelen telefon kararımı değiştirdi, arabayı onun evine doğru sürdüm. Uzun zamandır kendi evimde kalıyordum. Anneleri birkaç günde bir görmek için uğruyordum. Annem bu durumdan çok şikayetçiydi ama her defasında, “Askeriyede işler çok yoğun,” diyerek ikna ediyordum.
Bir yandan Naz vardı… Çok özlemiştim. Birkaç kez uzaktan seyretmiştim ama yetmiyordu. Her şeyini özlüyordum. Bana koyduğu mesafe bile onunla ilgili düşüncelerimi silemiyordu. Kalbim, adını aklımdan geçirdiğim her an deli gibi çarpıyordu. Ondan uzak durabilmek için herkesten uzak durur olmuştum.
Selim sürekli arayıp sitem ediyordu. Bu hafta sonu buluşup kafa dağıtacaktık, öyle anlaşmıştık. Bu düşüncelerle Selinin evine vardım. Aklımda biraz oturup dönmek vardı. Kapıyı çaldığımda çok cüretkar bir elbiseyle karşıladı beni. Boynuma sarılıp “Hoş geldin,” dedikten sonra içeri geçtik. İçki içebileceğimiz güzel bir masa hazırlamıştı.
Sohbet eşliğinde içmeye başladık. İçtikçe daha cesur davranıyordu. Birden, aklına gelmiş gibi:
Sana söylemem gereken önemli bir şey var, dedi.
Söyle, dedim yüzüne bakarak.
Emre’yi hatırlıyor musun?
Hatırlamaz olur muyum? O puşt, Nazı gözleriyle yemişti, diye geçirdim içimden.
Kafamı salladım. Selin devam etti:
Benden duymuş ol, sonra yine “Ağabeylik damarım kabardı” deme. Emre ile Naz görüşmeye başlamışlar. Emre çok mutlu, bütün hastanenin havasını değiştirdi. Anlayacağın bizim oğlan sizin kıza fena abayı yakmış. Ve Naz da Emre’ye karşı boş değil, en azından Emre’nin anlattığına göre…
Bu cümleleri işittikten sonra beynim durmuş gibiydi. Ne demek “beraber”? Ne demek Naz? Ne demek “bir şeyler hissediyor”? Kafamda toparlayamıyordum. Ama sinirden damarlarım patlamak üzereydi.
“Hayır! Naz yapmaz!” dedim içimden. Ben onun gözlerinde kendimi gördüm. Bana hissettikleri bu kadar kısa sürede bitecek şeyler değil. Naz kalbine benden başkasını almaz! Ama… Onu defalarca üzdüm. Belki de…
Ama hayır! Kalbim bunun olasılığını bile kabul etmiyordu.
Kıskançlık tüm bedenimi ele geçirmişti. İçimde fırtınalar kopuyordu. Nazın başkasını sevme düşüncesi, onu kaybetme ihtimali beni çılgına çevirmişti.
Hiçbir şey söylemeden hızla masadan kalktım. Kapıya doğru yürüdüm. Arkamdan “Nereye gidiyorsun?” diye seslenen Selini umursamadan arabaya atlayıp deli gibi sürmeye başladım. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmeden…
Korkularım tüm kontrolümü kaybetmeme neden olmuştu.
Peki ben şimdi ne yapacaktım….